Gerçekten öyle midir yoksa her kuşak olaya ister istemez kendi penceresinden mi bakmaktadır?
Peki, şimdi nasıl eğleniliyor?
Nasıl bir eğlence anlayışı var?
Benim gördüğüm o ki, şu an tamamen komünitelere ayrılmış bir eğlence anlayışı mevcut.
“Ali’ler ve Aslı’lar (isimler temsili) hafta sonu şurada olacakmış, ben de orada olmalıyım” anlayışı bu.
Onların gittiği yere sonsuz güvenme, daha doğrusu onların komünitesine dahil olma ihtiyacı.
Esas özü bu galiba: Dahil olmak ve işin eğlence tarafını çok da sorgulamamak...
MasterChef jüri üyesi Somer Sivrioğlu da son bir haftadır ekrandaki kıyafetleriyle konuşuluyor.Bu iki popüler figürün stilleriyle konuşulması şahane bir şey.
Çünkü daha önce her kesime hitap eden popüler erkeklerin stilleriyle ön plana çıktığını hiç görmemiştik.
Bu nedenle Kenan da Somer Şef de ilham verici hareketler yapıyor.
İkisinin stillerine karne verecek olursam:
◊ Kenan’ın boyunu uzun gösteren bol pantolonu gerçekten başarılı.
Tabii pantolonun altında boyu uzun gösteren bir de topuklu çizme (ya da ayakkabı) mevcut. Yine de 10 üzerinden 10.
◊ Somer Şef’in stili modern bir Uzak Doğu stili. Her seferinde Tayland ya da Bali’den fırlamış gibi bir kombinle karşımıza çıkıyor. Üstelik gayet cesur renkler seçiyor.
Bu yüzden yanındakilerin sohbetine ansızın ortak olabilir, hatta gecenin sonunda belki arkadaş bile olabilirsin.
Fonda çok kısık bir Türkçe müzik. Herkes yemeğini yiyip sohbet ediyor.
Saat 22.00 sularına kadar olay böyle sakin ilerliyor.
Sonra aniden ışıklar kararıyor ve ışık açıldığında fark ediyorsun ki mutfakta çalışan elemanlardan biri şarkı söylüyor.
Üstelik öyle laf olsun diye değil, profesyonel bir şarkıcı gibi...
Öyle ki, üzerindeki mutfak önlüğüyle masaların arasında dolaşa dolaşa o şarkıdan bu şarkıya atlayıp şov yapıyor.
Derken başka biri daha ekleniyor kadroya.
O da mutfaktan çıkıp gelmiş. Ardından başka biri daha...
Sadece sıcak, nem açısından değil. Ortada koşturacak pek bir şey olmadığı için. Bu yüzden özlemle eylül beklenir.
Eylül gelince mekânlar hareketlenir, gerçek kalitesine kavuşur, ayrıca etkinlikler başlar, şehirde dolaşmak -her ne kadar çılgın trafik olsa da- zevkli hale gelir.
Bu yazın herhalde tek kayda değer mekân hareketliliği Delicatessen’den geldi.
Nişantaşı’ndan sonra Etiler’e ikinci şubesini açan Delicatessen kısa sürede büyük ilgi gördü.
Hem mekânın yıllardır müdavimi olanlar hem de büyük bir bahçeye sahip olan, sakin ve sessiz mekanları özleyenler tarafından...
Gerçekten de Etiler Delicatessen’in bahçesi nefis.
Kışın da üstünü kapatmayacaklarmış. Yani bahçe böyle devam edecekmiş.
Dizinin o sahnelerini izlerken en çok kafamı karıştıran şuydu:
Bir insanın kendisini temsil etmesini için seçtiği kişi, bir anda nasıl karşı tarafın hissettiklerini hissedebilir? Yetmedi, temsil için seçilen diğerleri nasıl bir anda geçmişte yaşamış aile üyeleriyle bağlantıya geçebilir?
Tam bunları düşünürken yanıt önüme düştü.
Önceki gün Aile Dizimi’ne iki kez katılıp deneyimlemiş biriyle konuştum.
Ve tabii merakla sordum, “Nasıl olabilir, nasıl?” diye...
Hemen yanıtladı. “Öncelikle seansı yöneten kişi çok önemli” dedi, “O bir enerji alanı açıyor ve onun içinde gerçekleşiyor her şey. Bir seansta ben birini temsil ettim ve gerçekten de istemsiz bir şekilde kahkaha atmaya başladım. Meğer o kişi içinde bulunduğu kederli durumdan kurtulmak istiyormuş, onun içindeki duygularını yansıttım bir anda. Hayatımda böyle kahkaha atmamıştım.”
Peki tamam, ama hâlâ kafamı karıştıran bir şey daha var:
En önemlisi de şu: Bir tavrı olan tasarımlar yaratma peşindeler. Danimarkalı ünlü tasarım markası Raawii’nin kurucusu iki yakın arkadaş, Bo Raahauge ve Nicholai Wiig-Hansen’den bahsediyorum.
Alev Ebüzziya Siesbye’nin onlar için tasarladığı “Alev” adlı seriyle de biliniyor Raawii.
Şimdi, markayı temsilen Nicholai ile yaptığım kısa röportajdan kalan cümlelere buyurun:
Bo Raahauge - Nicholai Wiig-Hansen
◊ “BAŞARISIZLIK KORKUTMUYOR”
“Raawii, Bo ve benim aramdaki dostluktan doğdu” diyor Nicholai:
“Genellikle arkadaşlarınızla iş yapmamanız gerektiği söylenir. Peki o halde kiminle iş yapabiliriz?
Yazlık takımlarını giymiş yerli-yabancı iş insanları önce gayet ciddi bir şekilde bu mini stüdyoya giriyor, sonra da gülümseyerek içeriden çıkıyor.
Hayır, vesikalık fotoğraf sırası değil bu.
Kimilerine göre “ruhsal bir check-up” olan aura fotoğrafı sırası!
American Express renk teorisi ve terapisinden ilham alan bir etkinlik düzenlemiş, havalı ismiyle “The American Express Summer in Color Oasis”.
İşte o etkinlik kapsamında isteyenlerin aura fotoğrafı da çekiliyor.
Senin 4 yaşında kavradığın şeyi, bir ömür kavrayamayan cahillerle dolu bu dünya.
Herkese, her şeye inat sana en çok yakışanı yap ve hep mutlu ol...”
Şimdi belli ki bu sözler eski eşe.
Ama işin o tarafı beni hiç ilgilendirmiyor.
İlgilendiren tarafı elbette “Mutluluk entelektüel bir seçimdir, herkes bunu başaramaz” analizi.
Gerçekten öyle midir?
Mutluluk, Özcan Deniz’in sandığı gibi seçilir ve sonra ömür boyu mutlu mu olunur?