16 Eylül 2002
<B>CAN ÇELEBİOĞLU<br><br></B>Can Çelebioğlu 1963 Ankara doğumlu. ABD'de Tampa Üniversitesi'nde başladığı iş idaresi eğitimini, Boğaziçi Üniversitesi İş İdaresi'nde tamamladı. 1982 yılında, babasının vefatı üzerine henüz 19 yaşındayken ailesine ait Çelebi Hava Servisi'nde Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür olarak görev aldı. 1995 yılından bu yana da Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor.
İspanyol FCC Holding ile ortaklık kuran Çelebi'nin bundan sonraki hedefi havaalanı ve yer hizmetlerinde bölgesel bir güç haline gelmek. Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Can Çelebioğlu, ‘‘FCC ile birlikte Avrupa Birliği adayı ülkelerin havaalanı ve yer hizmetlerine talip olacağız. Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kapsayan bir bölge içinde bu konuda güçlü olmak istiyoruz’’ dedi.
Geçtiğimiz temmuzda İspanyol FCC Holding ile ortak olan Çelebi'nin bundan sonraki hedefi havaalanı ve yer hizmetlerinde bölgesel bir güç haline gelmek... Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Can Çelebioğlu, ‘‘İspanyol ortağımız FCC ile birlikte Avrupa Birliği adayı ülkelerin havaalanı ve yer hizmetlerine talip olacağız. Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kapsayan bir bölge içinde bu konuda güçlü olmak istiyoruz’’ diyor. Çelebioğlu, Türkiye'de yer hizmetleri sektörünün Avrupa Birliği normlarından ileride olduğunu söylüyor.
Fast food sektöründe de faaliyet gösteren Çelebi Holding'in Başkanı Çelebioğlu, ‘‘Kriz sonrasında fast food sektörü de lüks hale geldi’’ diyerek, sektörün yüzde 30-40 küçülmek zorunda kaldığına işaret ediyor.
Çelebi Holding'in yer hizmetleri, bilet acentalığı, şehiriçi servis hizmetleri ve fast food dışında, uygun koşulların oluşması durumunda lojistik sektörüne de girmek istediğini söyleyen Can Çelebioğlu ile yer hizmetleri sektörünün yanısıra, krizi ve grubun geleceğe dönük hedeflerini konuştuk.
Yabancı ortak arayışında neden İspanyollar'ı tercih ettiniz?
- Çelebi Hava Servisi olarak son iki yıldır bir yabancı ortakla yurt dışı açılım için çalışma içindeydik. Yabancı ortak arayışında hedefimiz Türkiye'deki ortaklık yapısını değiştirmek ana amaç değildi. Ana amacımız, bize yurtdışı açılım sağlayacak ve kendisi de yurtdışında büyümeyi düşünen yabancı bir ortakla şirketi dışarı doğru büyütmekti. Sadece Türkiye'deki şirketimizden hisse alarak bize ortak olmasını değil, vizyonunda bizimle birlikte bölgede büyüme olduğu için İspanyol FCC'yi tercih ettik. Çünkü Türkiye'nin şu andaki konjonktüründe pazarın daha fazla büyümesi mümkün olsa da yeni noktaların kısa zamanda açılımı sözkonusu değil.
FCC ile birlikte hedeflediğiniz büyümeyi sağlayabilecek misiniz?
- Ortağımız FCC ile büyüyerek başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere AB'ye aday ülkelerin pazarına açılacağız. AB'ye aday olan ülkeler yakın zamanda bu topluluk içine girecek. Ancak AB mevzuatlarına göre yeni bir yapılanmaya gitmeleri gerekiyor. Bu ülkeler belli açılımları 1-2 yıl içinde gerçekleştirmek durumunda. AB normları çerçevesinde her havaalanında minimum iki yer hizmeti kuruluşu bulunması gerekiyor. Ortağımız FCC, İspanya başta olmak üzere çeşitli adalarla birlikte on noktada şu anda ikinci yer hizmeti şirketi olarak lisans almış durumda. Bu sektörde hızlı bir gelişim içinde olmayı düşünüyor. Bu çalışmaların içinde önemli bir pay alacağımızı düşünüyoruz. Bu sektörde hergün bir imkan doğmuyor. Pazar belli bir büyüklüğe gelene kadar bir üçüncü dördüncü sirketin girmesine müsade edilmiyor. Ya buralarda varsınız, ya da beli bir treni kaçırdığınız noktada o pazarlara girmek için çok uzun yıllar beklemeniz gerekir.
Avrupa dışında başka düşündüğünüz yerler var mı?
- Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da da büyüme ve gelişmeyi FCC birlikte yapmayı planlıyoruz. Bunun için yatırım başta olmak üzere her türlü bilgi ve teknoloji alışverişinde bulunacağız. FCC, Avrupa'nın üçüncü büyük inşaat şirketine sahip. Bu da Türkiye'de yeni havaalanlarının yapımı ve işletilmesi için açılacak yap-işlet-devret ihalelerinde bir avantaj yaratacak. Çelebi olarak Türkiye'de ve bölgemizde bu konuda güçlü bir kuruluş olmak istiyoruz. Global çalışmak yerine, bölgesel büyüme üzerine yoğunlaşıyoruz.
Türk Cumhuriyetleri de bu büyümede yer alacak mı?
- Orta vadede Türk Cumhuriyetleri ve eski Rus cumhuriyetlerini de bu gelişmenin içine katmamız gerekiyor. Ticaretin ve havacılığın gelişmesine paralel olarak oralarda da yasal ve hukuksal zeminlerin bir parça daha uluslararası normlara dönmesi gerekiyor.
Türkiye'de yer hizmetleri AB normlarına hazır mı?
- Türkiye, bu sektörü yıllar önce rekabete açan bir ülke. Avrupa'da sadece belli ülkelerde rekabete açık bir gelişme süreci yaşanıyordu. Birçok Avrupa ülkesindeki hava meydanlarında ağırlıklı olarak devletin ya da o ülkenin ulusal taşıyıcısının sağladığı yapılar vardı. Sadece belli ülkelerde bizim gibi uzun süredir yabancı hava yolları ve yerli tasıyıcılara hizmet veren bağımsız yer hizmletleri kuruluşu bulunuyordu. Yer hizmetleri konusunda Türkiye 1950'lerden itibaren rekabetçi bir ortama sahipti. Bizim şirketimiz 1958'de kuruldu. Şu anda Avrupa normlarından bile ilerdeyiz. Çünkü Türkiye'de devletin işin içinde olduğu bir yer hizmetleri sektörü yok. Pazarda iki yer hava hizmeti şirketi var.
Lojistik sektörüne girmek istiyoruz
Girmeyi düşündüğünüz yeni sektörler var mı?
- Evet, lojistik hizmetleri, Avrupa Birliği ile birlikte daha da ön palana çıkacak. Zaten son 4-5 yıldır zaten hızla büyüyen ve gelişen bir sektör. Firmalar, masrafları azaltmak ve stok maliyetleriyle bağlantılı olarak birçok işi artık kendileri yapmak yerine, bu konuda uzmanlaşmış kuruluşlardan hizmet alıyorlar. Lojistik konusunda farklılık yaratabileceğimiz bir konuyu devreye sokabilirsek bu sektörde olmak istiyoruz.
100 firma ve 43 bin uçağa hizmet veriyor
Çelebi Hava Servisi, bugün kaç firma ve kaç uçağa hizmet veriyor?
- 100'ün üzerinde firmaya hizmet veriyoruz. Bunların önemli bir kısmı Avrupa kökenli. Son dönemde eski Rus Cumhuriyetleri ve Türk Cumhuriyetlerinde de çok sayıda havayolu kuruldu. Onların da sayısı oldukça fazla. Bu yıl sonuna kadar 43 bin uçağa hizmet vermeyi planlıyoruz. Geçen yıl bu rakam 42 bin civarındaydı.
Kriz yer hizmetleri sektörünü nasıl etkiledi?
- Bu sektör, turizme birebir bağımlı. Biz 1997'den beri ciddi kan kaybettik. Daha bu yıl, 97'de bıraktığımız şartlara yeni döndük. Abdullah Öcalan krizi ve ekonomik kriz başta olmak üzere, Avrupa'daki değişik ekonomik krizlerden de Türkiye turizmi olumsuz etkilendi. Özellikle Öcalan krizinin yaşandığı dönemde dibe vurduk. Ancak geçen yıldan itibaren başlayan bir düzelme var. 11 Eylül'ün Türkiye'ye ciddi pozitif etkisi oldu. 11 Eylül, aşırı din unsurlarının etkisindeki ülkelerde turizmi durdurdu.
Fast food, lüks tüketim oldu
Fast food sektörü krizden nasıl etkilendi?
- Son krizden fast food sektörü çok ciddi etkilendi. Pazarda geçen yıllara göre büyük daralmalar oldu. Hálá da geçtiğimiz yıllara göre yüzde 30 geri durumda. Gelir düzeyinin düşmesi, özellikle beyaz yakalı dediğimiz, gelir düzeyi orta ve daha yüksek olan çok sayıda insanın işsiz kalması bizim sektörü de olumsuz etkiledi. İnsanlar otomatikman harcamalarını kıstı. Türkiye'de dolaylı olarak fast food sektörü gelir düzeyine göre lüks tüketim noktasına geldi. Sektör içi fiyat rekabetleri de fast food sektörünü yıprattı.
Siz de restoran kapattınız mı?
- Büyüme stratejimizi ve yeni yatırımları durdurup, ayakta kalmaya çalıştık. Kriz nedeniyle, Arby's de 1, Little Caesars'da 4 dükkan kapattık.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2002
YAŞAR Holding Grup Başkan Yardımcısı İdil Yiğitbaşı, Pınar'ı bir dünya markası yapmaya kilitlendiklerini söyledi. Yiğitbaşı, "Çok beğenilen yeni peynir ürünümüz Labne'yle Ortadoğu'da büyümek istiyoruz"dedi. YAŞAR Holding'in kurucusu Selçuk Yaşar'ın kızı İdil Yiğitbaşı, bugün grubun Başkan Yardımcısı olarak su, süt ve süt ürünlerinden sorumlu. ‘‘Pınar'ı bir dünya markası yapmaya kilitlendik’’ diyen Yiğitbaşı, sudan süte, peynirden meyve suyuna her üründe tüm dünyada ‘‘Pınar’’ şemsiyesi altında yürüdüklerini söylüyor.
