◊ Çocuğun kendini güvende hissetmesi için neler gerekir?
Depremi yaşayan çocuğun anne veya babasıyla, ebeveyn kaybı varsa tanıdığı yakınlarıyla beraber olması, mümkünse bu ilişkilerin süreklilik göstermesi, bakım veren kişilerin sık değişmemesi önemli.
‘Güvenli bağ’ ilişkisi sadece yetişkin-çocuk arasında değil, çocuk-çocuk arasında da kurulur.
Ailelerini kaybeden kardeşlerin, akraba çocuklarının bir arada tutulması, çocuğun psikolojik güçlüklerle baş etmesinde koruyucu rol oynar. Fiziksel temas, çocuğun güvende hissetmesine yardımcı olur.
Bu dönemde sarılmak, öpmek, saçını okşamak gibi temas çocuğu yatıştırır. Ebeveynle uyuma isteği artabilir, izin vermek gerekir. Çocukların bir kısmı çok soru sorabilir, bir kısmı deprem konusunu hiç duymak istemeyebilir.
Verilecek bilginin içeriği ve hızı konusunda çocuğun gösterdiği sözel ve sözel olmayan (gözünü kaçırmak, kulağını kapamak, uzaklaşmak, dinlememek) işaretlere dikkat etmek önemli. Bunu yaparken yetişkin, çocuğun yaşadığı travmayı ve geçmiş zorlayıcı yaşantılarını (sağlık sorunu, kaza, kayıp gibi) mutlaka göz önünde bulundurmalı ve hassas olmalı.
◊
PELÜŞ OYUNCAKLARA SARILSINLAR
Deprem bölgesindeki çocuklara oyuncak ve kitap gönderirken nelere dikkat etmek gerekir?
Dr. Serap Duygulu (Psikolog, Sosyolog): Anne-baba figürlerini temsil eden oyuncaklar yerine pelüş oyuncakları seçilmeli ki çocuk ona sarılabilirsin. Eğer isterse çocuk, kendi oyununda o oyuncağa 'anne' veya 'baba' rolü verebilir. Nitekim, depremzede çocuk anne veya babasını kaybetmiş olabilir. Kitap içeriklerinde ise sevgi, yardımlaşma, dostluk, yaşamın her şekilde devam etmesi gerektiğini anlatan ve olumlama yapan kitaplar tercih edilmeli. Boyama ve ilk okuma kitaplarındaki resimlerde de aynı şeylere dikkat edilmeli. Örneğin, kucağında yavrusuyla resmedilmiş bir ayı figürü bile çocuklar için üzücü etki yaratabilir. Oyuncaklarda şiddeti çağrıştıracak hiçbir figürün olmamasına, kitaplarda da hiçbir şiddet içeriğinin ve resminin olmamasına özen gösterilmeli. Mümkünse hayvanlarla ilgili oyuncak ve kitapları göndermek daha iyi olacaktır.
Ayben Ertem (Uzman Psikolog): Böyle zamanlarda oyuncak ayılar da kahramanlardır. Çocuklara sıcaklık verir, güvende hissetmelerine fayda sağlar. Onlara sarılabilirler, yanlarında taşıyabilirler. Oyuncak ayılar sevgiyi, şefkati ve güvende olmayı temsil ederler ve sarılabildikleri için de fiziksel stresi azaltır, iyileştirici etkileri vardır. Çocuklar oyuncak ayıyla konuşabilirler, duygularını anlatabilirler, henüz konuşmaya hazır olmadıklarında oyuncak ayılarıyla konuşabilirler ya da oyuncak ayı vasıtasıyla uzmanlarla konuşabilirler.
YÜKSEK SES ÇIKARAN OYUNCAKLARA DİKKAT
Dr. Serap Duygulu: Bu süreçte çocuklar yüksek sese ve uyarıcılara karşı hassas olabilir. Korkabilecekleri sesler çıkaran oyuncaklara karşı da dikkatli olmak gerekir. Müzik aletleri iyileştiricidir. Müzik kutuları, oyuncak veya gerçek müzik aletleri sakinleştirici etki yaratabilir. Bunun dışında boya kalemleri, defterler, çıkartmalı kitaplar, keçe malzemeler, yapbozlar da çocukları el becerilerini kullanmaya sevk edeceğinden, tercih edilebilecek oyuncaklardandır.
