“Yanıyor” diye tabirlediği aslında sosyal hayat hareketliliğinin zirve yapmasıydı.
Paylaştığı video, Galatasaray’ın arka tarafında mekanların olduğu sokaktandı.
Herkes öyle bir sokağa taşmış ki trafik durmuş. “Yanma” göndermesi bu coşkuya yani.
Aynı gün ben de Karaköy’ün arka sokaklarında yürüdüm.
Bu civar da aynı şekildeydi, tıklım tıklım. Kaldırımlara taşan tüm masalar doluydu.
Uzun süredir sokakları, mekanları böyle canlı görmeyince insanın üzerine bir afallama, bir şaşkınlık geliyor.
Ama her şeye hızla alışıyoruz ya. Sokaklardaki bomboş duruma da alışmıştık, şimdi yeniden kalabalığa karışıyoruz.
“Beni sağda indirin, UFO çağırdım”
O kadar çok mekan açıldı ve açılmaya devam ediyor ki, ülkenin yarısından fazlası Bodrum’da olacakmış gibi hissetmemiz doğal.
Dolayısıyla bugünkü köşe Bodrumcular için eski-yeni mekanlar hakkında mini bir rehber: Bodrum’u uzaktan seyredip merak edenlere, “Çok kalabalık buralar” diyenlere, hafta sonları gidip geleceklere, sezon boyu yerleşenlere, yeme-içme sevdalısına ve sosyal ortam kuşlarına...
GASTRONOMİ SEVDALISINA...
◊ “İyi yemek nerede olacak, bana onu söyle” derseniz, ilk başa sürpriz bir restoranı koyarım. Demirbükü’ndeki Mesa’nın içinde açılacak olan Naru’yu. Mekanın iki ortağını, Özgür Arıkan ve Çağlar Kanzık’ı geçen yaz Dereköy Lokantası vesilesiyle tanıdık ve sevdik.
The Handmaid’s Tale’den bahsediyorum.
Dördüncü sezonun final bölümünü özellikle kadın seyircilerin mutlaka izlemesi lazım.
Çünkü birçok açıdan düşündürücü noktalar var. En önemlisi de şu nokta:
“Adalet, en medeni saydığınız yerde bile gerçekleşmiyorsa o zaman ne yapmalı, her şeyi unutmalı mı?”
Dizinin karakteri June da kararsız kalıyor. Ama unutamıyor.
Sinovac’çılarla BionTech’çilerin polemiği ayrı bir durum.
Bir tanıdığım yurtdışında önce Sinovac oldu, sonra “Avrupa bunu kabul ediyor” diye geldi burada BionTech.
Barda kokteyl dener gibi yuvarlıyor aşıları yani...
Aşı olmak istemediğini söyleyenlerle ise başka bir muhabbet gelişiyor.
Kendi kişisel gerekçesini açıklayanlar, bir doktor yakınının söylediğinden yola çıkarak neden olmak istemediğini söyleyenler, “Biraz zaman geçsin üzerinden, belki olurum ileride” diye olaya daha yumuşak bakan kararsızlar, “Bunca zaman hasta olmadım, niye aşı olayım ki?” düşüncesini daha sert savunanlar...
Durum ortaya karışık yani.
Bir yandan herkes kendine göre haklı. İlk kez başımıza böyle bir şey geliyor.
Olay şu: Yemek yapmayı çok seven ve bu konuda kendi kendini yetiştirmiş Mehmet Ali Börtücene, önce evinde yemek yaparak insanları ağırlamaya başlıyor.
Yıl 2014.
Bir süre sonra yanına Le Cordon Bleu’da şeflik eğitimi almış beslenme uzmanı Başak Turan da katılıyor.
İkili güçlerini “The Rabbit Hole” adı altında birleştirince inanılmaz bir süreç yaşanıyor.
Yemekleri tadanlar kulaktan kulağa onlardan bahsediyor ve böylece Mehmet Ali’nin evinde haftanın üç-dört gecesi, en fazla 10 insan, yemek masasının etrafında toplanıp The Rabbit Hole’ün gastronomik mucizelerine tanık oluyor.
İlgi büyüyünce Mehmet Ali ve Başak rezervasyonlar için bir web sitesi açıyor.
Tahminen Lucca’nın başlattığı bu süreç diğer mekanlara da hızla yayılmış, özellikle genç sanatçılar için yeni bir platform oluşmuştu.
Kuşkusuz sanat eserini mekana koymak mekana ayrı bir hava katıyordu.
Artı bir değer haline gelmişti.
Sonuçta bu anlaşılabilir bir içerik çabasıydı.
Bir mekan müşterisine iyi yemek, iyi servis, iyi müzik dışında başka ne sunabilirdi?
Hatırlayın, bir ara en geçerli formül yurtdışından konuk şef getirmekti.
Öyle ki, neredeyse her hafta bir başka restorana yabancı konuk şef geliyordu.
Bir süre sonra o da kanıksandı.
“Forest for Change” adı verilen bu orman yerleştirmesi için Kuzey Avrupa’ya özgü 23 farklı türden 400 ağaç getirilmiş.
Ama hayır, ağaçlar tarihi avlunun taşları sökülerek toprağa ekilmiş değil.
Hepsi saksılarda. Özel bir düzenlemeyle sanki hepsi avluya ekilmiş gibi duruyor.
Kısacası yapılmak istenen aslında bir orman yanılsaması.
Peki bu geçici proje ormanın amacı ne?
Şöyle diyor Devlin:
“Bu yılki bienali değerlendirirken yapmak istediğimiz ilk şey, bir ormanın tüm avluyu ele geçirmesine izin vererek,
Son gün yapılan veda partisinde, Bahar’ın kursun başından beri bayıldığı çift de orada. Bahar’ın tabiriyle, “kadın 35’lerinde, çocuk da muhtemelen 20’lerinin sonlarında”.
Bir ara erkek tarafına şöyle diyor Bahar: “Çok yakışıyorsunuz, sevgilin kaç yaşında?”
Adam şaşırarak Bahar’a şu yanıtı veriyor: “Bilmem. İsmini, yaşadığı yeri, burcunu, mesleğini biliyorum. Ama yaşını hiç merak etmedim.”
Bu anısını instagram profilinde anlattı Bahar.
Sonrasını şöyle bitirerek:
“Tokat gibi yapıştı cevap yüzüne. Oysa benim ülkemde bir erkekle tanışmak için üç cümle vardı: Merhaba, adın ne, kaçlısın?