Bugün yine oralardan devam ediyoruz. Çünkü yeni döndüm ve aklım oralarda kaldı, çarşambaya yine İstanbul sosyal hayatına geçiş yaparız elbet.
Bu kez bahsedeceğim yer, Şenyuva’da Fırtına deresi kenarındaki sempatik kafe Zua.
Öyle bir şey oldu ki, kahve molası vermek için Zua’ya geldiğimizde bir anda İstanbul’dan tanıdık birçok insanla karşılaştık.
Meğer herkes biraz soluklanmak için burada duruyormuş.
Zua bir tür buranın Lucca’sı olmuş yani:
Buluşma noktası.
Ayrıca İstanbul’dan gelen herkesin buraları gezmek için ekim ayını beklediğini de öğrenmiş oldum.
Yaz ayları fazla kalabalık diye tercih edilmiyormuş.
RENKLİ YAĞMURLUK!
◊ Bölgede birçok şelale var. Ama Palovit’e gitmeden, şelalenin dibinde ıslana ıslana fotoğraf çektirmeden olmaz!
◊ Yanına renkli bir yağmurluk almayı unutma! Çünkü o zaman fotoğraflar çok daha şahane çıkıyor! Sarı çok popüler ama kırmızı yahut mavi giyen de var. Benim yanımda mavi bir tane vardı. Bol bol onunla kare çektirdim.
YAMAÇTA GEZİNMEK İÇİN İZİN AL
◊ Çat Köyü’ne çık. Ama köye vardığında yamaçlarda gezinmek için köylülerden izin al. Çünkü turistlerin otların üzerinde gezinmesini pek istemiyorlar. Hayvanlar otladığı için. Ama izin isteyince de reddetmiyorlar.
◊ Şimşir ormanlarına git. Şimşirlerin çoğu kuruduğu için şu anki görüntü korku filmlerinden fırlamış gibi. İddia ve söylenti o ki, Batum’daki botanik parka dünyanın dört bir yanından getirilen ağaçlardan yayılan böceklerden dolayı şimşirler kurumaya başlamış.
O SUCUKLU YUMURTA VAR YA, NEFİS...
Ama salı gecesi farklı mekanlarda bulunan ünlü erkekler birbirine girdi işte. Önce Sermiyan Midyat’la Sinan Akçıl.
Sonra Arda Turan’la Berkay.
İki olaydaki kavga yahut dalaşma nedenleri apayrı.
Ama sonuç değişmiyor.
Her iki olayda da gerçek nedeni tam anlayamıyorsun.
Biri öyle söylüyor, diğeri böyle.
Tamam tamam, “keşke” demek çok gıcık, ama illa olmuştur.
Önceki gün kalabalık bir arkadaş grubu oturup bu konuyu konuştuk.
Aslında ilhamımız Gwyneth Paltrow’un oynadığı o tatlı film, yani “Sliding Doors” oldu.
Filmin hikayesi malum:
Kahramanımız beklediği metroyu bir saniyeyle kaçırırsa ne olur?
Kaçırmayıp o metroya binerse ne olur?
Samyeli’nin ilk gece performansını hatırlıyorum:
Oturduğu sandalyeden hiç kalkmamış, neredeyse tüm şarkılarını aynı pozisyonda (bacak bacak üstüne atarak) söylemiş, hata yapmamaya çalıştığı için fazlasıyla mükemmeliyetçi takılıp biraz kasılmıştı.
En son yazın Çeşme’deki Spiaggia Grande sahnesinde izlediğim Defne Samyeli ise bambaşkaydı.
Dans ediyordu, vücut dili şarkılara göre değişiyordu, kendine güveni tamdı ve sahne gerginliği sona ermişti.
Cumartesi Meltem Cumbul’un La Boucherie’deki ilk performansını izlerken Defne Samyeli’nin o ilk gecesi aklıma geldi.
Çünkü Cumbul da, özellikle ilk yarıda, Samyeli gibi hata yapmamaya yoğunlaştığı için tam rahat değildi.
VEGAN BAKKALI BİLE VAR
Anadolu Yakası’nda oturan bir arkadaşım Kadıköy’ü şu üç kelimeyle özetliyor:
Vegan, vintage, kahve.
Kesinlikle doğru!
Bu üçünü temsil eden o kadar çok dükkan var ki Kadıköy’de.
Masanın bir tarafında iki ünlü oyuncu Barış Arduç, Engin Öztürk...
Diğer bir köşede hafta sonu çıkacağı Karadeniz turundan heyecanla bahseden Nazlı Çelik...
Mekanın ortaklarından, uzun krom küpesi ve dövmeleriyle hayli tarz Önder Öztarhan...
Masaya sık sık gelip giden mekanın diğer ortağı Kaan Boyner...
Bir köşede ise HELLO! dergisi yayın direktörü Melda Narmanlı Çimen ve ben...
Masanın en popülerleri elbette Barış ve Engin’di.
Galvin’i daha önce yazdım.
Mitte’nin yemekli davetinde ise popüler simalarla (Didem Soydan, Özge Ulusoy vb.) iş insanlarından (Muzaffer Yıldırım, Hakan Ezer vb.) muhtelif ortaya karışık bir kitle vardı.
Bu açıdan hedefe ulaşılmıştı sanki.
Çünkü ilk açıldığında Mitte böyle bir yerdi.
Yemekleriyle ön plana çıkan, cool bir mekandı.
Hatta bir tür Karaköy’ün Fenix’i olma yolundaydı.