Ayben Ertem: Şiddet içeren, çok gürültülü ses çıkaran, kendi kendine konuşan, kutudan aniden çıkan, zıplayan, ürküten, korkutan oyuncakların gönderilmesinin şu süreçte fayda sağlamayacağı bilinmeli.
İTFAİYE, KAMYON, VİNÇ, AMBULANS OLAYI TEKRAR YAŞAMALARINA NEDEN OLABİLİR
Türk çocuk edebiyatı denince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Nasıl tanıştınız kitaplarla?
Dar gelirli bir aileydik. Kitap alacak gücümüz yoktu. Bir gün yazarlık yeteneğimi keşfeden öğretmenim Ayşe Bumin elimden tuttu, “Yürü kızım, seni yazar olunacak bir yere götüreceğim” dedi ve beni kütüphaneye teslim etti. Yaşıma göre kitaplarla ilkin orada tanıştım ben. 40’lı yıllar Kütahya’da azılı kışların olduğu zamanlardı. Kütüphanede benim boyumda bir soba vardı, içinde çıtır çıtır linyit kömürü yanardı ve o kömür kokusu insanın genzini yakardı, elbiselere sinerdi. Kütüphaneyle adeta bütünleşmişim. Dışarda kar fırtına, ben kütüphanenin sıcaklığında, kitap kokuları arasında kendimi güvende ve rahat hissederdim. Bir de tabii, sanki annem önüme bin bir çeşit yemek koymuş gibi besleniyordum kitaplardan. Her gün hava kararıncaya dek o kütüphanede çalışırdım. Hava kararınca da annem beni almaya gelirdi. Bugün ne zaman linyit kokusu alsam kendimi o çocukluk kütüphanemde, o sıcak ortamda gibi hissederim.
İstanbul’a ne zaman geldiniz?
İstanbul’a 1950 yılında Kütahya’dan göç ettik. Öğretmen olunca… Sarıyer’de bir eve yerleşmiştik. Oğlumu emanet edeceğim en güvenli yer olarak semtin kütüphanesini aradım. Çünkü ben kitap işlerimi izlemek için bazen İstanbul’a iniyordum, dönüşüme dek oğlum orada güvende olsun istiyordum. Eski İstanbullular Eminönü’ne gittiler mi, İstanbul’a gitmiş olurlardı. İstanbul oraydı yani. Ben de Sarıyer’den Cağaloğlu’na giderken “İstanbul’a iniyorum” derdim. Böyle durumlarda oğlumu teslim edebileceğim kütüphaneden başka güvenli yer yoktu. Aradım taradım bir kütüphane buldum. Çocuğu götürüp teslim ettim oraya, gözüm arkada kalmadı böylece.
Peki, ya öğrencileriniz?
1960-70’li yıllar… Nişantaşı’nda Selim Sırrı Tarcan İlkokulu’nda öğretmenlik yapmaya başlamıştım. Kitap okumaya büyük değer veriyordum ama öğrencilerime “Kitap okuyun” demeye çekiniyordum. Ne ile okuyacaklar? Nişantaşı’nın göbeğinde öyle öğrencilerim vardı ki, pantolonu sökülmüş, iç çamaşırı da yok içinde, kıyıdan içi görünüyor… O yıllarda okul görevlileri ailece okulda konaklıyordu. Hemen onlardan iğne iplik ister, bir masa örtüsünü çocuğun beline sarar, oturup pantolonunu dikerdim. Öyle bir yokluk vardı. Böyle bir çocuğa nasıl “Kitap okuyun” diyebilirdim ki? Ama okumazlarsa da hiçbir şey olmayacaklarına inanıyordum, bunu her yerde de söylüyordum. Okul müfredatını uyguluyorduk ama sosyal ve kültürel yönden gereği gibi yetiştiremiyorduk çocukları. Bu, bugün bile hâlâ böyledir. Çocukların hayat bilgisi kanadı eksik kalmıştır hep. Bu nedenle ‘tek kanatlı kuşlar’ derim ben o yavrulara… Bir elinde diploması vardır, ama öteki tarafı işlenmediği için uçamaz, kahvehanelerde kümelenir. Boşa akan çeşmeler gibi…
Kendi bedenini para karşılığında OnlyFans hesabında paylaşan gençler için bu durumun sakıncaları neler?
