‘Bir Tatlı Su Cumhuriyetçisi’ kitabı nasıl ortaya çıktı?
Dost meclisinde kendi aramızda yaptığımız siyasi bir tartışma sırasında yaşı benden büyük abilerimden bir tanesi, ‘’Benim çakır gözlüm biraz daha yaşasaydı, başımıza bunlar gelmezdi!’’ diye bir tespitte bulundu. Düşünebiliyor musunuz? Kendisi hiçbir şey yapmıyorken; Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı onca şeye rağmen hâlâ bir şeyleri eksik yaptığını düşünebiliyor insanlar. O zamana kadar kulağıma çalınan bu ve bunun gibi söylenmiş daha birçok içi boş söz vardı ama nedense bu söz benim için tetikleyici oldu. ‘’Daha ne yapsın…’’ diye başlayıp Paşa’nın yaptıklarını uzun uzun anlattıktan sonra masadaki herkese şunu sordum: ‘’Peki, bu Cumhuriyet için siz ne yaptınız?’’
Cevap, tahmin edebileceğiniz üzere mahcubiyet dolu gözlerde, bükük boyunlarda ve konuyu geçiştirmeye yönelik tavırlarda gizliydi.
O akşam nedense yanı başımda hayali bir ‘Tatlı Su Cumhuriyetçisi’ belirdi. Bu hayali karakter, gerçek hayatta etrafımda bulunan kişilerin ortalamasıydı. Kendisiyle biraz sohbet ettik; şikâyetlerini, arzularını öğrendim ve sonrasında onu Mustafa Kemal Atatürk’ün yanına gönderdim. Üstelik Paşa’nın hayatının sonlanmasına 5,5 ay kalmış bir zaman dilimine. Daha sonra Tufan da bana yaşadıklarını anlattı. Kitap ortaya işte böyle çıktı.
Günümüz insanının en temel yanlışları neler?
Benim için en temel yanlış ‘eksik bilgi’dir. Çünkü bir konu hakkında eksik bilginiz varsa yapacaklarınız, hiç bilgisi olmayana oranla daha tehlikeli olur. Üstüne bir de “Ben biraz biliyorum, konuşabilirim…” küstahlığı eklendi mi, bu durum en yaralayıcı silahtan hallice olur. Savunmak ve dahil olmak istediğiniz konular olabilir ama etrafta bu kadar bilgi kaynağı varken, hiçbirisine elinizi sürmeden, okumadan, araştırmadan ister sanat tarihi konuşun ister piknikte mangal yakmaya çalışın, eksik bilgiyle ancak kendinizi rezil edersiniz.
Bilmediğiniz bir konu hakkında illaki konuşmak istiyorsanız, elinizdeki o kumandayı yavaşça sehpaya bırakıp, biraz araştırma yapmanız, azıcık sabırlı olup ‘nasıl’ını, ‘niçin’ini okumanız gerekir. Sadece dizi, film izleyerek olmaz bu işler.
◊ Ebeveynlerin çocuklarını eve kilitleme psikolojisi neden ileri geliyor?
Bayram Deleş (Çocuk Gelişimi Uzmanı): Çocuklarını evde yalnız bırakarak kapıyı kilitleyen anne babaların bu davranışı sergileme nedeni, potansiyel riskin sadece ev dışında olduğunu düşünmelerinden kaynaklanabilir. Oysa ev içinde de riskler vardır ve eğer ebeveyn, çocuğun gelişim özelliklerinin farkında değilse bu yanlışa düşebilir
◊ Eve kilitlenen çocuklar ne hisseder peki?
Bayram Deleş: Bu durum çocuğun mizaç özelliğine, yaşına, anne babanın evden ayrıldığı süreye göre değişiklik gösterebilir. Bazı çocuklar daha dayanıklı ve sorumluluk sahibidir. Evdeki günlük yaşamlarında kendilerine daha çok yeterler. Bazı çocuklar ise huzursuz ve endişeli olabilir, 12 yaşından sonra bile yalnız bırakılmaya henüz hazır olmayabilir.
