Koronavirüs günlerinde okulöncesi eğitim alması gereken çocuklar anaokuluna gidemiyor. Evde nasıl bir sistem oturtulabilir?
İnternet üzerinden eğitim uygulamaları yaptırmaya çalışan okullar var ama bu imkân tüm okul öncesi dönem çocuklarına ulaşamıyor. Okulöncesi öğretmenleri günün belli bir saatinde sınıf ortamı oluşturup 2-4 saat aralığında eğitim vermeye çalışıyor ama bu da çok zor. Bir çocuğun dikkat süresi normal şartlarda sadece 20 dakika. Dolayısıyla 3-6 yaş arası bir çocuğu bilgisayar başında saatlerce tutmak mümkün değil.
Ne yapılmalı?
Görev anne-babalara düşüyor. Hakikaten zaman ayırıp, çocuğun eğitimine destek olmaları lazım. Ev koşulları dikkate alınarak etkinlikler hazırlanmalı. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişimini desteklemeye, olumlu alışkanlıklar kazanmasına yardımcı olacak etkinlikler okulöncesi eğitim için olmazsa olmazdır. Çünkü ilkokula hazırlanmanın temelini sosyal-duygusal gelişim oluşturur, bu da okulöncesinde kazanılabilir.
Neden kaygılı yeni kuşak?
Öncelikle anne babalar kaygılı ve bu kaygı doğrudan çocuklara yansıyor. Bugünün çocukları üreticiler, yaratıcılar ve mucitler kuşağı olarak adlandırılıyor ve çevresel faktörlerin, dış dünyanın en çok farkında olan bireylerden oluşuyor. Gelecek kaygıları olduğunu gördüğümüz bu çocuklar, iklim değişikliğinden korkuyor, eşitsizlikten ve adaletsizlikten şikâyet ediyor, kurumlara güvenmiyor. Böyle bir ortamda bir de virüs salgınıyla yeni bir kaygı yaşamaya başladılar. Artık “Virüs hepimize bulaşacak mı?”, “Okula gidebilecek miyiz?”, “Biz ne olacağız?” diye soruyorlar. Anne babalar da iş ve hayatla ilgili kaygılar yaşıyorlar. Belirsizlik ve bilinmeyen gelecek, kaygıyı arttırıyor.
Bu durumda kaygılarımızla nasıl baş edeceğiz?
Biraz sakin olmamız gerekiyor. Şu süreçte anda kalmamız önemli. Olabildiğince sakinleşmemiz lazım. Unutmamak gerekir ki bu süreci tek başımıza yaşamıyoruz. Herkes aynı durumda. Dolayısıyla şu an kendimizi evlerimizde yalnız hissediyor olabiliriz ama aslında hep birlikte hareket ediyoruz.
Koronavirüse karşı bedenimizin güçlü olması konusunda bütün uzmanlar uyarı yapıyor. Bağışıklığın güçlendirilmesi için ise doğru beslenme, iyi bir uyku düzeni, spor ile birlikte vitamin takviyesi gerekiyor. Sağlık Bilimler Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Görevlisi Uzman Diyetisyen Selahattin Dönmez de bu konuda önemli bir uyarı yapıyor: “Yeterli ve dengeli beslenin, uyuyun, hareket edin ve multivitamin desteği alın!”
Vücudumuz, kendisine zararlı etki gösteren tüm organizmalara ve toksinlere karşı direnme yeteneğine sahiptir. Vücudun direnme kabiliyetine ‘bağışıklık sistemi’ diyoruz. Bağışıklık sisteminin en önemli görevi; vücudumuzda enfeksiyon hastalıklarına bağlı olarak gelişebilecek bir fonksiyon kaybını engellemek ve ölümü önlemek için harekete geçmesidir. Yeni koronavirüs, mutasyona uğramış insan neslinin daha önce hiç tanımamış olduğu bir virüs çeşidi. Virüs insandan insana geçiş özelliği kazanmış durumda. Hapşırma ve öksürme ile ortaya saçılan hava damlacıkları yoluyla vücuda girip, üst solunum yollarına tutunarak akciğer fonksiyonlarının bozulmasına sebep oluyor, bu sürecin sonucunda da solunumu durduruyor. Hastalığın şiddetinin belirlenmesi ise bireyin bağışıklık sistemiyle doğrudan ilişkili. Solunum yollarına bağlı bağışıklık sistemi güçlü olanların hastalığı hafif seyirli bir şekilde geçirdiğini ve yoğun bakım ihtiyacı duymadan salgınla başedebildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla viral enfeksiyonlardan korunmada doğru beslenme, uyku düzeni, yeterli derecede vitamin ve mineral alımı çok önemlidir. Çünkü yeterli derecede vitamin ve mineral alımı, enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini azaltır.