Türkiye'nin ambalajlı su ihracatının yüzde 50'sini tek başına Pınar'ın gerçekleştirdiğine dikkat çeken Yiğitbaşı, diğer gıda ürünlerinde de gidilen ülkeye özel ürünler geliştirmeye dikkat ettiklerini vurguluyor. Pınar'ın yeni peynir ürünü Labne'yle Ortadoğu'da kendini tanıttığını ve çok sevildiğini söyleyen Yiğitbaşı, ‘‘Ortadoğu'da, Suudi Arabistan'da, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi ülkelerde daha da büyümek istiyoruz. Labne ile yakaladığımız marka tanınırlığının arkasına Pınar markalı diğer gıda ürünlerimizi de katmak istiyoruz’’ diyor.
Yaşar Grubu'nun bundan sonra gıda ve boyada yoğunlaşacağını, bu alanlarda derinlemesine büyümek istediğini ifade eden İdil Yiğitbaşı ile sudan süte, Pınar'ın yeni hedeflerini konuştuk.
Pınar'ı dünya markası yapma hedefinin neresindesiniz?
- Pınar, gıda markası olarak bütün krizlere rağmen liderliğini sürdürüyor. Gittiğimiz her ülkede Pınar markasına yatırım yapıyoruz. Bizimki sadece bir ihracat değil, bundan öte... Gittiğimiz ülkelerde markamızı tüketiciye yakınlaştırmayı hedefliyoruz. Bunun için de lokal ürünlere de önem veriyoruz. Bugün özellikle Ortadoğu ülkelerinde Pınar çok bilinen ve sevilen bir marka. Bu sevgi Labne ile oluştu. Labne, bu ülkelerin lokal damak tadına göre Pınar tarafından yaratıldı ve bu ülkelerde lanse edildi. Bu ülkelerde Labne'nin pazar payı yüzde 40-50 arasında değişiyor. Şimdi bu ülkelerde yeni ürünlerimizi tutundurmaya çalışıyoruz. İhracatta ülkelere özel ürün geliştirmeye ve o ülkenin damak tadına dikkat ediyoruz. Pınar ürünlerinden birini bir ülkede kabul ettirdikten sonra o markayı da kabul ettirmiş oluyorsunuz ve arkasından yeni ürünler geliyor. Nestle Türkiye'de çikolatasıyla tanınıyordu, şimdi markasını suya da, süte de koydu. Bu bizim Pınar için yıllardır uyguladığımız marka stratejisi. Bütün gıda ürünlerimiz Pınar markalı.
Gıda ihracatında kimi ülkelerde sorun yaşıyor musunuz?
- Türkiye'den gıda ihraç etmek çok kolay değil. Bu nedenle zaman zaman lokal üretim yapılması da gerekiyor. Bunun için dört yıldır beyaz peynir, yoğurt, ayran ve bazı et ürünlerini Almanya'daki lokal firmalara, kendi know how'umuzla fason ürettiriyoruz. Bunları Almanya üzerinden kendi markamızla Avrupa ülkelerine pazarlıyoruz. Almanya'da son derece modern ve atıl duran tesisler var. Bu şekilde Avrupa'da daha da büyümeyi düşünüyoruz. Süt ürünlerini Türkiye'den ihraç edemediğimiz için bu yola başvuruyoruz. Su, meyve suyu gibi bazı ürünlerimizi ise Türkiye'den ihraç ediyoruz.
Ambalajlanmış su sektöründe Türkiye'de rekabet nasıl?
- Sektörde halen 140'dan fazla firma faaliyet gösteriyor. 1994'lerde bu rakam 20 civarındaydı. Türkiye'de içilebilir kaynak sularının ancak yüzde 20'si kullanılıyor. Yüzde 80 kaynak suyu hálá atıl durumda. Kaynak sularının yeterince kullanılamamasının nedeni de haksız rekabet. Su aynı zamanda meşrubat kategorisine de giriyor ve ambalajlı suya yüzde 18 KDV uygulanıyor. Bu KDV haksız rekabeti körüklüyor. Çeşitli firmalar vergisini bile ödemeden su satıyor. Piyasada kontrol edilemeyecek kadar küçük su üreticisi, su istasyonu var.
Pınar'ın su ihracatındaki yeri neresi?
- Türkiye'nin su ihracatının yüzde 50'sini biz yapıyoruz. Almanya, Ortadoğu ülkeleri, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar en büyük ihracat pazarımız. Başka ülkelerle de ihracat bağlantılarımız var. Almanya'ya 1984'den beri su satıyoruz. Almanya üzerinden Danimarka, Hollanda ve Fransa'ya da ulaşıyoruz.
Ürettiğiniz suyun ne kadarını ihraç ediyorsunuz?
- Şu anda üretimin yüzde 30'undan fazlası ihracata yönelik. 94'lerde bu oran yüzde 18 seviyesindeydi. İç pazar da bizim için önemli. İç piyasada da büyüyoruz.
Damacana su sektörüne girecek misiniz?
- 300 bin dolarlık dolum makinası yatırımı yaparak, 2002 yılı sonunda 19 litrelik damacana su sektörüne de gireceğiz. Önce İzmir'de, üç yıl içinde de İstanbul'da damacana su sektöründe yer alacağız.
Avrupalı yılda 160 litre Türk 6 litre süt içiyor
Türkiye'de sütün ne kadarı süt sanayii tarafından işlenebiliyor?
- Üretilen sütün yaklaşık yüzde 80'i son derece sağlıksız koşullarda işlenerek açık olarak tüketicilere sunuluyor. Türkiye'de üretilen yılda 9.5 milyon ton çiğ sütün yüzde 40'ı sokak sütçüleri tarafından satılıyor. Yüzde 40'ı sayıları 3 bin civarında olan hijyen ve kalite standartlarına dikkat etmeden çalışan mandıralarda işleniyor. Kalan yüzde 20 ise sayıları sınırlı modern işletme tesislerinde değerlendiriliyor. Süt sanayii, Türk tüketicisinin sağlığını tehdit eden sokak sütçüleri ile haksız rekabete maruz bırakılıyor.
Türk halkının süt içme alışkanlığı hangi seviyede?
- Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında çok az. Batı ülkelerinde süt tüketimi ülkemize göre çok yaygın. AB ülkelerinde sadece küçükler değil yaşlılar ve erişkinlerde bol bol süt içiyor. Avrupa ülkelerinde kişi başına yıllık süt tüketimi 80 ile 160 litre arasında değişirken, ülkemizde bu miktar 6 litre gibi oldukça düşük düzeyde kalıyor.
Ambalajlı sütte Pınar'ın pazardaki konumu nedir?
- Pınar sütün ambalajlı süt pazarındaki payı yüzde 35 civarında. Uzun ömürlü sütte pazar lideriyiz. Bu yıl çıkardığımız yeni ürünümüz şişe süt ile yüzde 5'lik büyüme hedefimizi aşacağımızı tahmin ediyorum.
Pınar Süt, şişe süte neden geç girdi?
- Şişe süt, bizim 4-5 yıldır düşündüğümüz bir üründü. Sütü kutudan daha kolay açılıp kapanan bir ambalaja koymak istiyorduk. Ancak bu kadar beklememizin nedeni teknolojiydi. Şimdi 1.5 litrelik şişe sütümüz de çıktı. Bunun için Eskişehir fabrikamızda 10 milyon dolarlık yatırım yaptık. TÜBİTAK'tan arge desteği aldık. Sütü UHS sistemiyle şok ısıtarak, steril ortamda şişeliyoruz. Bu teknoloji henüz dünyada çok yeni. Arjantin, Almanya ve Amerika'da deneme üretimleri yapılıyor.
Kido bisküvi geliyor
Çocuklara özel yeni ürünleriniz olacak mı?
- Kido markalı puding, meyveli içecek gibi ürünlerimiz var. Kido ailesini, çocuklara yönelik bazı bisküvi çeşitleriyle uzun vadede genişletmeyi planlıyoruz. Çocukların seveceği yeni bisküvi çeşitlerimiz olacak. Bunu Türkiye'nin bu sektörde önde gelen firmalarıyla birlikte üreteceğiz, ayrıca bir üretim yatırımı yapmayacağız.
NSF belgesi, Pınar Su'ya ihracat kapılarını açtı
İhracat yaptığınız ülkelerde karşınıza standart engeli çıkıyor mu?
- Almanya, İngiltere, Suudi Arabistan. Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi ülkelerin gıda ithalatındaki standardı çok yüksek. İhracata başladığımızdan bu yana standart ve süreklilik isteyen hiç bir pazarda küçülmedik, büyüdük. Bu pazarlarda ithal suların içinde yüzde 65 pazar payına ulaştık. ABD merkezli NSF'nin bize verdiği belgeyle artık ihracat kapılarını daha rahat açıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yetkilendirilen Ulusal Sanitasyon Vakfı (NSF) belgeniz varsa, pek çok ülkedeki ithalat kapılarını başka belge gerektirmeden açabiliyorsunuz. Pınar Su olarak bu belgeyi aldık. Etiketleride NSF logosu kullanabiliyoruz.
İDİL YİĞİTBAŞI
Ortadoğu'ya özel peynir: LABNE
Labne, Pınar tarafından Ortadoğu ülkelerinin lokal damak tadına göre üretilen bir peynir markası. Ortadoğu ülkelerine lanse edilen bu yeni ürünün pazar payı ise bu ülkelerde yüzde 40-50 arasında değişiyor.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2002
<B>TÜRKİYE</B>'de sinema sektörünün 100 milyon dolarlık bir hacme sahip olduğunu söyleyen AFM Sinemaları Genel Müdürü Mehmet Altıoklar, pazarın üç yıl gibi kısa bir sürede 4 katıdan çıkabileceğini savundu. Altıoklar, Amerika'da insanların yılda ortalama 5, Avrupa'da 3-4 kez sinemaya gittiğini hatırlatarak, ‘‘Türkiye'de ise insanlar üç yılda bir kez sinemaya gidiyor’’ dedi. TÜRKİYE'de sinema sektörünün halen 100 milyon dolarlık bir büyüklüğe sahip olduğunu belirten AFM Sinemaları Genel Müdürü Mehmet Altıoklar, pazarın üç yılda en az 4 katıdan çıkabileceğini söyledi. Altıoklar, Amerika'da insanların yılda ortalama 5, Avrupa'da 3-4 kez sinemaya gittiğini hatırlatarak, ‘‘Türkiye'de ise insanlar üç yılda bir kez sinemaya gidiyor. Hayalimiz herkesin yılda en az bir kez sinemaya gitmesi’’ dedi.
