28 Haziran 2008
Dün akşam uzun ve sağlıklı yaşam konusunda dünya çapında söz sahibi doktorumuz Mehmet Öz’ü dinledim televizyonda.
Haber seyretmeyi hiç sevmeyen oğlum da yüz yaşına kadar yaşanabilir başlığını duyunca ilgilendi ve oturup dinlemeye başladı. Hatta arada Öz’ün yaptığı bazı spor hareketlerini bile yapmaya, daha doğrusu denemeye çalıştı.
Ben ise bir yandan televizyonu dinlerken bir yandan da 7 yaşında bir çocuğun, 100 küsur yaşına kadar yaşama arzusunun üzerimde bıraktığı etkiyi tartmaya çalışıyordum.
"Yahu sana ne oluyor! Sen daha bunu düşünmek için çok gençsin!"
Ama ben değilim. Hem onun için hem de kendim için... Mehmet Öz, dünyanın farklı yerlerinde, İtalya’da bir kasabada, Okinawa’da ve Kosta Rika’da bir köyde çok uzun yaşayan insanların olduğu söyledi. Buradaki uzun yaşayan insanların sayısı, bizim ülkemizin 4 katıymış. Bütün bu yerlerde kendi iklim ve toprak şartlarına göre farklı farklı yiyecekler olduğundan, uzun ve sağlıklı yaşamayı, daha doğrusu genç kalmayı belli bir sebzeye, meyveye ya da yiyeceğe bağlamak mümkün değil. Burada önemli nokta, "topraktan çıktığı" gibi yemek. Yani doğal sebze meyve yemek. Onları pişirme şekillerine dikkat etmek. Her şeyi çiğ yiyemeyiz ama kızartma yaparak da katletmemek lazım.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2008
Geçen haftamı jüri üyesi olarak iki konuda yoğunlaşarak geçirdim. Bir tanesi Alo’nun, ilkini 2006 yılında düzenlediği "Alo Yılın Süper Annesi" yarışması idi. Bunun için bana gelen mektupları didik didik ettim. Bu mektuplar çocuklardan geliyordu ama yaşlarının küçük olması gerekmiyordu. Farklı yaşlarda 30 çocuğun, annelerini neden süper bulduklarını okudum.
Yine ağladım. Etkilendiğim çok mektup oldu. Bunların büyük bir kısmında dram ve sıkıntı vardı. Evet, anneler gerçekten çok sıkıntı içinde çocuklarını büyütüyor. Beni etkileyen mektuplardan biri, böyle sıkıntılardan bahsetmiyordu: "Benim annem süper, çünkü Almanya’da ortaokul, lise ve yüksek okulu okuyup bitirmesine rağmen, Türkiye’de ortaokuldan okumaya başladığında 44 yaşındaydı. Sebebi ise, bana ve abime hiçbir yardım almadan, sadece ders çalışarak yüksek notlar alınabileceğini ispat etmek istemesiydi. Annem şu anda lise son sınıf öğrencisi. Hiçbir ek ders veya yardım almadan, sabahlara kadar ders çalışıp, istendiği takdirde bir insanın ne derece başarılı olabileceğini öğretti bizlere. Abim ve benim not ortalamamızı çoktan aşan annem, önümüzdeki yıl sınava girecek. Psikolog olmayı hedef seçen annem şu anda 50 yaşında...Ve onunla ailecek gurur duyuyoruz."
Bu beni ağlatmadı ama çok hoşuma gitti. Ağlatan bir mektup vardı ki, ondan da sizlere bahsetmek isterim: "Öncelikle merhaba, benim adım Emrah. Sanırım şu an 22 yaşında olmalıyım. Ben geçen sene bir pazar sabahı, hastalığımdan dolayı öldüm. Şu an İzmir Kaynaklar Mezarlığı’nda yatıyorum" diye başlıyordu. Yazan da Emrah’ın ağabeyi Ümit’ti. Kardeşini kaybedene kadar annesinin neler yaşadığını, ona nasıl baktığını anlatıyordu.
Gerçekten bazı şeyler dayanılır gibi değil. Allah’ın insanlara müthiş bir dayanma gücü verdiğine inanıyorum.
Birinciliği, "Benim annem süper çünkü, hayatımı kurtarmak için karaciğerini benimle paylaştı" diyen Esin Çalışkan kazandı.
