Nora Romi

Benden bir şey almamış ama babasının küçük kopyası

1 Mart 2008
Bir insana benzemek nasıl bir şeydir? Ya bir insana kendi özelliklerini taşımak? İşte sanırım üremenin temelinde yatan dürtü de bu! Genlerimizi, özelliklerimizi çocuklarımıza da aktarmak. Bunun gerekliliğini tartışacak değilim. Benim derdim başka.

Yahu bakıyorum oğluma, benim hiçbir özelliğimi almamış. Hah, şimdi sorabilirsiniz senin ne özelliğin var diye. Doğrusunu isterseniz onu da bilmiyorum. Diğer insanlardan farklı, beni ben yapan bir durumum yok açıkçası. Bir zamanlar kızıl saçlarım vardı, onlar da zamanla değişti. Bir de çillerim var ki onların oğluma geçmesi de hiç gerekmiyordu. Neyse ki de geçmedi. (Ama beni ikinci çocuğa girişmem için kandırmaya çalışanların, "kızıl saçlı çilli bir kız" cümlesiyle beni baştan çıkarmaya çalıştıklarını söyleyebilirim. Henüz yemedim!!!)

Evet, kendime baktığımda annemle babamın bütün negatif özelliklerini aldığımı görüyorum. Hatta anneannemin bile...

Oğlum Sinan’ın da benim dışımda her iki aileden birçok kişinin özelliklerini aldığını görüyorum. Peki niye kendimden hiçbir şey yok bu çocukta!!!

Bu konuya kendi kendime nereden geldiğime inanamazsınız.

Geçenlerde başlayan bir kampanya var: Yumurta hakkında. Yum-bir derneği, yumurtanın önemini vurgulamak için başlatmıştı bu kampanyayı. Ben yumurtayı ’yumurta’ olarak yiyen biri değilim. Oğlum, kocamın küçük bir kopyası olarak neredeyse günde 5 yumurtayı lüpletebilecek biri. Zaten yumurta yemek, direkt 2 tane yemek demek. Türkiye’de kişi başı yıllık yumurta tüketimi yıllara göre değişmekle birlikte 140-160 adet civarındaymış. (Yarısı bizim evden çıkıyor demek ki!!!) Amaç ise yılda 340 adet tüketen Japonları geçmekmiş.

O kadarını bilemem. Fark da etmez belki. Ama yumurta gerçekten benim tahminimden yararlıymış. Ben bazen Sinan’ın fazla yumurta yemesinden rahatsız olurdum. Oysa artık içim rahatladı. Şimdi sizlere uzun uzun tıbbi kelimelerle içindekileri anlatacak değilim ama yumurtada çocuklar için ekstradan önemli lutein ve kolin de varmış. Kolin, beyin gelişimi ve fonksiyonlarının yerine getirilmesinde etkin bir maddeymiş. Lutein ise kanser, arterosklerozis ve kalp damar hastalıklarından koruyor.

Ama önemli olan, yumurtanın biz anneler tarafından da doğru hazırlanması. Ben biraz bundan bahsedeyim diyorum:

Bir kere yumurta alınırken soğuk ortamda saklanıyor olmasına dikkat etmeliymişiz. Tabii ki çatlak ve kırık yumurtalar satın alınmamalı çünkü bunlar çabuk bozulabilir. Ayrıca mikroorganizmaların üremesi için uygun bir ortam oluştururlar. Yumurtanın kabuğu temiz, düzgün görünüşlü, kalın ve az pürüzlü olmalı. Evde, buzdolabında, satın alınan orijinal karton kutusu içinde yıkanmadan korunmalı çünkü yıkanınca yumurta doğal koruyucu tabakasını kaybediyor, çabuk bozuluyor. Çok ilginç bir şey daha öğrendim, yumurtanın kabuğu gözenekli olduğundan kokuları emebiliyormuş. Bu yüzden de buzdolabında soğan, balık gibi güçlü kokusu olan besinlerin yakınında saklanmamalı. Günlük taze yumurtalar iyi kaliteli olma özelliğini kaybetmeden, paketlenme tarihinden itibaren 4-5 hafta içinde veya satın alma tarihinden itibaren 3-4 hafta içinde tüketilmeli. Katı olarak pişirilmiş yumurta buzdolabında bir hafta güvenli bir şekilde saklanabiliyor.

Yumurtanın tazeliği en iyi kırıldığında anlaşılır. Taze yumurta kırıldığında yumurta akı ve sarısı tamamıyla yayılmaz ve birbirine karışmaz. Yumurta sarısı yüksek görünümdedir. Yumurta bayatladıkça, koyu beyaz kısım gittikçe sulu bir durum alır. Su beyaz kısımdan sarıya geçer ve sarı yassılaşır. Zaten koku da çıkar. O zaman çöpe.

Yumurtanın üzerinde neden bu kadar durdum biliyor musunuz. Besleyici olması bir yana, çocukların mutfakta ilk tanıdığı besinlerden biridir. Sinan’ın h l en çok yaptığı şey yumurta kırmak. Hatta ödevini bile bırakıp yumurta kırmaya mutfağa gelir. Artık uyanıklık da yapıyor. Yumurtayı önce ayrı bir kaseye kırıyor sonra kullanılacak yere döküyor. Böylece bozuk bir yumurtanın bütün karışımı bozmasını engelliyor. Bunu yine yumurta sevdalısı babasından öğrendi. Benim hiç öyle pratik bilgilerim olmadı!

Ah bir omlet yiyin bari...

Her bebek yaşamalı

Hamilelikte kendimizin ve bebeğimizin sağlığına ne kadar dikkat etsek de riskli gebelikler ve doğumlar yaşanabiliyor. Bunların sonucunda da bebeklerin yoğun bakıma ihtiyacı olabiliyor. Kimsenin karşılaşmak istemediği bir durum bu. Ama sorunlu doğum ihtimaline karşı, bebeklere özel yoğun bakım ünitelerinin olması çok önemli. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nüvit Altınkaya, yenidoğan bebeklerin yoğun bakımı hakkında bilmemiz ve hazırlıklı olmamız gerekenleri anlattı. Başımıza gelmemesini dileyerek bilgileri öğrenelim.

Türkiye’de her yıl 1.4 milyon çocuk doğuyor. Bu doğumların binde 107’si 37 haftadan önce, erken doğum olarak gerçekleşiyor. Yani her yıl 130 binin üstünde prematüre bebek dünyaya geliyor. Her prematüre bebeğe yoğun bakım uygulamak gerekmiyor. Ama prematüre bebeklerin yanı sıra çeşitli sebeplerden dolayı hastalanan ve yoğun bakım gerektiren bebeklerin sayısı da az değil. Bu yüzden yenidoğan bebeklerin karşılaşabileceği sorunlar hakkında bilgili olmamız önemli. Bu süreç hamilelikten başlıyor.

Riskli gebelik ya anneyle ilgilidir ya da bebekle. Anneyle ilgili sorunların başında annede şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp ve böbrek gibi kronik hastalıklar olması, gebelikte kızamıkçık, toksoplazma, herpes gibi hastalıkların ortaya çıkması ve gebelik zehirlenmesi geliyor. Bebekle ilgili problemler de, prematüre doğum, çoklu doğum, bebekte bir gelişim bozukluğu, anne ile bebek arasında kan grup uyuşmazlığı, bebeğin ayına uygun gelişim eğrisini izlememesi, bebeğin sağlığını belirleyen testlerde bozulma gibi sorunlar. Bir de plasentayla ilgili sorunlar ortaya çıkabiliyor.

İşte bu risk faktörlerinin bulunduğu durumlarda, anne adayının hekimler tarafından çok daha yakından izlenmesi gerekiyor. Sadece kadın doğum uzmanları değil, pediyatri uzmanlarıyla, özellikle yenidoğan uzmanlarıyla sorunların tartışılması ve doğum şeklinin ve zamanının planlanması önemli. İdeal yenidoğan bebek bakımı, daha doğum odasında başlıyor. Sorunlu olabilecek doğumlarda uzman bir ekibin hazır bulunması bazen bebek için bir ölüm-kalım meselesi olabiyor. Tabii bebeği yaşama döndürebilecek veya sakat kalmasını önleyebilecek çok değerli dakikaları en iyi şekilde değerlendirmek için bir de donanım gerekli. Yenidoğan bakım ünitesi bu yüzden çok önemli.

HİÇBİR EKİP BEBEĞİ ANNESİ GİBİ TAŞIYAMAZ

Bir bebeğin doğduğu merkezde yeterli yenidoğan bakım ünitesi yoksa ve bebek de sorunlu ise yenidoğan bakım ünitesi olan bir hastaneye nakli gerekiyor. Günümüzde bu konuda uzmanlaşmış, yoğun bakım koşullarında bebeği nakledebilecek merkezler var. Bu nakil işlemi sırasında dikkat edilmesi gereken noktalar var: Bebeğin gönderileceği merkez ile önceden temas kurulması, bebeğin özel durumu hakkında bilgi verilmesi ve nakliye sonrasında gerekli hazırlıklar yapılarak zaman yitirilmesinin önlenmesi, taşıma sırasında ısı kaybının önlenmesi, kan şekerinin normal sınırlar içinde tutulması, damar yolunun açık olması gibi.

