◊ OTTO’DAN MOMO’YA
Eskiden mekânlar insanların pek az dışarı çıktığı, haftanın pek parlak olmayan bir gecesini sahiplenir ve aniden o geceler mekân daha çok dolup taşardı.
Bebeköy’deki Momo da salı gecesini benzer bir hissiyatla sahiplendi ve ilk DJ konuğu da bir dönem Asmalımescit’in efsane mekânı olan küçük Otto’nun kurucularından Nevzat Atasoy oldu.
Haliyle Otto dönemini yaşamış olanların neredeyse tümü o gece Momo’ya akın etmişti.
O nedenle olsa gerek, “dönem dışı” kalmış olanlar bir şekilde fark ediliyordu.
Tek başına dans eden biri vardı mesela. Bir anda herkesin öyle dikkatini çekti ki, niyeyse gittim yanına “Gel” dedim, “Seni Otto dönemi insanlarıyla kaynaştırayım.”
Gecede Nevzat Atasoy çalınca ister istemez Asmalımescit’in o eski, efsane günleri de konuşuldu. O zaman o günleri hatırlamak için Nevzat Atasoy’un Melis Danişmend’e verdiği bir röportajda Otto dönemi için söylediklerine kulak verelim:
Diğer yanda, bizim topraklardaki genç bir oyuncunun intihara teşebbüs ettiğine dair haberler üzerine gelişen “Hayır intihar etmedim/Hayır intihar ettin” şeklindeki dünyanın en garip polemiği...
Magazinin böyle toksik bir yanı var.
İçimizdeki zehri dışarı akıtan, “Neyse ki bu ünlüler gibi değilim” diyerek farkında olmadan kendi kendimize sağlama yaptıran o zalim yanı.
Bir de her şeyi farklı algılatabiliyor magazin.
Mesela Shakira’nın “Bir Ferrari’yi bir Twingo ile takas ettin” şeklindeki global atarının “Yaşasın, işte kadınlar böyle intikam alır, yaşasın kadın gücü” diye yorumlanmasının toksik yanı malum: Aslında aşağılanan yine karşı taraftaki kadın.
Pique’lere bir şey olmuyor ki...
Kadınlar yine kadınlara savaş açmış oluyor.
Bahsettiğim galeri Pilevneli.
Lokasyonu ise Dolapdere.
Aslında Pilevneli Galeri’deki bu ilk sergi kuyruğu değil. Daha önce Refik Anadol’un sergisinde de buna benzer görüntüler yaşanmıştı.
Üstelik günlerce.
Şimdi de Ali Elmacı’nın sergisinin açılışında aynı çılgın kalabalığa şahit olduk.
Açılıştan haftalar önce serginin tanıtımları, videoları dönmeye başlamıştı sosyal medyada.
Özellikle de Aleyna Tilki’nin oynadığı kısa film hayli merak uyandırmıştı.
Bu tanıtımların da etkisiyle serginin ilk günü, tipik ve hayli sıkıcı geçen açılışlardan çok başka bir şeye, über hareketli bir “olaya” dönüştü.
BALİ DÜNYASI LUCCA’DAYDI
Bali’nin Ubud bölgesi hem pirinç tarlaları hem de muhteşem bitki örtüsü içinde yer alan nefis oteller, villalar ve yoga-meditasyon merkezleriyle
dikkat çekici bir
yerdir.
İşte o bölgenin popüler noktalarından biri K-Club.
İçinde lüks villalar barındıran K-Club’ın Akar isminde bir de restoranı var.
Bu restoranın ve tüm K-Club’ın mutfağından sorumlu Balili şef Wayan Suniardana Putra hafta içi iki gece Lucca’daydı.
Bu popüler kültür olayı şu yönüyle konuşuluyor:
“Farah, Beren Saat’i unutturur mu?”
Soru baştan aşağı yanlış.
Önemli olan Bihter’in annesi Firdevs’i kimin oynayacağı.
Esas gizli saklı element Firdevs çünkü.
Bihter pekâlâ herkes olabilir.
Z kuşağı sakin olun
Yeni bir şey değil, popüler mekânlarda kavga hep çıkar. Çünkü çok net bir gerginlik formülü vardır:
Elbette influencer’ların Instagram’da yaptığından çok daha büyük ölçekli iş birliklerinden bahsediyorum.
Mesela yeni yılla birlikte çok fazla konuşulan bir iş birliği var.
Ünlü Japon sanatçı Yayoi Kusama ile Louis Vuitton markasının iş birliği.
Aslında iki tarafın ilk bir araya gelişi değil bu.
2012 yılında da ortak bir koleksiyon hazırlamışlardı.
Ama şu an tanıtımına start verilen bu ikinci iş birliğinin koleksiyon tanıtımı çok daha büyük tantanayla başladı.
Louis Vuitton, Kusama’nın yaptığı koleksiyonu duyurmak için satışın olduğu mağazaları tabandan tavana sonsuz noktalar ve büyük metalik kürelerle kapladı.
Yetmedi, mağaza vitrinine Kusama’nın bire bir ölçülerde kinetik heykellerini koydu ve bu heykellerin Kusama’nın meşhur puantiyelerini vitrine çizmesini sağladı.
“İnsanın iyi bir evi, arabası, rahat yaşayabileceği bir parası olması lazım ama bu para bana göre milyar dolarlar değil. Milyon dolarlar da yetebilir. Bazı insanlara 1-2 milyon dolar da yetebilir. 50 ile 100 milyon dolarınız olsa rahat rahat yaşarsınız ama bence 100 milyon dolara değil de daha düşük rakamlarla daha çok mutlu olabilmek daha büyük başarı.”
Sabancı bir radyo programında söylediği bu sözlerden sonra yanlış anlaşıldığı için özür diledi ama vadesiz mevduattaki kalpler hançerlendi bir kere.
Hepimiz kendimizi yetersiz bakiyeler olarak hissettik.
Cansel’in eziklediği damat adayı gibi yorgun, mağrur, şaşkın bakakaldık.
Bir yandan da Dilek Hanım haklı.
Çünkü onun baktığı noktadan rahat bir yaşam anlayışının özeti, gideri bu.
Ve fakat, “O kişinin adını artık anmıyorum, o kişi artık benim için sadece bir kişi” diyerek özgüvenin karekökünü almakla meşgul yeni nesil Cansellerin istediği de aynı über seviye.
Ortadaki şeritten giden kalmadı, onu ne yapacağız?
Ortalığı kasıp kavuran “Antidepresan” şarkısı çıktıktan bir hafta sonra, ta 24 Kasım’da, “Bu kışın şarkısı belli oldu” diye yazıp şöyle sayıklamıştım satırlarda:
“Şarkı daha ilk dakikadan insanı kendine çekiyor ve nakaratını mırıldanmaktan vazgeçemiyorsun.
Karamsar romantik sularda seyreden şarkı bir dönemin ‘Depresyondayım’ı gibi yüzde yüz bir çaresizlik ağıdı değil.
Herhalde sound’undan dolayı dinlerken insana bir doz umut da vaat ediyor.”
O günden bugüne fikrimde değişen bir şey yok.
“Ama şarkıda hem ilaç hem de antidepresan diyor, antidepresan zaten ilaç değil mi?” diye sözlerin orasına burasına takılanlardan da değilim.
Bütün olarak şarkı çok güzel akıyor ve şahane bir ruh boşluğunu yakaladı.