KIDEM tazminatı çalışanların en çok merak ettiği konular arasında geliyor. Okuyuculardan da hemen hemen her gün kıdem tazminatı hakkında sorular alıyorum. Kimileri, tazminata nasıl hak kazanacağını soruyor, kimileri de tazminat miktarını merak ediyor. Şunu belirteyim, yeni yılla birlikte kıdem tazminatının tavanı da arttı. Yani, 2018’de çalışanlar daha yüksek tazminat alacak. Önce kıdem tazminatı hakkında merak edilenlere kısaca değineyim.
Kıdem tazminatı alabilmek için işyerinde en az bir yıl çalışmış ve işveren tarafından işten çıkarılmış olmak gerekiyor. Kendi isteğiyle işten ayrılanlar kıdem tazminatı alamıyor. Ancak, erkekler askerlik hizmeti için ve kadınlar da evlilik nedeniyle işten ayrılmak zorunda kalırsa, tazminata hak kazanıyor. Ayrıca, emeklilik için gerekli süreyi ve prim ödeme gün sayısını dolduranlar da kendi istekleri ile işten ayrılırsa kıdem tazminatı alabiliyor.
YÜZDE 5.6 ZAMLANDI
Gelelim, kıdem tazminatının hesaplamasına. Çalışana; her bir yıl için, 30 günlük (aylık brüt ücret) tazminat ödeniyor. Toplam tazminat tutarı da, çalışanın son aldığı aylık brüt ücretin, o işyerinde çalıştığı yıl süresi ile çarpılması ile bulunuyor. Örneğin, son aldığınız brüt ücret 2 bin 500 liraysa, aynı işyerinde 7 yıldır çalışıyorsanız ve işvereniniz sizi işten çıkarttıysa; kıdeminiz 17.500 bin lira tutuyor. Ücretin içinde yer alan; yol yardımı, yemek, ikramiye, prim gibi tüm ödemeler de tazminat hesabına katılıyor.
Peki, kıdem tazminatının bir limiti yok mu? Var; buna da tavan deniyor ve devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemiyor. İşte, bu tutar, 2018 ile birlikte arttı ve 5.001,76 lira oldu. Geçen sene ise bu rakam, 4.732,48 liraydı. Yani bu sene emekli olanlar, geçen seneye oranla tazminatını yüzde 5,6 zamlı alacak. Bu rakam, 1 Ocak-30 Haziran arası için geçerli. Hazirandan sonra kıdem tazminatının tavanı daha da artacak.
YANLIŞ HESAP YAPMAYIN
Yeri gelmişken, çalışanların kıdem tazminatı hesaplamasında sıkça yaptıkları bir yanlışa da değineyim. Özellikle yüksek ücretle çalışanlar, aylık ücret ile çalıştıkları yılı çarparak, çıkan rakamı tazminat olarak alacaklarını zannediyor. Oysa tazminata konu olacak tavan aylık bu yıl için 5.001,76 liradır ve bunun üzerinde ne kadar maaş alınırsa alınsın tazminat hesabı 5.001,76 lira üzerinden yapılır. Örneğin, brüt ücretiniz 6 bin lira olsun, işyerinde de 5 yıldır çalışıyor olun. 6 bin liranın 5 yıl ile çarpılması sonucu çıkan 30 bin liralık kıdem tazminatı yanlış hesaptır. Doğrusu, 5.001,76 liranın, 5 yıl ile çarpılması sonucu çıkan 25.008,8 liradır.
UMUT’un hikâyesini ilk olarak 2013 yılında duydum. O dönem, tüm gazete ve televizyonlar Antalya’da geçirdiği trafik kazasında felç olan Rus gençten ve bakımını üstlenen Gülsüm Ana’dan bahsediyordu. Konuyla yakından ilgilenmeme sebep olan ise, o tarihte bir kamu görevlisinden aldığım elektronik posta oldu. Umut’un başından geçenlerin anlatıp, “Ülkemizde trafik kazası geçiren yabancıların sigortadan yararlanma hakkı var mıdır? Bu konuda yol gösterebilir misiniz?” diye soruyordu.
KAZA NASIL OLDU?