81 sinema salonuna sahip AFM'ye Haziran 2000'de Amerikan sigorta şirketi AIG'in yüzde 20'nin üzerinde ortak olduğunu söyleyen Mehmet Altıoklar, ekonomik ortamın düzelmesiyle birlikte halka açılmak istediklerini vurguladı. Mehmet Altıoklar ile Türkiye'deki sinema sektörünün yanısıra AFM'nin yeni yapılanmasını ve büyüme planlarını konuştuk.
Türk sinema sektörünün büyüklüğü nedir?
- Bugün sinemaların toplam seyirci sayısı yılda 28 milyon. Çok büyük bir pazardan sözetmiyoruz. Reklam, bilet gibi bütün satışlarla ancak 100 milyon dolar civarında bir pazardan konuşuyoruz. Ama bu pazarın en az 3 yılda dört katına çıkması lazım.
Türkiye'de sinema sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
- Sinema devamlı büyüyen bir sektör. Bugünkü konumundan en az iki üç katına kadar çıkacağını düşünüyorum. Türkiye'de yaşayanların yüzde 46'sı 20 yaşın altında. Çok genç bir nüfus var ve bu nüfus sinemaya gidiyor. Türk sinema pazarı bugün Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerinden altı kat daha küçük. Sinemaya gitme sıklığı bu ülkelerde yılda ortalama 3-4'ken, Türkiye'de yüzde 0.4. Bu da, Türkiye'de insanlar üç yılda bir sinemaya gidiyor demektir. Bizim hayalimiz Türkiye'de insanların yılda en az bir kez sinemaya gitmesi. Bu da zaten pazarın iki katına çıkması demek.
Türkiye'de neden insanlar sinemaya gitmiyor?
- Avrupa'da sinemaya gitme oranının yüksek olmasını, sadece ekonomik ve kültürel yapıya bağlamak doğru değil. Bu kaçış yoldur, ama böyle değil. Bazı göstergeler var elimizde. Türk filmlerinin pazar payı son yıllarda iyice arttı. Eskiden sıfıra yakın olan Türk filmlerinin pazardaki payı, son yıllarda yüzde 10'ların üzerine çıktı. Doğru Türk filmlerinin yapılması, sinemaya gitme alışkanlığı olmayan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirler dışındaki illerdeki insanları da sinemaya çekti. Doğru anahtar burada. İnsanlar Türk filmleriyle sinemaya gitmeye başladıklarında bu alıskanlık devam edecek.
Avrupa ülkelerindeki sinemalarda yerli filmlerin oranı nasıl?
- Örneğin Fransa'da yerli filmlerin oranı yüzde 35-40'larda. Bunun nedeni, devletin ve özel kuruluşların Fransız sinema sektörüne destek vermesidir.
Türkiye'de bu yapılamaz mı?
- Biz buna çoktan razıyız. Doğru bir kontrol mekanizmasıyla tüm bilet gelirlerinden distribötür ve isletmecinin ayıracağı bir fonla yerli yapımların desteklenmesi gerekiyor. Ama aslında desteklenmesi gereken bölüm, rüsum. Bir eğlence vergisi olarak ödeniyor, yüksek oranlı bir vergidir. Ama bunun nereye gittiğin tam olarak bilmiyoruz. Doğru toplandığı konusunda da çok büyük kuşkular var. Rüsum doğru toplansa ve sektöre kaynak olarak aktarılsa sinema sektöründe büyüme adına bir patlama olabilir.
Sektörde rekabet nasıl? ABD'deki gibi sorunlar yaşanıyor mu?
- Türkiye'de sinema sektöründe bilinçli bir rekabetin olduğunu düşünüyorum. ABD'de bilinçsiz rekabet sektörde büyük bunalımlara yol açtı. Orada sinemaya gitme oranı ve pazarın büyüklüğü herkese parmak ısırtacak büyüklükte. Amerikalı'nın sinemaya gitme oranı yılda 5'tir. Ancak ABD'de sinemaların büyümesi, pazarın büyümesinden daha hızlı oldu. Pazarın büyükme hızından daha büyük yatırımlar yapılınca bir noktada sektör sıkıntıya girdi. Türkiye'de böyle bir risk yok, pazar ve yatırımlar paralel büyüyor. Uzun vadede daha kaliteli sinemaların ayakta kalacağını, kalitesiz olanların oyundan çıkacağını düsünüyor mu.
Sektör kride neler yaşadı?
- Bu kadar uzun süren ekonomik krizin sektörü etkilememesi mümkün değildi, ama en az etkilenen sektörlerden biriyiz. En azından sektör küçülmedi. Sinema, restoran, bar gibi yerlere göre nisbeten ucuz bir eğlence, o yüzden ilgi sürüyor. Üstelik şubat ayında kriz patladığında insanlar seyahatlerini bile iptal edip İstanbul'da kaldılar. O dönemde sinemalara akın ettiler ve bayram doluluğunun üzerinde bir doluluk yaşadık.
Türkler drama seviyor
En çok hangi filmler izleniyor?
- Ülke olarak drama seviyoruz, maceraya da meraklıyız. Korku ve romantik filmler daha geride. Romantik filmlere ise genelde 30-35 yaş üstü seyirciler gidiyor. Gençler macera ve komedi seviyor.
Seyirci profili nasıl?
- Türkiye'deki yaklaşık 600 sinema salonunda 120 bin koltuk var. Sinemalara yılda 28 milyon izleyici gidiyor. Toplam seyircinin yüzde 61'i 18'le 39 yaş arası. Yüzde 42'si kadın, yüzde 58'i erkek. Yüzde 66'sı üniversite öğrencisi ya da üniversite mezunu. Sinemaya gidenlerin de yüzde 30'i İstanbul'da yaşıyor.
Sporcu yöneticilerde takım ruhu oluyor
Geçmişteki basketbol yaşamınızın, yöneticiliğinize katkıları oluyor mu?
- Sporda klasik olarak takım oyunu, takım ruhu, paylaşma, seyirci, çabuk karar verebilmek önemli. Seyirci yani müşteri memnun olmadığı zaman mutlaka bir sorun vardır. Sinemaya insanlar eğlenmek için geliyor ve önemli bir zamanını ayırıyor. Böyle olunca da insanların toleransları daha az oluyor. Daha az hata yapmak zorundasınız, spordan farkı bu. İnsiyatif kullanmayı öğreniyorsunuz. Sorumluluk almak kadar sorumlluk paylaşmayı da öğreniyorsunuz sporda. Çok da hızlı karar almak zorundasınız. Yöneticilikte bunlar çok önemli. Sporda top kimdeyse, seçim şansı onda. İş hayatında da böyle, gece yarısı sinemada bir sorun çıktığında onu oradaki arkadaşınız çözmek zorunda. Bizim bir lidere değil, liderlere ihtiyacımız var. AFM gibi 20 ilde, 20 ayrı komplekste 81 salonu olan bir yeri idare etmek için başka şansımız yok.
AFM Sinemaları 2003'te yüzde 50 büyüyecek
AFM'nin yeni yatırımları olacak mı?
- Öncelikle büyük şehirlerde yoğunlaşacağız. 7 ayrı ilde sinema salonlarımız var ama büyük şehirler henüz doyma noktasına gelmedi. Büyüme trendimiz sürecek. Geçen yıl krizden dolayı büyük bir yatırım yapmadık, ama önümüzdeki yıl yüzde 40-50 civarında büyüme planımız var. Bu yıl 7 milyon dolarlık yatırım yapmayı planlıyoruz. Halen 81 salonumuz var. Bu yıl 30 yeni salon, önümüzdeki yıl da 40-50 yeni salon açarak, üç yıl içinde 200'lere ulaşmak istiyoruz. Bu arada, daha önce 90-100-120 kişilik salonlar yapıyorduk. Artık ortalama 180'lere çıkarıyoruz. Bugüne kadar bütün sinemalarımızı kendimiz açtık, 2003'ten sonra franchise sistemiyle büyümeyi düşünüyoruz.
Halka açılmayı düşünüyor musunuz?
- AFM olarak halka açılma planımız var. Şu anda alt yapı ve raporlamalar bakımından hazır durumdayız, ancak ekonominin durumunu izliyoruz. Uygun zamanda halka açılmayı gerçekleştireceğiz.
MEHMET ALTIOKLAR
AFM Sinemaları Genel Müdürü Mehmet Altıoklar, 1962 Ordu doğumlu. Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra İTÜ Bilgisayar Mühendisliği'ni bitirdi. Koç Üniversitesi'nde MBA yaptı. 1987'de, İnternak Transtürk'te Dış Ticaret Müdür Yardımcısı olarak çalışma hayatına atıldı. 1988-1989 yılları arasında Transtürk Holding'de Bilgi İşlem Müdürü, 1991-1993 arasında Plastaş Transtürk'te Sistem Ar-Ge Müdürü, 1993-1996 arasında Kalite Güvence Müdürü olarak çalıştı. 1996'da Transtürk Holding Toplam Kalite Koordinatörlüğü'nü üstlendi. 1998-2001 arasında Transtürk Holding bünyesindeki Kültür ve österi Merkezleri İşletmecilik Yönetim Kurulu Üyeliği Yaptı. 13 yıl Galatasaray Basketbol Kulübü'nde profesyonel olarak basket oynayan Altıoklar, 10 kez de milli takım da yer aldı.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2002
<B>TÜRKİYE</B>'ye 22 yıl önce faksı ilk ithal eden Tekofaks Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Bermek, Türkiye'de yabancı yatırımcıların aradığı güven ve istikrarın sağlanması halinde Japon teknoloji devi Panasonic ile ortak üretim yapmayı hayal ediyor.TÜRKİYE'ye 22 yıl önce faksı ilk ithal eden Tekofaks Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Bermek'in gönlünde artık sanayicilik yatıyor. Bermek, Türkiye'de yabancı yatırımcıların aradığı güven ve istikrarın sağlanması halinde Japon teknoloji devi Panasonic ile ortak üretim yapmayı hayal ediyor. Bermek, ‘‘Türkiye'de üretilip ABD ve Amerika'ya ihraç edebileceğimiz bir ürünü üretmek istiyoruz. Ofis makinelerinden ev ve müzik aletlerine güvenlik sistemlerine kadar birçok alandayız. Bildiğimiz ve ihracatta başarılı olacak bir ürünü bulmamız lazım’’ diyor.