Doç. Dr. Vahdet Görmez (Psikiyatrist): Çocuklarımıza daha fazla göz kulak olmamız gereken bir zamandan geçtiğimiz kesin. Gençlik, kimlik arayışı dönemidir.
Fakat ne yazık ki neredeyse bütün kimlik tercihleri (sosyal, ahlaki, cinsel vs.) kuşatma altında. Merakları, akran etkisi veya aileleriyle yaşadıkları ilişki sorunları onları kaosa sürükleyebiliyor.
Berkay Ateş (Uzman Klinik Psikolog): Ergenlik dönemi risk alma yatkınlığımızın en yüksek olduğu dönem. O yaş grubundaki gençler doğru neden-sonuç ilişkisi kurma, yaptıklarının sonuçlarının neler olabileceğini öngörebilme konusunda dezavantaja sahiptirler.
Bu nedenle ileride pişman olacakları davranışları kolaylıkla yapabilirler.
Bizi ne gibi tehditler bekliyor?
Doç. Dr. Vahdet Görmez: Kolay para kazanmak bir ideal olarak gençlerin zihinlerine işleniyor. Bunun için bedenlerini teşhir etmeleri talep ediliyor ama bununla sınırlı kalmıyor. Bazıları için bunun bedeli benliğini, saygınlığını ve geleceğini feda etmek oluyor. Fakat gençlerin hepsinin bunu sorgulayabilecek, sonuçlarını öngörebilecek mental olgunlukları yok. Bu sorunlar sadece ailesiyle, değerleriyle ilişkisini koparmakla kalmıyor, en önemlisi kendisiyle olan bağını koparıyor. Yanlış olduğundan emin olduğumuz şeyleri ortadan kaldırmak için toplum ve devlet olarak güçlü bir refleks göstermeliyiz.
Berkay Ateş:
Yarıyıl tatilinin anlamı nedir?
Dr. Serap Duygulu (Psikolog): Yarıyıl tatili, yoğun geçen bir dönemin ardından ikinci döneme hazırlanmak amacıyla verilen bir ara tatildir. Ancak ne yazık ki, çocuk ve gençler açısından tatil olarak değil de çoğunlukla eksikliklerin tamamlanması ve sınavlara yönelik çalışmalar yapılması için bir ara dönem olarak görülüyor. Elbette çalışmalardan tamamen kopulmamalı, ancak tatilde ağırlık sosyal ilişkiler, dinlenme ve eğlenmeye ayrılmalı.
Yarıyıl tatilinde çok ödev veriliyor, bu doğru mu?
Dr. Serap Duygulu: Tüm tatili sadece derslerle, sınavlara hazırlık çalışmalarıyla ya da verilmiş ödevlerle doldurmak büyük haksızlık olur. Çocukları yoğun ödevlere boğmak tüm motivasyonlarını düşürecek ve ikinci döneme enerjisiz, mutsuz, yorgun ve isteksiz başlamalarına sebep olacaktır.
Çocuklar tatili nasıl geçirmeli, önerileriniz neler?
Dr. Serap Duygulu: Dinlenerek, eğlenerek, kitap okuyarak, sosyal hobiler edinerek ve arkadaşlarıyla beraber olarak geçirmeliler. Teknolojiye de ara vermeliler ki yeni döneme yüksek enerji ve heyecanla başlayabilsinler.
Dr. Gülden Dönmez (Eğitim Bilimci):
Bir çocuğun okul başarısı onun zeki olmasıyla ilişkilendiriliyor. Bu doğru mu? Başarıyı artırmak için ne yapmak gerekir?