Ayrıca bebeğin solunumuna ve dolaşımına yardım gerekiyorsa mutlaka solunum cihazı olan bir sistemle nakledilmesi gerekir. Bu işlem öncesinde bilgi akışı son derece önemli. Tüm bilgiler ve nakliye sonrasında oluşan sorunlar, yapılan girişimler, yazılı olarak belirtilmeli. Nakliye ideal koşullarda gerçekleşse bile (ki bu ülke koşullarında çoğu kez mümkün değil) en iyi nakliyenin bebeğin anne karnında taşınması olduğu unutulmamalı. Hiçbir ekip bebeğin ısısını, solunumunu, kalp fonksiyonlarını ve beslenmesini annesi kadar mükemmel sağlayamaz ve koruyamaz. Bu nedenle gebeliklerin çok iyi izlenmesi ve bir sorun yakalandığında, bebeğin doğumdan önce gerekli müdahaleyi yapabilecek ekip ve donanımın olduğu bir hastaneye anne karnında gönderilmesi gerekir.

Prematüre bebek nedir?

Prematüre bebek normalde 38-40 hafta olan gebelik süresini çeşitli nedenlerle tamamlayamadan doğan, yani 37. haftanın bitiminden önce doğan bebek. Bu bebeklerin gebelik süresi ne kadar kısaysa, sorunları o kadar ciddi ve karmaşık olur. Yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin en önemli hasta grubunu bu bebekler oluşturuyor.

HANGİ BEBEĞE YOĞUN BAKIM GEREKİR

Solunum yardımına ihtiyaç duyan,

Beslenmeleri ancak damar yoluyla sağlanabilen,

Ağır kalp hastalığı olan,

Doğumdan sonraki günlerde cerrahi girişim gerektiren hastalığı olan,

Gebelik süresi 30 haftadan kısa olan,

Havale geçiren yenidoğanlar.

HANGİ BEBEĞE ÖZEL BAKIM GEREKİR

Solunum, kalp atımı ve oksijen gereksiniminin sürekli izlenmesi gereken,

Oksijen verilmesi gereken,

Damar yolu ile glikoz ve elektrolit verilmesi gereken,

Mide sondası ile beslenmesi gereken,

Küçük cerrahi girişim geçirmiş olan (ilk 24 saatteki takip için),

Ölmekte olan,

Sarılık nedeniyle ışık tedavisi gören,

Annesinin özel sorunları (örneğin uyuşturucu kullanımı) nedeniyle dikkatli bir gözlem gerektiren,

Antibiyotik tedavisi gören,

Sorunları nedeniyle araştırılması (örn: röntgen, tomografi, vb) gereken bebekler.

PREMATÜRE BEBEĞİN SORUNLARI

Akciğerler ve kalp
Solunumun durması ya da yetersiz olması, yanı sıra akciğer kanaması ya da enfeksiyonları, solunum için gerekli sürfaktan maddesinin eksikliği, akciğerlerin damar yapısındaki direnç artışı nedeniyle yaşanan solunum sıkıntısı veya akciğerleri ilgilendiren doğumsal anomaliler.

Enfeksiyonlar
Bağışıklık sistemleri yeterince gelişmemiş olduğundan bakteri, virüs ve mantar enfeksiyonları çok daha ciddi hatta ölümcül seyreder.

Kan şekerinin normal sınırlarda tutulmasında güçlük Prematüre bebekler düşük kan şekeri ve daha az sıklıkla yüksek kan şekeri düzeylerine özellikle duyarlıdır.

Sarılık Prematüre bebeklerde yenidoğan sarılığı daha abartılı seyreder, ışık tedavisi hatta kan değişimi gerekebilir.

Prematüre bebeklerde sinir sistemiyle ilgili gelişim eksiklikleri görülebileceğinden belli aralarla görme, işitme testleri ve nörolojik muayeneleri yapılmalı.

Görme sorunları Prematüre retinopatisi, ağ tabakasının özellikleri nedeniyle veya oksijen verilmesi, kan nakli, enfeksiyon tedavisi gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu göz hastalığı tedavi edilmezse körlüğe yol açılabileceği için prematüre bebekler bu konuda uzman bir göz doktorunun kontrolünde olmalı.
Yazının Devamını Oku

Zihinsel engelli çocuklara yardım edelim

23 Şubat 2008
Bu hafta size bir yeri, İZEV’İ tanıtmak istiyorum. 1989 yılında dernek olarak kurulan ve 1997’de vakıf tüzel kişiliğinde yapılanan İstanbul Zihinsel Engelliler için Dayanışma Vakfı (İZEV), çocukları zihinsel engelli üyeler tarafından kurulmuş. Amaçları; engelli çocukların yaşıtlarından farklı olarak eğitim alabilmelerini, bir üst öğrenime veya mesleğe hazırlanmalarını, toplumla uyumlarını sağlamak. Kendi kendilerine yeterli bir duruma gelmeleri için gerekli temel yaşam becerilerini geliştirmek.

İZEV’le alakalı farklı yapılanmalar var. Birincisi 0-25 yaş arası zihinsel engelli çocuklara rehabilitasyon, terapi, ilköğretim ve mesleki eğitim hizmetleri veren Saadet İlköğretim Okulu ve Mesleki Eğitim merkezi. İZEV, bir devlet okulu olan Saadet İlköğretim Okulu ile İş Okulu’nun personel, hizmet içi eğitim ve yemek ihtiyaçlarını karşılıyor. Ayrıca bu çocuklara erken eğitim verebilmek, tedavi, bakım ve sosyal hayata uyum ihtiyaçlarını karşılamak, geleceklerini güvence altına almak için de rehabilitasyon merkezi kurmuşlar. 0-3 yaş erken eğitim biriminde çocuklar, bireysel eğitim, aile eğitimi, danışmanlık ve psikolojik destek, fizyoterapi ve konuşma terapisi eğitimleri alıyor. 3-6 yaş okul öncesi eğitim biriminde de grup eğitimi, bireysel eğitim, aile eğitimi ve danışmanlık, müzik sanat ve spor etkinlikleri, fizyoterapi, konuşma terapisi, psikolojik destek, ergo terapi (iş uğraşı terapisi), kaynaştırma danışmanlığı ve bilgisayar destekli eğitim görüyorlar.

Buralarda gelişim geriliği, down sendromu, otistik spektrum bozuklukları, cerebral palsy, öğrenme güçlüğü, davranış ve uyum bozuklukları rahatsızlığı olan bütün çocuklara yer var. Halen 300 -350 çocuk okuyor. Buralarda büyüyen çocuklar, daha sonra Sarıyer Geçiş Evi’ne geçiyor. Sabah 09.30’dan 16.30’a kadar burada kalıp çalışabiliyor, iş yapıyorlar. Ne var ki onların hayatları boyunca kalabilecekleri güvenli bir yere de ihtiyaçları var.

Peki burası için neler yapabilirsiniz? İZEV’le irtibata geçerek konu hakkında bilgi alabilirsiniz ama ben de size bir şeyler önerebilirim. Zamanınız olduğu sürece buralarda çalışmanın yanı sıra maddi olarak da yardımcı olabilirsiniz, çünkü eğitim gören çocukların manevi olduğu kadar maddi desteğe de ihtiyaçları var. Mesela bir veya daha çok öğrencinin ders yılı boyunca kısmen ya da tamamen eğitim ihtiyacının karşılanması için burs fonuna bağışta bulunabilirsiniz. Servis aracı tahsis edebilir veya öğrenci giderlerini karşılayabilirsiniz. Bilgisayar, televizyon, VCD, kırtasiye malzemesi, giysi, eşofman takımı, spor ayakkabı, gıda, erzak, et ve ilaç veya ilaç bedeli yardımında bulunabilirsiniz. Tel: (212) 347 02 27-28. www.izev.org.tr

ÇOCUKLARA YENİLİKLER

Son yıllarda gerçekten çocuklar için nefis, eğlenceli ürünler çıkmaya başladı. Hatta "Benim zamanımda bunlar yoktu" cümlesi, yerini "Benim çocuğum doğduğunda bunlar yoktu"ya bıraktı. Size iki önerim var. Birincisi bana küçüklüğümü hatırlatan bir oyunlu kitap. Akademi yayınlarından çıkan "Oynayalım mı?". Hani biz küçükken kağıttan insanlara kağıttan kıyafetler kesip giydirirdik ya, onun gibi. Kes, boya, giydir, yapıştır, oyna! Çocuklar, oyun ortamında gerçek yaşamın bir provasını yapar, yaratıcılıklarını ve el becerilerini geliştirir, problem çözme yeteneği kazanırlar. "Oynayalım mı?" serisi çocukların bu gelişim alanlarını destekliyor. Hem İngilizce hem Türkçe açıklamalı kitabı açtığınızda, neyi nasıl yapacağınız yazıyor. Karton bebekleri kesip giysileri ve aksesuvarları kesip bebeklere giydiriyorsunuz. Giysilerden bazılarını istediğiniz gibi boyayabilirsiniz. Üç yaşından itibaren önerilen kitabın Evim, Tamirhane, Safari ve Çiftlik adında dört çeşidi var.

İkinci önerim de müzikle ilgili. Çocuklara müzik dinletmenin yararlarıyla ilgili pek çok şey yazılıyor. Ama bence bir insanın müzik altyapısının zengin olması, ileride iyi bir dinleyici olması da önemli ve bunun temelleri küçük yaştan atılabilir. Bu aşamada size Putumaya’nın çocuk CD’lerinden bahsetmek isterim. Büyükler için olanları da var ama konumuz bu değil. Putumayo’nun çocuk serisi, çocuklara eğlenceyle, dünya müziklerinin ve diğer kültürlerin tanınmasını sağlıyor. Sıkıcı çocuk tıntınları gibi değil. Albümler, öğretmenler, müzikologlar, dünya müzikleri sanatçıları ve çocukların yardımlarıyla ortaya çıkmış. Birçok okulda bu müzikler test ediliyor. Ülke ve yöre müzikleri var; Meksika, Afrika, Latin, Asya gibi. Ayrıca swing, reggae gibi müzik türleri de var. Gerçekten çok eğlenceli ve güzeller. Büyükleri baymayan türden...