Tekofaks'ın krizde de yatırımlarına devam ettiğini belirten Bermek, ‘‘Planlarımızı ve hedeflerimizi mevcut ekonomik şartları gözönüne alarak gerçekçi bir şekilde saptadık, bugün 6 şirketimizin 5'i çok iyi durumda, sadece birinin sorunları var. Ama o da ileriye ümitli bakıyor’’ diye konuşuyor.
Profesyonel yöneticiyken patronu Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'un davranışlarından etkilendiğini belirten Ayhan Bermek ile ekonomi, siyaset ve Tekofaks'ın geleceğe dönük hedeflerini konuştuk.
Türkiye'ye faksı ilk getiren kişisiniz. Siz faksla nasıl tanıştınız?
- Profesyonel yöneticiliği bıraktıktan sonra bir süre inşaat malzemesi sattım. Koç Grubu'nun öğretileri doğrultusunda dünyayı takip ediyordum. 80'li yılların başında Almanya'da Hannover Fuarı'nda faksı gördüm, beni cezbetti. Çünkü Türkiye'de teleksle bir mesajın bir yerden bir yere iletilmesi çok güçtü. Faksın Türkiye'ye ve ekonomiye katkısı olacağını düşündüm. Faksı Türkiye'ye ilk getiren benim. İthalat mevzuatında faks diye bir ürün yoktu. Bu aletin neye yaradığını anlatana kadar bir yıl geçti. Faks, lüks mal olarak görülüyordu. Bunları zor da olsa aştık. 1984'den sonra Türkiye'nin dışa açılması, telefon ve altyapıdaki gelişmeye paralel faks satışları da mısır patlar gibi patladı.
Panasonic'le ilk bağlantıyı nasıl kurdunuz?
- Faks işini yapmaya karar verdiğimde dünyada bu işi kimlerin yaptığını araştırdım. O zaman dünyada piyasa payı en yüksek olan Japon Matsushita markasıydı. Epeyce uğraştım, ama Türkiye'den birinin onlardan mümessillik istemesi onlara çok sevimli geldi. 'Nasılsa kaybedecek bir şeyimiz yok' diyerek mümessillik verdiler.
Bu işbirliğinde bugün geldiğiniz nokta neresi?
- Japon Matsushita için Türkiye vazgeçilmez, çok önemli bir pazar. Türkiye, Japonlari için artık Avrupa, Asya ve Ortadoğu'daki ülkeler içinde ilk on arasında. Matsushita ve Panasonic için Türkiye çok prestijli bir ülke.
Japonlarla Türkiye'de ortak üretim yapmayı düşünüyor musunuz?
- Bugün ortak yatırımlar düşünecek kadar ileri bir seviyeye geldik. Panasonic ve Matsushita ile ortak bir üretim gündeme gelebilir. Bu düşünce hep var. 22 yıldır birbirimizi tanıyoruz. Ama Türkiye'nin bugünkü koşullarında Japonlar klasik üretimlerini Japonya dışına taşımak istediğinde Macaristan, Çekoslovakya veya Bulgaristan'ı seçiyor. Çünkü bu ülkelerde güven unsuru mevcut ve yabancı sermaye için şartlar daha elverişli.
2001 ÖNCESİ ARTIK HAYAL
Türkiye'de ne üretmeyi planlıyorsunuz?
- İhraç edilecek bir ürünü üretmek istiyorum. Türkiye'de kökü olan bir ürünü üretip, ihrac etmeyi hayal ediyorum. Çok geniş bir alandayız, ofis aletlerinden ev ve müzik aletlerine güvenlik sistemlerine kadar birçok alandayız. Bildiğimiz ve ihracatta başarılı olacak bir konuyu bulmamız lazım. Türkiye'den Avrupa ve Amerika pazarına dönük iş yapmamız gerek.
Ekonominin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bundan sonra 2001 öncesini kimse hayal etmesin. Ekonominin suni büyümesi sıhhat işareti değildi zaten. 2001 öncesinin talepleri reel değildi. Şişirilmişti, rüzgarı arkadan alıyordu. Reel olan bütün değerlerde 2001 öncesinin yüzde 60'ını yakalamak, bana göre maksimumu bulmak demek. Ekonomimiz çok hassas ve çok sığ. Türkiye'nin ekonomik sorunlarının dışında bir sorunu daha var, dışa açılmada bağnaz ve yabancı sermayeyi ürkütücü tavırlar içinde.
Yurtdışında mağaza açabiliriz
Yurtdışında mağaza açmayı düşünüyor musunuz?
- Franchise sistemiyle açtığımız Tekofis mağazalarını, bu yıl BİZ'e dönüştürüyoruz. Tüketici bu mağazalarımızda bütün ürünlerimizi ve servis hizmetini aynı çatı altında bulabiliyor. 15 olan mağaza sayısını bu yıl 25'e çıkarmayı düşünüyoruz, 50'ye kadar çıkabiliriz. Azerbaycan başta olmak üzere Türk Cumhuriyetleri ve Balkan ülkelerine açılabiliriz.
Yeni oluşumlar topluma kulak vermeli
Türk siyasi hayatındaki son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Yeşil sahalarda başarıyla tamamladığımız sınav, şimdi siyasi arenada devam ediyor. Genç nüfusuyla Avrupa'nın gıpta ile baktığı Türkiye, Avrupa Birliği sürecine hazırlanıyor. Burada sorun, siyasal sistemin değişime gösterdiği dirençte. Çıkış yolu ise siyasal iradenin, değişime inanması ve Kopenhag Kriterleri'nin gereği olan düzenlemeleri yapmasında yatıyor. Yeni oluşumun gerekliliği tartışılmaz ancak hálá stratejileri, kişiler üzerine kuruyoruz. Türkiye'nin kişilerden bağımsız bir sisteme ihtiyacı var.
İşadamlığı ruhumu Vehbi Koç'tan aldım
Profesyonel yöneticilikten patronluğa nasıl geçtiniz?
- Çocukluğumdan itibaren çalıştım. Yöneticilikte tepe noktasına geldikten sonra kendi işimi kurdum. İşadamlığına adım attıktan sonra, işadamını tüccar ve esnaftan ayırmaya çalıştım. İşadamlığı ruhumun yapılanması ve olgunlaşmasında rahmetli Vehbi Koç'un davranış biçiminden etkilendim. İşadamı olmayı kafama koymuştum.
Yöneticilerim kriz bahanesine sığınamaz
Tekofaks, krizde neler yaşadı?
- Bana göre, 2001 yılında başlayan olayın adına kriz diyorsak, ondan öncekilere kriz dememek gerek. Çünkü bu kez öncekilerden farklı olarak paranın değeri yok, talep yok. Bankalar hálá yerine oturamadı. Ben grup şirketlerimde kriz kelimesine yasakladım. Bütçeleri yaparken kriz kelimesini kullanırsam, yöneticilerim kriz bahanesinin altına giriyor. Dolar kurunu, enflasyon tahminini ve talebi düşünerek bütçemizi yapıyoruz. Yaşamak ve kár etmek, firmamızı ileri taşımak ve çalışanlarımızı mutlu etmek zorundayız. Kriz var diye bunlardan vazgeçemeyiz. Ekonominin bu hasta halinde, talebin bu kadar düşük olduğu bir dönemde planımızı ona göre yapıyoruz. Kriz kelimesini kullanmadan, 'Ekonomik şartlar böyleyken bu işler yapılır, bu tedbirler alınır' diyoruz. Bu olayı sele benzetiyorum, sel eşyaları insanları yutuyor ama hayat devam ediyor, çamur içinde kalan evlerde yemek pişirilmeye çalışılıyor. Grup şirketlerimizin gerçekçi planlar yaptılar ve 6 kuruluşumuzun 5'i çok iyi durumda, yatırımlarını da sürdürüyor. Birinde az da olsa sorunlar var ama ileriye ümitle bakıyor. Yatırımlarımıza da devam ediyoruz.
Tekofaks, ne kadarlık bir ithalat hacmine sahip?
- Krizden önce, Tekofaks Şirketler Grubu olarak toplam 200 milyon doları bulan ithalat hacmimiz vardı. Bu yıl 60 milyon doları bulacağımızı söyleyebilirim.
Cep telefonunun takatı kesildi
Temsil ettiğiniz ürünlerde Türkiye pazarındaki konumunuz nedir?
- Tekofaks, faks, fotokopi cihazlarından ev sineması paketlerine, bilgisayar ve güvenlik sistemlerinden cep telefonlarına, plasma ekrandan projektörlere kadar Matsushita'ya bağlı Panasonic, Technics ve Ramsa markalarının Türkiye'deki temsilcisi. Panasonic, faks, fotokopi, güvenlik sistemleri, printer gibi ürünlerde pazarda bir numara. Gelecek yıl televizyonda yüzde 10 pazar payı hedefliyoruz. Diğer konularda da ilk üç marka arasındayız. Cep telefonunda 94'den bu yana hep ilk üç içindeyiz.
Bugün cep telefonu pazarında durum nasıl?
- Ciddi bir durgunluk yaşanıyor. Çünkü pazar doyum noktasına geldi. Ancak değişim modelleriyle satışta hareket görebiliyoruz. Sektörde toplam aylık satış 600 binlerden, 150 binlere düştü. Bunun sadece yarısı yeni abonelik. Sektör, üçüncü nesli bekliyor. Çok hızlı büyüyen ve gelişen sektörün biraz takatı kesildi. Bu diğer ülkelerde de böyle. Sektörde 2003 yılı kendine gelme döneminin başlangıcı olur, sonra iyi bir çıkış yaşanır.
