BİR süredir deprem senaryolarını konuşmaya başladık. İşin ilginci, genelde bu senaryoları, her deprem sonrası birkaç gün konuşur, unuturduk; ta ki, bir sonraki depreme kadar. Şimdi ise deprem olmadan konuşuyoruz. Demek ki, iş ciddi. Son, Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener de açıkladı. Öyle bir açıklamaydı ki, yeri belli, büyüklüğü belli. Yer, Marmara Denizi; büyüklük, en az 7 şiddetinde. Hatta sonrasında, tsunami ihtimali bile yüksek. Açıklamasında, “Gittikçe sona yaklaşıyoruz” diyen Özener, beklenen depremin Marmara’da yıkıma ve can kayıplarına yol açacağını da söyledi.
Peki, hazırlıklı mıyız? İşte, kritik soru bu. Depreme hazırlığı, binaları yıkıp, yerine yenisini yapmak olarak algılıyoruz ama onu da beceremiyoruz. 10 yıla yakındır kentsel dönüşümü konuşuyoruz, bir arpa boyu yol alamadık. Kimse alınmasın ama sekiz yılda, bir Fikirtepe’yi bile dönüştüremedik, kriz çıktı. Neden? Kentsel dönüşüm, oldu ‘rantsal dönüşüm’ de ondan. Müteahhit daha çok para kazanma, ev sahipleri de bir verdiklerini iki alma derdinde. Vatandaşın binası dökülüyor, küçük bir deprem bina çökecek, belki de canından olacak; halen 100 metrekare 200’e çıkar mı, bir daire yerine iki daire alır mıyım derdinde.
ZORUNLU DEPREM SİGORTASI
Depreme hazırlık sadece bina yıkıp, yenisini yapmak değil. Söylendiği gibi işin bir de yıkım boyutu var. Burada da devreye sigorta giriyor. Türkiye’de toplam 24 milyon konut var. Bunun 5 milyonu 2011 yılından sonra, deprem yönetmeliğine uygun yapılmış. Asıl sorun, 99 depremi öncesi yapılan binalarda ki, dönüşüm de bunun için önemli. 99 depremi öncesindeki toplam konut stoğumuz 12 milyona yakın. Bu konutların ne kadarının depreme dayanıklı olduğu bilinmiyor; tahminlere göre 7 milyon konut riskli. İstanbul’da ise depreme dayanıksız konut sayısının 1 milyona yakın olduğu tahmin ediliyor.
Marmara depremi sonrası, Doğal Afet Sigortaları Kurumu’nu (DASK) kurup, zorunlu deprem sigortasını başlattık. Amaç, depremin yol açacağı maddi kaybı karşılamaktı. Asıl amaç ise, kentsel dönüşüm ile depreme dayanıklı binalar yapıp, önce can güvenliğini sonra da o binaları sigortalayıp, mal güvenliğini sağlamaktı. Aradan 17 yıl geçti; bugün sigortalanabilir 17,5 milyon konuttan yüzde 48’i, yani 8,4 milyonu, sigortalandı. Bardağın dolu tarafını görmek istersek, konutların yarıya yakını depreme karşı sigortalı deyip, bunu da başarı olarak nitelendirebiliriz. Boş tarafını görmek istersek konutların yarısı depreme karşı sigortasız deriz. Ben ise farklı bir bakış açısı getireceğim.