Göksu Telmaç (Uzman Klinik Psikolog): Çocuğun üzerine kapıyı kilitleyerek evden ayrılmak ya da çocuğu odaya kilitlemek travma yaratıcı etkilere sahip bir yanlıştır. Çocuğun güvenlik alanını yok eder ve kendini tüm tehlikelere karşı savunmasız bulur. Çocuklarda yangın, hırsız, deprem, terk edilme, oracıkta ölme gibi pek çok fikir gelişebilir.
Bu karşı konulması çok güç kaygı, bilinç dışına kadar etki eder. Kendini, varlığını kontrol edemeyeceği bu duygu karşısında savunamayan zihin, o anki çaresizliği kayıt altına alır. Nedeni unutulsa da duygu ve sıkışma unutulmaz. Nadiren çocuklukta, sıklıkla yetişkinlik döneminde ortaya çıkacak olan panik atak, klostrofobi (kapalı alan korkusu) kilitli kalmanın etkisiyle gelişecektir.
◊
Bilişim çağında kodlama şart
Uzmanlar kodlamanın bilişim çağının temel becerilerinden biri olduğunu söylüyor ve çocukların gelecekte ortaya çıkacak birçok mesleğe uyum sağlayabilmesi için kod yazmayı öğrenmesi gerektiğinin altını çiziyor. Kodlama dilini çözen çocuklar hem donanım hem yazılım hem de tasarımsal bileşenleri kullanarak yeni ürünler ortaya koyabilir. Geleceğin yetişkinleri hangi mesleği yaparlarsa yapsınlar akıllı cihazları daha çok kullanmak zorunda kalacaklar. Günümüzde doktorluktan öğretmenliğe dek uzanan tüm meslek birimlerinde akıllı cihazlar halihazırda kullanılıyor ve gelecekte bu cihazlar çok daha karmaşık bir şekilde hayatımızda olacaklar. Çocukların yeni çağa ayak uydurabilmeleri ise kodlamayı öğrenmelerine bağlı. Dolayısıyla anne babalar, çocuklarının eğitimine kodlamayı mutlaka dahil etmeli.
‘Yarını kodlayanlar’
Ülkemizde birçok okulda kodlama eğitimi veriliyor. Hatta bu konuda dünya sıralamasına giren okullarımız bile var. Ancak 6 Şubat Depremi birçok konuda olduğu gibi eğitim konusunda da bize zarar verdi ve çocukların eğitimden uzak kalmasına sebep oldu. Bu sebeple Türkiye Vodafone Vakfı, Habitat Derneği’yle iş birliği yaparak özel bir proje geliştirdi ve depremden etkilenen çocuklar için rehabilitasyon merkezi gibi çalışan ‘kodlama sınıfları’ kurdu.
Bu sınıflarda çocuklara hem kodlama öğretiliyor hem de sosyal destek veriliyor. Ben de geçen hafta Kahramanmaraş’a gittim ve oyuncu Aras Bulut İynemli’nin de katıldığı bu gönüllü çalışmayı yerinde inceledim. Aras Bulut çocuklarla tek tek ilgilendi, oyunlar oynadı. Onun bu candan yaklaşımı çok hoşuma gitti. Çocuklarla nasıl konuşulması gerektiğini biliyor, asla yargılamıyor, onlara acılarını hissettirmiyor. Aksine içindeki sevgiyi paylaşıyor...
Çocuğa nasihat vermek neden yanlış?
Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan: Birçok alışkanlık gibi nasihat etmek de toplumsal hafızamıza kazınan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir davranış. İşe yaramadığını çok iyi bilsek de otomatik bir şekilde kendimizi çocuklarımıza nasihat ederken buluveririz. Çocuklarımıza tecrübelerimizi aktarmak, doğru yolu göstermek ve tehlikelerden korumak için zaman zaman onlarla konuşma ihtiyacı duyarız.
“Peki, bu konuda kaçımız başarılı olur?” derseniz, cevap “Çok azımız” olur. Hepimiz biliyoruz ki çocuğumuz biz nasihate başladığımızda tabiri caizse şalteri kapatır; söylediklerimiz bir kulağından girip diğer kulağından çıkar. Ne anlatırsak anlatalım, isterse yaşamın en önemli sırrını verelim kulaklarını tıkar, hatta o an sanki sağır olur. Çoğunlukla mutsuz veya aşırı kızgın bir ifadeyle “Ne zaman nutuk atmayı bitireceksin?” dercesine yüzümüze bakar. Aslında hepimiz, kuru nasihatin hiçbir işe yaramadığını biliyoruz.