AYHAN BERMEK
Tekofaks Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Bermek, 1944 Samsun doğumlu. Bermek, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Koç Grubu'nda çalışmaya başladı. Koç'ta 8 yıl üst kademe yönetici olarak görev aldıktan sonra, 1978'de gruptan ayrıldı. 1981'de Tekofaks'ı kurdu. Tekofaks, Japon elektronik devi Matsushita'ya bağlı Panasonic, Technics ve Ramsa markalarının bir çok ürün grubunun Türkiye mümessilliğini yapıyor. Bermek, üniversite yıllarından başlayarak sporun içinde de aktif olarak bulundu. Bermek, Türk Futbol Federasyonu'nda çeşitli dönemlerde Yönetim Kurulu Üyesi, As Başkan ve Milli Takımlar Sorumlusu olarak görev yaptı. Bermek, Türkiye Bilişim Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi.
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2002
<B>ÇIRAĞAN</B> Palace Hotel Kempinski Genel Müdürü Richard Bayard, Türkiye'nin genel turizm politikasının yanısıra İstanbul için ayrı bir tanıtım stratejisi izlemesi gerektiğine işaret ediyor. Güney sahillerine ve İstanbul'a gelen turistlerin çok farklı olduğuna işaret eden Richard Bayard, 11 Eylül sonrasında durgunluğu fiyat düşürerek aşmak isteyen 5 yıldızlı otelleri de eleştiriyor. Bayard, ‘‘Fiyatları düşürmek, kaliteyi düşürmektir. Bu, İstanbul imajını zedeler. İstanbul'u ucuz bir seyahat merkezi haline getirir. Bunun İstanbul'un imajına çok fazla zararı olur’’ diyor.
‘‘İstanbul'da çalışmak 19 yaşımdan beri hayalimdi’’ diyen İsviçreli Richard Bayard, iki yıl önce kendi isteği ile genel müdürlüğünü üstlendiği ve dünyanın en iyi 20 oteli arasında yer alan Çırağan'ı önümüzdeki yıl ilk 10'a sokmayı hedefliyor. Richard Bayard'la, turizm ve İstanbul üzerine sohbet ettik.
11 Eylül sonrasında yaşananlardan Çırağan nasıl etkilendi?
- 2002 yılı da, 11 Eylül 2001'deki saldırının etkisinde devam etti. ABD'lilerin seyahat etmeye gönüllü olmaması ve bu olayın ardından ortaya çıkan ekonomik ve politik istikrarsızlıktan çok etkilendik. Yabancı işadamları, şirketler Türkiye'ye yatırım için gelmek istemedi. Biz iki türlü cezalandırıldık. 11 Eylül herşeyi mahvetti. Geçen yıllarda lüks yolcu gemileriyle birçok Amerikalı İstanbul'a gelir ve suitlerimizde kalırdı. Geçen yıl temmuz ayında müşterilerimizin yüzde 25'ini Amerikalılar oluşturuyordu. Bu yıl temmuzda müşterilerimizin sadece yüzde 3-5'i ABD'den geldi.
Önümüzdeki günlerde bu durumda bir iyileşme bekliyor musunuz?
- Geçen haftalara kadar herşey düzelmeye başlamıştı, iyi gidiyordu. Ama birden bire Türkiye'nin gündemi yine değişti. İsmail Cem'in Dışişleri Bakanlığı'ndan istifa etmesinden sonra Türkiye'ye gelmek isteyen yabancı yatırımcılar seyahatlerini kasımdan sonraya erteledi.
Birçok otel fiyatını düşürerek turist çekmeye çalışıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İstanbul'daki bazı oteller, fiyatları düşürerek durgunluğu aşmaya çalışıyor. Ama ben buna inanmıyorum. Fiyatları düşürmek, kaliteyi düşürmektir. Bu, İstanbul imajını zedeler. İstanbul'u ucuz bir seyahat merkezi haline getirir. Biz, İstanbul'un dünyadaki imajının, zengin ve şık bir seyahat noktası olarak kalmasını istiyoruz. Fiyatımızı düşürerek, Çırağan'ın ayrıcalığını bozmak istemiyoruz. Fiyatlar aşağı çekilerek kısa vadeli durgunluk aşılıyor gibi görünse de, uzun vadede bunun İstanbul'un imajına çok fazla zararı olur. 5 yıldızlı otellerin fiyat kırması beni çok üzüyor.
Sizin fiyatlarınız diğer 5 yıldızlı otellere göre ne kadar yüksek?
- İstanbul'daki bütün 5 yıldızlı oteller durgunluğa çözümü fiyat düşürmede gördü. Bir tek biz fiyatımızı düşürmedik. Kalitemizi korumak ve imajımıza zarar vermememiz gerekiyor. Önümüzdeki aylar da zor geçecek gibi görünüyor ama Çırağan olarak kalitemizden taviz vermemez için fiyatımızı asla düşürmeyeceğiz. Şu anda fiyatlarımız en yakın rakibimizin 2.6 katı daha fazla.
İStanbul'daki 5 yıldızlı otellerin doluluk oranları nasıl?
- Temmuz ayı itibariyle Çırağan'ın doluluk oranı yüzde 66, diğer 5 yıldızlı otellerin dolulukları ise yüzde 55-58 arasında. Geçen yıl temmuz ayında ise bizim doluluk oranımız yüzde 93-95, diğerlerinin doluluk oranı yüzde 85-88'e ulaşmıştı. Turizm Bakanı Mustafa Taşar, turizm patlıyor dediği zaman sadece Güneydeki turizm hareketinden bahsediyor. İstanbul'da bir patlama yok. İstanbul'daki beş yıldızlı oteller dolu değil, geçen yıllara oranla yüzde 20 daha az kapasiteyle hizmet veriyor. İstanbul'da turizm patlarken tersi olabilir, güneyde tersi olabilir.
İstanbul'a ve güneye giden turistlerin farkı nedir?
- Güneydeki turistin artışında da Türk Lirası'ndaki devalüasyonun yanısıra Mayorka'da turistlerden lüks tüketim vergisi alınmaya başlanması da etkili oldu. Bunlar Türkiye'yi cazip hale getirdi. Güneyde orta sınıf ve ucuzluk arayan bir turist kesimi hakim. Ama İstanbul çok farklı. Turistler İstanbul'a orient havasının yanısıra, daha çok kültür, eğlence ve alışveriş için geliyor. İstanbul'a gelen turist iyi yemek, iyi şarap, kaliteli hizmeti, lüksü arıyor.
Peki, İstanbul için ayrı bir turizm stratejisi mi oluşturulmalı?
- Evet, İstanbul için çok özel bir tanıtım ve pazarlama stratejisi geliştirilmeli.
Tanıtıma 2.5 milyon dolarlık bütçe
11 Eylül'den sonra müşteri çekmek için neler yaptınız?
- 11 Eylül'den sonra Çırağan olarak kendimize yeni bir pazarlama stratejisi geliştirdik. Japonya, Rusya, Ortadoğu ve Güney Amerika'ya yöneldik. Seçtiğimiz bu dört potansiyel pazara seyahatler yaptık. Oradan birçok insanı buraya getirdik, İstanbul'u ve Çırağan'ı tanıttık, anlattık. Bunların sonucunu ancak 2003-3004 yıllarında alabiliriz.
Bu tanıtım çalışmalarına ne kadar para harcadınız?
- Hedeflediğimiz bu dört yeni potansiyel pazar için 250 bin dolarlık tanıtım bütçesi ayırdık. Bu da toplam 2.5 milyon dolarlık pazarlama bütçemizin yüzde 10'u. Geçtiğimiz yıllarda bu pazarlara ayrılan bir tanıtım bütçemiz yoktu. Önümüzdeki yıl potansiyel pazarlara ayıracağımız bütçeyi ikiye katlayarak, 500 bin dolara çıkarmak istiyoruz.
Dünyanın en iyi ilk 10 otelinden biri olacağız
Kempinski Grubu'nun Türkiye'de başka bir otel projesi var mı?
- Kempinski, Türkiye'de tek otele sahip olmak istiyor. Bu da Çırağan. Bugün Çırağan Palace Hotel Kempinski, Forbes Dergisi'nin ‘‘Dünyanın en iyi 20 şehir oteli’’ arasında 20'inci sırada yer alıyor. Amacım, Çırağan'ın önümüzdeki yıl dünyanın en iyi on oteli arasında olması. Kempinski Grubu'nun dünyada 26 oteli var.
İstanbul'da çalışmaktan mutlu musunuz?
- İstanbul'a ilk 1969'da, 19 yaşında turist olarak geldim. Daha sonra 8 kez geldim. İki yıl önce de kendi isteğimle Çırağan'ın genel müdürlüğünü üstlendim. İstanbul'da çalışmak her zaman hayalimdi.
RICHARD BAYARD
Çırağan Palace Hotel Kempinski Genel Müdürü Richard Bayard, 1950 İsviçre doğumlu. İsviçre'de Bern'de ticaret eğitimi aldıktan sonra, Lozan'da Swiss Hotel Managment School'da turizm eğitimi gördü. Otelcilik sektörüne 1975'te Cenova'daki The Inter-Continental Hotel'de ön büro ve housekeeping bölümünde çalışarak adım attı. Kanada ve İsrail'deki bazı otellerde yöneticilik yaptı. Daha sonra sırasıyla, Londra'daki Sheraton Skyline Hotel'de bina müdürü, Meksika'daki Sheraton Maria Isabel'de otel müdürü, Swissotel Seul'de bina müdürü, Çin'de Swissotel Beijing'de genel müdür, ABD'de Swissotel Chicago'da genel müdür olarak çalıştı. 1996'da Kempinski Grubu'na geçti ve sırasıyla Arjantin, Endonezya ve Rusya'daki Kempinski Hotel'lerinin genel müdürlüğünü yaptı. İki yıl önce de Çırağan Palace Hotel Kempinski Genel Müdürlüğü'nü üstlendi.