Seviye Yıldız İmga (Aile danışmanı, rehberlik öğretmeni): Zekâ, başarı için gereklidir ama tek başına yeterli değildir. Gerçekte başarı, zekâya ek olarak düzenli ve sistemli çalışmaya bağlıdır. Düzenli ve sistemli çalışma ise ‘programlı çalışma’ demektir. Başarıyı %50-60 oranında zekâ ve özel yetenekler, %30-40 oranında programlı çalışma, %10-15 oranında ise şans ve çevre etkilemektedir. Öğrenme; amaçlı, planlı ve yöntemli bir uğraştır. Öğrenmenin sihirli bir yöntemi yoktur. Öğrenme ezberlemeye değil kavramaya, çözümlemeye, önceki bilgilerle karşılaştırmaya ve bütünleştirmeye dayalıdır. Öğrenmede öğrencinin aktif olması gereklidir. Öğrenci çaba gösterecek, zaman verecek, kapasitesini kullanacak ve enerji harcayacaktır. Etkili öğrenme ve verimli çalışma becerilerine sahip olmadan öğrencilerin, sınav kaygılarının azaldığı ve başarılarının yükseldiği gözlenmektedir.
Anne babalar, çocuklarının sürekli ders çalışmasını istiyor…
Berkay Ateş (Uzman Klinik Psikolog): Anne babalar, çocuklarının okuldan gelir gelmez ders başına oturmalarını istiyor, onların başarısını ders notlarıyla değerlendirebiliyor. Oysa tıpkı yetişkinler gibi çocukların da kendilerine ayırdıkları serbest zamanları olmalı. Bu nedenle okuldan gelir gelmez onları derse oturmaya yönlendirmek yerine ders çalışma planı yapmasına ve okul sonrası çalışma ve dinlenme bloklarını makul zaman dilimlerine ayırmaya teşvik etmek daha doğru bir tutum olacaktır. Çocukların okul dönüşü yemek yemesi, kafa dağıtması ve dinlenmesi için onlara zaman ve alan tanınmalı fakat tanınan zamanın ardından ders çalışmanın neden gerekli olduğu da makul biçimde onlara anlatılmalı. Tabii bunu yaparken çocukların kendi istedikleri biçimde, işlevsel bir plan hazırlamalarına destek olmak ve o plana olabildiğince uymalarını sağlamak son derece yararlı olacaktır. Ders saatleri, ders dışı aktiviteler, dinlenme zamanı vb. haftalık programda yazabilir. Böylece çocuk planlı ve kendi sınırları içinde özgür olacak, kendi sorumluluğuna göre davranacaktır.
Ders programı çocuk için ne anlama gelir?
Seviye Yıldız İmga: Çocuğun yaşamını kontrolünü ‘kendi eline’ alması ve ‘artan başarı’ demektir. Ders programı; çalışma zamanını ve çalışma ortamını iyi organize etmekle başlar. Hedeflere ulaşmak ve başarılı olmak için zaman ve ortam iyi bir şekilde düzenlenirse verim yükselir. Zamanı iyi kullanan öğrenciler genellikle hem ders çalışmaya hem de ders dışı etkinliklere dengeli olarak zaman ayırırlar. Zamanı planlayarak, süreyi ve enerjilerini daha ekonomik kullanmış olurlar. Bir öğrenci, okulda geçen saatlerinin dışında kalan zamanını ‘çalışma, eğlenme ve dinlenme zamanı’ olarak bölmeli ve her biri için günün belli saatlerini ayırmalıdır.
Anne babalar bu konuda ne yapmalı?
Elif Sude seni kutluyorum. ‘Acayip Teknolojik Masallar’ adlı öykünle ‘Bir Hayal Bir Oyun’ yarışmasını kazandın ve şimdi öykün tiyatro sahnesinde. Yarışmaya katılmaya nasıl karar verdin?
Elif Sude Dobra (Bir Hayal Bir Oyun yarışmasının birincisi): Öykü yarışmasından öğretmen olan teyzem aracılığıyla haberim oldu. Ve hemen ne konuda yazsam diye düşünmeye hayal kurmaya başladım. “Teknolojinin insanlığı etkisi altına aldığı bu çağda masallar olsaydı nasıl olurdu?” diye düşünerek kalemime sarıldım. Öykümle birbiriyle iletişim kurmayı unutmuş insanlara bazı değerleri tekrar hatırlatmak istedim. En önemlisi de kitap okumanın önemini. Tabii dereceye gireceğini hissediyordum fakat birinci olacağımı tahmin etmemiştim. Çok sevindim heyecandan uyuyamadım. Ailem, arkadaşlarım ve çevremden çok güzel geri dönüşler aldım, beni daha fazla yazmak bu alana eğilmem için yüreklendirdiler. 2 yılı aşkın bir süre sonra öykümün sahneye taşınması beni inanılmaz heyecanlandırıyor. Ayrıca hikayemin müzikal versiyonunu da çok merak ediyorum. Karakterler, sahne, dekor, kullanılan müzikler... Hepsi büyüleyici. Kendi yazdığım hikâyeyi dışarıdan bir gözle izleyeceğim. Böyle güzel bir projede imzam olduğu için çok şanslı ve gururlu hissediyorum.