Çocuklar ve yarışmalar

Bahar ayları yarışmaların da coştuğu bir dönem. Bazılarında çocuklar yarışıyor, bazılarında ise büyükler çocuklar için yarışıyor. İşte önümüzdeki aylarda katılabileceğiniz yarışmalar.

HAMURDAN HEYKELLER

Bu yıl yedincisi yapılacak olan Play-Doh Hamurdan Hayaller Yarışması, çocukların lezzetine bayıldığı Sütaş Büyümix ana sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Alanlarında uzman isimlerden oluşan bir jürinin yapacağı değerlendirme sonucunda en başarılı şekilleri yapan 3-6 ve 7-9 yaş grubundan üçer çocuk, boylarınca oyuncak ve kucak dolusu Sütaş Büyümix kazanacak. Çocuklar, Play-Doh hamurlarıyla evde yaptıkları şekillerin fotoğraflarını info@hasbrointertoy.com.tr adresine göndererek ya da Hamurdan Hayaller PK 221 Şişli - İstanbul adresine postalayarak yarışmaya katılabilir. Unutmayın, son katılım tarihi 6 Nisan!

EN GÜZEL ÖYKÜ

TNT Ekspres Türkiye, 8 yıldır yürüttüğü ve büyük ilgi gören "TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor" isimli kitap toplama kampanyasının devamında, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da "İşte Benim Öyküm" yarışması düzenliyor. Proje, Türkiye Bilim Merkezleri Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Zeytinburnu Şubesi işbirliği ile gerçekleştiriliyor. Türkiye çapında TNT Ekspres tarafından kitap götürülmüş okullardaki 7-10 ve 10-14 yaş grupları arasındaki ilköğretim öğrencileri yarışmaya katılabilir. Kampanya çerçevesinde kendilerine ulaştırılmış bir kitabı okuyacak ve kendi öykülerini yazacaklar. Birinci, ikinci ve üçüncü olan öğrenciler, TNT Ekspres Türkiye tarafından ödüllendirilecek. Son katılma tarihi 5 Mart. Jüri üyeleri, Mart ayı içinde biraraya gelecek ve kazanan ilk üç adayı belirleyecek.

AHŞAP OYUNCAK TASARIMI

2005’den beri faaliyette bulunan Leonardini, geleneksel oyuncakları yeniden yorumlayarak üretimini sağlamak ve yurtdışına ihraç etmek amacıyla ahşap oyuncak tasarımı yarışması düzenliyor. Yarışmaya katılacak eserlerin, ’geleneksel oyuncakların yeniden yorumlanması’ amacına uygun olarak tasarlanması gerekiyor. Yarışmaya katılacak her tasarım ekibinde 4- 8 yaş arasında bir çocuk katılımcının bulunması şart. Her ekip en fazla üç eserle yarışmaya katılabiliyor, adayların en fazla bir eseri ödüllendiriliyor. Tasarımların 0-8 grubundaki çocukların ya da büyüklerin oynayacağı düşünülerek, eğlenceli-yaratıcı-eğitici olması temel değerlendirme kriteri. Mutlaka ham ağaçtan bir prototip yapılması isteniyor. Boya ya da vernik kullanılacak ise, kurşunsuz ve doğal bir malzeme kullanılmalı. Son katılma tarihi 16 Nisan. O tarihe kadar her gün 11.00-19.00 saatleri arasında Leonardini mağazalarına teslim edilebilirsiniz. www.leonardini.com.tr

HİJYENİN RESMİNİ YAPIN

Alo Hijyenik Beyazlar, çocukların hijyeni eğlenerek öğrenebilecekleri ve sonunda çeşitli hediyeler kazanacakları resim ve öykü yarışması başlattı. İlköğretim 4-8’inci sınıf öğrencilerinin katılabileceği yarışmanın başvuruları 30 Nisan’da sona erecek. "Hijyenik Ailem" konulu resim yarışmasına katılmak isteyen öğrencilerin, A3 resim kağıdına yapılmış resimlerini Alo Tüketici Hizmetleri PK. 61, 34739 Erenköy İstanbul adresine ya da www.hijyenikailem.com internet sitesine göndermeleri yeter. Öykü yarışmasına katılmak isteyenlerin de "Hijyenik Ailem" konulu öykülerini, okunaklı bir şekilde, tükenmez, dolmakalem ya da bilgisayarda yazıp aynı adreslere ulaştırmaları gerekiyor. Yarışmanın başvuru koşullarının detayları aynı siteden öğrenilebilir.

Hatırlatma yapalım: Geçtiğimiz hafta duyurduğum Milupa’nın düzenlediği , "Bebek Yemekleri Yarışması"nı da unutmamak lazım. 29 Şubat 2008 tarihine kadar, markanın herhangi bir ürünüyle hazırlayacağınız bebek yemeği tarifini, bebeğinin bu yemeği keyifle yerken çekilmiş bir fotoğrafını www.milupa.com.tr veya PK 32 Ümraniye adresine göndererek yarışmaya katılabilirsiniz.

ONUN İÇİN MASAL YAZIN

E-Bebek.com Masal Yarışması, masal anlatmayı seven anne ve babalara, kendi masallarını yazma fırsatı veriyor. 1 Nisan’a kadar başvurabilirsiniz. İlk ona giren adaylar derecelerine göre E-Bebek.com’dan hediye çekleri, masal makinesi gibi armağanlar kazanacak. Sonuçlar 18 Nisan’da açıklanacak. Yarışmaya katılmak için yazdığınız bir masalı masal@bebek.com adresine mail yoluyla gönderebilirsiniz. Masallar en fazla 750 kelimeden oluşmalı. Her gelen başvuruya, başvurunuz alınmıştır şeklinde yanıt geleceği için, cevap gelmezse hikayenizi bir daha gönderin.
Yazının Devamını Oku

Çocuk yetiştirmenin düzeni olmaz

16 Şubat 2008
Çocuk yetiştirirken bence, sıradan bir anne olarak bilmeniz gereken ilk doğru nedir biliyor musunuz?

Düzen diye bir şeyin olmadığı, asla garantisinin verilemediği ve kendinizle gurur duyduğunuz anda bir kazık yiyeceğinizdir.

Tabii bu mücadelemizi kesmemiz anlamına gelmiyor.

Yeğenimiz geçen gece annesi ve 2,5 yaşındaki kızı ile bize geldi. Çocukları yatırdıktan sonra muhabbete devam ediyoruz 4 yetişkin. Yeğenimiz, onların çocuksuz olduğu ve benim Sinan’ı doğurduğum dönemi hatırladı. Bizim evde salonda insanlar oturur, sohbet eder, güler ben içeride köpüre köpüre inatla durumun farkında olduğu için uyumayan çocuğumu uyutmaya çalışırdım.

Arada bir hışım salona gelir içeridekilere fırça attığım olurdu, ama çok nadir.

Yazının Devamını Oku

En tatlı yemek yarışması

9 Şubat 2008
İşten çıkıp da koştura koştura eve gelip yemek yaptığım, daha doğrusu yapmaya çalıştığım acı bir gerçek. Konuyla o kadar alakasızım ki, mutfakta sıkıldığımdan Sinan’ı da çağırırım yanıma. Hatta ödevi varsa, gel burada yap bile derim. O da sıkılır ve pek takılmak istemez. Ya da yemek yapmaya bulaşmak ister. Bu durumda size ucu mutfağa dayanan iki yeni haberim var. Birincisi bir yarışma.

Gelecek İçin Beslenmek programını başlatan Milupa, bebeklere yetişkinlerden farklı olarak özel yemek hazırlanması gerektiğini vurgulamak için "Bebek Yemekleri Yarışması" düzenliyor. Çünkü 0-3 yaş arasındaki bebekleri sağlıklı bir geleceğe hazırlamak için beslenmelerine dikkat etmek ve yetişkinlerden farklı onlara özel yemekler hazırlamak gerekiyor.

4-36 ay arası bebeği olan ve onun için en doğru, en sağlıklı, en lezzetli yemekleri yapıyorum diyen tüm anneler, 29 Şubat 2008 tarihine kadar, herhangi bir Milupa ürünüyle hazırlayacakları bebek yemeği tarifini, bebeğinin bu yemeği keyifle yerken çekilmiş bir fotoğrafıyla birlikte göndererek yarışmaya katılabilir. Gelecek İçin Beslenmek Standartları’na uygun olması gereken tarifler; kahvaltılar, meyveli karışımlar, çorbalar, muhallebiler ve gece lezzetleri olmak üzere beş kategoride değerlendirilecek. İstanbul’da yapılacak finale her kategoriden 3 kişi olmak üzere toplam 15 anne katılacak. Her kategorinin birincisi olan anneler, bir hafta / iki kişilik harika bir tatilin sahibi olacak. Tarif ve fotoğrafı www.milupa.com.tr veya "PK 32 Ümraniye" adresine gönderebilirsiniz. Detaylı bilgiyi yine siteden alabilirsiniz ama ben size pişirirken dikkat etmeniz gereken noktaları da ileteyim.

