Ömür Kurt

Dünyada on tane var, biri Türkiye’de

28 Aralık 2016
Dünyanın her yerinden müzik aleti bu müzede… Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Devlet Konservatuarı binasında bulunan Müzik Müzesi, Türkiye’nin en büyüğü! Bu müze aynı zamanda dünyadaki en büyük on müzik müzesinden biri. İçi dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş müzik aletleri ile dolu. Kimi Kenya’daki bir dağ köyünden getirilmiş, kimi kutup bölgesindeki yerel halktan alınmış. Müziğin dünyadaki tarihini görmek isteyen herkes bu müzeye akın ediyor. Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı öğretim üyesi Doç. Dr. Uğur Türkmen bize müzeyi anlattı.

Bu müze nasıl kuruldu?

Bu müzenin kurulması için Afyonkarahisarlı bir işadamı olan İbrahim Alimoğlu’nun büyük çabası var. Kendisi bir müzik tutkunu. Antika değeri olan ve değişik yörelere ait müzik aletlerini bulup, uzun yıllar boyunca fabrika içinde bulunan çalışma odasında biriktirmiş. Bu eserleri halkla buluşturmak isteyen Konservatuvar yönetimi, işadamı Alimoğlu ve üniversite yetkilileri ile bir araya gelerek bu müze için ilk adım atılmış oldu. Ancak elbette ki bu müzik aletleri, bir müzik müzesi açılması için yeterli sayıda değildi. Müze tam anlamıyla büyük nitelik kazanmasını Alman koleksiyoncu Wolfgang Ott’un desteğine borçlu. Ott’un oldukça ilginç bir hikâyesi var. 1968 yılında bir yurt dışı gezisine çıkmış ve bu gezi doğum gününe denk gelmiş. Arkadaşlarından biri ona bir sitar hediye etmiş. Böylece Wolfgang Ott, müzik aleti koleksiyonu yapmaya başlamış. Yıllar içinde yüzlerce müzik aletine sahip olmuş. Üstelik bu müzik aletleri dünyanın farklı yerlerinden, farklı kültürlerine ait oldukça orijinal eserler… Bu eserlerin depolarda çürümesini istememiş.

Wolfgang Ott bu eserleri Müzik Müzesi’ne nasıl bağışladı?

Aslında bu pek de kolay olmadı. Uzun yazışmalar, görüşmeler ve ricalar silsilesi sonucunda gerçekleşti. Wolfgang Ott’un hiçbir varisi yok. Yani bu müthiş koleksiyonunu bırakabileceği insanlara sahip değil. Dolayısı ile bu müzik aletlerini daha çok insanla buluşturmayı istedi. Bunun en iyi yolunun da bir müze bağışı olabileceği konusunda ikna oldu. Sonuç olarak, bizim yaptığımız görüşmelerle de birlikte Ott, müzik aletlerini üniversitemiz bünyesinde bulunan bu müzeye bağışlama kararı aldı. Tabii bu durum, dünyanın sayılı müzik müzelerinden birinin Türkiye’de olmasına da büyük bir katkı sağladı.

Peki, ya diğer eserler?

30 Eylül 2013 tarihinde kapılarını açan müzede bulunan tüm müzik aletleri ve antika eserler, bağışlar ve satın alma yoluyla elde edildi. Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Devlet Konservatuvarı binasında bulunan müzenin kurulması fikri AKÜ Devlet Konservatuvarı ve Alimoğlu Kültür Sanat Araştırma Merkezi (AKSAM) ile birlikte geliştirildi. Türkiye Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Remzi Fındıkoğlu dönemin Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu’nun referansıyla muhtelif bakır üflemeli ve bulunması zor çalgıyı müzeye kazandırdı. Afyonkarahisarlı yerel sanatçı Ömer Yarşi’nin bağışlarının yanı sıra Kütahya’nın halk ozanlarından Hisarlı Ahmet’in sazları da oğlu TRT Sanatçısı Mustafa Hisarlı tarafından müzeye bağışlandı. Bazı luthiyer (müzik aleti yapımcısı) ve müzik evi sahiplerinin bağışları da müzenin zengin bir içeriğe sahip olmasını sağladı.

Yazının Devamını Oku

Neden birbirimizin eksikleri ile dalga geçiyoruz?

27 Aralık 2016
Günümüzde birçok çocuk arkadaşlarının eksikleri ile dalga geçiyor, lakaplar takıyor, alay ediyor. Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan, bunun temelinde ‘kendi ile barışık olmak’ olgusunun yattığını söylüyor.

Çocuklar neden kendileri ile barışık değil?