İşte, Umut’un hikâyesiyle böyle tanıştım. Araştırdım, soruşturdum. 2008 yılının Ağustos ayında, Antalya-Serik karayolunda, plakası tespit edilemeyen bir aracın çarpıp kaçması sonucu felç olan, hafızasını da kaybeden genç, 110 gün boyunca Akdeniz Üniversitesi’nde yoğun bakımda kalmıştı. Kimliği tespit edilemediğinden, hastane çalışanları; ‘O’na, ‘Umut bebek’ adını vermişti. Antalyalı Gülsüm Kabadayı da, Umut’u, yoğun bakımdayken tanımış, önce hastanede ilgilenmiş, sonrasında da bakımını üstlenmişti.
Hastane sonrası, ağır beden ve beyin travması geçiren, konuşamayan genci, Antalya Valiliği Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü koruma altına alarak, Mustafa Öz adıyla da kimlik çıkartmış; Gülsüm Kabadayı’yı da koruyucu anne olarak atamıştı. Yatağa bağımlı yaşayan gencin tüm ihtiyaçlarını karşılayan Kabadayı, Antalya’da da yılın annesi seçilmişti.
HÜRRİYET DUYURDU
O tarihte işin sigorta boyutunu araştırdım. Olay, vurup kaçmaydı ve kaçan aracın plakası da tespit edilememişti. Konu, Güvence Hesabı’nın alanına giriyordu. Güvence Hesabı Müdürü Kadir Küçük, Türkiye sınırları içinde olduğu müddetçe uyruğu ne olursa olsun herkesin Güvence Hesabı’ndan tazminat alabileceğini belirterek, Umut’un kazasını inceleyeceklerini söyledi. Tüm bu gelişmeleri de 11 Şubat 2013 tarihinde, yine bu köşeden, “Rus gence sigorta umudu” başlıklı bir yazıyla duyurdum. Yazı üzerine de Antalya Valiliği Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü, sigortadan tazminat alabilmek için 26 Şubat 2013’de Güvence Hesabı’na müracaat etti.
Ertem, özetle, faktoring sektörünün, çek-senet kırma mekanizması görünümünden çıkması, sistemin yeniden düzenlenmesi gerektiğini söyledi ve 2018’de bu konuda düzenlemelerin yapılabileceğine değindi. Çok doğru bir tespit; artık kamunun faktoring sektörüne el atması gerekiyor. Hazır konu gündeme gelmişken, Cemil Ertem’in bıraktığı yerden devam edeyim ve son dönemde yaşanan, gözlerden de kaçan gelişmeyi paylaşayım.
Hatırlayacaksınız, geçen senenin sonunda, birçok alanda değişiklik yapan Torba Yasa, Meclis’ten geçti ve bu yılın başında da uygulamaya girdi. Yasa ile özellikle, küçük ve orta boy işletmelerin daha çok desteklenmesi adına banka dışı finans kesimine yönelik de önemli düzenlemeler de yapıldı ki, başta vergisel anlamda banka dışı finans kesiminin haksızlığa uğradığı, yıllardır çözüm bekleyen sorunları vardı. Neydi, bunlar? Özetle, bankı dışı finans şirketleri, ayırmak zorunda oldukları özel karşılıkları kurumlar vergisinde gider olarak gösteremiyorlardı. İkincisi, zora düşen kredi borçlarının tasfiyesinde, bu şirketlere geçen gayrimenkuller yine kurumlar vergisi muafiyetine konu olamıyordu. İşte, bu sorunlar, yasa ile çözüldü. Çözüldü de nasıl çözüldü?
PLAN VE BÜTÇE’DE NELER OLDU?
Şimdi, sıkı durun. Yasa taslağında, banka dışı finans kesiminin en büyük oyuncularından olan faktoring şirketleri de vardı. Ancak, yasa, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, biranda faktoringciler taslaktan çıkarıldı. Gerekçe ne? Algılarının bozuk olması. Tahmin edeceğiniz gibi yasa çıktı, ama faktoring şirketleri dışarıda bırakıldı. Bugün gelinen noktada, bankalar ve banka dışı finans şirketleri vergisel desteklerden yararlanıyor; bir tek faktoring şirketleri yararlanamıyor.
Daha bitmedi. Gözlerden kaçtı, Torba Yasanın dışında kimlik paylaşım sisteminde de bir kanun değişikliği yapıldı. Konu teknik olduğundan detaya girmeyeceğim ama orada da finans şirketlerine adres paylaşım sistemine ulaşım imkanı tanınırken, bir tek faktoring şirketleri dışarıda bırakıldı. Gerekçe yine aynı; sektörün, algısının bozuk olması.