Tabii ki lezzet, kıvam, koku ve yaratıcılık önemli kriterler. Yanı sıra bebeklerin sağlığı gereğince yemeklere tuz ve şeker ilave edilmemeli. Yetişkinler için hazırlanmış şanti, çikolata, hazır kek gibi katkı maddesi içeren ürünler kullanılmamalı. Sadece zeytinyağı ya da mısırözü yağı gibi sıvı yağ kullanılabilir. Ayrıca inek sütü kullanılmamalı, kutu veya pastörize sütler buna dahil.

Finale kalan tüm annelere Milupa Bebek Yemekleri seti sunulacak ve tarifleri Milupa Bebek Yemekleri Kitabında yayınlanacak. Bence çok doğru bir yarışma. Hem anne hem de çocuk dahil olabildiği için de ayrıca keyifli.

İkincisi ise aslında bir promosyon. Danino’nun "Keşfet ve Oyna" promosyonu, toplamda 24 parçadan oluşan Türkiye haritalı mıknatıslı bir yap-boz. Buzdolabının üstüne koyuveriyorsunuz. Ürün paketlerinden çıkan parçaları birleştirerek mıknatıslı yap-bozları tamamlayabilirsiniz. Hep yapboz parçasının üzerinde o şehirle ilgili, resmin yanı sıra bilgi de var. Her pakette 3 mıknatıs var. 8 poşet alınca yap-boz tamamlanıyor. Sizde bulunmayan parçaları kolaylıkla bulabilmeniz için her poşetin üzerine içindeki parçaların numarası ve resmi basılmış. Böylece aynı parçayı iki kere satın almamış oluyorsunuz. Bu güzel bir detay, çünkü biz anneler biliyoruz ki çocuklar bir seriyi tamamlamak için deli gibi "almak" krizinde oluyor. Bu da anneleri çileden çıkartıyor. Ama burada amaç sürekli ürün alımı değil, gerçekten haritayı tamamlamak. Ben yemek yaparken oğlum da benim bilgimi sınıyor. Haritadaki bilgileri soruyor bana. Böylece o da öğreniyor. Ben de mutfakta yalnız kalmıyor ve ne kadar bilgili bir anne olduğumu ona gösteriyorum!

Anaokulunda diş sağlığı

Artık anaokullarında çocuklara ağız ve diş sağılığı hakkında farklı yollardan bilgi veriliyor. Çeşitli drama yöntemlerinin ve oyunların kullanıldığı bu sistemde temel amaç, çocuğun diş hekiminden korkmaması ve ağız bakımını bir alışkanlık haline getirmesi.

Günümüz çocukları her şeyi çok farklı yaşıyor ve öğreniyor. Bunda sadece eğitmenlerin ve okulların değil, annelerin de değişmesinin payı var. Kıvılcım Teksöz bir diş hekimi. Ayrıca 2 çocuk annesi. Toplum Ağız ve Diş Sağlığı Eğitmen Hekimi Nilüfer Bora ile birleşip, okul öncesi çocuklar için diş sağlığıyla ilgili nefis programlar hazırlıyorlar. Çünkü artık çocuklara "günde iki kere dişlerini fırçalamalısın" demek anlamsız. Hatta 9 yaşına kadar çocuğun tek başına dişlerini doğru bir şekilde fırçalamasını beklemek bile yanlış. Okulda dişlerini fırçalamasını sağlamak ise çok ütopik. Ama o yaşlara kadar çocuklarımıza öğretecek bazı şeyler var.

Peki nedir bunlar? Yurt dışında uzun süredir kullanılan ve bu iki diş hekiminin ülkemize de uyarlamaya çalıştığı bu sistemde, ağız ve diş sağlığı öğrenci-öğretmen ve aile üçgeni dahilinde uygulanıyor. Okul öncesi dönem (anaokulu) ve ilköğretim dönemleri için ayrı hazırlanan programın genel olarak aşamaları şöyle: Öğretmen ve personel eğitimi, ailelere yönelik ağız diş sağlığı farkındalık eğitimi ve öğrencilere interaktif ağız diş sağlığı eğitimi.

Yani, önce bu hekimler okula gidip öğretmenlerle konuşuyor, onlara bilgi veriyorlar. Ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını anlatıp, öğretmenlerin çocukları hazırlaması için nasıl bir yol izleyebileceğini buluyorlar. Gereken malzemeler hazırlanıyor. Daha sonra öğretmenler, çocukları biraz bilgilendiriyor ve hekimler devreye giriyor. Masal anlatma, drama oynama, elişi faaliyetleri gibi etkinlikler, bu aşamada çok etkili. Daha sonra da ailelere bilgi gönderiliyor. Gerçi programın esasında ailelerin de bir eğitimden geçmesi var. Ne var ki pek çok ailenin katılımı mümkün olmuyor. Ancak eve mektup gönderiliyor.

Kıvılcım Teksöz, yurt dışında uygulanan bu sistemi nasıl bize uyarladıklarını ve neler yaptıklarını şöyle anlatıyor:

"Biz İstanbulsmile Ağız-Diş Sağlığı Kliniği olarak, önce programın temel amaçlarını sıraladık. Okul yıllarında görülen hızlı kişisel ve sosyal gelişme, sağlık okur yazarlığını ve sağlıklı davranışların benimsenmesini kolaylaştırdığından, çocuklarda sağlıklı diş ve diş etleri için doğru ve düzenli kişisel hijyen alışkanlığının kazandırılması. Ağız-diş sağlığını olumsuz etkileyen faktörler konusunda çocukların duyarlı hale getirilmesi. Okulda sağlık davranışı değişen çocukların, daha sonraki yaşamlarında, bu kazanımları topluma aktarabilmesi. Bu nedenle, çocukların ileriki yaşamlarında bu bilgilerle öz güvenlerinin geliştirilmesi. Okulda verilen ağız-diş sağlığı eğitiminde çevre (öğretmen, personel, veli) desteğini sağlamak ve teşvik etmek.

Ancak bu konuda unutulmaması gereken en önemli nokta, okul çağı çocuklarında ağız-diş sağlığının geliştirilmesinin ancak ve ancak çocuk, ebeveyn, okul çalışanları ve diş hekimlerinin ortak çalışması ile sağlanabileceği".

OKULA ÖZEL PROGRAM

Bu proje, öğretmenlerin, diş hekimlerinin, okul hemşirelerinin ve diğer sağlık çalışanlarının işine yarayabilecek esnek, modüler bir eğitim programı sunuyor. Her okulun fiziksel şartları, eğitim anlayışı, öğrenci profiline yönelik farklılıklar gözetilerek "okula özel" hazırlanabiliyor.

Bu doğrultuda ilk deneme F.M.V. Işık Anaokulu Nişantaşı kampusunda uygulandı. Okula özel bir program hazırlandı. Program hazırlanırken basit çizimler ve modeller kullanılarak aktif katılımı destekleyen bir ortamda yeterli bilgi verilip öğrencilerden gelen soruların cevaplanması sağlandı. Drama ya da bunun gibi oyunlarla çocukların diş hekimini bir dost olarak görmesi de sağlanıyor. Çünkü Türkiye’de diş hekimiyle tanışma yaşı çok geç. Oysa bir çocuğu 18 aylıkken diş hekimine götürmek gerekiyor. En geç 3 yaşında bir çocuk diş hekimi ile tanışmalı. İlk randevuda mümkünse sadece hekimle çocuğu tanıştırmalı, çocuğun orada oynaması, oraya ısınması sağlanmalı. Daha sonraki ziyaretlerinde dişlere müdahale edilmeli.

Program birkaç günlük bir süreç değil, uzun zaman içine yayılan bir sistem.

Kartondan dişler yapılıyor, maketten ağızlar yapılıyor, bunlara dişler yerleştiriliyor. Yemek parçaları araya sıkıştırılıyor. Çocuklar oynayarak, eğlenerek öğreniyor. Programın sonunda 4-7 yaş çocukları dişlerin önemini anlıyor, yaşlarına uygun bir biçimde dişlerini nasıl temizleyeceklerini öğreniyor, hem genel sağlıkları hem de ağız-diş sağlıkları için doğru beslenme alışkanlığını kazanıyorlar. Ayrıca diş hekimini, onların iyiliğini düşünen ve dişlerinin sağlığı için iyi bir dost olarak tanıyorlar.

Öğretmenler de sadece diş ve diş bakımı ile ilgili bilgiler almakla kalmıyor, okulda meydana gelen ağız yaralanmalarında neler yapabileceklerini öğreniyorlar. Hangi durumda çıkan bir diş yerine takılamaz, ne zaman ambulans çağırmak gerekir gibi soruların cevaplarını öğreniyorlar.
Yazının Devamını Oku

Son haftayı iyi değerlendirin

2 Şubat 2008
Yarı yıl tatilinin ilk haftası geride kaldı. Bu zamanı iyi değerlendirmek için yaptığınız planlar tükendiyse, çocuğunuzla gidebileceğiniz yeni adesler arıyorsanız, işte size dolu dolu öneriler.  Sihirli Ada: İstanbul Mecidiyeköy’deki Profilo Alışveriş Merkezi’nde ücretsiz olarak sergilenen oyun, W. Shakespeare’in Fırtına adlı eserinden uyarlandı. Ünlü yazarın eğlenceli ve zengin dünyasını çocuklarla tanıştırıyor. Her cumartesi-pazar 11.45’te izleyebilirsiniz. Tel: (212) 216 43 69 