Kendisi ile barışık olmak konusunda çocukluk çağı çok önemlidir. Bu konuda, anne babaların kendi kafalarında tasarladığı çocuk modeline göre değil de, çocuğu her hali ile kabul etmiş ve onu öyle sevmiş ailelerin çocukları kendisi ile daha barışık oluyor. Sadece kendisi olduğu için değerli olduğunu ve kabul gördüğünü benliğinde tamamıyla hisseden çocuk, sürekli olarak kendi değerini sınama ihtiyacı duymaz. Kendisini değerli hissetmek için kanıtlar aramak zorunda kalmaz.

Arkadaşlarının eksiklerini, zayıf yönlerini bulmaya çalışıp onlarla acımasızca alay etmez. Sınıftaki çocuklar içerisinde yeni moda ayakkabıyı giymenin veya en pahalı telefona sahip olmanın onun değerini artırmayacağını bilir. Hiçbir şeyin onun kendisi olduğu için değerli olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini bilir. Ailesinde yeterince kabul gördüğü için maddi değerlerin getirebileceği ilginin peşinden şuursuzca koşmaz. Anne babanın onu kimseyle kıyaslayıp bu karşılaştırmanın sonucunda ona değer vermediğini bildiğinden okulda başarılı olmayı veya spor ve benzeri alanlardaki performansını artırmayı kendi gelişimi için arzular. Kendi notundan önce ailesinin ona hedef gösterdiği çocuğun notlarını öğrenme gereksinimi duymaz. Onun için hedef, çevresindeki arkadaşlarının başarılarıyla rekabet etmek değil, yapabileceğinin en iyisini yapabilmektir. İşte formül budur!

Peki, onları nasıl özgüvenli hale getirebiliriz?

Özgüvenli çocuklar yetiştirmenin en önemli sırrı ise çocuğumuzu olumlu ve olumsuz özellikleriyle kabullenmektir. Öncelikle çocuğunuzun başarabileceği, gerçekçi hedefler koyun. Olması gereken, ya da sizin beklentilerinizle çocuğunuzun yeteneklerinin her zaman aynı olamayacağını unutmayın.

Yeteneklerinin çok üstünde beklentilerde bulunmak ve bu konuda ısrarcı olmak çocuğun özgüvenini derinden zedeler. Özgürlüğünü ve girişimciliğini destekleyin; onu utandırmayın, yüreklendirin. Deneyerek kendi kendine bir şeyleri başarmayı öğrenen çocukların özgüvenin yüksek olacağı beklenir.

 

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuza 'korkacak bir şey yok' demeyin

17 Aralık 2016
Yaşanan terör olayları en çok çocukları etkiliyor. Korkudan okula gidemeyen, kalabalık yerlere girmekten korkan, ağlayan ve hatta içine kapanan çocuklara ne söylenmeli? Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Özgür Öner ile konuştuk.

Çocuklardaki terör korkusu ile nasıl baş edeceğiz?

Pek çok şiddet olayı ile beraber yaşıyoruz. Yayın organlarında bu konularla ilgili haberler kesintisiz yer alıyor. Her olayda masum insanların ölümüne şahit oluyoruz. Çocuklar da bu durumdan elbette etkileniyor ve korkuyor. Çocuklarımızın normale dönmesini hızlandırmak için onların duygularını kabul etmeli, yetişkin olarak bizler de sakin olmalıyız. Çocuklarımız korkuyor, ama birçok anne-baba “Korkacak bir şey yok” diyor. Bu kesinlikle yanlış! Asla söylenmemesi gerekiyor. Unutmamalıyız ki, korkmak normaldir. Onu rahatlatmak için anne-baba da kendi duygularını ifade etmeli. Abartılı yorumlardan kaçınılmalı ve sakin olunmalı.

Kalabalık yerlere gitmekten korkan çocuklar nasıl ikna edilmeli peki?

Günümüzde kalabalık yerlere gitmeden hayatın aynı şekilde devamı mümkün değil. Bu nedenle kaçınılmaz bir durum. Korkuların azaltılması için çocuğun, karşılaştığı durumu kontrol edebileceğini hissetmesi gerekir. Bunun ilk adımı da, anne ve babanın kendi kaygılarını kontrol ederek model olmasıdır. Anne ve babanın güvenli tutumu ile birlikte, çocuğun kaçınmasını engellemek için rutin yaşantıya devam etmek gerekir. "Güvenlik sinyalleri", çocuğun kendisini rahat hissetmesini sağlayan her türlü durum, tutum ve düşüncedir. Anne-babanın rahat tavrı, kalabalık yerlerdeki güvenlik kontrolleri, durumun kontrol altında olduğuna dair mesajlar, çocuğun anne babasına rahat ulaşabilmesi güvenlik sinyali görevi görecektir.