Geçmişte büyüklerinizin nasihatlerini dinlerken çok sıkıldığınızı, hatta ızdırap çektiğinizi anımsarsınız.
Eğer içimizi rahatlatmak için değil ama gerçekten çocuğumuza yararlı olmasını istiyorsak, ona davranışlarımızla örnek olmalıyız. En iyi ‘nasihat’ çocuğumuza ‘iyi bir model’ olmaktır.
Çocuğa sigaranın zararlarından söz edip, her sıkıntı ve keyif halinde sigara yakan anne babanın nasihat etmesi, çenesini yormaktan başka bir işe yaramaz. İllaki bir konuda öğüt vereceksek de bunu çok kısa tutmalıyız.
Daha çok onun da anlayabileceği günlük kelimeleri seçerek konuşmalıyız. Kredimizi doğru kullanmalı ve sadece çok gerekli konularda nasihat etmeliyiz. Çocuğumuzu kimseyle kıyaslamamaya mutlaka dikkat etmeliyiz.
■ Özgüven nedir? Bir çocuğun özgüvenli olması neden önemli?
- Özgüven, kişinin kendi hakkında sahip olduğu bir değerlilik, yeterlilik, saygınlık duygusudur. Özgüvenli çocuk, kendisini sevdiği için başkalarını sevmeye açık olacak, kendisine güvendiği için yaşıtlarıyla güvene dayalı ilişkiler kuracak, kendisine inandığı için başkalarının etkisinde kalmayıp düşünce ve inançlarını savunabilecektir.
Sanıldığının aksine özgüven çocuğu şımartmaz, tam tersine çocuğun kendisiyle barışık, iyimser, zorluklara dirençli, haklarını savunabilen, ayrıca sorunlara özgün çözümler üretebilen; hayal gücü, yaratıcılığı yüksek, sorumluluk bilinci gelişmiş, liderlik vasfına sahip, toplumu ileri götürebilecek bir kişilik sağlar. Özgüvenin önemi, çocuğu başarılı bir yetişkine dönüştüren bir sihirli anahtar, bir sigorta poliçesi olmasında yatmaktadır.
■ Özgüvenli çocuk yetiştirmek için neler gerekir?
- Çocuk, ebeveynin aynasıdır. Dolayısıyla ebeveyn güvenilen, saygı ve sevgiye dayalı bir ilişki içindeyse çocuk da kendini öyle görecektir. Çocuğu psikolojik güven ortamında yetiştirmek, yargılamadan eleştirmek, değerli olduğuna inandırmak, duygularını kabul edip saygı göstermek, can kulağıyla dinlemek, gelişme sürecinde aceleci davranmamak, sabırlı olmak çok önemlidir. Anne babaların kendilerini ve çocuğa karşı tutumlarını kontrol etmek temel görevlerindendir.
■ Yanlış anne baba tutumlarına örnek vermek gerekirse...
- Çocuğun, emirle ve hatta cezayla yönetilmesi büyük yanlış bir anne baba tutumudur. Çocuğun aşırı müsamaha ile hiç yönlendirilmeden kuralsız bir başıboşluğa terk edilmesi de her istediğinin yerine getirilip hiçbir sorumluluk verilmemesi de aynı derecede yanlıştır.
◊ Özellikle ergenlik döneminde çocuklar, birçok kötü alışkanlıkla tanışabiliyor. Anne babalar ve öğretmenler ne yapmalı, nasıl önlem almalı?
Prof. Dr. Arzu Yükselen: Çocukların sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığı çoğunlukla ergenlik çağında başlıyor. Çünkü bu tarz alışkanlıkları çoğunlukla arkadaşlarından öğreniyorlar. Bu sebeple ailelerin, çocuklarının arkadaşlarını erken dönemde tanımaları lazım. Bu tür alışkanlıkları olan arkadaşları var mı? Varsa aileleri kimler? Bunları bilmeleri gerekiyor.