Santralistanbul ve Miniatürk: Eski Silahtarağa elektrik santralı Santralistanbul, çocuklarınızla gezebileceğiniz, ilginç bir yer. Enerji müzesi, özellikle ilgilerini çekecektir. Farklı yaş gruplarına yönelik olarak, içerikleri ayrı ayrı belirlenmiş "Rehberli Turlar", hayal gücü ve yaratıcılığın geliştirilmesi çalışmaları, farklı temalarda atölye çalışmaları da yapılıyor. Tel: (212) 311 50 00. Sütlüce’deki Miniatürk’te, Türkiye ve Osmanlı coğrafyasından seçilmiş eserlerin 1/25 ölçekli maketleri var. 45 eser İstanbul’dan, 45 eser Anadolu’dan, 15 eser bugün Türkiye sınırları dışında kalan Osmanlı coğrafyasından. Tel: (212) 222 28 82

 Magic Park: E-bebek.com’un Çamlıca’daki 5 bin m2’lik alışveriş ve hizmet merkezinin 2. katında bulunuyor. İçinde Zeka Akademisi, SPA, çocuk kuaförü, fotoğraf stüdyosu, serbest oyun alanı, atölye, kafeterya, seminer salonu, bebek bakım odası var. www.bebek.com

 Smartkids: İstanbul Levent’te her yaştaki çocuğa uygun yaratıcı oyun alanı sağlayan bir merkez. Legolarla yapılar inşa etmek, film/animasyon hazırlamak, fen deneyleri yapmak ve tasarım projeleri Smartkids’teki aktivitelerden bazıları. Hafta içi ve cumartesi günleri 9.00 - 19.00 arasında açık. Tel: (212) 280 19 70

 İstanbul Oyuncak Müzesi: 23 Nisan 2005’te Sunay Akın tarafından açıldı. Müzedeki oyuncakların sayısı ve çeşidi sürekli değişiyor. 1820’de Amerika’da yapılan bir bebek, yine aynı ülkeden 1860 yılına ait misketler, Almanya’da yapılan yüz yaşında teneke oyuncaklar ve porselen bebekler müzenin en eski eserleri arasında. Çok güzel bir kafesi var. Müze pazartesi günleri kapalı. Giriş ücreti tam 6, indirimli 4 YTL. Tel: (216) 359 45 50 

Darıca Hayvanat Bahçesi: Gebze’de, çocukların gezmekten anlatılamayacak kadar zevk aldıkları hayvanat bahçesi. Giriş 15 lira. Hayvanları seyretmenin, minik atlarla gezmenin yanı sıra, çocuk parkı da çok eğlenceli. Tel: (262) 653 13 74 

Kadir Has Çocuk Dünyası
: İstanbul Bahçelievler’de, çocuklara özel alışveriş merkezi. İçinde çocuk kuaförü, çocuk filmleri gösteren sineması da var. Kafelerde yemek yiyebilir, oyun merkezi ve eğlence dünyasında zaman geçirebilirsiniz. Tel: (212) 442 81 16/17/18

 Creative Art: 3-5 ve 6-8 yaş grubu çocukların ellerini kullanarak yaratıcıklarını artırabildiği bir yer. El becerisini geliştiren çok güzel objeler yapıyorlar. Artık malzeme, akrilik hamur, papier mache, parmak boyası ile çalışıyorlar. aylinlevi@gmail.com

 Parkorman: Buz pateni pisti, kaymayı bilen bilmeyen her yaş grubu için büyük bir eğlence kaynağı. İstanbul’un ilk olimpik ölçülerdeki buz pisti IcePark’ta serbest seanslarla dilediğince kaymak mümkün. Kendini geliştirmek isteyenler özel ders de alabilir. Hafta içi 10.00-22.00, hafta sonu 11.00-24.00 arasında açık. Hazır Parkorman’a gitmişken çocuklarınızı bir iki saat Partykids’de oynamaya da bırakabilirsiniz. Tel: (212) 328 20 41

 Doğuş OtoMotion: Maslak’taki Doğuş Power Center içerisinde yer alan Doğuş OtoMotion, otomobil tutkunu babalar ve çocukları için kocaman bir mekan. Einstein sergisi on yaşından büyük çocukların mutlaka görmesi gereken bir sergi. Ayrıca Party Kids bölümünde çocuklarınız bol bol oyun oynayabilir. Tel: (212) 328 00 48

 İşsanat:
Yarın saat 14.00’te, Levent’teki İşsanat’ta J.M. Barrie’nin müthiş eseri Peter Pan sahneleniyor. Gösteriyi uyarlayan Zeynep Avcı, yöneten Işıl Kasapoğlu. Kostümler, müzikler, kuklalar, eğlenceli dekorlar. Çocuklar için gerçekten görsel bir şölen. Tel: (212) 316 10 83

 Portakal Ağacı: Portakal Ağacı, çocuklara eğlence dozu yüksek sömestr programları hazırladı. 7-10 yaş grubuna yönelik İstanbul Portakalı, drama ekseninde, plastik sanatlar, müzik, hikaye kurgulama çalışmalarını içeriyor. Pazartesi-Salı-Perşembe-Cuma günleri 10.00-13.00 saatleri arasında yarıyıl tatili boyunca yapılacak atölyeye katılım bedeli, bir hafta için 120 YTL. Baylan Pastanesi ile ortak, 5-7 yaş grubuna yönelik kurabiye yapımı atölyesi de var. 6 Şubat Çarşamba, 11.00-13.00 arasında Baylan Pastanesi’nde gerçekleşecek. Katılım bedeli 70 YTL. Tel: (216) 368 89 03

 Meydan AVM: Hafta içi 10.00-12.00 arasında buz pisti ücretsiz. 12.00-14.00 arasında ücret ödeyerek yarım saat yerine 45 dakika kayabilirler. Sinema salonlarında çocuk filmleri gösterilecek, restoran ve kafelerde gençler için hazırlanmış özel mönülere yer verilecek. 

Rahmi M. Koç Müzesi: Eğitim amacıyla kurulan "Keşif Masası", her hafta sonu yenilenen objeleriyle merak duygusunu hiç yitirmeyen káşifleri bekliyor. Almanya’dan madencilik tarihi ile ilgili kuvars kristallerini, 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmış 1941 yapımı uçuş başlığını ya da Boğaz Köprüsü ana halatlarını oluşturan 9 bin telden birini görmek ve incelemek mümkün. Tel: (212) 369 66 00

NE ÖĞRETİLİYOR

 SEVGİ SINIFI Davranış biçimi, lider duruşu, özgüven, fikirleri özgürce, medeni bir biçimde ve cesaretle açıklama, her insanın tek başına önemli olduğunu anlama gibi konu başlıkları. 

BARIŞ SINIFI Hoşgörü, dayanışma, insanların fikirlerine saygılı olma, karşılıklı işbirliği. 

DOĞA SINIFI Çevre, küresel ısınma, doğa sevgisi. Ormanlık alanda çevre temizliği yapıyor, rehber hocalar eşliğinde ağaçları, çiçekleri ve endemik bitkileri tek tek tanıyorlar. 

DOSTLUK SINIFI Karşılıksız dost ve arkadaş olmak, büyüklere saygı, küçük ve çaresiz olanlara ve hayvanlara sevgiyle yaklaşım, mahalle, sokak ve komşuluk ilişkileri, kentsel yaşam, kitap okumanın gerekliliği.

25 bin çocuk sevgi, barış, doğa ve dostluk sınıflarından mezun oldu

Şişli Belediyesi, sömestr tatilinde 5 bin çocuğu Yalova’da Liderlik Kampı’na götürüyor. Çocuklar dört gün Elegance Resort Hotel’de konaklıyor; Sevgi, Barış, Doğa ve Dostluk sınıflarında eğitim görüyor. Belediye, yazları da 20 bin çocuğu Uludağ’a götürüyor. Beş yılda Şişli’nin ekonomik olanakları kısıtlı mahallelerinden 25 binçocuk bu imkandan yararlandı.

Liderler Kampı fikri Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’den çıkmış. Sarıgül, bu kampın bir benzerini İsviçre’nin Lugano kentinde görmüş. "Çocukların demokrasi kültürü içinde yaşadığı İsviçre gibi bir ülkede bile, böyle bir ders veriliyor. Biz ise kırık bir demokrasi yaşıyoruz. Eğer demokrasi evlere, sokaklara, mahallelere, okullara girmezse kırıktır" diyor.

Çocuklar, demokratik geleneğin en küçük birimi olan mahalle muhtarları tarafından tespit ediliyor. Daha çok ekonomik olanakları kısıtlı ailelerden seçiliyorlar. Yazın Uludağ’ın, kışın Yalova’nın yolunu tutuyorlar. Eğitmenler ders verirken, bir yandan da çocukların günlük davranışlarını izleyip yıldızlıyor. Örneğin çocuk uygar bir şekilde itirazını dillendiriyorsa üç puan alıyor. Düşen bir arkadaşına yardım ediyor, elindekileri başkalarıyla paylaşıyorsa üç puan daha. Alınan ödüller ailelere anında bildiriliyor. Aileler internetten çocuklarını izleyebiliyor.

Kampta bir ambulans ve doktor 24 saat bekliyor. Çocuklarla 10 eğitmen ilgileniyor. Hayat 07.30’da kahvaltıyla başlıyor, sabah yürüyüşü ve sporla devam ediyor. Sonra ders başlıyor. 12.30-14.00 arası öğle yemeği paydosundan sonra müzik, folklor ve tiyatro provaları var. 17.00-19.00 arası serbest zaman. Sonra da akşam yemeğine geçiliyor. 20.00-22.00 arası sinema ve eğlence zamanı. Çocuklar demokratik bir seçimle seyredecekleri filmleri belirliyor.