İnsanlardan korkan ve “Herkes kötü mü?” diyen çocuğa ne söylenmeli?

Yaşanan olaylar sonrasında çocukların herkesi kötü zannetmesi normaldir. Anne-babalar, onların bu konudaki duygularını anlayarak hareket etmeli. Çocuklara “Herkes kötü değildir. Hayatta hem kötü hem de iyi insanlar var ve birçok insan çoğu zaman iyi, bazen de kötü davranışlar gösterebilir. Bu çok önemli ve vurgulanması gereken bir sonuçtur. Yaşanan olaylardan sonra çocuklara en güçlü olduğun zaman bile adaletli olmalısın,” mesajı verilmeli.

Yazının Devamını Oku

Sorun matematik değil, yoğunlaşamamak

9 Aralık 2016
Matematik, Türkiye’de birçok çocuk için kâbus! OECD’nin hazırladığı öğrenci değerlendirme raporu PISA da durumun vahametini ortaya koyuyor. Okulda öğrenemediği matematiği, özel ders alarak takviye etmeye çalışanların sayısı bir hayli fazla. Oysa, sadece okulda alınan matematik dersinin yeterli olması gerekir. Peki, ne yapmalı? Çocukların matematiği sevmesi için ne yapılması gerektiğini ünlü matematikçi Ali Nesin’e sorduk.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) hazırladığı ‘Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu’nda (PISA 2016) Türkiye, 72 ülke arasında 50. sırada kendine yer bulunca, ülkenin eğitim sistemi yeniden tartışılmaya başladı. Rapora göre matematikte 49’uncu, okuduğunu anlamada 50’nci, fen bilgisinde 52’nci sıradayız. Dünya standartlarında başarı gösteren öğrencilerin oranı sadece binde 1. Oysaki OECD ülkelerinde bu oran yüzde 3.7.

 

FİN EĞİTİM SİSTEMİNİN SIRRI NE?

 

Aynı rapora göre, eğitim konusunda dünyadaki en iyi ülke Finlandiya. Fin eğitim sisteminin amacı kişilik yaratmak. Sistemde hiç özel okul bulunmuyor, anne-babalar çocuklarına hiç ders çalıştırmıyor. Lise çağı eğitiminde her üç dersten biri seçmeli ve her çocuk bir spor ve/veya sanat faaliyeti ile uğraşıyor. Korku değil, özgürlük öne çıkıyor.

 

İzmir Selçuk’taki Şirince Köyü’nde kurduğu Matematik Köyü’nde, 2007’den bu yana bilimsel ve eğitim amaçlı matematik çalıştayları, dersler, seminerler ve kamplar düzenleyen Ali Nesin’e, çocuklara matematiği nasıl sevdireceğimizi sorduk. “Çocuklara matematiği sevdirmekten ziyade düşünmeyi sevdirmek gerekiyor” diye cevapladı: “Düşünmek de yoğunlaşabilmek, kendini sorgulamak ve kendiyle mücadele edebilmek demektir. Bu da uzun süre yalnız kalabilmekle mümkündür. Uzun süre yalnız kalabilmek için ise zihinsel faaliyetten zevk almak gerekir. Çocuklara bir düşünceyle, bir uğraşla, bir mücadeleyle baş başa kalmayı sevmeyi öğretmek gerekir. Bunun için güvenli, sevgi dolu, sakin bir ortam gerekir, ama bunun da ötesinde televizyon, bilgisayar ve cep telefonu gibi dış etkenlerden uzak kalabilmek; piyano, satranç, kitap, resim gibi tek başına kalınması gereken uğraşlarla saatler geçirilmesi gerekir. Sorun, matematik değildir. Sorun, yoğunlaşamamak, tek başına kalıp düşüncelere dalamamaktır.”

 

Yazının Devamını Oku

TRT Çocuk’tan önemli bir çalıştay

9 Aralık 2016
TRT Çocuk, 7-8 Aralık tarihlerinde oldukça önemli bir çalıştaya imza attı. Üç ayrı oturumda çocuk televizyonlarının yayıncılığı tartışıldı. Şiddetin bir anlatım dili olarak kullanımından dijital medya ve güvenlik sorununa dek birçok konunun masaya yatırıldığı çalıştayda Türkiye’de çocuk yayıncılığının önemli isimleri bir araya geldi.