Peki, kim bu şirketler? Büyük çoğunluğu, anlı şanlı, koca koca bankaların kurduğu, yani bankaların iştiraki olan şirketler ki, bunların çoğunluğu da malumunuz yabancı sermayeli. Bugün hemen hemen her bankanın bir faktoring şirketi var ve pazarda ağırlığı olan da bu şirketler. Söylememe gerek yok ama ben yine de söyleyeyim, finans şirketi olmalarından dolayı da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) gözetimi ve denetimi altındalar; hem de sıkı denetimi altındalar. Tahmin ediyorum algı bozukluğuna neden olan bir durum tespit edilmiş olsa, BDDK bugüne kadar gereğini yapardı.
ALGI BOZUKSA GEREĞİNİ YAPIN
Peki, bu şirketler ne yaparlar? En basit haliyle, çoğunluğu KOBİ olan 500 bin işletmeye hizmet verip, vadeli ticari alacaklarını nakde çeviriyor, finansman temin ediyor, ihracatçıların da yurtdışındaki teminatsız alacaklarını garanti altına alıyorlar. Yani, ticareti finanse ediyorlar. Toplam işlem hacmi ise 150 milyar liraya yakın.
GEÇEN ‘27 Ocak son gün, kaçırmayın’ başlıklı yazımda, 30 yıldan fazla çalışan memur emeklilerinin her bir hizmet yılı için ek ikramiye alabilmesi için başvuru süresinin 27 Ocak’ta dolduğuna ve kaçıranların ikramiye haklarının yanacağına değindim. Bir haftadır okuyuculardan onlarca soru alıyorum.
Kimileri, ikramiye hakkından habersiz ve nereye, nasıl başvuracağını soruyor; kimileri, başvurmalarına rağmen bir yıldır cevap alamadıklarından yakınıyor, kimileri de ikramiye ödemelerinin devam edip etmeyeceğini, edecekse de yeniden başvurmak gerekip gerekmediğini merak ediyor. Gelen okuyucu yorumlarında dikkatimi çeken bir nokta daha oldu; o da, ikramiye farklarında enflasyon farkı dikkate alınmadığından dolayı emeklilerin dava açmaya başladıkları. Biraz araştırdım, dava açan ve açmak isteyenlerin sayısı bir hayli fazla.
HER EMEKLİ FAİZ ALAMAYACAK
Öncelikle şunu belirteyim, ek ikramiyede enflasyon farkı uygulanmayacağı gibi her emekliye de faiz farkı ödenmeyecek. Peki, neden böyle? 2015 yılında, Anayasa Mahkemesi, ‘emekli ikramiyesinin hesabında 30 hizmet yılından fazla süreler dikkate alınmaz’ maddesini iptal etti ve bu tarihten sonra emekli olanlar, çalıştıkları süre üzerinden ikramiyelerini aldı. 2015 öncesi emekli olanlar ise Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) ikramiye talebi için başvurdu, ancak geri çevrilince dava açtı. 2017’nin başında ise düzenleme yapılarak, 30 yıldan fazla hizmeti olan memur emeklilerine çalıştıkları her fazla yıl için ek ikramiye ödenmesine karar verildi. Geçen seneni Ocak ayından itibaren de ikramiye talebi için başvurular başladı. Bundan sonrasını madde madde anlatayım ki, daha net anlaşılsın.
KİMLER HAKSIZLIĞA UĞRADI?
- 2017 Ocak ayından önce dava açıp da davası sonuçlanmayan emeklilere, eğer vefat etmişse varislerine; ikramiyeleri, kanuni faizi ile birlikte ödendi, ödenmeye de devam ediyor.
- Aynı tarihten önce dava açmayıp, sadece SGK’ya müracaat edenlere ise sadece ek ikramiyelerini alacaklar, kanuni faiz alamayacaklar.
- 2017 Ocak’tan önce hem dava açmayıp hem de hiçbir başvuru yapmayanlar bu tarihten itibaren SGK’ya müracaat ettiler, etmeyenler için de son gün 29 Ocak ve bu kişiler de sadece ek ikramiye alacaklar, kanuni faiz alamayacaklar.