8.4 MİLYON KONUT SİGORTALI
Tapu işlemlerinde, elektrik ve su aboneliğinde, bankadan konut kredisi kullanıldığında sigorta zorunlu. Yoksa; elektrik ve su bağlatamıyorsunuz, konut alım-satımı yapamıyorsunuz. Sadece geçen yıl 1,4 milyon konut alınıp satılmış. Bu da 1,4 milyon sigorta, zorunlu yapılmış anlamına geliyor. 8.4 milyon deprem sigortasının, 3 milyonu bankalar tarafından verilen krediyle yapılıyor. Bunun üzerine kabaca 500 bin konutun da kiralanıp, elektrik ve su aboneliklerinin yenilendiğini katarsak; sigortalı konut sayısının yarısının zorunluluktan kaynaklandığını söyleyebiliriz. İşin ilginci, zorunlu olarak yapılan sigortaların yarıya yakını, bir yıl sonra poliçenin süresi dolduğunda yenilenmiyor. Her yıl bu böyle devam ediyor; 3-4 milyon konut zorunlu sigortalanıyor, bir yıl sonra yarısı devam etmiyor. Ne mi demek istiyorum? 17 yılda halen bilinç oturmadı diyorum. Sigortayı bir nedenden zorunlu yaptırıyor, zorunluluk hali geçtikten sonra devam etmiyoruz. Az kişi, ‘deprem olur da evsiz kalırım, sigortayı yaptırayım’ diyor. Çoğunluğun yıllardır bahanesi aynı; ya ‘benim evim kayalık zemin üzerinde’ ya ‘birinci derece deprem bölgesinde değilim’ veya da ‘büyük depremde ne ben kalırım ne sigorta kalır, boş ver gitsin’. Sözün özü, uzmanlar, ‘sona yaklaşıyoruz’ diye bağırıyor, biz halen yüz metrekarenin, ikiyüz metrekarenin pazarlığındayız. ‘Madem yıkıp yenisini yapmıyorsun; bari sigortayı yaptır’ diyoruz, ona da masraf gözüyle bakıyoruz.
SİZLERLE ilginç bir araştırmayı paylaşacağım. Araştırmayı, Türkiye Sigorta Birliği (TSB), İpsos Şirketine yaptırdı. Konusu ise, 2017’de başlayan ve Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) katılımını sağlayan otomatik BES uygulaması. TSB, otomatik BES’te, cayma oranları beklenenin üzerinde seyredince –ki, geçen yıl sisteme girenlerin yüzde 55’i cayma hakkını kullanarak ayrıldı- bu araştırmayı yaptırdı; çıkanlar neden çıktı, kalanlar neden kaldı diye.
KEY KESİNTİSİ KÖTÜ ÖRNEK
Sistemde kalanlarla da çıkanlarla da 4 konuda ortak görüş bildirmiş. Birincisi, otomatik BES’in avantajlı ve bilinen tarafı, yüzde 25’lik devlet katkısı. İkincisi, sistemin en büyük dezavantajı emeklilik için 56 yaş sınırı. Üçüncüsü, 2 aylık cayma süresinin çalışanlar tarafından bir türlü anlaşılamaması. Dördüncüsü, işveren katkısının sistem için faydalı olacağı. Araştırmaya katılanların ortak noktada buluştuğu bir konu daha var; o da, otomatik BES’e olan güven. Geçmişte çalışanlardan kesilen Konut Edindirme Yardımı ve benzeri kesintiler, eski sigorta şirketlerinin yarattığı güvensizlik, Türk lirasında ve ekonomideki değişkenlik sisteme güveni zedeliyor. İlginç olan, bu güvensizliğini belirtenlerin tamamı sistemden ayrılırken, kalanların da aynı güvensizlikten şikayet etmeleri.
ÇALIŞANLAR NASIL BAKIYOR?
Sistemden çıkanlar ile kalanların otomatik BES’in temel özelliklerine yaklaşımı da farklı. Konuş başlıkları ile tek tek paylaşayım.
Yüzde 25 devlet katkısı: Çalışanlar, katkının, yüksek bir oran ve motive edici olduğunun farkında. Ancak devlet katkısı daha fazla olsa bile sistemde kalmayı etkilemeyeceği konusunda da görüş birliği var. Nedeni ise, yapılan kesinti nedeniyle maaşın düşmesi ki, sistemden ayrılışların temel nedeni olarak bu konu gösteriliyor.
1.000 TL’lik ek katkı: İki ayın sonunda sistemde kalanlara devletin verdiği bin liralık ek katkı pek önemsenmiyor. Katkının devletin kendini garantiye alma, karşısındakine bir şey kazandırmama eğilimine yönelik olduğu düşünülüyor.
2 aylık cayma süresi:
Bu köşeden, iflas ertelemenin piyasaları tıkadığını, iflas erteleme kararı çıkartanların iflah olmadığı gibi başkalarını da iflasa sürüklediğini, uygulamanın kaldırılması, kaldırılamıyorsa da yeniden düzenlenmesi gerektiğini kaç kere yazdım; sayısını ben bile hatırlamıyorum. Bu yazılar nedeniyle bazı kesimlerin tepkisini de çektim. Nihayet, iflas erteleme uygulaması kaldırıldı.