Türk televizyonlarında çocuk hassasiyeti çok az

Türk televizyonlarında yayımlanan haber, dizi, program veya reklamlar çocuk hassasiyetinden çok uzaklar. Ekranlar, günlük yaşantımızda ‘terbiyesizce ve ahlaksızca’ saydığımız, ‘görgü kurallarından uzak’ bulduğumuz içeriklerle dolu. Bizler, yetişkin insanlar olarak “Nasılsa çocuk! Görmez, anlamaz” diye, aynı odanın içinde onlarla birlikte çeşitli televizyon yayınlarını izliyoruz. Hâlbuki bu yayınların çoğu çocuklar için faydalı değil. Her ne kadar “Çocuktur, görmez, anlamaz” gibi yaklaşımlarda bulunsak da, çocuklar her şeyi görüyor ve anlıyor. Sonrasında hoşlanmadığımız bir davranış sergilediklerinde de onlara kızmamamız gerekiyor. Çünkü bizler örneğiz. Ekrana çıkan her şey örnek! Ekranlar sadece toplumu bilgilendirme, eğlendirme, eleştirme veya öğretme görevi görmüyor. Aynı zamanda topluma sunduğu her şeyin sorumluluğunu da taşıyor.

 

Çocuk televizyonları hangi içerikleri üretiyor?

Eskiden Türkiye’de yetişkin kanallarında da çocuk programları vardı. Artık çocuklara yönelik yayınlar, TRT Çocuk ile birlikte yalnızca çocuk kitlesi ile buluşmaya başladı. Bu oldukça önemli bir adım. Hele hele TRT Çocuk’un reklamsız yayın yapması da birçok açıdan çocukları koruyor. Çocuklara uygun içeriklerin onlara özel bir kanal aracılığı ile yayımlanması, hem çocukların gelişimi açısından hem de olumsuz içeriklerden etkilenmemeleri için oldukça önemli.

 

Son yıllarda yetişkinlere yayın yapan kanallarda çocuklara yönelik çok fazla içerik yer almıyor. Üstelik bu kanallarda çocuklara uygun içerikler de bulunmuyor. Oysaki çocuklar akşam haberlerini evlerinde anne-babalarıyla beraber izliyor. Dizileri veya televizyon programlarını izleyen yetişkinlere yine aynı odadaki çocuklar eşlik ediyor. Bu içerikler incelendiğinde ise birçoğunun çocuklar için hiç de iyi olmadığı ortaya çıkıyor. Gelinler-kaynanalar, ‘paraya ulaşmak için her yol mubahtır’ diyen programlar, insanlarla dalga geçilen yayınlar, çarpık ilişkilerle dolu diziler, küfür, şiddet, cinsellik ve çok daha fazlası televizyon ekranları aracılığı ile çocuk beyinlerine işleniyor. Dolayısı ile bu yayınlar konusunda herkesin bilinçlenmesi, eleştirmesi ve medya okuryazarı olması gerekiyor. Medya okuryazarlığı ve toplumsal eleştiri, yayın sağlayıcılar üzerinde bir baskı unsuru olabilir ve böylece yapılan yayınların daha kaliteli ve nitelikli olması sağlanabilir.

 

Yazının Devamını Oku

Onları kendileri ile barıştırın

2 Aralık 2016
Günümüzde birçok çocuk, arkadaşlarının eksikleriyle dalga geçiyor, lakaplar takıyor, alay ediyor. Bunun temelinde kendiyle barışık olamamak duygusu yatıyor. Peki, bu sorunu nasıl aşarız? Prof. Dr. Eyüp Sabri Ercan’a sorduk.

Çocuklar neden kendi eksikleriyle dalga geçilmesinden hoşlanmazken başka çocuklarla dalga geçmekten vazgeçmiyor?

 

- Kendisiyle barışık olmak konusunda çocukluk çağı çok önemlidir. Kendi kafalarında tasarladıkları çocuk modeline göre değil de, çocuğu her haliyle kabul etmiş ve onu öyle sevmiş ailelerin çocukları kendisiyle daha barışık oluyor. Sadece kendisi olduğu için değerli olduğunu ve kabul gördüğünü benliğinde tamamiyle hisseden çocuk, sürekli olarak kendi değerini sınama ihtiyacı duymaz. Kendisini değerli hissetmek için kanıtlar aramak zorunda kalmaz. Arkadaşlarının eksiklerini, zayıf yönlerini bulmaya çalışıp onlarla acımasızca alay etmez. Sınıfta son moda ayakkabı giymenin veya en pahalı telefona sahip olmanın onun değerini artırmayacağını bilir. Ailesinde yeterince kabul gördüğü için maddi değerlerin getirebileceği ilginin peşinden şuursuzca koşmaz. Anne-babasının onu kimseyle kıyaslamadığını bildiğinden okulda başarılı olmayı, spor ve benzeri alanlardaki performansını artırmayı kendi gelişimi için arzular. Kendi notundan önce ailesinin ona hedef gösterdiği çocuğun notlarını öğrenme gereksinimi duymaz. Onun için hedef, çevresindeki arkadaşlarının başarılarıyla rekabet etmek değil, yapabileceğinin en iyisini yapabilmektir. İşte formül budur!