Öte yandan o arkadaşlarının aileleriyle yan yana gelmek ve iş birliği yapmak da çok önemli. Okul yönetimi ve öğretmenlerle iş birliği de bu süreçte hayati önemde. Üstelik bu, anne babaların sadece kendi çocuklarını korumaları için değil, diğer çocukları korumaları için de önemli. Çünkü o çocukların anne babalarını da bilinçlendirmek gerekiyor. Sonuç olarak bu hepimizi ilgilendiriyor.
◊ Çocuklar ergenlik döneminde anne babalarından uzaklaşıyor mu?
Prof. Dr. Arzu Yükselen: Evet... Çünkü ergenlik öncesinde rol model anne baba iken, ergenlikle birlikte rol model arkadaşları olmaya başlıyor. Dolayısıyla arkadaşlarının yaptıklarını ‘doğru’ olarak kabul etmeye başlıyor. Örneğin en sevdiği arkadaşının sigara içtiğine tanıklık ediyorsa o da başlayabiliyor ve “Arkadaşım sigara içiyor, ben de içeyim” demeye başlıyor. Üstelik bu tür alışkanlıklar ‘Sosyal içicilikle’ başlıyor. Eğer anne baba, çocuğunun girdiği ortam hakkında bilgi sahibi oluyorsa, onu takip edebiliyorsa çözüme ulaşmak çok daha kolay olabiliyor.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Anne ve baba “Çocuğu takip edeceğim” derken hafiyecilik de yapmamalıdır.
İyi etkileşimde bulunduğu arkadaşlarıyla ve aileleriyle tanışabilir, çocuğunun gittiği mekânlara o yanlarında yokken gidebilir.
Bir Türk sıcaklığıyla “Sen yol yorgunusundur, seni kalacağın yere götürelim, biraz dinlen…” diyorlar. Beni doğruca Yonge Street’teki misafir odasına götürüyorlar. Bir apartmandan içeri giriyoruz, ama sanırsınız ki beş yıldızlı bir otel. Güvenliği, misafir koltukları, geniş salonu, yeşili bol saksıları… Tertemiz. Meğer Kanada’da apartmanların giriş katlarında, yabancıların gelip konaklayabileceği otel odası gibi ‘misafir odaları’ olurmuş. Bu odalar hem apartmana gelir sağlıyor hem de oteller kadar pahalı olmadığından el yakmıyor. Odaya girerken “Keşke bu uygulama Türkiye’de de olsa…” diye düşünüyorum ve bu güzel odada Türk misafirperverliğinin bir örneği olarak Ankara Kitaplığı’nın şık bir notuyla, içi yiyecek ve içeceklerle dolu bir sepetle karşılaşıyorum. Yaban elde, kendi evimde gibi hissediyorum.
BÜYÜK BULUŞMA
Toronto’ya gelme sebebim, Ankara Kitaplığı’nın Kanadalı Türkler için düzenlediği ‘yazar buluşmaları’ etkinliklerinden birine katılmak. 23 Nisan haftası olduğu için birçok etkinlik aynı güne denk geliyor, ama misafirler bizi yalnız bırakmıyor. Her yaştan insan salonu bir çırpıda dolduruyor. Dijital çağda ebeveyn olmayı, tarihimizden örneklerle hedefi olan çocuk yetiştirmeyi konuşuyoruz. Bir dal uğruna Yürüyen Köşk’ü, Köy Enstitülerini ve İsmail Hakkı Tonguç’u, Eşekli Kütüphaneci’yi, dünyanın ilk çocuk hakları mitingini yapan Nakiye Elgün öğretmeni, nicelerini ekrana yansıtıyorum; çocuklar şaşırıyor, büyükler heyecanlanıyor… Ardından kitaplarımı imzalayıp bol bol fotoğraf çektiriyoruz.
Buluşmanın ertesi günü, dünyanın ilk ve tek çocuk bayramı olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na denk geliyor. İşte bugün benim doğum günüm. Ankara Kitaplığı’ndan Birol Uzunmehmetoğlu sabah erkenden beni alıyor, “Sizi öğle vaktine dek gezdireceğim” diyor. En güzel doğum günü hediyesi… Yollara düşüyoruz. Birol Bey inanılmaz biri. Çok zeki, çok sıcak, çok içten… Toronto’da bir şirkette bilgisayar mühendisi olarak çalışıyor, büyük bir ekip yönetiyor. Üstelik aynı zamanda bir kitap sevdalısı, Ankara Kitaplığı’nın çok değerli üyelerinden biri. Beni, Toronto’nun görülmesi gereken en özel yerlerine götürüyor. Şehri tepeden izlediğimiz CN Tower, Amerikan filmlerinin çekildiği ‘eski şehir’, şehrin en eski postanesi, üniversiteler, yapay ada ve daha neler neler… Sonra da 23 Nisan kutlaması için büyük meydana geliveriyoruz.