İFLAS ERTELEME KALKTI
Peki, iflas erteleme kalktı da yerine ne geldi? Hükümet, yaptığı düzenleme ile konkordato uygulamasını revize etti. İflas ertelemenin yerini artık yeni modeliyle konkordato alacak. En önemli revizyon da batık hale gelmeden, borçlarını ödemekte zorluk çeken veya çekeceğini düşünen şirketlerin konkordato ilan edebilmesi. Yeni uygulamanın nasıl olacağının madde madde anlatayım.
- Şirketler ve kooperatifler, iflas erteleme yerine konkordato talebinde bulunacak.
- Yeni düzenlemede şirketin ekonomik olarak yaşatılması amaçlanıyor.
- Mahkeme, konkordato talebinde bulunan şirkete 3 ay geçici süre verecek, istenirse bu süre 2 ay daha uzatılacak. Yani, ‘konkordato talep ediyorum’ diyen şirkete, mahkeme en fazla 5 ay, durumunu gözden geçirmesi için süre tanıyacak.
- Bu 5 aylık süre içinde alacaklılar şirket hakkında icra takibi başlatamayacak. Şirketin faaliyetini engelleyecek herhangi bir karar da verilemeyecek.
- Yine bu süre içinde devreye ‘konkordato komiserleri’ girecek. Şirketin faaliyetini gözeterek, mal varlığını muhafaza edecek
GEÇMİŞTE genel sağlık sigortası prim borcu olanlara borçlarını yapılandırmaları ve gelir testi yaptırmaları için tanınan bir yıllık süre, 2 Nisan’da doluyor.
Prim borcunu yapılandırmayanlar ve gelir testine başvurmamış olanlar, bu tarihten sonra devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanamayacak.
2017’nin 1 Nisan’ında çalışmayan ve sosyal güvencesi olmayanların Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında, devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanma şartları değişti. Geçen seneye kadar Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) bağlı olmayanlar gelirlerine göre GSS için aylık prim ödüyor, bu sayede hem kendileri hem de bakmakla yükümlü oldukları kişiler, sağlık hizmetinden yararlanıyordu. Primler de gelir testi sonucuna ve her yıl asgari ücrete göre değişiyordu. 1 Nisan’da yapılan düzenleme ile genel sağlık sigortasında tek prim sistemine geçildi; gelir testi zorunluluğu kaldırıldı ve geçmiş prim borçları da yapılandırıldı.
BİR YILLIK SÜRE DOLUYOR
Buna göre; sosyal güvencesi olmayanlar 2017 yılında aylık 53.33 lira yatırarak sağlık hizmetinden yararlanmaya başladı. 1 Nisan 2017 tarihi öncesi ödenmemiş genel sağlık sigortası prim borcu olan 4.5 milyona yakın kişinin de geçmişten gelen 12 milyar liraya yakın borcu yeniden yapılandırıldı. Aynı zamanda sosyal güvenci olmayanlardan da gelir testi yaptırmaları istendi. Hem borç yapılandırması hem de gelir testi yaptırılması için de bir yıllık süre tanındı. İşte bu süre, 2 Nisan’da doluyor. Yani, geçmiş yıllarda GSS’ye prim borcunuz varsa 2 Nisan’a kadar bu borcu yapılandırmanız ve bugüne kadar hiç gelir testi yaptırmadıysanız da bu tarihe kadar yaptırmanız gerekiyor.
Peki, borç yapılandırmasından nasıl yararlanılacak? Yapılandırmadan kasıt, geçmiş borçların silinmesi anlamına gelmiyor; gecikme faizi ile cezası siliniyor ve daha da önemlisi borç, aylık 53.3 lira üzerinden hesaplanıyor. Örneğin, genel sağlık sigortası için 5 yıldır (60 ay) hiç prim ödemediniz. Aylık 53.3 lira üzerinde (60x53.3), 3.198 lira ödeyerek, geçmiş tüm borçlarınızdan kurtuluyorsunuz.