Bakanlık, ön ödemeli konut ve devre tatil satışlarında, tüketici ödemelerini teminat altına alan bina tamamlama sigortasının düzenlenmeye başlandığını duyurdu. Bu açıklama da haliyle kamuoyuna, ‘maketten satışta bina tamamlama sigortası devrede’, ‘Bakanlıktan yeni uygulama’ şeklinde yansıdı. Diyeceksiniz ki, ‘tüketicinin yararına uygulama başlatmışlar, nesine şaşırıyorsun?’. Sorun da burada. Bu konu, 4 sene; hatta 6 sene öncesinin konusu. Açıklama sonrası ben mi bir şey kaçırdım diye, araştırdım; hayır, kaçırmamışım. Anlatayım.
GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI
2012 yılında, dönemin büyük inşaat şirketlerinden biri iflas edip, binlerce kişi mağdur olunca Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, maketten konut alanların mağduriyetini, zorunlu sigortayla önleme kararı aldı. Sigortanın adını bina tamamlama sigortası koydu; içeriğini kimseye sormadan Bakanlık kendi hazırladı ve o dönem hazırlıkları süren Tüketici Kanunu Taslağına da koydurdu. Tabii, sigortacılar ayağa kalktı. İtiraz ettikleri konu ise, Bakanlığın hazırladığı sigorta şartları içinde iflas riskinin de olmasıydı. Yani, inşaat şirketi batarsa, tüm sorumluluk sigorta şirketine aitti. Üstelik bakanlık, sigortayı da zorunlu hale getirmeye çalışıyordu.
2014 yılında, yeni Tüketici Kanunu ile bina tamamlama sigortası da uygulamaya girdi. Buna göre, inşaat şirketi, konut satışına başlamadan önce projesi için sigorta yaptıracak, inşaat süresi içinde şirket iflas eder, konutları sahiplerine teslim edemezse; devreye sigortacı girecek, konut için o tarihe kadar ödenen tüm bedeli tüketiciye ödeyecek ya da sigorta şirketi, inşaatın tamamlanmasını sağlayacak ve tüketiciye konutu teslim edecekti. Anlaşılacağı üzere Bakanlık, sigortanın içeriğine yönelik itirazları dikkate almadı ama uygulamayı da zorunlu yapmadı. Şöyle ki; inşaat şirketine, sigorta yaptırmak istemezse banka teminat mektubu, hakediş sistemi gibi sigortanın yerine geçecek güvenceleri sağlama zorunluluğu getirdi, sigortacılara da inşaat şirketini riskli görürse, sigorta yapmama hakkı tanıdı.
4 YILDIR VAR UYGULANMIYOR
Uzatmayayım, son bir haftadır yeni bir uygulamaymış gibi gündeme getirilen bina tamamlama sigortası üç yıldır var ama uygulanmıyor. Neden? Bakanlığın, sigorta teminatını, iflası da içine alacak şekilde geniş tuttuğundan. Hal böyle olunca da sigorta şirketleri bu kadar büyük bir riskin altına girmek istemiyor; girseler bile talep edecekleri fiyatı inşaat şirketleri ödeyemiyor. Peki, her şey aynıysa; bugün, bina tamamlama sigortasını neden tartışıyoruz? İşte, bunu bilen yok ama tahminler var. Öğrendiğime göre de bankalarla çalışmakta zorlanan kimi inşaat şirketleri, sigortanın devreye girmesi için Gümrük ve Ticaret Bakanlığını sıkıştırıyormuş. Bu sigorta uygulanamaz mı? Eğer ihtiyaç varsa, tüm tarafların yararına olacak ve yine tüm tarafların ortak karar vereceği bir modelle uygulanabilir.
2015 yılından önce emekli olup da 30 yıldan fazla hizmet süresi olan, ancak ikramiyesini 30 yıl üzerinden alan emekli memurlar, 2017’nin Mart ayından
itibaren çalıştıkları her bir yıl için ek ikramiye almaya başladı.
Peki, kimler, nasıl bu imkandan yararlandı? Ocak 2017 tarihinden önce ek ikramiye için Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) başvuru yapanlar yeniden başvuru yapmadan ödemelerini 2017’nin Mart ayından itibaren aldı. Geçmişte dava açanlara ise 27 Nisan 2017 tarihine kadar ikramiyeleri ödenirken, yine geçmişte dava açan ve davaları sonuçlanmayanlara ise kanuni faizi ile birlikte ikramiyeleri yatırıldı.
