Sipariş verdiği yemek konusunda bazı problemler yaşıyor.
Garsonu çağırıp yaşadığı problemi iletiyor, ama çok sert bir tonda.
O sırada kim haklıdır?
Ya da haklıyken haksız duruma düşen kim olur?
Balthazar ve Pastis restoranlarının sahibi Keith McNally ile ünlü talk şov suncusu ve komedyen James Corden arasındaki tek taraflı polemik tam da böyle bir şeydi.
Tek taraflı, çünkü sadece McNally’nin instagram hesabında yazılanlarla olaydan haberdar olduk.
“Bir sürü şeye çok kızmış, çok öfkelenmişim.
Duygusal olmakla duyarlı olmak arasında da bir denge var.
O dengeyi kaçırmışım ben.
İnsanlara söylemek istediğim şu: Gerçekten duygularınıza dikkat edin.”
Hep söylenir, yazılır çizilir; duygular hastalıkları tetikler diye. Hatta interneti açıp bakınca bu konuda uzayıp giden listeler var.
Şu duygu şuna yol açabilir, bu duygu da şu organa zarar verebilir diye...
Bahsedilen duygular hep olumsuz olanlar tabii.
Ambiyansı, yemekleri farklıydı ama en çok da bir anda oluşturduğu genç komüniteyle gündeme gelmişti.
Bu genç topluluğu sürükleyen isim de belliydi, mekânın sahibi Murat Kazancıoğlu.
Tarabya’daki Kun’un hikâyesi çok uzun sürmedi ama Bodrum’daki The Galliard Cove içinde açtığı barla markanın varlığı bugüne dek sürdü.
Şimdi ise yeniden şehre döndü Kun.
Bu kez şehrin tam göbeğinde, Kuruçeşme’deki Boaz’ın olduğu binaya konuşlanarak...
Perşembe gecesi Kun’un yapılan açılış davetinde gördüğüm enerji tıpkı Emirgan’daki La Boom’un 2012 yılındaki ilk zamanları gibiydi.
Hemen geçmişe ışınlanalım:
Seçenlerin kim olduğuna dair net bir söylememiş ama lafın adresi belli: Yapımcılar.
Kerem Bürsin de konuyla ilgili topa girmiş ve yapımcının yanı sıra erkek oyuncuların da yanında oynayacağı partnere karar verdiğini söylemiş.
“Hoş değil bu durum. Kimseyi de eleştirmek istemem ama piyasamızda toksik erkekler var, hâlâ çalışıyorlar” demeyi de ihmal etmeyerek...
Yerli dizilerin çoğunluğuna bakılırsa durum şu zaten:
Yapımcılar oturuyor; birbirine yakışan iki güzel insan, Farah Zeynep’in deyişiyle domates buluyor ve hop dizi başlıyor.
Genelde konunun çok bir önemi olmuyor.
İki insanın (oyuncu demiyorum) fiziksel güzelliği ve birbirine yakışıp yakışmadıkları en mühim öncelik oluyor.
Lakin şu da var:
Hatta o zaman şöyle yazmışım: “Bir gün Bangkok’un göbeğindeki havalı bir restoranda sıcak pideye tereyağı ve bal sürüp yiyeceksin deseler inanmazdım.”
Sadece bu kadarla kalmamış, Fatih’in o gün hazırladığı 16 tabaklık tadım menüsünün tamamında Türk mutfağı esintileri görünce şaşırmıştım.
O menüde Fatih’in annesine ithaf ettiği ama farklı bir şekilde yorumladığı mantı da vardı.
Çocukluğunda gittiği pazarların anısına yaptığı domatesli, salçalı, dondurulmuş keçi peynirli salata da...
Tüm bu detayları hâlâ hatırlıyorum, çünkü Fatih iyi bir şef olduğu kadar aynı zamanda iyi bir hikâye anlatıcısı. Tabakları yaparken nelerden ilham aldığını anlattığı andan itibaren yemeğe karşı bakış açınızı daha anlamlı hale getiriyor.
BİR DOZ ŞÜPHECİLİK
Dışarıdan bakınca iki ünlü üç ay beraberse, dördüncü ay mutlaka ayrılıp çok da bekleme yapmadan ünlü katındaki bir başkasıyla çıkmaya başlıyor. Aşk değil bu tabii, deneme yanılma turu. Aşka haksızlık etmeyelim, zırt pırt onu cümle içinde kullanarak...
Belki hepimiz bu deneme yanılma olayına giriyoruz; ama ünlü katındakilerin talihsizliği bunun duyulması, konuşulması, orada burada fotoğraflanması...
18 bin liralık hesaba indirim
Geçtiğimiz cuma popüler bir mekândayım. Birkaç masa ötemde bir grup var.
Garsonlarla konuşuyorlar. Müziğin sesi çok kısık olduğu için konuştukları duyuluyor.
Konuşulan şu: Hesap 18 bin lira gelmiş, şaşırmışlar ve indirim istiyorlar.
Hani bu yaz Bodrum’da görüyorduk ya bu tür fiyatları.
Göksel’in klasikleşmiş “Depresyondayım” şarkısı.
Şarkı yayınladığında yıl 2001’miş. Ama sözlere bakar mısınız? Onca yıl geçti, sözler hâlâ fırından yeni çıkmış sıcak ekmek gibi: “Düşündüm banka soymayı, ulu orta soyunmayı, hayatımdaki herkesi vurmayı, affedin depresyondayım...”
21 yıl önce Göksel’in depresyonu daha çok -şarkının nakaratında da belirttiği üzere- “sevgilisinden ayrılıp aldatılmasıyla” ilişkiliydi. Ya da depresyonuna bunlar vesile olmuştu diyelim. Nitekim şarkının duygusu gerçekti de, Göksel sonradan röportajlarında bunu dile getirmişti.
Aleyna ve onun nezdindeki yeni neslin depresyonu ise aşk meşkle pek ilgili değil gibi.
Elbette sürekli içli gözlerle bakan bir “Kırmızı Oda” uzmanı değilim ama, Aleynagiller sanki daha çok “anlam” peşinde.
Bu yüzden Göksel’in depresyonu onlara “uzayda küçük bir nokta” gibi görünebilir, kendilerininki ise daha büyük kara delik.
Amma velakin, 21 yıl önce ve sonraki iki depresyon temalı işi kıyaslamaksa vaziyet, oyumun rengi belli: Duygularını daha açık ifade eden, basma kalıp depresyon cümlelerine sığınmayıp içinden ne geçerse söyleyen Göksel’in depresyonu tabii.
Öteki Pekkan geri döndü
Francis kısa sürede işi büyütür ve üniversiteyi bırakır. Bugün Sonder olarak bilinen şirketinin temellerini böylece atmış olur.
Şu anda 28 yaşında olan Francis Davidson’ın Sonder’i 10 ülkede, 35 şehirde ve 5 binden fazla mülke sahip. Şirketin değeri ise 1.3 milyar dolar. Francis, üniversitedeki dairesini kiralamaya başladığında girişimci olmak konusunda hiçbir fikri olmadığını söylüyor bir röportajında.
Şunu da ekleyerek: “Sanırım kendimi de şaşırttım.”
HAKAN KODAL ANLATIYOR