ÖDEME TARİHİ 30 NİSAN
Borç yapılandırmasından bazı kişiler yararlandı ancak bazıları da halen borçlarını yapılandırmadı. Yeri gelmişken belirteyim, yapılandırmadan yararlananların borçlarını son ödeme tarihi de 30 Nisan’da doluyor. Bu tarihte borcunu ödemeyenlere ise gecikme cezası ve zammı uygulanacak. Borcunu yapılandırmayanlar içinse süre 2 Nisan’da doluyor. Halen bu imkandan yararlanılmazsa, geçmişteki borçlar gecikme zammı ve cezası ile birlikte ödenmek zorunda. Borçtan kaçış yok.
Yer, mekan ve isimlerin önemi yok; yaşanan olay önemli. Okuyucum, başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Akşam yemeği için restorana gittik. Aracı, kapıdaki valeyi verdik. Çıkışta, aracımın ön tamponunda ciddi hasar olduğunu gördüm. Başka bir kapı görevlisi, valenin aracı çarptığını, sigortadan onarım yaptırıp, hasarın fazla tutması halinde faturayı restoran sahibine getirebileceğimi söyledi. Ne zabıt tutulmuş, ne tutanak tutulmuş, kazanın nasıl olduğu belli değil. Benim aracımla mı birisine çarpmış, başka biri mi benim aracıma çarpmış belli değil. Kazayı yapan vale de yok. Trafik sigortasını yaptırdığım şirketi aradım, hasarı karşılamayacaklarını söylediler. Kasko sigortam da yok. Sorum şu sigorta, valenin neden olduğu zararı neden karşılamıyor?”
Okuyucumun yazdıklarını özetleyerek, paylaştım. Vale kazaları ile ilgili çokça şikayet geliyor. Özellikle İstanbul’da artık her alışveriş merkezinin, her restoranın, her dükkanın önünde kendilerine vale diyen otoparkçılar var. Öyle hale geldi ki, sokak başlarında bile valeler türedi. Durduğunuz anda gelip, ‘aracı biz alıyoruz’ diyorlar. ‘Parası vereyim, ama ben parkedeyim’ diyorsunuz, olmaz diyorlar. Senin gösterdiğin yere parkedeyim diyorsunuz ona da ‘olmaz, çekeceğiz’ diyorlar. Kimdir bunlar, ehliyetleri var mıdır, araç kullanmayı bilirler mi, bunlara kim bu yetkiyi verir belli değil.
ZARARI SİZ KARŞILARSINIZ
Gelelim, işin sigorta boyutuna. Sigortacılarla da hukukçularla da konuştum; açıkça söyleyeyim, valenin neden olduğu kazadan dolayı hasarı ödemek sigorta şirketinin inisiyatifine kalmış. Ödeyebilir de, ödemeyebilir de. Trafik sigortasından bahsediyorsak; durum net, hasar ödenmiyor. Neden mi? Trafik kanununa göre valelerin bağlı olduğu şirketler, kendilerine teslim edilen araçlarda meydana gelecek zararlara karşı ‘mali sorumluluk sigortası’ yaptırmak zorunda. Şöyle anlatayım. Restoran ya da alışveriş merkezine gittiniz, aracınızı valeye teslim ettiniz. O valenin bağlı olduğu bir şirket varsa o şirket; yoksa o restoran ya da alışveriş merkezi mali sorumluluk sigortası yaptırmak zorunda. O yüzden de teslim ettiğiniz aracınızla kaza yapan valenin verdiği zararı trafik sigortası karşılamıyor, mali sorumluluk sigortası karşılıyor. Eğer sorumluluk sigortası yoksa zarar gören, tüm zararını araç sahibi olduğu için sizden, otoparkın çalıştığı vale şirketinden ya da o valeyi kapıya koyan işletme sahibinden talep etme hakkına sahip. İşin daha vahimini söyleyeyim mi; araştırdım, etrafta gördüğünüz otopark görevlilerini çalıştıran vale şirketlerinin yüzde 90’ını zorunlu olmasına rağmen bu sigortayı yaptırmıyor.
BUNLARA DİKKAT EDİN!
Tabii bir de işin kasko boyutu var. Valeye teslim ettiğiniz araçta oluşan hasarı kaskodan alıp alamayacağınız da net değil. Ufak tefek hasarlarda sorun olmaz ama vale aracınızı alıp, kaçarsa ve siz de aracı teslim ederken karşılığında bir fiş almadıysanız sigorta şirketi çalınan aracınız için tazminat ödemez. Sigortacı kasko hasarını ödese bile bunu vale şirketine ya da valeyi kapısında tutan işletme sahibine rücu eder.