Başvuru yapanlara ikramiyelerinin 7 bin 500 liraya kadar olan kısmı başvuru tarihinden itibaren 3 ay içinde ödenirken, ikramiye tutarı 7 bin 500 lirayı geçenler ise kalan kısmını 2018’in Mart ayında alacak. Bu haktan sadece emekliler değil dul ve yetimleri ya da kanunu varisleri de yararlandı, yararlanmaya da devam ediyor.
GEÇERSİZ SAYILACAK
İkramiye ödemeleri ise her bir yıl için 50 liranın altında, toplam ödenecek ikramiye tutarı da 100 liranın altında olmayacak şekilde hesaplandı. Buna göre de 1994’de emekli olan ve 37 yıl 9 aylık hizmeti üzerinden emekli aylığı bağlanan bir şube müdürüne 350 lira ek ikramiye ödenirken; 2006’da emekli aylığı bağlanan aynı durumdaki emekli 7 bin 300 lira ikramiye aldı. 450 bin memur emeklisine ödenecek ikramiye tutarı ise 2,5 milyar lira olarak hesaplandı.
Memur emeklilerinin ikramiye ödemeleri halen devam ediyor ve ek ikramiye için başvuru süresi de dolmuş değil. Geçen senenin başında çıkan yasa ile ek ikramiye alacaklara bir yıllık başvuru süresi tanında ve bu süre 27 Ocak’ta doluyor. Bu tarihten sonra yapılacak başvurular ise geçersiz olacak, emeklilerin ek ikramiye hakkı da yanacak.
NE KADAR İKRAMİYE ALDILAR?
Uluslararası alanda rekabet gücü yüksek tarım sektörü oluşturmak... Kırsal kalkınmayı desteklemek... Tarımsal ihtiyacı karşılamak için yerli üretimi desteklemek, hayvancılıkta da yerli üretim modelini desteklemek... Bunlar, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın , ‘Milli Tarım, Güçlü Yarın’ adını verdiği 2018-2022 Stratejik Planı’ndan birkaç alıntı.
İnceledim, 2013-2017 dönemine ait stratejik planda da benzer hedefler koymuşuz. Son 5 yılda ne kadarı gerçekleşti bilmiyorum; ama bildiğim, bir şey varsa her stratejik planda benzer hedef ve stratejileri tekrarlıyoruz. Önemli değil, tarımda sadece kendi kendine yeten değil, ihraç da eden ülke olmak için her 5 yıldaki planlara aynıları yazalım; ta ki, gerçekleştirene kadar. Önemli olan, bu hedefleri kiminle gerçekleştireceğimiz. Dikkatinizi çekerim, nasıl gerçekleştireceğimiz değil, kiminle gerçekleştireceğiz önemli.
KÜÇÜK ÜRETİCİ YOK OLUYOR
Neden böyle söylediğimi anlatayım. Denizbank ile ortaklaşa başlattığımız tarım toplantılarının ilkini yaptığımız Aydın’da da gözlemledim, son dönemde; hem tarımda hem hayvancılıkta, büyük arazi sahipleri artık hüküm sürüyor. Yanlış anlaşılmasın, sanayicilerin ya da büyük arazi sahiplerinin tarıma yatırım yapmasına karşı değilim; aksine destekliyorum. Ancak küçük çiftçiyi de kaybetmemeliyiz.
Bakın, tarım ve hayvancılığı gelişmiş Avrupa ülkelerine, bu hale, 50-100 hayvanı veya da 50-100 dönüm arazisi olan küçük çiftçiler ile geldiler ve bu yapıyı da yıllardır bozmuyorlar. Bizde ise her geçen gün küçük çiftçi yok oluyor. Yok, olunca ne oluyor? Kentlere göç başlıyor, kırsal kalkınmada yol alınamıyor, verimlilik azalıyor. Sonuç; 20 yıl önce, ‘kendi kendine yeten ülke olmak bize yetmez’ diyorduk, şimdi ‘inşallah ithalattan kurtulur da kendi kendine yeter ülke oluruz’ diyoruz.