 

Yani çocuğun tavrından çok, ailenin tavrı önemli...

 

- Evet, mesele çocuğumuzu olumlu ve olumsuz özellikleriyle kabullenmektir. Öncelikle her ebeveyn, çocuğunun başarabileceği, gerçekçi hedefler koymalı. Ailenin beklentileriyle çocuğun yeteneklerinin her zaman aynı olamayacağı unutulmamalı. Çocuğun yeteneklerinin çok üstünde beklentilerde bulunmak ve bu konuda ısrarcı olmak, çocuğun özgüvenini derinden zedeler. Özgüveni gelişen çocuk, kendisini de her haliyle kabul etmeye başlar. Aileler, çocuklarının özgürlüğünü ve girişimciliğini desteklemeli. Çocuk utandırılmamalı, yüreklendirilmeli.

Yazının Devamını Oku

Ne kadar harçlık vermeliyim?

25 Kasım 2016
Okula giden çocukların en büyük sıkıntılarının başında okul harçlığı geliyor. Bazılarına yetmiyor, bazılarına ise ihtiyaçlarından fazla veriliyor. Uzman Klinik Psikolog Ece Kerim’e göre önemli olan fazla veya az vermek değil, parasını doğru ve idareli kullanmasını öğretmek!

 

Okul harçlığı verilirken nelere dikkat edilmeli?

Çocukların yaşına göre para algıları farklılaşır. 8 yaşından itibaren, temel matematik bilgisi edindikten sonra harçlık kavramını ve paranın değerini anlayabilirler. Bu nedenle çocuklara harçlık verirken yaşı ve ihtiyaçları göz önünde bulundurmalı. Bazı anne-babalar çok fazla harçlık verebiliyor. Bu pek doğru değil!

 

Neden?

Çocuğun gereğinden fazla paraya sahip olması, kendi kişiliğini para üstünden değerlendirmesine ve bu davranışa yetişkinliğinde devam etmesine sebep olabilir. Ayrıca zarar görebileceği riskli ortamlara girebilme ihtimalinin yükselmesine de yol açabilir. Ailelerin kendi sosyoekonomik durumlarına göre çocuklarına çok düşük harçlık vermesiyse çocuğun sosyal ilişkilerine zarar verip içe çekilmesine ve özgüven problemi yaşamasına sebep olabilir.

 

Peki, günlük mü, yoksa haftalık mı verilmeli?

Yazının Devamını Oku

Bir miktar 'sınav stresi' alalım lütfen

19 Kasım 2016
TEOG sınavı yaklaşıyor, çocuklar stres içinde. Peki, onların sınav korkusunu yenmesi için neler yapılmalı? Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Özgür Öner, "Bir miktar sınav stresi faydalı" diyor.

Çocuklar sınav stresi ile nasıl başa çıkacak?

Stres, vücudumuzda ve zihnimizde belirgin değişiklikler yaratan bir uyarandır. Kalbimiz daha hızlı çarpar, dolaşımımız ve nefes almamız hızlanır, dikkatimiz stres kaynağına odaklanır. Stres ile beraber ortaya çıkan kaygı, bireye bazı şeyleri değiştirmesi gerektiğini, o andaki durumun rahatsız edici olduğunu işaret eder. Bu nedenle, kontrol edilebilir olduğu sürece, bireyin çalışma motivasyonunu arttırır.

Peki, stres zararlı mı?

Yararlı. Ancak kaygı, uyarandan bağımsız hale gelmeye, kontrol edilememeye, kişi strese bağlı uyarılmayı kontrol edememeye başladığı zaman zararlı hale gelmeye başlar. Bu seviyede kaygı, bireyin dikkatini dağıtır; herhangi bir olumsuzlukta en kötü sonucu beklemesine, kendine olan güveninin azalmasına neden olur. Bu durum ortaya çıktığı zaman, yukarıda belirtilenin tam tersi bir etki ile bireyin motivasyonu düşer.

Yazının Devamını Oku