Peki, ne yapmak lazım? Birkaç tavsiyede bulunayım. Aracınızı valeye teslim ederken mutlaka fiş ya da belge alın. Fiş vermiyorlarsa teslim etmeyin. Mümkünsü, işletme sahibine, ‘bu valenin zorunlu sigortası var mı’ diye sorun. İşletme sahiplerine de önerim, eğer bir vale şirketi ile anlaşmışsanız mutlaka zorunlu sigortayı yaptırmasını isteyin, kapıdaki kendi adamınızsa o zaman sigortayı siz yaptırın.
Tahmin ediyorum aracınızı valeye teslim ederken artık iki kere düşünürsünüz; aldığınız risk büyük.
Önce bir tespitte bulunayım, sonra düzenlemelere değineyim. Konut hesabı, vatandaşları, devlet desteği ile konut sahibi yapmak için 2016’nın ortasında ve ‘konut seferberliği’ sloganı ile başladı. Vatandaş, konut sahibi olmak için birikim yapacak, devlet de bu birikime yüzde 20 katkı sağlayacaktı. Bu işi de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yürütecekti. Beklenti çıtası yüksekti; konut sahibi olmayan 100 binler, hesap açtıracaktı. Ne oldu? Üzerinden bir buçuk yıl geçti hepi topu, 12 bin kişi bankalarda hesap açtırdı. Neden? Uygulamanın faydası ve devlet katkısının avantajları anlatılmadı da ondan.
KONUT HESABI HAZİNE’YE GEÇİYOR
Konut hesabının yeterince ilgi görmediği gerekçesiyle de Torba Tasarıda yeni düzenlemeler yapıldı. Birincisi; yüzde 20 olan devlet katkısı oranı yüzde 25’e, devlet katkısı tutarı da 15 bin liradan 20 bin liraya çıkarılıyor. Ayrıca konut hesabı ile alınacak konutlara tapu harcında indirim yapılıyor. Bunların ötesinde, Torba Tasarı yasalaştığında konut hesabı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan çıkıp, Hazine Müsteşarlığı’nın yönetimine geçecek. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesine konan konut hesabı devlet katkısı ödeneği, artık Hazine Müsteşarlığı bütçesine konacak ve uygulama bütünüyle Hazine tarafından yürütülecek.
Peki, neden konut hesabı, Aile Bakanlığı’ndan alınıp, Hazine’ye bağlandı? Biraz araştırdım. Torba tasarıdaki düzenleme işin daha başlangıcı. Yapılmak istenen, konut hesabını, konut kredileri ile ilişkilendirerek, vatandaşın daha kolay şartlarda konut sahibi olmasını sağlamak. Daha açık şöyle anlatayım. Bankada hesap açtıranlar; sistemde uzun süre kalma, ödemeleri zamanında yapma gibi konut hesabı uygulamasının gerektirdiği şartları yerine getirmeleri halinde, daha düşük faiz oranları ile konut sahibi olacak. Hesaptaki para ne kadar çok ve ne kadar uzun süre birikirse uygulanacak faiz de o oranda azalacak. Bu sistemi de Hazine, bankalarla görüşerek, kurgulayacak.
20 BİN LİRA DEVLETTEN
Hazır yeni gelmişken, konut hesabı nedir, nasıl işler, kısaca değineyim. Kendine ait konutu bulunmayanlar, bankalarda, konut hesabı açtırıyor ki, 14 banka bu hizmeti veriyor. Hesap açıldığında bir kereliğine, toplu para yatırılabiliyor; bunun da üst sınırı 30 bin lira. Sonrasında ise hesaba aylık ya da üçer aylık ödemeler yapılıyor. Aylık ödenecekse en az 250 lira, en çok da 2 bin 500 lira; üç ayda bir ödeme yapılacaksa da en az 750 lira, en çok 7 bin 500 lira hesaba para yatırılıyor. Hesaba, 3 yıl boyunca dokunulmaması ve bu süre içinde de aylık ödemelerin düzenli yapılması, devlet katkısından yararlanabilmenin temel kuralı. 5 yıl ve üzeri para yatıranlar, bugünkü uygulamaya göre, hesapta biriken paranın yüzde 20’si oranında devlet katkısı alabiliyor. Ancak devletin bu katkısı 15 bin lirayı geçmiyor. Yeni düzenleme sonrası ise devlet katkısı oranı yüzde 25’e, devletin vereceği en yükse katkı tutarı da 20 bin liraya çıkacak. Özetle, yasa çıktıktan sonra, konut hesabı açacak olanlara devlet hem ciddi bir katkı yapacak hem de düşük faizli konut kredisi imkanı yaratacak.