Dersler dışında çocuklara şiir yazmanın, güzel sanatların bir dalıyla ilgilenmenin önemi anlatılıyor. Büyük sanatçıların hayatı ve eserleriyle ilgili filmler gösteriliyor. Masa tenisi ve satranç da oynuyorlar. Mustafa Sarıgül, haftanın üç günü Şişli’den helikopterle Yalova’daki kampa gidiyor, çocuklarla sohbet ediyor. "Eğitmenlerden bu pırlantalara, tatlı dilli ve güleryüzlü olmayı, yaşadıkları apartmanda ve sokakta tanımadıkları insanlara bile selam vermenin önemini öğretmelerini rica ediyorum" diyor.
Yazının Devamını Oku

Çocuklar alışveriş merkezlerine bayılıyor

26 Ocak 2008
Anne... Eve yemek getirttiğimiz gibi City’s’deki Nezih’ten siparişle oyuncak getirtemez miyiz! Sabahın köründe okula yürürken bu soru, beni ayazdan daha fazla kendime getirdi.

"Abartma Sinan" dedim kibarca.

İşin aslı taa yılbaşına dayanıyor. Sinan’ın çok istediği bir oyuncağı babası yılbaşı hediyesi olarak alacaktı. Ne var ki yanlış bir şey almış. Dolayısıyla da borcu baki kaldı. Sinan o gün bu gündür gittiği her yerde oyuncakçıları kontrol ediyor, bu oyuncağın olup olmadığına bakıyor. Ona göre de babasına gidip "Orada kalmamış, burada var" şeklinde bilgi veriyor.

Bir türlü babasıyla ortak bir zaman ayarlayıp gidemediklerinden, çareyi kendi çapında telefonla sipariş etmekte buldu.

Olabilirdi aslında. Biraz daha gidip gelip iyice tanıdık olduktan sonra bunun mümkün olacağına eminim.

Çünkü bizim çocuklar alışveriş merkezi seviyor! Ben sevmem. O yüzden Sinan hayatında AVM ile ilgili ne gördüyse anneanne ve dedeyle gördü. Onlarla beraber gezdi, alışveriş yaptı, oynadı ya da film seyretti.

Fakat ilginç olan bir şey var: Yeni nesil için alışveriş merkezleri bir sosyalleşme paketi gibi. Ben ve benim neslim sanırım alışveriş ihtiyacı içindeysek böyle bir merkeze gideriz. Ben hayatta, "Canım sıkıldı, Akmerkez’e gitsem de dolaşıp zaman geçirsem" dediğimi bilmem. Ama çıkıp Beyoğlu’na gideyim de sokaklarda dolaşayım dediğimi bilirim.

Mutlaka diyen ve alışveriş merkezlerine gidenler de vardır ama çocuklar ve şimdiki gençler için durum çok daha farklı.

Sinan, Derin, hatta bizim mahallenin bütün çocukları heyecanla City’s’in açılmasını bekliyorlardı. Cuma günü koşa koşa okula gidip Sinan’ı aldım ve buraya gezmeye getirdim. İçeride tabii ki Derin ve anasıyla karşılaştık. Beraber biraz dolaştıktan sonra da bizim eve yemeğe gittik.

Çocuklar sanırım sokakta rahat değiller. Burası sıcak olduğundan montları ellerimizde taşımamıza rağmen sokaktan daha mutlular. Acaba daha güvende mi hissediyorlar kendilerini diye düşünüyorum. Sokakta bir vitrin bile bakmazken, burada "Anne bak bu sana uygun, bu babama" diye öneride bile bulunabiliyorlar. Tabii ki alışverişten büyük keyif alıyor ve doymuyorlar. Ama AVM’lerde alışverişin dışında bir şey var onlar için... Sanırım ışıklı ve gösterişli, temiz yerleri seviyorlar.

Sanırım AVM’ler de bunun farkında, çünkü çocuklara yönelik çok güzel şeyler yapıyorlar. Kanyon bu konuda gayet başarılı gidiyor. Bir kere açık olmasıyla birlikte gelen "burada rahatlıkla koşturabilirsiniz!" havası, çocukların hemen dikkatini çekiyor. Yeni açılan Astoria’da özellikle açılış sebebiyle bugün ve yarın pek çok etkinlik olacak. Zaten burada sabit bir çocuk etkinlik alanı var. İstinye Park’ta dün başlayan Winx Club etkinlikleri 31 Ocak’a kadar sürüyor. 11.00-19.00 arasında devam eden programda sihir şovları, peri makyajı, takı tasarımı, dans uygulamaları, Playstation oyunları, yarışmalar ve hediyeler var. Çocukların hayal gücünü ateşleyen, bilimsel eğitim programlarını eğlenceli şov ve aktivitelerle sunan Mad Science sömestr döneminde ilk kez Capitol Alışveriş Merkezi’nde olacak. Yine 25-31 Ocak arasında günde 3 seans olmak üzere "Ateş ve Buz" ve "Uç Uç Havalan" adlı interaktif gösteriler yapılacak.

Ve tabii sinemalar... Çocuklar için o kadar önemli ki bu salonlar.

Evet, çocuklar bayılıyor dedik. Dolayısı ile de onları şimdilik biz taşıyoruz buralara. Ama birkaç sene sonra kendi kendilerine burada takılacaklarına eminim. Daha büyük çocuğu olan arkadaşım, Maya sitesinde oturduğu için ne kadar rahat olduğunu anlatmıştı. Çocuklar devamlı Mayadrom’daydı çünkü.

Evet. Sanırım bizim hafta sonu adresimiz belli. Açıkçası bu kadar çok alışveriş merkezinin nasıl yaşayacağını merak etmiyor değilim, ama insanın evine yakın bir yer olması da fena olmuyormuş. Ben bizimkinden çok memnunum. Herkes kendi bölgesindekinde kalsın en iyisi... Çocuklar için de böylesi daha iyi. Sürünmeden günü yarılamak mümkün olacaktır.

Sömestr bayramınız kutlu olsun!

Prematüre bebeklerin derneği

Türkiye’de her yıl ciddi sayıda prematüre bebek dünyaya geliyor. Ne bebeklere ne de ailelerine, maddi manevi yardımcı olan bir kurum yok. Bu nedenle kurulan El Bebek Gül Bebek Derneği, bu ailelerin elinden tutmayı amaçlıyor /images/100/0x0/55eab45ff018fbb8f8916c0dve uyarıyor: Erken doğumu engellemenin en önemli yolu hamilelikte düzenli doktor kontrollerini aksatmamaktır.

Türkiye’de her yıl 130 binin üstünde prematüre bebek dünyaya geliyor. Bu, hem bebeğin kendisi için bir çeşit yaşam savaşı, hem de ailesi için manevi zorluğun ve hüznün yanı sıra maddi olarak da büyük masraf demek. Yardımcı olabilecek ne sigorta sistemi ne de başka bir güvence var.

Her yıl birçok ailenin karşılaştığı zor koşulları iyileştirmek, yasal düzenlemelerin hayata geçmesini sağlamak, maddi ve manevi destek oluşturmak amacıyla bir araya gelen prematüre bebek sahibi anneler ile uzman doktorlar, El Bebek Gül Bebek Derneği’ni kurdular. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı, Canan Göztepe. Kurucuları arasında, prematüre ikiz bebek annesi ve gazeteci Ayşe Aydın, prematüre bebek annesi ve gazeteci Sonay Dikkaya, yenidoğan ve çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Gülnihal Şarman, kadın doğum uzmanı Prof. Dr. Teksen Çamlıbel yer alıyor.

Ülkemizde tam donanımlı "referans merkezi" tarzında bir çocuk hastanesi hala yok. Bunun yanı sıra erken doğan bebeklerin doğum masrafları "bir lüksmüş gibi" sigorta kapsamına girmiyor. Genç anne babaların bebekleri hastanelerde rehin kalabiliyor. Hastane masraflarını karşılama imkanı olmadığı düşünülen ve erken doğum riski olan anneler "yerimiz yok" diyerek kısıtlı sayıdaki uzman hastanelerin kapısından çevriliyor ve kaderine terk ediliyor. Erken doğan bebek sahibi anne ve babalara psikolojik destek, eğitim verilmiyor. Bebeğini yaşatabilme şansı bulan birçok prematüre bebek ailesi, rutin çocuk doktoru ve göz doktoru kontrollerini maddi imkansızlık nedeniyle gerçekleştiremiyor, yine aynı nedenle gerekli ameliyatları yaptıramıyor.

Tıp dünyası, 37 hafta ile 24 hafta arasında doğan bebekleri prematüre olarak tanımlıyor. 34-37 hafta arası sınırda prematüre, 30-34 hafta arası prematüre, 26-30 hafta arası ileri derecede prematüre, 24-25 hafta arası ise yaşam sınırında prematüre olarak kabul ediliyor. Türkiye’de canlı doğumların yaklaşık yüzde 10’u erken doğum. Yenidoğan ve çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Gülnihal Şarman, "Prematüre bebekler ne kadar erken doğarlar ise hastanede kalış süreleri ve sağlık riskleri de o denli yükseliyor. Birçok aile bebeklerinin yaşaması için büyük masraflar altına giriyor. Birçok aile de karşılaştığı durum hakkında bilgi sahibi olmadığı için ne yapacağını bilemiyor. Ellerine alamadıkları, uzaktan sevdikleri bebeklerinin olması anne ve baba için büyük üzüntü kaynağı oluyor" diyor.