Yazının Devamını Oku 15 Temmuz 2002
<B>ALMAN </B>ilaç devi Hexal'ın Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Thomas Strüngmann, Türkiye'nin dinamizmi ve sahip olduğu potansiyel ile her türlü sorunu aşacak güçte olduğunu söyledi. TÜRKİYE'nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa karşın yatırımlarına devam eden Alman ilaç devi Hexal'in kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Thomas Strüngmann, Türkiye'nin dinamizmi ve sahip olduğu potansiyel ile sorunlarını aşacak güçte olduğuna inanıyor. Türkiye'nin her anlamda bölgesel bir güç olduğunu söyleyen Strüngman, bu nedenle Hexal'in üç yıl önce Türk ilaç firmaları İlsan İltaş ve Milen'i bünyesine kattığını söyledi.
Türkiye'de yaşanan son siyasi gelişmeleri ‘‘Bunlar gelip geçici olaylar’’ şeklinde değerlendiren Dr. Strüngmann, ‘‘Türkiye'nin sahip olduğu dinamizm ve potansiyel ile kısa sürede bazı yapısal sorunları aşarak gerçekten hakettiği yere geleceğine inanıyorum’’ dedi.
Dr. Strüngmann, ülser ilacı Omeprazol'u ABD'ye ihrac etme iznini alan İlsan İltaş'ın Gebze'de 20 bin metrekarelik alan üzerine kurduğu yeni tesislerinin açılışı için 18 Temmuz'da Türkiye'de olacak. Dr. Strüngmann, ile Türkiye seyahati öncesinde, ilaç sektöründen Türk ekonomisine uzanan bir yelpazede görüştük.
Üç yıl önce Türk ilaç sektörüne girdiniz. Türkiye'de yatırım yapma kararını nasıl aldınız?
- Hexal tüm dünyada hızla büyüyen bir ilaç firması ve Türkiye de son derece dinamik bir ülke. Türkiye her ne kadar potansiyelinin büyük bir kısmını hálá kullanmasa da her anlamda bölgesel bir güç. Gerek coğrafi konumu, gerek insan altyapısı ve dinamizmi, gerekse çevre ülkelerle ticari potansiyeli düşünüldüğünde Türkiye bu bölgede bizim için en uygun ülkeydi. Tabii kişi başı ilaç tüketiminin Avrupa ülkelerine göre beşte bir oranda olması, Türkiye'nin ileriye dönük tüketim potansiyeli açısından da önemli bir gösterge. Tüm bunları görerek Türkiye'de kalıcı yatırımlar yapmaya karar verdik.
Daha fazla yabancı sermaye çekmek için Türkiye'de neler yapmalı?
- Bir ülkenin gerçekten çıkarına olan yabancı sermaye uzun süreli olandır. Bunun için de yabancı sermaye öncelikle güvenli ve emin bir ortam arar. Türkiye'nin bu anlamda yeterince güven veremediğini düşünüyorum. Güven nasıl sağlanır diyorsanız, bu ancak bazı köklü düzenlemelerle yapılabilir.
Türkiye'de siyasette yaşanan son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bunlar gelip geçici olaylar. Ben Türkiye'nin sahip olduğu dinamizm ve potansiyel ile kısa sürede bazı yapısal sorunları aşarak gerçekten hakettiği yere geleceğine inanıyorum.
Yaşanan ekonomik krizden etkilendiniz mi? Kriz sürecini nasıl geçirdiniz?
- Hexal'in uluslararası bağlantılarının sağladığı kolaylıkla İlsan İltaş'ın ihracatı önemli ölçüde arttı. 2001 yılında ihracatın toplam ciroya oranı yüzde 40'dı. Bu açıdan krizden etkilendiğimizi pek söyleyemem.
Bugüne kadar Türkiye'ye ne kadarlık yatırım yaptınız?
- 1999 yılından bu yana Türkiye'ye yatırımlarla birlikte yaklaşık 140 milyon dolar döviz girişi sağladık. Yatırım projelerimizin birinci aşamasını Gebze tesisleriyle tamamladık.
Türk ilaz sektörüne yatırımlarınız sürecek mi?
- Yatırımlarımız önümüzdeki dönemde İlsan İltaş'ın üretim teknolojisini daha da geliştirme yönünde olacak. İlsan İltaş'ın ürettiği Omeprazol, bugün dünyada çok az şirketin başarabildiği Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayını aldı. 2005 yılına kadar sürecek projeler sonucu, toplam yatırım miktarı 50 milyon doları bulacak.
18 Temmuz'da Gebze'de üretime sokacağınız fabrikanın dünyadaki diğer tesisleriniz içindeki yeri ne olacak?
- Hexal orta vadede bölgesel uzmanlıklara yönelmeyi düşünüyor. Yani belirli bir ülkedeki tesisler, belirli birkaç ürün üzerinde uzmanlaşacak. Hexal, müstahzar üretimi yapan İlsan İltaş yanında, hammadde üreten Milen'i de satın aldı. Her iki firma da Hexal'in dünyadaki konumunun güçlenmesi açısından son derece önemli. İlsan İltaş'ın 20 bin metrekarelik alan üzerine kurulan yeni tesislerinin, birkaç yıl içinde Hexal'in en önemli üretim noktalarından biri olmasını bekliyoruz. Burası, şu anda Avrupa'da Almanya'daki Salutas'ın ardından en büyük ikinci üretim merkezimiz. Özellikle uzun vadede, Türkiye'nin iç dinamizmi yanında çevre ülkelerin potansiyelleri de düşünüldüğünde Türkiye son derece avantajlı bir konumda.
Türkiye'de üretilen ilaçları hangi ülkelere satıyorsunuz?
- Öncelikle Almanya daha sonra İspanya, Portekiz, Polonya ve Hollanda'ya ihracatımız var. 2003'ten itibaren ise ABD, Kanada, İngiltere ve Fransa'ya şu anki toplam ihracatımızın da üzerinde ürün satmayı planlıyoruz. İlsan İltaş'ın, Hexal içinde önemli bir ihracat merkezi olmasını hedefliyoruz. Halen İlsan İltaş yılda 30 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Bu rakamın önümüzdeki yıllarda 100 milyon dolara çıkarılması planlanıyor.
Türkiye üzerinden açılmayı düşündüğünüz ülkeler var mı?
- İlsan İltaş ve Milen'in Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri için üretim ve lojistik merkezi olmasını planlıyoruz. Türkiye'nin toplam 70 milyon dolarlık ihracatının 30 milyon dolarını halen İlsan İltaş yapıyor.
Dünya devi Hexal, 35 ülkede 1 milyar Euro ciro yapıyor
Hexal Grubu'nun dünyadaki konumu ve vizyonu nedir?
- Hexal Grubu bugün tüm dünyada 5 bin çalışanı ve 1 milyar Euro'yu aşkın cirosuyla dünyanın önde gelen jenerik ilaç üreticilerinden.
5 kıtada, toplam 35 ülkede yan kuruluşlar ve ortak girişimlerle faaliyet gösteriyoruz. 9 ülkede üretim tesislerimiz var.
Orta vadede tüm dünyada jenerik ilaç pazarındaki konumunu daha da güçlendirerek hızla büyümeyi hedefliyoruz.
Araştırma geliştirme çalışmalarına bütçenizi ne kadarını ayırıyorsunuz?
- Yıllık ciromuzun yüzde 15-20'sini üretim proseslerine ve form geliştirmeye yönelik araştırma-geliştirme (Ar-Ge) yatırımlarına ayırıyoruz.
Yeni bir molekül geliştirip bunu müstahzar haline getirmenin güncel maliyeti 800 milyon dolar civarındadır. Bu yatırım miktarı bugün dünyada en büyük ilaç firmalarını bile ciddi miktarda zorlayan bir miktardır.
Türk ilaç sektöründe birleşmeler artacak
Türk ilaç sektörünün bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Yerli ilaç sektöründe Ar-Ge'ye yeterince önem verilmiyor. Yeni molekül bulmaktan söz etmiyorum. Bu gerçekten çok büyük harcamalar gerektirir ki, Türkiye'de devlet desteği olmadan bu mümkün görünmüyor. Hasta uyumunu arttırma ve form geliştirme yönünde yenilik getirecek çalışmalar daha fazla yapılabilir. Önümüzdeki birkaç yılda Patent Yasası'nın zorlaması ile Avrupa'daki gelişmelerin burada da gerçekleşeceğini düşünüyorum. Yani birleşmeler veya satın almalar artacaktır. Türkiye ilaçta uluslararası alanda çok fazla söz sahibi değil. Türkiye'nin toplam ilaç cirosu dünya cirosunun yüzde 0.6'sı kadar.
ABD'ye ülser ilacı Omeprazol satacak
1964'de kurulan ve 1999'da Hexal Grubu'na katılan İlsan İltaş, Türkiye'de Omeprol adıyla 1991'den beri satılan ülser ilacını, Omeprazol adıyla ABD'ye ihraç edecek. Firma, Omeprazol için Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) geçtiğimiz günlerde onay aldı. Onay için 6 milyon dolar harcayan firma, ihracata önümüzdeki yıl ilkbaharda başlayacak. Firma, ABD'de 4.2 milyar dolarlık pazarı olan ülser ilacından yüzde 10-12 pay almayı hedefliyor.
DR. THOMAS STRUNGMANN
Alman ilaç devi Hexal'ın Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Thomas Strüngmann, 1950 Almanya doğumlu. Eczacı bir aileden gelen Strüngman, Almanya'da işletme eğitimini tamamladı. Daha sonra yine işletme üzerine yüksek lisans ve doktorasını yaptı. ABD'de New York'ta bir süre ilaç sektöründe yöneticilik yaptıktan sonra Almanya'ya döndü. İkiz kardeşi Andreas Strüngmann ile birlikte 1986 yılında Hexal'ı kurdu.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2002
<B>GAMA</B> Endüstri, İrlanda'da bir müteahhitlik şirketini satın alarak, AB'ye girdi. Gama, İrlanda'daki yeni şirketi Gama Ireland ile katıldığı 40 milyon dolarlık yol ihalesinde 6 İrlandalı firmayı geride bıraktı. Böylece Gama'nın İrlanda'da üstlendiği işlerin tutarı da 120 milyon dolara ulaştı.