KRONİK hastalara aylık 1.085 lira geçici maaş bağlanacak, ayrıca 600 lira da sağlık harcamaları için ek ödeme yapılacak. Yeni uygulama, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yürütülecek. Uygulama kapsamında ilk olarak tüberküloz ve kızamık hastalığının neden olduğu beyin hastalığı Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE) ile mücadele eden hastalara ödeme yapılacak, önümüzdeki dönemde ise tüm riskli hastalıklar kapsam içine alınacak.
KİMLER YARARLANACAK?
Bu çerçevede, tüberküloz ve SSPE hastalarına aylık 1.085 lira ödenirken, ayrıca yatağa bağımlı tüberküloz hastalarına ek olarak aylık 600 lira daha ödeme yapılacak. Böylece, tüberküloz hastaları aylık 1.685 lira ödeme alacak. Peki, yeni uygulamadan kimler yararlanacak? Hasta olan kişilerin, oturdukları hanede kişi başına düşen aylık gelirin asgari ücretin aylık net tutarının –ki, bugün için 1.603,12 lira- üçte ikisinden az olması gerekiyor. Daha açık bir anlatımla bu ödenekten yararlanacak olanların hem kendisinin hem de aynı evde yaşayan ailesinin aylık gelirinin 967 liradan az olması şart. Bununla birlikte SSPE hastalarının sağlık kurulu raporu da bulunması gerekiyor. Bu şartlara sahip olan hastalar ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na başvurarak, ödenek hakkından yararlanabilecek.
600 LİRA EK ÖDEME
Tabii, bu ödeme belli bir süre için olacak. Tedavi görmemiş tüberküloz hastaları 12 ay boyunca ödeme alırken; ilaçla tedavi görenlere 30 ay, menenjit tüberküloz hastalarına 18 ay, kemik tüberküloz hastalarına ise 15 ay boyunca 1.085 lira ödenecek. SSPE hastaları için tedavileri ne kadar sürerse o süre içinde aylık maaştan yararlanabilecek.
İŞSİZLİK MAAŞI ARTTIOkuyuculardan işsizlik maaşı ile ilgi onlarca soru alıyorum. Kimileri, işsizlik maaşının ne kadar arttığını merak ediyor, kimileri de nasıl yararlanacağını soruyor. Yeni asgari ücretle birlikte 2018’de işsizlik maaşı da arttı. İşsiz kalıp da maaş almaya hak kazananlara, 2018’in sonuna kadar en düşük 811,8 lira (asgari ücretli çalışanın alacağı maaş), en yüksek de 1.623,6 lira ödenecek. 2017 yılında ise işsizlik maaşı en düşük 710 lira, en yüksek 1.421 liraydı. Bu da işsizlik maaşının yüzde 14,22 arttığı anlamına geliyor.
NE KADAR MAAŞ ALACAKSINIZ?
Merak edilen konular arasında maaş tutarının nasıl hesaplandığı da geliyor. Maaştan yararlanacak olanların son 4 aydaki brüt kazancının yüzde 40’ı olarak hesaplanıyor. Ancak ödenecek en yüksek tutar, asgari ücretin brütünün (2018 yılı için 2.029,50 lira) yüzde 80’ini geçemiyor ki, bu da 1.623,6 lira ediyor. Örnekle anlatayım: Son 4 aydaki maaşınız brüt 3.500 liraysa, size aylık 1.400 lira işsizlik maaşı ödenecektir. Bir örnek daha vereyim: Son 4 aydaki brüt maaşının 4.000 liraysa, işsizlik maaşı hesaplamasına göre 1.800 lira almanız gerekiyor, ancak en yüksek işsizlik ödeneği brüt asgari ücretin yüzde 80’ini geçemeyeceğinden, size ödenecek maaş 1.623,6 lira olacaktır.