Elif Sude Dobra
‘Kusursuz Dünya Müzikali’nde bizi ne gibi sürprizler bekliyor?
Gaye Cankaya (Zorlu Çocuk Tiyatrosu Sanat Yönetmeni): Bu sene oyunlaştırdığımız öyküde masalların teknolojikleştirilmesi konusu olduğu için oyun yazarımız Özlem Saraç’tan bir bilgisayar oyunu dünyası kurgusu üzerinden yazmasını istedim oyunu. Özlem güzel bir uyarlama yaptı ve çocuk izleyicilerimize minik bir bilgisayar oyununun ‘teaser’ı hazırladık. Platform64 ekibiyle iş birliği içine girdik ve mümkün olduğunca teknoloji ile tiyatroyu birleştirdik. Çocukların keyifle izleyeceğine inanıyorum. Bu yıl Zorlu Çocuk Tiyatrosu olarak Pınar Altuğ’la çalışıyoruz. Oyunun diğer başrol oyuncuları Yarkın Ünsal (Torumar karakterini canlandırıyor), Yağmur Topçu ise (Kiraz rolünü oynuyor).
Şahane müzikleri ve danslarıyla keyifli, bir o kadar da zorlu bir süreç yaşıyoruz. Ekibin birbiriyle uyumundan ve her konuda birbirlerine destek olma durumundan çok memnun olduğum, Pınar Altuğ Atacan’ın geldiği andan itibaren hızlı adaptesi ve performansından keyif aldığım 2 aylık bir prova dönemi geçirdik. 25 Aralık’ta Kusursuz Dünya Müzikali seyirciyle buluşmaya başlıyor.
'Yeni yıl masalı festivali' başlıyor. Nereden çıktı bu festivalin fikri?
Türkiye’de hiç yeni yıla dair çocuk ve aileyi kapsayan bir festival yok. Çocukların tarçın kokuları içinde, yılbaşına ait ikonları, ağaçları, ışıkları, o rengârenk süsleri gördükleri bir alan da yoktu. Biz de bir düş kurduk ve ‘Yeni yıl masalı’ adı altında bir masal dünyası oluşturmak istedik. Dekorlarıyla, masallarıyla, eğlencesiyle harika bir etkinlik geliyor... Festival, Zorlu PSM’deki etkinlik alanlarında gerçekleşecek ve 17-18 Aralık Cumartesi-Pazar olacak. Çocuklar iki gün boyunca burada yeni yıla dair her şeyi görecekler.
Çocukları ve aileleri neler bekliyor?
Çocukların hayal etmesini ve hayallerini gerçekleştirebilmesi bizim çıkış noktamız. Dolayısıyla bu festivalde çocukların bol bol hayal kurmasını istedik. Ayrıca çocukların aynı anıyı paylaşmaları da çok değerli. Buraya gelen her çocuk özgürce, istediği gibi eğlenecek, dolu dolu iki gün geçirecek. Bu festivalin bir özelliği daha var. Çocuklar, televizyondan izlediği ve hayranı olduğu çizgi film karakterleriyle tanışma fırsatı bulacaklar. Onlarla şarkılar söyleyip danslar edecekler ve bir sürü animasyon karakteriyle de içeride buluşup dans edecekler. Eğlence ta kapıda başlayacak çünkü çocuklar etkinlik alanına kaydıraktan kayarak ulaşacaklar. Yılbaşı orkestrası yeni yıl şarkıları çalacak. Çocuklar tiyatrolar izleyecek, yılbaşı atölyelerine katılacak, süsler ve hediye paketleri yapacak, kurabiyeler pişirip çikolatalar yapacaklar.
Peki, çocukların ebeveynleriyle beraber yapacağı atölyeler de var mı?