ÇOCUK HASTANESİ KURULACAK

Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Canan Göztepe ise, yakın tarihte vakıf olacaklarını belirterek, hastaneler, özel sigorta şirketleri, Sağlık Bakanlığı ile birlikte her yıl 130 bin bebeğin yaşadığı soruna çözüm getirilebileceğini anlatıyor: "Özel hastaneler ile görüşerek, bakımı çok pahalı olan bu bebeklerin masraflarının mümkün olduğu kadar düşürmeyi hedefliyoruz. Özel sigorta kapsamında olmayan bebeklerin doğum ve bakım masraflarının, sigorta şirketleri ile görüşülerek bulunacak bir formül ile sigorta kapsamına alınmasını sağlamayı öngörüyoruz. Sağlık Bakanlığı ile var olan projelerin geliştirilmesi ve yürütülmesine destek olunmasına öncülük edeceğiz. En önemli sorun ise Türkiye’nin hiçbir ilinde, hatta İstanbul gibi bir metropolde, bugüne kadar bir çocuk hastanesinin açılmamış olması. İşte bizim arzumuz, İstanbul’da bir çocuk hastanesi kurmak."

Dernek faaliyet alanlarını belirlerken, erken doğan bebeklerin ve ailelerinin bütün ihtiyaçlarını gidermeyi amaçlıyor. Erken doğmuş veya doğma riski olan bebeklerin, donanımlı merkezlere yönlendirilmesi, bebeklerin sadece hastaneden taburcu olurken değil, uzun dönemde de desteklenmesi, kuruluşlardan tamamlayıcı tedaviler konusunda destek alınması hedefleniyor. Ayrıca aileler arasında bir iletişim ağı kurulması, aile ve sağlık çalışanlarının bilgilendirilmesi ve eğitilmesi de var.

Derneğe www.elbebekgulbebek.org internet sitesinden ve 0212 227 15 14- 0534 426 01 43 telefon numaralarından ulaşılabilir.

PREMATÜRE BEBEKLERE İLİŞKİN TÜRKİYE VERİLERİ

Türkiye’de her bin bebekten, 107’si prematüre dünyaya geliyor. Yani 130 binin üzerinde prematüre doğum oluyor.

Bebek ölümlerinin yüzde75’inin nedeni erken doğum.

Her bin bebekten 17’si hayatını kaybediyor. Bu bebeklerin yüzde 75’i erken doğum nedeniyle ölüyor.

Erken doğum riski ikizlerde yüzde 75, üçüzlerde yüzde 90.

Çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde (1000 gramın altında) nörolojik bozuklukların kalıcı olma riski yüzde 60. Ayrıca doğum ne kadar erken olmuşsa bebeğin sağlığı ile ilgili yaşanacak sorunlar da o ölçüde artıyor ve ciddileşiyor.

ERKEN DOĞUMUN RİSKLERİ

İlk haftalarda oluşan problemler:

Beyin kanaması

Solunum yetersizliği ve buna bağlı özel akciğer ilacı gereksinimi, solunum makinesine bağlı kalma

Sindirim sisteminin gelişmemiş olması, beslenme güçlükleri

Dolaşım yetersizliği, kalp damarının kapanmamasına bağlı kalp yetersizliği

Bağışıklık sisteminin yetersizliği, enfeksiyonlar.

Taburcu olurken gelişen problemler:

Beyin kanaması olan bazı bebeklerde beyinde aşırı sıvı birikimi

Solunum yetersizliğine bağlı oksijen bağımlılığı veya nefes durakları

Ağızdan beslenememe nedeniyle mide tüpüyle beslenme

Retina damarlarının anormal gelişmesi nedeniyle körlüğe varan görme problemleri

Sinirsel işitme kaybı

Uzun dönemde görülen problemler:

Görme, işitme veya beyin hasarına bağlı zihinsel gelişim geriliği

Hareket bozuklukları, spastisite nedeniyle oturamama, yürüyememe

Dikkat dağınıklığı ve aşırı hareketlilik

Okul sürecinde öğrenme güçlükleri
Yazının Devamını Oku

Ahh o bebeklik günleri...

19 Ocak 2008
Geçenlerde albümleri toparlama işine dalmıştık ailecek. Bir kısmını düzenledik, bir kısmında sıkıldık, ara verdik derken bir süredir kendimi Sinan’ın bebeklik resimleriyle haşır neşir buldum. Bir kere ben anladım ki ben bebek değil, çocuk seviyormuşum.

Arada yeni doğum yapan tanıdıklarım, ahbaplarım da var. Onlarla bir araya geldiğimizde bana bebekleriyle ilgili sorular soruyorlar. Ben de elimden geldiğince, hatırladığım kadarıyla cevap veriyorum.

Evet ya, hatırladığım kadarıyla... İnsan unutabileceğini hiç sanmıyor değil mi?

Eğer şu anda çocuğunuz bebekse bana biraz kızabilirsiniz. Bebeklik gibi güzel bir dönem nasıl sevilmez diyebilirsiniz. Ben zaten sevilmez demiyorum. Ama bebeğin biraz büyüyüp konuşabildiği, sizinle "agu" dışında gerçek iletişim kurabildiği zaman çok daha fazla seviliyor, onu söylüyorum.

Özetle oğlumun şu yaşlarından çok memnunum. Ama doğruya doğru şu albümlerdeki resimlere dalınca bir garip oldum... Onun küçüklüğünü özledim. 2-4 yaş arasındaki nispeten minik halini... Kucağımda evirip çevirebildiğim halini...

Hatta bazen onunla resimlere baktığımızda "Ya senin küçüklüğünü özlüyorum bazen. Çok tatlıydın, bir günlüğüne yine 3 yaşında olsana" diyorum. O da lafı "o zaman yine bebek yap"a getiriyor. Ben de başka bebeği değil kendisini özlediğimi söylüyorum. Ki bu doğru...

Tabii bizimkinin fazla uzun olan boyunun da bunda etkisi var. Mesela minyon bir arkadaşı bize geldiğinde onu hálá küçükmüş gibi sevebileceğimi görüyorum. Ama bizim dev, fiziksel olarak bana aynı imkanı tanımıyor.

Ama büyümenin de getirdiği hoş tarafları görmeye başlıyorsunuz.

Oğlumuz yeni doğduğunda babasıyla beraber ileride nasıl bir çocuk hatta adam olacağının hayalini kurardık. Ne gibi özelliklerinin olmasını istediğimizi söylerdik birbirimize...

Şimdi artık karakterinin bazı özelliklerini görmeye başlıyoruz.

Mesela arkadaşlarına laf kondurmuyor. Bayılıyorum bu huyuna. Kimi ne kadar çok sevdiğini bildiğim için de bazen onu sınıyorum. Tık demiyor. Hiçbir çocuğu ispiyonlamıyor. Bunlar gerçekten hoşuma gidiyor.

Biz anneler çocuklarımız büyürken böyle kendi çapımızda karakter analizleri yapacağız sanırım. Hangi taraflarını sevdiğimizi konuşacağız. Sevmediklerimiz için ne gibi müdahalelerde bulunabileceğimizi düşüneceğiz.

Bazen de karar veremediğimiz durumlarla karşılaşacağız: Acaba bu iyi mi kötü mü?

Bizim bir kuşumuz vardı: Eşref. Evlendiğimiz seneden beri bizimleydi. Kurban Bayramı’nda biz Akçay’dayken kuşumuz öldü. Biz de Sinan’a söylemedik.

İstanbul’a döndük. Sinan bu yazıyı yazdığım zamana kadar kuşu sormadı. Oysa fark etmemesine imkan yok. Çünkü kuş hem salonun ortasında durur hem de deli gibi öterdi. Kendini muhabbet kuşu sanan bir cennet papağanıydı.

Ofistekilerle konuştuğumda, alacağı cevabı tahmin ettiği için sormadığını düşündüklerini söylediler. Ama bu olamazdı çünkü kuşu uzun zaman evde olmayacağımızda aç susuz kalmasın diye eşimin dükkanına bırakırdık. Yani öncelikle "Eşref dükkanda" cevabını alabileceğini de biliyordu.

Velhasıl, arkasına bakmıyor. Bazı arkadaşlarımızla ya da tanıdıklarımızla görüşmüyoruz, dönüp bir kere onları da sormuyor.

Bu iyi bir şey mi acaba?

Bilmem. Veya bilsem de ne yapabilirim? Bir şey yapmam gerekir mi?

Bu da onun karakteri. O da bu şekilde öğrenecek diyelim, değil mi?

Diyeceğim, arada bir albümleri karıştırın. Daha da önemlisi, dijital işler güzel de eski tip fotoğraf albümü yapın. Arada bir bakmak iyi oluyor. Çocuklarla uğraşacağımıza, resimlerle uğraşmak sakinleştiriyor!!!
Yazının Devamını Oku

Vayy be, şu baskete bak!