Esin mektubunu bizlere okumaya başladı. "Benim annem süper, çünkü hiç tereddüt etmeden hayatını tehlikeye attı. Başlamanın değil, devam edebilmenin anlamını öğretti. Bu sefer, hakkında cinsiyeti dışında hiçbir şey bilmediği bir varlığa can vermekten farklı olarak, hüzünleriyle, pişmanlıklarıyla, umutlarıyla, gelecek planlarıyla, kızgınlıklarıyla ve her şeyiyle ölümün kenarında ’duran’ bir hayata elini uzatarak, onun yeniden yoluna devam etmesini sağladı" derken, annesi Hüsniye Hanım yavaş yavaş yerinden kalktı. Kürsüdeki kızına doğru yürüdü. Ona sarıldı ve onu öptü.
Takdir edersiniz ki biz yine ağladık...
Biraz da neşeli şeylerden bahsedelim. İkinci yarışmamız Digitürk’ün 7-14 yaş çocukları arasında düzenlediği yetenek yarışmasıydı. Digitürk Çocuk Kulübü ve Müjdat Gezen Tiyatrosu işbirliği ile bu yıl ikinci kez yapılan yetenek yarışması için önce 350 çocuğun mektubunu okuduk. Mektupta kendilerinden, yeteneklerinden, neden tiyatroyu sevdiklerinden bahsediyorlardı. Yapılan ilk elemenin ardından dereceye giren 50 çocuğu, Müjdat Gezen başkanlığında izledik. Performansa göre yapılan değerlendirme neticesinde, dereceye giren ilk 10 çocuk, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde 1 aylık eğitim alacaktı. Ama o çocukları seçene kadar bizim de anamız ağladı.
Farklı yaşlarda olmalarına rağmen çocuklar gerçekten çok tatlılardı. Bazılarının diğerlerinden daha yetenekli olduğu belli oluyordu. Müjdat Bey zaten bize, endişe etmememizi, yetenekli olanları hemen anlayabileceğimizi söylemişti toplantının başında. Dolayısıyla eski arkadaşım Balçiçek Pamir ve ben biraz rahatladık.
Bütün öğleden sonramızı orada geçirdik. Çocukların taklitlerini, fıkra ya da hikaye anlatmalarını, şiir okuyup şarkı söylemelerini dinledik. Bu arada ne kadar çok İlayda isminde kız olduğuna dikkat ettik.
Şimdi 10 şanslı çocuk burada yaz okulu eğitimi alacak. Seneye sanırım yine düzenlenir bu yarışma. Lütfen çocuklarınızı teşvik edin.
Onu güneşten nasıl koruyacaksınız
Geçtiğimiz günlerde, 3. Ulusal Pediaktrik Dermatoloji Günleri düzenlendi. Biz de Düzenleme Kurulu ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Sevgi Bahadır ile, önümüzdeki günler için önemli olan çocuklar ve güneş konusunu konuştuk. İşte biz annelerin bilmesi, hatta hiç unutmaması gereken noktalar.
7 Çocuk cildinin güneşe hassasiyeti nedir?
Çocuk derisi yetişkinlerden daha incedir. Pigment miktarı genellikle daha azdır, bu nedenle daha korunmasızdır. Ayrıca çocukluktan itibaren güneşe maruz kalınması, ileri yaşlarda çok daha fazla güneş ışınının deride birikimine ve zararlı etkisine yol açar. Özellikle çocuklarda yanık oluşturacak derecede güneş altında kalmak, melanom adı verilen deri kanseri riskini arttırır.
7 Zararlı ışınlardan korumanın yolları neler?
Güneş’in zararlı olduğu saatlerde, özellikle sabah 11:00 ile öğlen 15:00 arasında güneş altında kalınmamalı. Güneş altında iken mekanik korunma yolları olan, geniş kenarlı şapka, şemsiye ve gözlük kullanılmalı. Gölgelerden yararlanılmalı. Ayrıca yüksek koruma faktörü içeren güneşten koruyucu kremler kullanılmalı.
7 UVA ve UVB ışınları çocuk cildine, olgun ciltlerden daha mı çok zarar verir?
Çocuklar erişkinlere oranla, özellikle deniz ve havuz tatilleri esnasında çok daha uzun süre güneş altında kalır. Ayrıca güneş ışınlarının hayat boyu alınan miktarı kanser gelişiminde daha önemli. Güneş ışınlarının yaklaşık yüzde 80’i hayatın ilk 18 yılında vücudumuza alınır. Bu ışınlar deride uzun vadede kanserle sonuçlanan değişikliklere yol açar.
7 Çocuklar için kullandığımız güneş koruyucu ürünlerinin içeriklerinde neler olmalı?