Değer kaybı tazminatı nedir, nasıl alınır konusuna; geçen, ‘Değer kaybında büyük oyun’ başlıklı yazımda değindim, ama kısaca özetleyeyim. Tüm sürücüler, kaza sonrası onarım gören araçlarının piyasa rayiç değerinde, yani ikinci el değerinde, meydana gelen maddi kayıpları trafik sigortasından alabiliyor. Buna da değer kaybı tazminatı deniyor. Sürücüler, kaç kazaya karışırsa karışsın her seferinde tazminattan yararlanabiliyor. Örnek vereyim: Trafikte, biri, aracınıza çarptı ve hasara neden oldu. Sizin kusurunuz da yok. Karşı tarafın trafik sigortası sizin zararınızı karşıladı, ancak kusurunuzun olmadığı kazadan dolayı aracınız artık hasarlı olarak kayıtlara girdi. Haliyle de ikinci el piyasasındaki değeri düştü. İşte, trafik sigortası bu değer kaybını size ödüyor.
DEĞER KAYBI TAZMİNATI
Peki, değer kaybı tazminatı nasıl hesaplanıyor? Trafik sigortası genel şartlarında bu durum açıkça belirtilmiş. ‘Sigorta şirketi tarafından ödenecek değer kaybı tutarı, trafik sigortasının maddi teminat limitinin yüzde 15’ini aşamaz’ diyor. Trafik sigortasında bugün için maddi teminat limiti 36 bin lira olduğuna göre, sigortacıların ödeyecekleri en yüksek değer kaybı tazminatı da 5 bin 400 lira. Altını çizeyim, bu rakam, sigorta şirketlerinin ödeyeceği en yüksek tazminat tutarı. Şirket, hesaplama yapıp, 2 bin lira da ödeyebilir, 3 bin lira da. ‘Aracımdaki değer kaybı daha yüksek’ derseniz ya mahkemeye ya da Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvurabilirsiniz. Hukuk yolu açık ki, bugüne kadar gerek mahkemelere gerekse de Tahkime itiraz edenler, daha yüksek tazminat aldılar.
İşte Danıştay, geçenlerde bir karar aldı ve değer kaybı tazminatının hesaplamasındaki ‘trafik sigortasının maddi teminat limitinin yüzde 15’ini aşamaz’ uygulaması için yürütmeyi durdurdu. Gerekçe olarak da; araçlarda meydana gelecek değer kaybının yüzde 15’i aşabileceğini ve aşan tutarın sigortalı tarafından ödeneceğini, bunun da hukuka uygun olmayacağını gösterdi. Bu kararla, değer kaybı tazminatındaki sınırlama kalkmış oldu.
BU KARAR, KAOS YARATIR
Peki, şimdi ne olacak? Sürücüler değer kaybı için sigorta şirketine başvuracak. Sigortacı, sigorta genel şartlarında yazdığı gibi hesaplama yapıp, tazminatı ödeyecek. Vatandaş, parayı az bulup itiraz edecek. Sigorta şirketi, ‘git dava aç’ diyecek. Vatandaş mahkemeye gidecek, mahkeme de sınırlama kalktığından sigorta şirketinin ödediğinden daha fazla tazminata hükmedecek. Böylece, tüm değer kaybı talepleri mahkemelere gelecek.
Daha daha sonra ne olacak? Yüksek tazminat ödemek zorunda kalan sigortacılar, ‘zarar ediyoruz, trafik sigortasının fiyatını artırın’ diye ayağa kalkacak. Hazine’de ya fiyatı artıracak ya da yasal düzenleme yapacak. Bu arada birileri de bu işten ciddi nemalanacak. Al sana, trafik sigortasında yeni bir kaos daha. Oysa, kaos boyutuna gelmeden atılacak birkaç adım var. Birincisi, Hazine, değer kaybı tazminatının hesaplama yöntemini net ve adil bir şekilde belirler; bunu da yasal düzenleme haline getirir. Takdir edersiniz ki, 200-300 bin lira değerindeki bir aracın değer kaybı tazminatı 5 bin 400 lira olamaz. Böylece yargı, yasal düzenlemeye uyar, sigorta şirketi de kime ne ödeyeceğini bilir. İkincisi ve daha da önemlisi, aracın ikinci elde düşen değerini karşılamak için ödenen değer kaybı tazminatı, araç satılınca sürücüye ödenir ki, birçok ülkedeki uygulama da böyledir.