11 Ocak 2008
En son spor salonuna gidip canlı canlı basketbol maçı seyrettiğimde, maçlar 20’şer dakikalık 2 devre halinde oynanıyordu. Cumartesi günleri liseli kızlar olarak önemli bir etkinlikti maça gitmek.  Ve ben yaklaşık 25 sene sonra bir basketbol maçına gittim. Hem de Roma’da...Hem de normal şartlarda rakibim olan Fenerbahçe Ülker’in maçına. Euroleague Basketball turnuvasında Fenerbahçe Ülker’i, Lottomatica Roma maçında desteklemek için ta Roma’lara kadar gittik. Esasen biraz utanmadım değil. Ülker alıyor insanları yüzlerce kilometre taşıyor da, biz burnumuzun ucundaki yerlere gidip izlemiyoruz şu maçları. Evet, neden basket maçlarına gitmiyoruz!Neden gerçekten takımlarımızı burada da desteklemiyoruz. Üstelik seyretmek o kadar zevkli ki...Eve geldiğimde eşime anlatırken "Bütün maç boyunca dua ettim" dedim. "Neden, Fener kazansın diye mi?" diye sordu. "Hayır ya, oğlumu da böyle maçlarda izleyeyim diye" dedim. Sonra oğluma da anlatmaya başladım maçı. Ve ona da dedim: "Bütün maç boyunca dua ettim...""Neden? Fener kaybetsin diye mi!" diye sordu (bu arada baba-oğul arasındaki zıtlığa da ayrıca dikkatinizi çekerim)."Yok canım! Senin de maçlarını böyle izlemek için..." dedim. "Ben basketçi oldum zaten" dedi. Ve benden cevap: "Evet, tabii ki. Biliyorum zaten. O yüzden sana anlatıyorum. Neler yaşayacağını bil diye. Ben zaten karar aldım. Sen bana "Anne, artık gelme, arkadaşlara ayıp oluyor" diyene kadar bütün maçlarını izlemeye geleceğim!"Gerçekten bazen kendi yaptıklarıma gülüyorum. Kendimi bir filmde izlesem kesin o anne tipini eleştirirdim. Çocuğuna istediği için ciddi ciddi baskı uygulayan anneler var. Bir de benim gibi bu işi çaktırmadan yaptığını sananlar. Gizli baskı, manevi sömürü yöntemi ile! Çocukları da böyle havaya sokuyoruz işte. Ama kendimi de haksız görmüyorum. Benim ne hobim var ne de bir şey. Spor da yapmadım hiç. Oysa ne uygun bir fiziğim vardı spor için. Ahh ahhh... Artık yok tabii! Veteran bile olamıyoruz! Müzik aleti çalmasını bilmem, şarkı söyleyemem. Resim de çizemem, perspektiften anlamam. Allahtan sinemaya meraklıyım da sanatı sonuncusundan yakaladım. "Ama sen yazıyorsun" diyebilirsiniz. O işim. Konumuzun dışında kalıyor. Annemle babamı bundan sorumlu tutmuyorum. O zamanlar çocuklar böyle yönlendirilmiyordu. Bu kadar cazip seçenekler yoktu. Zaten ben de maymun iştahlıydım. Her hafta bir şey isterdim. Dolayısı ile hiçbirinde bir adım öteye gidemezdim. Oysa şimdi çocuklar için durum böyle değil. Maymun iştahı devam ediyor olsa da, yapabilecekleri pek çok şey var. Ayrıca biz anneler de onlara çeşitli alternatifler sunarak hoşlarına gidecek, onları heyecanlandıracak noktaları yakalamak, daha da önemlisi, benim yaptığım gibi onları teşvik etmek, heyecanlandırmak durumundayız. İşte benim yaptığım bu...Vayyy be! Şu baskete bak! O ne goldü öyle! Ayyy bu resmi sen mi yaptıııınnnn...Ne güzel çaldın gitarı öyle... Bana bi beste yapsana...İnanın başkasından duyup da garip bulduğunuz bu cümleler çocuklarınız için çok önemli. Yönlendirin hobileri olsunİnsanların zevk için uğraştığı, bu uğraşı esnasında kendini fiziksel, zihinsel, sosyal, duygusal olarak geliştirdiği, öğrendiği ve mutlu olduğu aktiviteler hobi olarak tanımlanıyor. Her insana göre değişen hobinin kişisel gelişime katkısı büyük. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Sevil Usanmaz, çocukları sosyal aktivitelere yönlendirmenin önemini anlattı.Küçük çocuklar zamanlarının büyük bölümünü oyun oynayarak geçirir. Oyun onların en büyük mutluluk kaynağıdır ve oyunla öğrenirler. Oyun ve oyuncaklar fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimlerinde en önemli yeri tutar, oyunla sosyalleşirler. Gelişim dönemlerine ve yaşlarına uygun seçilecek oyuncakların yararı, bilinen bir gerçek. Çocuklarda oyun oynamak hobidir diyebiliriz. Defalarca aynı oyuncakla aynı biçimde oynayabilirler.Çocuklara hobi kazandırmak ilk çocukluk döneminde başlar yavaşça ilerler. Teşvik edici, destekleyici olmak, onları iyi gözleyerek ve yeteneklerini tanıyarak sevdikleri, hoşlanabilecekleri önerilerde bulunmak, hatta model olmak gerekir. Hobileri olan arkadaş gruplarına dahil etmek, grup oyunlarına ve sporlarına yönlendirmek, sanat aktivitelerine katmak, proje gruplarına yönlendirmek hobi edinmelerini ve bunları geliştirmelerini sağlar. Çocuklarımızı yaptıkları işler, uğraşlar, edindikleri hobiler için daima takdir ve teşvik edelim ki, öğrenme istekleri kalıcı olsun. Ancak bu konuda zorlamamak, kendi seçimini yapmasına izin vermek gerekir. Çünkü zorla edinilen hobi mutluluk vermediği için zihinsel, duygusal, fiziksel, sosyal anlamda çocuğa bir şey katmaz. Kazanım sağlamadığından da bir süre sonra bırakılır. Oyun ve hobi seçiminde çocuğun yaşı da önemli bir kriterdir.Altı aylıktan küçük: Ses, şekil ve renklere karşı duyarlıdır, hareketli oyuncaklar dikkatini çeker ve neşelendirir. Ses çıkaran renkli objeler ve çıngırak, bu dönemin vazgeçilmez oyuncaklarıdır. Oturmaya başladığı yedinci aydan itibaren, çocuk uzanabildiğini yakalamaya ve her şeyi ağzına götürmeye çalışır. En çok hoşlandığı şeyler bir elinden diğerine kolayca geçirebildiği renkli halkalar, avuçlayabildiği plastik küpler, bozulmayan yumuşak bebek ve hayvancıklardır. Böylece yakalama ve dokunma duyusu gelişir. Tutunarak ayağa kalkabildiğinde ise eline geçen her şeyi yere atmaktan zevk alır. Zıplayan, yere düşünce ses çıkaran oyuncaklarla mutlu olur. Büyüklü küçüklü renkli toplar, iç içe geçebilen kutular bu dönemin oyuncaklarıdır.Yürümeye başladığında: Üstüne binip oturabileceği büyük, hayvan türü oyuncakları, küçük sandık, sepet ve tabureleri seçer. Koltuklara tırmanıp dolapların içine saklanabilir, annesinin, onu sesinden bulacağını öğrenebilir.İki yaşında: Parçalara ayırmak, kutuyu doldurup boşaltmak, kule ve köprü yapmaktan zevk alan çocuğun ilgisini çeken diğer oyuncaklar arasında mutfak eşyaları, farklı boyutlardaki plastik parçalar, oyuncak telefon, saçları ve elbiseleri olan bebekler ve arabalar yer alır. İtmeli ve çekmeli oyuncaklar, kova-kürek ilgi çekicidir. Elini kullanmayı ve dikkat etmeyi öğrenir.Üç yaşında: Üç tekerlekli bisiklet en sevilen oyuncaktır. Bacakları gelişirken el ve ayaklarını birlikte kullanmayı öğrenir ve yön duygusu oluşur. Yaratıcılığını geliştiren tahta - plastik bloklar, kum, oyun hamuru el becerisini ve hayallerini gerçekleştirmesini, oyun parkları sosyalleşmenin başlamasını sağlar. 4-6 yaş: Fantezi kurmaya ve keşfetmeye yönelik (evcilik, okul oyunları ile bebekler, mutfak ve doktor muayene aletleri), dil gelişimine katkısı olan (piyano, ağız mızıkası, trampet, müzik ve öykü kasetleri ile kuklalar, resimli renkli hikaye kitapları ), aritmetiğe hazırlayan (resim ve sayı eşleme oyunları; domino, kızma birader ve sayı kartları) en uygun oyuncaklar. Açık hava oyunları, drama oyunları sosyal ilişkilerin düzenlenmesini sağlar.7-8 yaş: Toplumsal gelişim ve işbirliği ile ilgili (top, seksek, dama, minyatür arabalar, saklambaç), bilişsel ve algısal becerilerin gelişmesini sağlayan (maketler, yap-boz) ve yaratıcı-estetik duygusunu geliştiren (parmak boyası, kağıt hamuru, karakalem-suluboya ya da pastel boyalarla resimler, oyun hamurları, sessiz sinema) oyunlar uygun olur. 9-11 yaşları arasında: Karmaşık masa üstü oyunları, satranç ve video oyunları sorun çözme yeteneklerini, küçük parçalı, karmaşık yap-boz oyunları, üç boyutlu model uçaklar, uzaktan kumandalı araçlar, kumaş boyama, ağaç işleme ve akvaryum bakımı ince hareket becerilerini ve sözcük türetme, monopol, tenis, ping-pong, basketbol, yüzme stratejik yeteneklerini geliştirir.12 yaşın üzerinde: Soyut düşünme ve akıl yürütmeye yönelik oyun ve oyuncaklar (basit mikroskop ya da teleskop, kimya ya da elektronik setleri vb) ile bağımsız yaşam becerileri kazanmaya yönelik (yürüyüş, bisiklet, spor grupları ve kamplar) oyun ve oyuncaklar önerilir. Seçtiği hobi geleceğini de belirlerÇocuklar oyunlar sayesinde daha sonra yeteneklerine ve zevklerine göre, hoşlandıkları ve mutlu oldukları hobileri seçerler ve bu durum onların meslek, arkadaş, iş seçimlerine yansır ve kendileri için mutlu oldukları zamanlar yaratmalarına, bir ha
Yazının Devamını Oku