Sağlıklı bağışıklık sistemi için vücudumuz yeterli ve dengeli beslenmeye ihtiyaç duyar. Yeterli derecede selenyum, çinko, flavonoidler ve karotenoidlerin vücutta sinerjik etkileşimine ihtiyaç vardır. Doğal beslenmeyle bu vitamin ve mineralleri güvenli almakta her zaman başarılı olamayabiliyoruz. Örneğin yeterli derecede süt ve taze sebze tüketmezsek A vitamini eksikliği yaşarız. Bağışıklık için kilit görev gören demir, çinko gibi mineralleri yeterince almazsak bağışıklığımız zayıflar. İklim değişimine bağlı besin üretiminde besinsel zenginlikte değişim de bazen yeterli vitamin ve mineral alımını sağlayamayabilir. Bu nedenle her sağlıklı birey dengeli beslenmeli, beraberinde de yaşına ve cinsiyetine uygun multivitamin desteği almalı. Bunun için şunları yapmak çok önemli:
• Besinleri kişisel gereksiniminize göre tüketin.
• İlk besin grubu olan süt ve süt ürünlerinden süt, yoğurt, kefir, ayran ve peynirden zengin beslenmek bağışıklık sisteminin çalışmasını maksimum kapasiteye çıkarmasını sağlar.
• İkinci besin grubu et, yumurta ve kurubaklagillerden ucuz protein kaynağı olan yumurta ve baklagilleri her gün yemek bağışıklığı güçlendirir.
• Üçüncü besin grubundan antioksidanları fazlasıyla içeren taze sebze ve meyvelerden bol bol tüketmek önemlidir.
• Dördüncü besin grubunu da prebiyotik etkisiyle bağırsaklardan bağışıklık güçlendiricilerin sentezini sağlayan tam tahıllar ile kuru yemişleri düzenli tüketmek bağışıklık sistemini destekler.
Koronavirüs sebebiyle hepimiz evlere kapandık. Bu durum bize kendimizi ‘kapana kısılmış’ gibi hissettirse de şu günlerde bunu yapmamız şart ve herkes bu kurala uymalı. Çocuklar okula gidemiyor, anne babalar işe gidemiyor. Peki, ama bu süreci evde nasıl kaliteli bir şekilde değerlendirebiliriz? Eğitim bilimci yazar Dr. Bahar Eriş ile konuştuk.
Evet, zor günlerden geçiyoruz; ama belki de bu süreç hayatımızı gözden geçirmemiz için bir fırsat olur; ailenin, sokağa çıkma özgürlüğünün, birlikte olmanın önemi üzerine düşünürüz. Ne dersiniz?
Kesinlikle öyle… Ev, verimli zaman geçirmek için mükemmel bir ortam. Çocuğun yaşına ve ilgi alanına göre yapılacak sayısız etkinlik var. Kitap okumak, kitap yazmak, blog yazmak, resim yapmak, yapboz çözmek, enstrüman pratiği yapmak, müzik açıp dans etmek, kutu oyunları oynamak, kelime oyunları oynamak, bu zamana kadar izleyemediğiniz filmleri izlemek, internetten ücretsiz dersler almak, yabancı dili geliştirmek, atık malzemelerden bir şeyler üretmek, ailece sohbet etmek, arkadaşlara mektup yazmak, birlikte aile albümlerine bakmak, egzersiz yapmak, birlikte yemekler yapmak, bilimsel deneyler yapmak, hayal kurmak… Liste uzar gider.
Peki, internette neler yapılabilir?
İnternet de çok fazla imkân sunuyor. Meselâ TÜBİTAK bütün çocuk ve genç dergilerini online ücretsiz kullanıma açtı, her yaş grubuna göre bilim dergileri var. Çocuklara yönelik sayısız oyun, aktivite, film, kitap önerileri sosyal medya hesapları üzerinden paylaşılıyor.
İstanbul Oyuncak Müzesi de sanal müze gezintisi başlattı. Müze, internetten gezilebiliyor.
Ne güzel bir uygulama… Örnek olsun. Yurt dışında da benzer pek çok uygulama var şu an.
Çocuk ve ergen psikiyatrı Prof. Dr. Özgür Öner: Yalnız kaldığını kimseye söylemesin
Okul öncesi dönem çocukları evde yalnız kalamaz. Olağan şartlarda 8-10 yaş arası çocukların da gündüz bir buçuk saatten fazla evde yalnız kalmaları önerilmez. İdeal yaş sınırı 12’dir. Çocuğun kendisi için yiyecek içecek hazırlayabilmesi, beklenmeyen durumlarda ne yapabileceğini, telefon veya kapı çalarsa nasıl davranacağını bilmesi gerekir. Ayrıca yeterli derecede olgun olmayan çocuklardan, kendilerinden küçük kardeşlerine göz kulak olmaları beklenmemeli. Ancak tüm bunlara rağmen evde yalnız kalmak zorundaysa ona evde yalnız kaldığını diğer insanlara haber vermemesini, gerektiğinde sizi nasıl arayacağını, acil durum telefonlarını öğretmekte yarar var. Ayrıca güvenilir bir komşu varsa, onunla irtibatta olmak da iyi olabilir.