Yüksek koruma faktörü içermeli. SPF 30 veya üzeri ürünler kullanılmalı, ürün suya dayanıklı olmalı, allerjik, irritan özelliği olmamalı, kolay sürülmeli ve kolay dağılmalı. 2 yaş altındaki çocuklarda daha çok mekanik koruma yollarından yararlanmalı. Özellikle dermatologlar tarafından reçetelenen ve eczanede satılan ürünler kullanılmalı.
7 Güneş koruyucuların suya dayanıklı olması şart mı?
Özellikle deniz ve havuz aktiviteleri esnasında güneşte koruyucu kremin etkisinin azalmaması gerekir. Çünkü güneş ışınları su içinde de zararlı etkisini sürdürür. Bu nedenle suya dayanıklı ürünler, özellikle çocuk ve gençlerde tercih edilmeli.
7 Cilt kanseri vakalarındaki artışta ozon tabakasındaki deliğin büyümesinin etkisi nedir?
Ozon tabakası güneş ışınlarının zararlı dalga boylarının yeryüzüne ulaşmasını engelleyen bir tabaka. Azalması ile yeryüzüne ve cildimize ulaşan ve UVB olarak adlandırılan daha zararlı güneş ışını miktarı artıyor, deri kanseri gelişimi riski de artıyor.
7 Cildi korumak adına güneşten tamamen kaçmak ve güneşe hiç çıkmamak doğru mu?
Güneşin genel olarak vücudumuza ve ruhsal durumumuza olumlu etkileri var, tamamen kaçınılması zaten imkansız. Özellikle D vitamini sentezi için güneş ışını gerekli. Ancak gölge altında ve bulutlu havalarda bile güneş ışınlarını almaya devam etmekteyiz. Önemli olan korunma yöntemlerini bilmek ve doğru uygulamak.
GÜNEŞTEN KORUNMA SÖZLÜĞÜ
UVA: Deri yaşlanmasına ve kanserine neden olan güneş ışını.
UVB: Yanmaya ve kansere neden olan ışın.
UVC: Ozon tabakasını geçemez.
SPF - Güneş kreminin koruma faktörü: Güneş yanığına karşı ne kadar iyi koruma sağlandığının ölçüsü. 30 koruma faktörlü bir ürünü kalınca sürerseniz, yanmadan 30 dakika daha fazla güneşte kalabilirsiniz. Bununla birlikte SPF yani koruma faktörü sadece UVB’nin ne kadar iyi bir şekilde engellendiğini ölçer. UVA’ya karşı koruyuculuğu ölçen herhangi bir sayı yoktur.
UPF - Kıyafetlerin ultraviyole koruma faktörü: Kumaşın ne kadar UV yansıttığını gösterir. UPF 50 bütün UV ışınlarından sadece yüzde 2’sinin kumaştan geçtiği anlamına gelir.
Bunları unutmayın
Çocuğunuzu losyon kullanmaya alıştırın. Dişlerini fırçaladıktan sonra ya da giysilerini giymeden önce her gün güneş kremi sürün. Uzmanlara göre küçük yaştan itibaren çocuğunuzu güneş kremi kullanmaya alıştırırsanız, yaşı ilerledikçe bunu hayatının bir parçası haline getirmeye daha çok eğilimli olur.
Kapı girişine güneş gözlükleri, şapkalar ve güneş kremleriyle dolu bir sepet hazırlayın. Ayrıca dışarı çıkarken yanınıza güneş kremi alın. Böylece gün içerisinde güneşten korunmayı tam olarak sağlamış olursunuz.
Bütün çantalarınızda güneş kremi bulundurun. Cüzdandan çocuğunuzun spor çantasının içine kadar her yere koyun.
30 koruma faktörlü dudak merhemini yanınıza alın. Sırt çantanıza, paltonuzun cebine ve cüzdanınıza koyabilirsiniz.
Çocuğunuz anaokuluna gidiyorsa çantasına mutlaka güneş kremi koyun. Öğretmeniyle de gün içinde kremin tekrar uygulanması konusunda konuşun.
Çocuklarınıza güneşte fazla kalmanın ciltleri için kötü olduğunu anlatın. Tıpkı sigara içmenin tehlikelerinden ve sağlıklı besinler yemenin öneminden bahsettiğiniz gibi.
Sizin de güneş kremi kullandığınızı çocuğunuza gösterin. Ayrıca solaryum merkezine gitmeyi aklınızdan bile geçirmeyin.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2008
Fransız yapımı Koro diye bir film vardı. Bir anne, hatta bir insan olarak o filmden etkilenmemek mümkün değildi. Yatılı bir erkek okulunda, müzik öğretmeninin, "kayıp" kabul edilen çocuklardan kurduğu koro ve bu koronun getirdikleri ile ilgili nefis bir filmdi.
