Bir gün bu şirkete yönetimi tamamen ele geçiren gizemli bir danışman gelir.
Danışman her haliyle acımasız ve tuhaftır.
Şirkettekilerin ne üretip sattığını bile bilmemektedir.
Danışman için ürünün ne olduğu çok da önemli değildir.
Onun inandığı esas şey, insan doğasıdır.
Şirketteki çalışanlara bakar, onların davranışlarını gözlemler ve oyunu başlatır!
Bu yılın en yeni dizilerinden biri olan “The Consultant”ın hikâyesi böyle başlıyor.
Devamı da var:
“Belki buradaki enerjiden ya da ilgiden daralıyor olabilirim.”
Şevval Şahin’i şımarıklık ya da vefasızlıkla suçlayabilir miyiz?
Bana kalırsa hayır. İnsan sevdiği kişilerden, şehirden, ülkeden, alışkanlıklarından, hatta kendinden bile daralabilir.
Daralma, sıkılma hakkı sonsuz.
Kaldı ki Şevval Şahin’in durumu farklı. 6 yaşında ailesiyle İngiltere’ye taşınmış.
19 yaşına kadar da orada yaşamış.
Yok onun acıyı ifade şekli başkaymış da, bilmem ne. Sahte hüznünüze kılıf uydurmayın.
Kendi hayatınızda ne yaparsanız yapın bize ne. Ama durun ya.”
Normal diye yırtınan kim vardı ve Korel kime böyle saydırıyor, doğrusu anlamadım.
Anlamadığım bir başka şey de, böyle acı bir gündemde herkesi hizaya sokmaya çalışan bu tür sert tavırlar.
Madem “Bize ne?” diyorsun, o zaman öfkelenmenin anlamı ne?
Keza öfkelenecek bambaşka şeyler ortada dururken, hâlâ bölgede çadıra ihtiyacı olan insanlar varken...
Korel’e yanıt niteliğinde mi bilmiyorum ama bu konuda en güzel paylaşımı Esra Dermancıoğlu yaptı.
İstanbul için zaman daralıyor...
İstanbul depreminin eli kulağında...
Deprem profesörlerinin son 15 gündür verdiği röportajlarda en çok söylediği şeyler bunlar.
“Yeter” diyemiyorum, çünkü haklılar. İyi bir doktor hastasına doğruyu söylemek zorunda.
Ardından da nasıl tedavi olacağını.
Ama burada fark var.
Nasıl tedavi olacağımız konusunda kafalar karışık.
En çok da eski apartmanlarda oturan kiracılar olarak...
Bu kaçıncı “bu kez” unuttum, unuttuk.
Normalimizin ne olduğunu da...
Ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf, Kaan Kurtuluş’a verdiği bir röportajda Ortadoğu’daki yaşama dair şöyle demişti:
“Ne zaman bir şey beklesek, umut etsek umduğumuz şeylerin yıkıldığını görürüz.Sonra ağıt yakıp ağlamaya başlayarak ‘Fırsatı kaçırdık’ deriz”.
Son 15 gündür hepimiz bin türlü duyguyla savrulup duruyoruz.
Tek bildiğim şu:
Belki normale, rutine döneceğiz ama galiba bu kez hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Şimdi susuyor, sözü bir depremzedeye bırakmak istiyorum.
◊ EN İTİCİ ÜNLÜ ÇİFT
Onedio bir anket yapmış, “Türkiye’nin en itici ünlü çifti kimlerdir” diye.
Listeye baktım.
Neredeyse bildiğimiz tüm ünlü çiftler var!
◊ Pınar Altuğ-Yağmur Atacan...
◊ Aslıhan Doğan-Arda Turan...
◊ Sıla-İlker Kaleli...
◊ Buse Varol-Alişan...
Sürekli karşıma buz banyosu yapan insanların olduğu videoları çıkarıyor.
Şarkıdaki gibi; dışarısı buz gibi lapa lapa kar var ama karşılaştığım videolardaki bu insanlar buz dolu küvetlerin içine giriyor ve hiçbir şey yokmuş gibi öylece içinde duruyor.
Buz banyosu yapmak aslında yeni bir durum değil.
Özellikle atletlerin müsabaka sonrası vücutlarını toparlamak için buz banyosu yaptığı biliniyor.
Ama anlaşılan o ki, sosyal medya sayesinde hızla yayılan bir trend ya da malum deyişiyle soğuk bir ‘challenge’ artık buz banyosu.
Amerikalı Joe Rogan’ın buz banyosu videolarının etkisi var deniliyor.
Ya da “Buz Adam” lakaplı Hollandalı Wim Hof etkisi.
Japonya’daki suşi restoranı zinciri Sushiro’nun başına tam da bu geldi.
Sushiro, Japonya’nın ünlü bir konveyör bantlı suşi restoranı.
Yani siparişler bant üzerinde ilerliyor ve müşterisi gelip tabağını alıyor.
İşte o bant üzerinde ilerleyen tabaklardan birine Japon ergen müşterilerden biri parmağını yalayıp dokunuyor.
Ardından bir soya sosu şişesini alıp yine yalıyor, onu da banda geri bırakıyor.
Tüm bunları ergenin arkadaşı videoya çekiyor.
Bu videoyu da sosyal medyaya koyuyorlar.