ANKARA'da 43 yıl önce dört ortak tarafından kurulan Gama Endüstri, İrlanda'da bir müteahhitlik şirketini satın alarak, Avrupa Topluluğu'na girdi. Bugüne kadar yurt içi ve yurt dışında barajdan santrala, otelden otoyola birçok büyük projeye imza atan Gama, İrlanda'daki yeni şirketi Gama Ireland ile katıldığı 40 milyon dolarlık yol ihalesinde de altı İrlandalı firmayı geride bıraktı. Böylece Gama'nın İrlanda'da üstlendiği işlerin tutarı da 120 milyon dolara ulaştı.
Gama Endüstri Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer, yaklaşık 6 milyon dolarlık yatırımla yüzde yüz Türk sermayeli İrlandalı bir şirket olarak artık Avrupa Birliği ülkelerinde daha iddialı yol alacaklarını söylüyor. Kuruluşundan bu yana sadece Türkiye'de değil, Ürdün'den Rusya'ya, Malezya'dan Türk Cumhuriyetleri'ne birçok ülkede toplam 1.5 milyar dolarlık projeyi tamamlayan Gama, İrlanda'daki yol ihalesinde yerel şirketleri sollayıp geçmenin gururunu yaşıyor. Gama, İrlanda'yı Avrupa Birliği ülkeleri için bir sıçrama taşı olarak kullanmayı planlıyor. Geçen yıl 60 trilyon lira vergi ödeyen Gama Endüstri'nin kurucu ortağı Erol Üçer ile şirketin bugün geldiği noktayı, yatırım ve projelerini konuştuk.
İrlanda'da müteahhitlik şirketi alma fikri nereden çıktı?
- Bir yıldır Avrupa Birliği ülkelerinde de iş yapıyoruz. İrlanda'ya oradaki büyükelçimizin davetiyle gittik. İmkanları gözden geçirdik. Orta büyüklükte İrlandalı bir müteahhitlik şirketini satın aldık. Diğer Avrupa ülkelerine gitme cesaretini gösteremedik. Geçmişte, özellikle Almanya'da bizim de katıldığımız projelerde Türk firmaları çok kötü bir tecrübe yasadı. Türk işçisine hiçbir şekilde müsade edilmiyor. Kuralları olabilir dese de gerçekte olmuyor. İrlanda bu konuda biraz daha liberal gözüküyor. İçeri girebiliyorsunuz, ama burada da hareketlerinizi yürütebilmek için çaba harcamak ve dikkatli olmak zorundasınız.
Bu ülkede ne kadarlık bir proje üstlendiniz?
- Son aldığımız yol projesiyle birlikte 120 milyon dolarlık taahhüt işimiz var İrlanda'da. Bir santral inşaatının bir bölümünü üstlendik, ufak çaplı konut işlerimiz da var bu ülkede. İrlanda'da tamamladığımız projelerin tutarı ise 15 milyon dolar.
Yol ihalesinde sorun yaşadınız mı?
- İrlanda Karayolları'nın 40 milyon dolarlık bir yol inşaatının ihalesini yeni şirketimiz Gama İrlanda kazandı. İhaleye katılan 7 firma da İrlandalı'ydı. Biz de yüzde yüz sermayeli bir İrlanda firması olarak ihalede yer aldık. İrlanda'daki bazı grupların Türk firmalarının orada yol yapması konusunda ciddi çekinceleri vardı. Onları Türkiye'ye getirdik, Türkiye'de yaptığımız yolları, şantiyelerimizi gösterdik. Ancak onları gördükten sonra ikna oldular.
Proje ne zaman bitirilecek?
- Yapacağımız yol, ülkenin güneyinde ve 15 kilometre uzunluğunda. Ancak çok miktarda köprü ve bağlantı yolları var. Üç ay önce çalışmalarına başladığımız bu yolun inşaatı 1.5 yıl sonra tamamlanacak. İrlandalı'lar yol inşaatı konusunda çok hassas. Her zemin hareketinde çok önceden izin alınması gerekiyor. Ayrıca, çevreyi de rahatsız etmememek şart. Örneğin, İrlanda'da güneş yüzünü çok az gösteriyor. Bu nedenle güneşli bir günde bölgedeki çiftçilerin eğlenceleri varsa, makine gürültüsüyle onları rahatsız etmeyelim diye bizim çalışmamızı durdurabiliyor.
İrlandalı bir şirket olabilmek için ne kadarlık yatırım yaptınız?
- Bu ülkede kabul edilip iş yapabilmeniz için İrlandalı hüviyetine girmeniz lazım. Üçte biri Türk, kalanı İrlandalı 200 çalışanımız var. Şu ana kadar bu ülkede 6 milyon dolarlık yatırım yaptık.
Türk müteahhitleri için İrlanda cazip bir pazar mı?
- İrlanda'da yüzde yüz Türk sermayeli başka müteahhitlik firması yok. Orada çalışmamız için çok dikkatli olmamız ve belli bir dönem kendimizi kanıtlamamız gerekiyor. Ama Gama İrlanda şirketi, bizim için moral takviyesi oldu. Avrupa Birliği'ne girmek için birçok siyasi meselenin çözülmesini beklemiyoruz. Bu doğrudan doğruya ekonomik bir mesele ve biz Gama olarak artık Avrupa Birliği'ne girmiş durumdayız. Ancak onların kurallarına uymanız ve çok dikkatli olmanız lazım. Çünkü küçük bir ülke olan İrlanda'da Türk şirketlerine ve Türk işçisine karşı bir çekingenlik var. Bizim şu anda bu ülkede yapacağımız işler de büyük hacimli işler değil, ama biz buradan diğer Avrupa ülkelerine, hatta Amerika'ya açılmak istiyoruz.
İTÜ'ye Müzik Araştırma Merkezi
İTÜ'nün geliştirilmesi için başlatılan projeleri destekleyen Erol Üçer, İTÜ MÜzik İleri Araştırmalar Merkezi ve Müzik Kütüphanesi'nin de sponsoru. İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi, müzik dünyasında yüksek lisans eğitimi veren modern bir eğitim merkezi. Üçer, Ankara'da korunmaya muhtaç 200 çocuğun barınması için de iki yurt binası yaptırmış. Ayrıca ıslahevinden çıkan çocukların barınması için iki bina, sorunlu gençler için bir Danışma Merkezi binası bağışlamış.
Çalışanını ortak yaparak büyüdü
Gama Endüstri nasıl doğdu?
- Gama'yı 1959'da dört ortak kurduk. Klasik müteahhitlik uygulamasının yanısıra mekanik, elektrik, elektronik konularına ve batılı firmalarla işbirliğine ağırlık verdik. 1970 yılında, hisselerimizin yüzde 40'ını çalışanlarımızile paylaşma kararı aldık. Her ortak yüzde 25 oranındaki hissesinin yüzde 10'unu çalışanlarımıza verdi. Şu anda 30 ortağımız, on bine yakın da çalışanımız var.
Çalışanlarınızı ortak etme yoluna neden başvurdunuz?
- İnsanlar motive edildikleri zaman, o işe daha çok sahip çıkıyor. Bu inançla hisselerimizin bir kısmını çalışanlarımıza verdik. Başarılarda aldığımız bu karar çok önemli rol oynadı. Kimse patrona hizmet etmiyor, kendi şirketi için çalışıyor.
İşlerimizin % 60'ı yurtdışı
Başka hangi ülkelerde iş yapıyorsunuz?
- Dünyanın her yerinde iş arayışımız var. Libya'da bir boru hattının korunması için gereken müteahhitlik hizmetini veriyoruz. Boru işinin bize düşen bölümü 25 milyon dolar. Ama bu sefer Japon ve Alman firmalarıyla birlikte bu ülkeye gittik. Böylece kendimizi daha güvenli hissediyoruz. Ayrıca Libya'da çıkan doğalgazın İtalya'ya getirilmesi için geliştirilen projeyi, İtalyanlar ve Japonlar beraber yapıyor. Bu projenin bir bölümüne biz de katıldık. Projenin bize düşen bölümü ise 30 milyon dolar.
İşlerinizin yurt içi - yurt dışı dağlımı nasıl?
- Türk müteahhitlerinin dışa açılmasıyla birlikte Gama da aynı yolu izledi. Şu anda elimizde 400 milyon dolarlık taahhüt işimiz var. Bunun yüzde 60'ı yurt dışında. Son yıllarda dışardaki faaliyetlerimizi daha da artırdık. Bundan sonra da artıracağız gibi görünüyor. Önümüzdeki 2-3 yılda Türkiye'de işimiz kalmayacak. Artık devlet yatırım yapamayacak duruma geldi. Türkiye artık müteahhitler için çok zor bir pazar.
Türkiye, bodrumda yürüyor
Türkiye'deki ekonomik durumu nasıl görüyorsunuz?
- Evvelden birinci katta yaşıyorduk, ekonomik krizle birlikte bodruma indik. Şimdi bodrumda yürüyoruz, bunu düzlük kabul etmek gerekiyorsa düzlükteyiz. Düzlüğe çıktık, ama bodrumun düzlüğündeyiz. Yukarıya çıkmamız için kaynağa ihtiyacımız var. Şu anda hareket yok. Kaybettiğimiz o kadar çok sey var ki. Ülke çapında ciddi bir yatırım ve hareket ihtiyacı var. İnsanlara ekmek kazandıracak çarkların dönmesi lazım. Geleceğe dair bir korku var. Güven havası estirilirse mutlaka bir hareket başlayacaktır. Ekonomiyi canlandıracak bir boyutta büyümezsek ülke bu sıkıntılardan kurtulamayacağı gibi başka türlü sıkıntılar da ortaya çıkar. Erken seçim belki daha da sıkıntı yaratır.
EROL ÜÇER
Gama Endüstri Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer, 1946 yılında Ankara Atatürk Lisesi'ni bitirdi. 1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden (İTÜ) İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 1957 yılına kadar özel sektör ve kamu kuruluşlarında mühendis olarak çalıştı. 1959 yılında üç arkadaşıyla birlikte Gama'yı kurdu. Erol Üçer, İTÜ Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara Atatürk Lisesi Eğitim Vakfı Başkanı, ODTÜ Geliştirme Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara Üniversitesi Geliştirme Vakfı Özel İlköğretim Okulu ve Lisesi Yönetim Kurulu Üyesi, Hacettepe Üniversitesi Eğitim, Araştırma ve Hizmet Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi olarak görev yapıyor. ODTÜ ve İTÜ tarafından verilen çeşitli ödülleri bulunan Erol Üçer, 1997 yılında da T.C Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilmişti.