SÜRDÜRÜLEBİLİR FİNANSMAN
Öyle uzun uzun stratejiler yapmaya, uzun uzun düşünmeye gerek yok. Yapılması gereken, 50 hayvanı olan çiftçiye bir 50 hayvan; 40 dönüm arazisi olana bir 40 dönüm daha vermek ve planlı, verimli, kaliteli üretim yapmasını desteklemek. Bir de üreticinin sürdürülebilir ve ucuz finansmana ulaşmasını sağlamak. Bu açıdan da sorun yok. Geçmişte tarımı, sadece kamu bankaları ve Tarım Kredi Kooperatifleri finanse ederdi; şimdi özel bankalar da destekliyor ve bankaların tarıma sağladığı kredi desteği neredeyse 90 milyar lirayı geçti.
Diyeceğim o ki, tarım ve hayvancılıkta önümüzdeki 5 yılda bir şeyler yapmak istiyorsak bunu küçük ve orta boy işletmelerle yapmalıyız.
Kimi okuyucular, araç kiralama şirketlerinin, mahkeme yoluyla, ‘kira kaybı’ adı altında para talep ettiklerinden yakınıyor; kimileri ise, kaza sonrası kiralık araçtaki değer kaybı talepleri ile karşı karşıya kaldıklarını söyleyip, sigorta şirketlerini suçluyor. Açıkçası, avantajlarından dolayı kiralık araca talep her geçen gün arttıkça -ki, bugün trafikte filo ve günlük kiralama dahil 600 binin üzerinde kiralık araç dolaşıyor- bu tür şikayetler de artacak.
Okuyucular haklı; kiralık araçların karıştığı kazalarda bazı sorunlar yaşanıyor, ancak bunların sigorta ile alakası pek yok. Peki, nedir bu sorunlar? Tek tek anlatayım.
KİRA BEDELİNİ SİZ ÖDERSİNİZ
Kiralık bir araca çarparsanız ve kusur da sizdeyse, aracı kiralayan şirket, tamir olana kadarki sürede; o araçtan elde edeceği kira gelirini sizden talep edebilir. Buna ister ‘kira kaybı’ deyin, ister ‘gelir kaybı’; kiralama şirketinin böyle bir yasal hakkı var. Altını bir kere daha çizeyim, sizden talep edilen, araçta oluşan maddi hasarın tazmini değil, onu zaten sizin aracınızın trafik sigortası ya da kiralık aracın kaskosu karşılıyor; sizden istenen, kiralama şirketinin uğradığı gelir kaybı. Bunu da profesyonel çalışan, büyük filo kiralama şirketleri zaten istemiyor; çünkü onlar, zarar gören aracın yerine ikame araç veriyor, kira almaya devam ediyor ve kira parasının içine de bu tür giderleri dahil ediyor. Gelir kaybını talep edenler ise daha çok günlük araç kiralayan şirketler.
ARACIN DEĞER KAYBI DA VAR
Gelelim, kiralık araçta oluşan değer kaybına. Düne kadar bu da büyük bir sorundu. Çünkü trafik sigortası genel şartlarına göre; sigortacılar, ister kısa süreli olsun ister bir yıl ve daha uzun süreli, kiralık araçlarda eksper tarafından hesaplanan değer kaybı tutarının yüzde 50’sini karşılıyordu. Danıştay, uygulamayı şimdilik durdurdu ama kesin kararını henüz açıklamadı. Bugün için değer kaybının tamamı sigorta şirketleri tarafından karşılanıyor. Dolayısıyla araç kiralama şirketleri, araçta oluşan değer kaybını, kusurlu sürücüden talep edemez.
Hemen içiniz rahatlamasın, burada da başka bir sorun ortaya çıkıyor. Trafik sigortasının bugün için maddi teminat limiti 36 bin lira. Sigorta şirketinin ödeyeceği en yüksek değer kaybı ise maddi teminatın yüzde 15’i, yani 5 bin 400 lira. Ne mi, demek istiyorum. Trafikte pahalı bir kiralık araca çarparsanız ve kusur da sizdeyse, yandınız demektir. Diyelim ki, kiralık araçta 45 bin liralık maddi hasar oluştu; trafik sigortası bunun 36 bin lirasını karşılayacağından, aradaki 9 bin liralık farkı araç kiralama şirketinin sizden talep etme hakkı var. Bitmedi; eksper, o araçtaki değer kaybını 10 bin lira olarak tespit ederse, trafik sigortası sadece 5 bin 400 lirasını karşılayacağından, yine şirket aradaki 4 bin 600 liralık değer kaybını sizden ister.
NELERE DİKKAT EDECEKSİNİZ