Toronto'daki 23 Nisan kutlamasında Ankara Kitaplığı
◊ Anne baba, çocuğun cinsellikle ilgili sorularına nasıl yaklaşmalı?
- Dolunay Kadıoğlu (Psikolojik danışman ve cinsel eğitim uzmanı):
Anne babalar, çocuklarının cinsel eğitim sürecinden birinci derecede sorumludur. Dolayısıyla çocuklar cinsellikle ilgili sorular sorduklarında “Sus, ayıp!” gibi sözler etmeye gerek yok. Nitekim çocukluğun ilk yılları, kimliğin temellerinin oluştuğu yıllardır. Çocuklara, “İyi, kötü, ayıp, günah” dediğimiz tüm durumlar, onların cinsellikle ilgili düşünce, inanç, duygu, tutum ve davranışlarını yanlış oluşturmalarına neden olabilir. Cinsel eğitim, çocuk ilk cinsel soruyu sorduğunda başlar: “Anne bu ne”, “Ben karnına nasıl girdim, nasıl yemek yedim orada”, “Anne sende meme var ama babamda yok, neden”, “Benim memelerim neden yok”, “Babamın bıyıkları var, bende yok neden” gibi... Çocuğunuz size soru sorduğunda, son derece doğal bir şekilde ve onun anlayacağı biçimde, basit ve tamamen bilimsel yanıtlayın. Bunu doğal bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söylerseniz, çocuğunuz cinselliği doğallaştıracak, dengeli yaşayacaktır. Cinsel organlara lakap takmayın, kısaltmalarla ifade etmeyin. Öte yandan çocuğun sormadığı hiçbir şeyi de anlatmayın. Bilimsel olarak kısa, net ve yaşına uygun yanıtlar verin. Çocuklar soru sorduğunda “Bana merak ettiklerini sorabilirsin, ne zaman istersen sor” demek gerekir. Ancak böylece çocuklarına ‘Hayır’ demeyi öğretebilir ve onları cinsel istismardan, yanlış bilgilerden koruyabilirler. Ayrıca çocuklarıyla konuşan, onları dinleyen anne babalar kendilerini dinletebilirler.
◊ Peki, ya mahremiyet eğitimi?
- Çocuğunuzla cinselliği konuşmak ondaki cinsel duyguları artırmaz ya da onu sapık yapmaz, tam tersine onu istismardan korur. Onlara mahremiyeti öğretmek de anne babaların görev ve sorumluluk alanındadır. Kendi bedenini tanıyan, bilen ve seven bir çocuk, ‘Hayır’ diyebilir. Eğer çocuğunuzun kendini korumasını istiyorsanız, bedenini neden ve nasıl koruyacağını, ‘iyi ve kötü dokunuşu tanımayı’ onlara öğretmelisiniz. Çocuklarımızın mutlu ve sağlıklı ilişkileri olsun istiyorsak; kız ve erkek çocuk ayırt etmeden bilgilendirmeliyiz. Çocuklara bilgi verirken anne ve babanın tutarlı konuşması önemlidir. Kız çocuklar babayla, erkek çocuklar anneyle konuşabilir ya da bunun tam tersi de olabilir. Çocuğunuz karşı cinsiyetle ilgili bilgi sorarsa lütfen cevap verin, “Bu seni ilgilendirmez” demeyin, karşı cinsiyeti tanıyan bir erkek ya da kız çocuk daha kolay empati kurabilir. Cinselliğin ailede konuşulması cinsel etkinliği artırmaz, aksine doğru ve zamanında konuşulması çocukların kendilerini korumasını sağlar.
BEDENİNİ KORUMAYI VE SEVMEYİ ÖĞRETİN
◊ Mahremiyet eğitimi nasıl verilir?
- Dr. Serap Duygulu (Psikolog):