Hepsinin kalkış noktası özetle şu:
“İktidarda olan ‘İslamcılar’ veya ‘muhafazakârlar’la laikler kıyasıya bir kavgaya tutuşmuş vaziyetteler. Laikler, iktidarlarını kaybettikleri ve seçimle bir daha iktidara gelme şansları olmadığını anlamış oldukları için asker ve/veya yargı yoluyla İslamcıların önünü kesmeye çalışıyorlar.”
HAKKANİYETLİ Mİ?
Türkiye’de, yakın zamana kadar, kendi tanımladıkları biçimde bir laik sistemi korumak ve kollamak için her yolu mubah sayan veya sayabilecek olan belli bir kesim olduğu doğru. Ama tüm laik kesimi bu dar çerçevede tanımlamak ve şimdi artık askeri müdahele ihtimalinin kalmadığı anlaşıldıktan sonra, yargıda olanları sadece bu çerçevede tanımlamak ne kadar anlamlı ve hakkaniyetli?
Bir kere, alt alta hakaret içeren ifade kullanmak suretiyle bir eleştiriye cevap verilmiş olunmuyor, “cevap verme aczi” daha da fazla ortaya çıkıyor, o kadar!
Hem de ne acz!
HARCIALEM
Bunca yıl eli kalem tutan birinin, cevap yetiştireceğim diye, benim “amca” dememe karşılık “hanım abla” diye ucuz laf yetiştirme çabası çok zavallıca olmuş.
“Ablalık”tan hatta “teyze”likten hiç yüksünmem, zira elli yaşındayım. Yaşım tutmadığı için bana laf yetiştirmeye çalışan şahsın olmasa da, birçok yazarın ablası sayılabilirim. Kusura bakmasın, “amca” tabirini yaşına dikkat çekmek için değil, “CHP’li teyze” lafına karşılık olarak kullandım.
Durumdan CHP yönetimi rahatsız oldu, tartışma çıktı.
Ben, çarşaf yırtma, “şapkalı kadınların anıt ziyareti” gibi sembolik eylemlerle “Cumhuriyet” vurgusu yapanları, sakil bulanlardan biriyim. Çarşafı çok sempatik bulduğumdan değil, Cumhuriyet’in anlam ve kazanımlarını, şapka, balo gibi bir düzeyde algılamayı, yaşatmayı sığ ve sakil bulduğum için!
SIĞ/SAĞ EKSEN
Ancak bu sığlığın tersini de sorunlu bulurum. Zira, Cumhuriyet kazanımlarını, şapka, balo düzeyinde algılayıp, bu düzeyde eleştiri ve itiraza girişmek de, en az “CHP’li teyze” tutumu kadar yaygındır. Dahası, bu sığ eleştirel tavır bir zamanlar sadece sağ siyasal söylem ve çevrelerde yaygındı, zaman içinde liberal sol ve demokrat çevre ve söylemlere sirayet etti.
Çok kısa zaman önce, Doğan’ın bir TV konuşmasının ne kadar “umut vaat edici” olduğunu yazmıştım. Son açıklamasını yadırgamadığımı söyleyemem ama “Vay, benim mutedil bulduğum adam keskin çıktı” diye şaşırmadım.
İSTİSNA DEĞİL
Ben Doğan’ın ne maksadını aştığını, ne de istisna olduğunu düşünüyorum, sadece boş bulunarak, siyaseten izahı zor bir ifade kullandığını sanıyorum. Onun ötesinde, muhafazakâr çevrenin zihin ve duygu dünyasına tercüman olduğunu düşünüyorum. Şaşırabilirsiniz ama ben bu çevreye bu nedenle yakınlık hissediyordum.
“Fişleme” abartılı bir ifade ama, bu çevre yıllarca kendini dışlanmış, zan altında, hiç olmazsa “tedirgin” hissetti. Bu ortamın nasıl oluştuğu uzun boylu konuşulabilir ama sonuçta algılanan, hissedilen buydu.
Ama aslında bu sadece bir “yargı krizi” değil, “büyük İstanbul depremi” gibi, yıllardır beklenen “büyük rejim krizi”! Adını anmaktan kaçarak bir yere varacağımız yok, tam tersine, bir an önce adını telaffuz edelim ki, çıkış yolu arayabilelim.
“Demokratikleşme” diye işin içinden sıyrılmanın daha fazla imkânı yok. Zaten, rejime ilişkin temel sorunlarla yüzleşmeden demokratikleşmeye de imkan yok. Ancak rejimin sorunları ile yüzleşmenin yolu bu olmamalıydı.
REJİMİ YIKMAK
Doğrusu, ortada herhangi bir yüzleşmeyi göze alan da yok.
Mevcut sistemin hiçbir sorunu olmadığını düşünenler, yüzleşmenin kendisini rejimi yıkmak olarak algılıyor, yanaşmıyor. Diğerleri de, rejimi yıkma suçlamasından kaçmak için, sanki sıradan şeyler yaşıyormuşuz gibi davranarak, muazzam bir samimiyetsizlik yapıyor.