Bu durumla ilgili soruları da dürüst ancak çocuğun anlayabileceği bir şekilde cevaplanmalı. Koronavirüsün yeni bir virüs olduğu, doktorların bununla ilgili bilgileri edinmeye devam ettiği, birçok kişinin hastalandığı ama çoğunun durumunun iyi olduğu, her hasta olanın bu virüsü taşımadığı, çocukların nadiren hasta oldukları ve olurlarsa da çok hafif geçirdikleri ancak yine de hijyene dikkat edilmesinin önemi belirtilmeli. TV ve sosyal medyadaki abartılı, korkutucu haber ve yorumlardan çocuklar korunmalı.
90’ların kült filmi ‘Evde Tek Başına’ ile eğlenen çocuklar bugün ebeveyn oldu ve çocuklarını evde tek başına bırakıyor. Bu deneyimi ilk kez tecrübe edenler için uzmanlardan öneriler aldık.
Davranışbilimci Prof. Dr. Selçuk Şirin:Kendi planını yap, yazılı sözleşme hazırla
Çocuklar için önemli olan belli bir rutininin olması. Okul bu anlamda mükemmel bir yer çünkü oturmuş kurallarla geçer zaman. Dersler bellidir, saatler bellidir, roller bellidir. Çocuklar evdeyken de bu anlamda belli bir rutin olmalı. Kaç saat ders, kaç saat ekran, kaç saat oyun, kaç saat uyku? Bütün bunları planlamak için bu süreçte ve her daim oturup çocuğunuzla bir sözleşme yapmanız gerek. Bunu sözlü ya da yazılı yapabilirsiniz. Burada önemli olan, çocuğa ve onun isteklerine, beklentilerine öncelik vermek.
Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Uzun yıllardır bu konularda hem akademik hem de bireysel araştırmalar yapıyorum. Anne babaların kaygılarını, endişelerini görüyorum; çocukların nasıl yönlendirilmesi gerektiğiyle ilgili ciddi bir boşluk olduğunu düşünerek bu kitabı yazmaya karar verdim. Böylece herkesin bir seferde neyi nasıl yapması gerektiğini görsün istedim.
Kitapta bağımlılık konusuna da değiniyorsunuz. Bağımlılık nedir? Teknoloji veya sosyal medya bağımlısı olup olmadığımızı nasıl anlayacağız, ne yapacağız?
Bir bireyin bağımlı olup olmadığını anlaması için dikkat etmesi gereken belli başlı göstergeler var: Aşırı ekran kullanımından dolayı fiziksel ve sosyal etkinliklerin azalıyorsa, yakın çevreniz sizden ekran kullanımınız dolayısıyla şikâyet ediyorsa, sürekli ‘online arkadaşlarınızdan’ söz ediyorsanız, yapmanız gereken önemli iş, okul veya sorumlulukları yerine getirmiyor ve sürekli erteliyorsanız bağımlısınız demektir. Elbette ekranda kalma süresi de çok önemli. Süre, bütün bu göstergeleri etkiliyor. Ekran karşısında ne kadar çok zaman geçiriyorsanız, hayatınızdan o kadar çok zaman çalıyorsunuz demektir. Sonuç olarak ekran hep ona bakmamızı ister. Bunun altında da insan psikolojisiyle ilgili olarak yapılmış çalışmalar yarar. Bu nedenle öz denetimli bireyler olabilmemiz için kendimize ve çocuklarımıza sınır koymamız gerekir.
Kitapta YouTube’a da özel yer ayrılmış. “YouTube çok tehlikeli bir sosyal medya platformu!” diyorsunuz. Neden tehlikeli, nelere dikkat edilmeli?