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2002
<B>THE </B>Ritz-Carlton İstanbul'un Genel Müdürü Rainer J.Bürkle, Türkiye'nin turizmde gerekenleri yapması durumunda ikinci bir İspanya olacağını söyledi. MERKEZİ ABD'de bulunan The Ritz-Carlton Otel Grubu'nda on yıldır yöneticilik yapan ve aşçı olarak girdiği turizm sektöründe genel müdürlüğe yükselen Rainer J.Bürkle, şimdi de İstanbul'a zengin turist çekmeye çalışıyor. The Ritz-Carlton İstanbul'a kendi seçimiyle gelen Rainer Bürkle, Türkiye'nin turizmde gerekenleri yapması durumunda ikinci bir İspanya olacağına inanıyor.
11 Eylül sonrasında turizmde ‘‘güven’’ konusunun ön plana çıktığına dikkat çeken Bürkle, ‘‘Türkiye'nin güvenli bir ülke olduğu imajı güçlendirilmeli. Herkes bu konuda üzerine düşeni yapmalı. Ben, 11 Eylül'den bu yana uluslararası şirketlerin genel müdürlerine, İstanbul'da ailesiyle birlikte yaşayan bir yabancı genel müdür olarak bu ülkeyi çok güvenli bulduğumu anlatan mektuplar yazıyorum’’ dedi. Uluslararası şirketleri toplantılarını Türkiye'de yapmaya davet eden Bürkle, Turizm Bakanlığı'nın da Türkiye'nin yurtdışında imajını kuvvetlendirmeye ağırlık vermesi gerektiğini söyledi. Türk insanının sıcaklığı ve yakınlığından çok etkilendiğini belirten Alman Rainer J.Bürkle ile turizm sektörünü ve Ritz-Carlton'un Türkiye'deki planlarını konuştuk.
Turizmde 11 Eylül'ün etkileri devam ediyor mu?
- 11 Eylül'den sonraki günler, herkes için zor günlerdi, bizim için de öyleydi. İstanbul'daki otelimizi yeni açmıştık. Ocak ayında göreve geldiğimde turizmde hafif bir kıpırdama olduğunun farkına vardım. Ancak bu kıpırdanma olsa da özellikle ABD pazarı hálá gerekli ivmeye kavuşamadı. ABD'liler hálá seyahat etmeye korkuyor. Bu yıl ABD'den umut yok.
Bu sıkıntıları aşmak için neler yapıyorsunuz?
- 11 Eylül'den sonra hem sektör, hem de devlet gereğini yaptı. İstanbul'da 5 yıldızlı otel genel müdürleri ayda üç kez buluştuk. Sektördeki yöneticiler olarak sık sık biraraya gelerek sorunları ortaya koyduk. Turizm Bakanlığı'na önerilerde bulunduk.
Türkiye'nin yeterince turist çekememesini neye bağlıyorsunuz?
- Türkiye'de turizme gereken önem verilmedi. 11 Eylül'ün tek iyi tarafı turizme gerekli önemin verilmesi gerektiğini hatırlatması oldu. Türkiye'nin sorunu tamamen algılamayla ilgili. Örneğin İspanya turizmde çok iyi bir pazar. İspanya'da da bombalar patlıyor, ama yine de herşeye rağmen orası turist kaynıyor. Oysa Türkiye'de en ufak bir olay bile bazen gereğinden fazla büyütülüyor. Türkiye'deki olaylar yurtdışında farklı algılanıyor. Yurtdışındaki insanların olaya bakış açısıyla sanki Türkiye savaşıyor. Çünkü kamuoyunda bu olaylar çok abartılıyor. Ortadoğu'da olan olaylar ve bölgedeki belirsizliklerin olması da bize yardımcı olmuyor.
Peki ne yapılması gerekiyor?
- Türkiye'yi güvenli bir ülke olarak tanıtmalıyız. Burada hepimize iş düşüyor. Turizm Bakanlığı'nın ABD ile temaslarını sıklaştırmasının yararlı olacağına inanıyorum. Türkiye'de yaşanan bazı olaylar CNN ve BBC gibi uluslararası yayınlarda çok sık yer alınca, sektörümüz olumsuz etkileniyor. Türkiye'de konaklamayı düşünenler hemen buradaki tanıdıklarını arıyor ve ‘‘Türkiye güvenli bir ülke mi?’’ diye soruyor. İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD'den birçok telefon alıyorum. Konuşmaların hepsi olumlu geçmiyor. Bazılarını Türkiye'nin güvenli olduğuna ikna edemiyorum. Örneğin geçtiğimiz aylarda Taksim'de bir ses bombası patladı, bizim 100 bin dolarlık iş kaybımız oluştu. Oysa İspanya gibi turizmin gözdesi ülkelerde bu tür olaylar çok fazla büyütülmez kamuoyunda.
Size göre Türkiye gerçekten güvenli bir ülke mi peki?
- Bana göre İstanbul bir çok Avrupa ülkesine göre çok daha güvenli. Eşimi ve çocuğumu da getirdim İstanbul'a ve şehir içinde bir sitede oturuyorum. Ben bu ülkenin güvenli olduğunu düşünüyorum. Bunu dışarı da yansıtmak zorundayız. Tek başına seyahatlerde de güvenlik her zaman önemli ama özellikle yabancı şirketleri Türkiye'nin güvenli olduğuna ikna etmek gerek. Çünkü İstanbul'da bir toplantı düzenleyen uluslararası bir şirket, davetlilerinin tümününün güvenliğinden sorumlu. Bu yüzden de riski üstlenmiyor ve toplantıları için güvenliğine emin olmadığı bir ülkeyi seçemiyor. Ben Türkiye'nin güvenli bir ülke olduğuna dair birçok yabancı şirketin yöneticisine 11 Eylül'den bu yana mektup yazıyorum. ‘Başınıza birşey gelmez diye garantileyemem, ama bir yabancı genel müdür olarak ailemle birlikte İstanbul’da yaşıyorum, Türkiye çok güvenli' diyorum.
Otelin ne kadarlık sürede kendini finanse etmesini bekliyorsunuz?
- The Ritz-Carlton İstanbul, ABD Denizaşırı Özel Yatırım Kuruluşu'nun (OPIC) 50 milyon dolarlık kredisiyle inşa edildi. Kredinin garantörü de ABD'deki Ritz-Carlton Otel Grubu. Normal koşullarda bir otelin kendini finanse etme süresi 7 yıldır. Tabii bu, bütün koşulların normal gittiği durumlarda geçerli. Otel eskimeye başlayınca da teşrifatından banyo dolaplarına değişik yenileme yatırımları yapmak gerek. Otel kendini finanse edene kadar geçen sürede bunlar en az 2 kez yenilenir.
Bizi kriz değil 11 Eylül vurdu
Kriz ve 11 Eylül planlarınızı nasıl etkiledi?
- 2001'de Türkiye ekonomisi aşağı dönse de planlarımızı revize etmedik ama 11 Eylül sonrası her otel gibi biz de planlarımızı revize etme gereği duyduk. Bizim gibi yeni açılan otelerin bu durumdan daha çok etkilendiği kesin. Projelerimizi revize ettik. Bu hedeflere ulaşmak için de kendimize iki yıl zaman tanıdık. İlk planımıza göre birinci yılın sonunda kára geçmeyi hedefliyorduk. Ancak Türk insanından kaynaklanan bir şansımız var. Türkler evsahipliğine çok alışkın. Bizim için de çalışanlarımız önemli, çünkü hizmetin kalitesi önemli.
Doluluk durumunuz nasıl?
- Şu anda ortalama oda fiyatımız net 250 dolar. Buna kahvaltı dahil değil. Ama biz 250 doların üzerinde bir fiyatla açılmayı düşünüyorduk. Suitler ise 450 dolar civarında. 11 Eylül'den sonra önemli rezervasyon iptalleri yaşadık. 11 Eylül olmasaydı İstanbul'da normal bir otel yüzde 75 doluluk oranına ulaşırdı. Biz de yüzde 50-55 doluluk oranıyla bu yılı kapatmayı hedefliyoruz. Bu doluluk oranından mutsuz değiliz.
Maçlarda 60-70 oda tutuluyor
Beşiktaş Stadı'nı kuşbakışı gören The Ritz-Carlton İstanbul, özellikle futbol maçlarının olduğu günlerde büyük ilgi görüyor. Futbol maçları zamanı en az 60-70 odanın bu amaçla tutulduğu belirtiliyor. Böylece maçı kuşbakışı seyreden futbolseverler, maçı da odasındaki televizyon ya da radyodan dinliyor. Bir yandan da içkisini içip, yemeğini yiyor.
RAINER J.BURKLE
The Ritz-Carlton İstanbul'un Genel Müdürü Rainer J.Bürkle, 40 yaşında. Almanya Baden-Baden doğumlu olan Bürkle, otelciliğe aşçı olarak Parkhotel Adler'da başladı. Daha sonra Cenevre'deki Noga Hilton ve Montreux Palace'daki çalışmasının ardından aşçıbaşı oldu. Berkeley ve Claridge'da bar, resepsiyon, restoran ve housekeeping'de görev aldı. Yiyecek İçecek Müdürü olduktan sonra da ABD'ye gitti ve The Ritz-Carlton Grubu'na katıldı. Grubun Boston, Cleveland, Palm Beach, Naples ve Berlin otellerinde çalışıp aynı zamanda Cornell Üniversitesi'ni bitirdi. Florida'daki The Ritz-Carlton Naples'de çalıştı. Üç yıl Berlin'deki The Ritz-Carlton Schlosshotel'in Genel Müdürlüğü'nü yaptı. 2002 Ocak ayında The Ritz-Carlton İstanbul'un Genel Müdürlüğü'ne kendi isteğiyle atandı.
Yazının Devamını Oku