Ben bu masajları umut vaat edici bulanlardan değilim. Ülkede artan tansiyona karşı, medyanın bir hafta gerilimli konulardan uzak durmasını tavsiye etmenin, pek de muteber bir yaklaşım olmadığını yazanlar oldu.
Ben de olaya böyle bakıyorum.
ÇÖZÜM MÜ!
Ne yani, insanların olan biteni duymaması sorunları çözecek mi? Ülkede gerilimin düşmesi açısından, kamuoyunun gerilimlerden habersiz olması bel bağlanacak şey midir? Bu yaklaşım, otoriter rejimlerin yaklaşımıdır, o tür ülkelerde gazetelere bakarsanız her şey güllük gülistanlıktır. Böyle bir durum demokrasiler için arzu edilir şey değildir. Medyanın sorunu, gerilimleri seviyesiz biçimde körüklemesi olabilir, ama yansıtması değil. Cumhurbaşkanı’nın “hakem” rolü ile sergilemeye çalıştığı “yatıştırıcı” rolü birbirine karıştırdığını düşünüyorum. İktidar partisine yakınlığı yüzünden gerçek anlamda hakem rolü oynayamayan bir cumhurbaşkanının, bazı durumlarda işin içinden sıyrılmak üzere yumuşak üslupla yatıştırmaya müracaat etmesi beyhude çabadır. Dahası, sırtında yumurta küfesi taşıyan iktidara fazladan yük oluşturur, zora sokar.
KAYGI VERİCİ
Son olarak, Radikal Gazetesi’nde manşet olarak yer alan, “Ülke için en tehlikelisi çok başlılıktır” şeklinde özetlenecek mesajını da fazlasıyla kaygı verici buldum. Zira demokratik olmayan siyasal yapılarda mutlak otorite arayışı içinde olan farklı güç odaklarının varlığı ve çatışması ile, demokratik çok odaklılık tamamen farklı şeylerdir. Birincisi, hiç arzu edilmeyen bir şey iken, demokrasiler için ikincisi zarurettir.
Gül’ün, “Türkiye’de geçmişte böyle bir durum olduğu ama artık değiştiği” görüşünden ne kastedildiği de belli değil. Türkiye hiçbir zaman, farklı güç odaklarının mücadele ettiği Afganistan gibi yerlere benzetilemez.
Türkiye’de kurumlar arası iş bölümü ve uyumun arzu edilen demokratik çerçeveye oturmamış olması başka şey, Afganistan gibi derebeylerinin mücadelesine sahne olan ülkelerdeki çok başlılık başka şeydir.
Sadece ülkede kavgadan gürültüden geçilmediği için değil! Bunca önemli meselesi kapıda bekleyen, yeni bir anayasa yapması gereken ülkede konuşulanlar ve bunları konuşma düzeyi umutlarımızı kararttığı için böyle söylüyorum.
Siyasette polemikten, popülizmden uzun boylu uzak durmaya imkân yok, biliyoruz ama bu kadarı fazla ciddiyetsizlik, fazla sorumsuzluk olmuyor mu?
SİYASET ANLAYIŞI
Mevcut tablo şu; muhalefet ülkenin ciddi gündemine ilişkin kapsamlı alternatif bakışlar geliştiremediği için, polemiğe yükleniyor. Yönetme kabiliyetini yitiren iktidar, bu imkânın üzerine atlıyor. Böylece, gelsin peygamber tartışması, gitsin Cüppeli Ahmet Hoca dedikodusu.
Yıllar önce yapılmış bir densizliğin, Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması konusu ile ne ilgisi vardı da muhalefet partisi mal bulmuş Mağribi gibi bu meseleyi gündeme getirdi?
Bir kere artık farklı kesimlerin birbirinin ekranına çıkma oranı düştü, herkes biraz kendi evine çekildi. İkincisi, ülkenin gerilimi o kadar yükseldi ki, artık çoğumuzun bu yüksek doza tahammülü kalmadı.
Üçüncüsü, artık tartışmadan ziyade neredeyse herkes kendi söylemine kapanmış durumda.
BİLGİ YETMEYİNCE ERGENEKON DA ERGENEKON
Özellikle iktidar yanlısı gazeteci ve aydınlar, konu ne olursa olsun Ergenekon, darbe diyorlar başka bir şey demiyor.
Cevap yetiştiremeyince, Ergenekon, bilgi yetmeyince Ergenekon!
Hele karşınızdakinin bir nedenle şahsi hedefi olmuş biri iseniz, “Hava güzel” deseniz, “Darbeye uygun ortam mı demek istiyorsun?” demeye hazır vaziyetteler.
Onu dahi yapamayan, karşınızda cevap yetiştirmekten aciz kalınca, karşınızda tutunamamanın acısını köşesinde, o da yoksa, internet sitesinde çıkarmaya çalışıyor.
Nereden baksanız acıklı bir tablo!