Bence YouTube ebeveynlerin en çok dikkat etmesi gereken sosyal medya platformu. Çünkü orada her şey var! YouTube’daki ‘sakıncalı içerikler’ ile ilgili yaptığım araştırmalarda öyle içeriklerle karşılaştım ki, tabiri caizse ‘kafayı yedim’ diyebilirim. Öyle videolarla karşılaştım ki, örneğin challenge (meydan okuma) videolarının bir sınırı yok. Korku videoları, şiddet içerikli videolar, işkence videoları, dalga geçme videoları gibi birçok içerik mevcut. Bu videoları izleyen çocukların bu tarz videolardan nasıl etkilendiklerini ve onların psikolojilerini düşünmek bile istemiyorum. Sonra bu mecralardaki ‘küfür’ bir diğer sıkıntılı durum. Çocukların en çok küfretmeyi öğrendikleri yer artık YouTube! Şimdiki çocuklar küfürleri YouTube’dan öğreniyorlar ve herhangi bir filtreleme ya da kısıtlama olmadığı için de her isteyen istediği gibi küfredebiliyor. Bu nedenle çok önemli ve çok somut iki önerim var: Bunlardan birincisi, kaliteli YouTube kanallarına ve YouTuber’lara üye olunmalı. Diğeri ise çocuğun izlediği yayınları anne babanın da görebileceği şekilde evdeki televizyondan izlenmesi.
Peki ya siber zorbalık? Neler siber zorbalıktır, neler değildir? Çocukları siber zorba olmamak için nasıl yönlendirmek gerekir?
Gerçek hayatta yapmamızın uygun olmadığı her şey aslında dijital ortamlarda yapıldığında buna siber zorbalık diyoruz. Örneğin nasıl ki birine gerçek hayatta küfretmek doğru değilse sanal ortamda da değildir ve bu siber zorbalığa girer. Son zamanlarda en yaygın görülen siber zorbalık örneklerden bazıları, çocukların birbirlerini ‘stalklamaları’ yani gizli gizli takip edip sonrasında başka biriymiş gibi yazmaları, arkadaşlarının hesaplarını kapatmak için onları birçok farklı hesaptan raporlamaları ya da arkadaşlarının hesaplarını çalmaları, kötü/incitici yorum yazmaları, yazışma gruplarından çıkartmaları… Evde ve okulda çocuklara nelerin siber zorbalığa girdiğini anlatıp onlara bu davranışların sanal ortamda olmasının durumu hafifletmediğini açıklamamız gerekiyor.
Anne çemberi’ nasıl ortaya çıktı?
İki buçuk yaşında bir çocuk annesiyim ve yaratıcı drama okul öncesi öğretmeniyim. Hamilelikten bugüne kadar kendimde yaşadığım fiziksel, ruhsal, zihinsel değişimleri çok derin bir hayret ve hayranlıkla izledim. Bu dönüşüme uyum sağlamaya çalışırken duygularımı düşüncelerimi paylaşacak ve beni tekrar dengeye getirecek bir destek grubu aradım; ancak böyle bir oluşuma rastlayamadım. Bu ihtiyaç, beni drama destekli anne çemberi programını oluşturmaya yönlendirdi.
Katılımcıları kalpten konuşmaya çağırıyoruz
Nedir tam olarak?
Çember dediğimiz kavram kendi ilkeleri olan kadim bir gelenek. Kökleri atalarımızın ateş başında oturup birbirine masallar anlatarak şifalandığı dönemlere dayanıyor. Belli bir konu etrafında bir araya geliyoruz. Katılımcıları kalpten konuşmaya, birbirimizi can kulağıyla dinlemeye ve her halimizi yargısızca kabul etmeye davet ediyoruz. Birlikte çalıştığımız konu etrafında, meditasyon, drama teknikleri, yazı, resim, dans gibi dışavurumcu sanat pratikleriyle kendimizle şefkatli bir bağ kuruyoruz. Buradan her anne kendine ihtiyacı olan şifayı alabiliyor.
Çağdaş çocuk edebiyatının en üretken isimlerinden olan Koray Avcı Çakman, Anadolu masallarından yola çıkarak yazdığı ‘Masal Dolu Anadolu’ kitabıyla çocuklarla yeniden buluştu. Çakman’la bir araya geldik hem masalları hem de kitabı konuştuk.
Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Büyülü gerçekçilik akımının önde gelen isimlerinden Borges, “Edebiyatın başlangıcı mitoloji ve anlatıdır. Hatta fantastik bir dille başlar edebiyat” der. Bizim kültürümüzde de köklü bir sözlü anlatı geleneği vardır. Ben de bu kültürden beslenerek, yurdumuzun dört bir köşesinden söylencelerini derleyip Dere Tepe Efsane adında bir kitap yayımlamıştım. Masal Dolu Anadolu da bu kitabın devamı olarak ortaya çıktı. Her iki kitapta da şiir ve masal geleneğinden yararlanarak ‘çocuğa göreliliği’ temel aldım. Okurlarımı hayali bir zamanda, Kaf Dağı’nın ardında, tılsımlı bir masal yolculuğuna çıkarmak istedim.
Bu kitapta Anadolu’dan masallar var. Hangi anlatılara yer verdiniz?