Çocuklarımızın çok yönlü olması için epey koşturuyoruz. Her güne bir kurs koyuyoruz. Bir spor dalı seçiyoruz, bir de müzik aleti. Oysa gerçekten çok keyifli olan ama nedense pek ilgi göstermediğimiz "koro" diye bir şey de var.
Nitekim bir öğretmen buna uyanmış. Çalıştığı okulda bir koro kurmuş. Çok farklı bir repertuvar hazırlamış ve II. Uluslararası Slovakya Cantat 2008 Yarışması’na katılmışlar. Üstelik ikinci olmuşlar.
Hikayeyi Ayazağa Işık İlköğretim Okulu Müzik Zümre Başkanı Serap Çaldıran iletti. 2002-2003 öğretim yılından bu yana okul korosu ile yurt içinde ve dışında çeşitli festival ve yarışmalara katılmayı sürdürüyormuş. Bu yıl da 24-28 Nisan 2008 tarihleri arasında Slovakya’nın Bratislava kentinde yapılan yarışmaya katılmışlar. İlköğretim ve lise öğrencilerinden oluşan koro, 25 kişilik. Ayrıca öğretmenler vokal grubu da var.
Slovakya’daki yarışmaya katılan diğer ülkeler arasında Çek Cumhuriyeti, Polonya, Rusya, Norveç, Estonya, Finlandiya, Portekiz, Macaristan, Sırbistan, Slovenya, İsveç, Hırvatistan ve elbette Slovakya varmış. Enstrüman eşlikli halk şarkıları söyleyen koro dalında ikinci olmuşlar. Öğretmenler vokal grubu da halk şarkıları dalında ikincilik almış.
Serap Çaldıran şöyle diyor: "Repertuvarımızın ayrıca ilgilerini çektiğini, sayemizde çok sesli Türk müziğini daha yakından tanıma fırsatı bulduklarını, özellikle Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’ndan seslendirilen bölümlerin ne kadar zor ve etkileyici partiler olduğunu söylediler. Akademik çalışmaların yoğun olduğu kurumumuzda öğrencilerimizin özverisi ile sürdürdüğümüz koronun başarısı hepimizi gururlandırdı."
Doğrusun isterseniz beni de...
Çünkü çocuklar illa ki müzik aleti çalmak zorunda değil. Böyle nefis bir koronun üyesi olmak da son derece eğlenceli ve yararlı bence.
Bir tutam "ana" fikir yazısı
Ben bu işte çalışmasaydım, yapabileceğim öbür iş reklamcılık olurdu sanırım. Dolayısıyla reklamları izlemeyi, okumayı ve dinlemeyi severim. Son günlerde çok konuşulan "Ana Sponsor" reklamını ben pek sevemedim. Açıkçası fikir süper. Annelerimiz kendi hallerinde gayet tatlı insanlar. Hele ki buradan aldıkları paraları da bağışlamaları, çok daha güzel bir şey. Bu noktada, bir anne olarak hemen şöyle dedim kendi kendime: "Hmmm, aferin... Demek ki bizim futbolcular analarına bakıyorlar!"
Ne acayip değil mi? Bebekken ya da küçücük tatlı birer çocukken son derece masum olan çocukların yetişkinlikte ne olacaklarının garantisi olmuyor ne de olsa! Para kazanan ama adam olamayan az insanla karşılaşmıyoruz hayatımız boyunca. Eh bunlar da çocuktu bir zamanlar. Jodie Foster’ın bir filmindeki lafını hiç unutamam: Bütün çocuklar özelse, bu kadar sıradan insan nereden çıkıyor!
Evet neyse biz reklama dönelim. Ben diyalogları beğenmedim açıkçası. Orada herkes kendi çocuğunu öne çıkarmak, bir diğerini bastırmak derdinde. Takımda olan birlik beraberlik havası, o konuşmalarda yok. Sanki futbol takımı anneleri değil de, tenis takımı anneleri gibi...
Espri anlayışı sorunum da olmadığına emin olduğumdan benim üzerimde reklamın etkisi çok da tatlı olmadı. O zaman otur sen yaz derseniz bilemem tabii.
Ünlü erkekler babalığı anlattı
"Nasıl bir babasınız?" sorusuna yanıt vermek, çok kolay olmasa gerek. Ya da "Bir baba olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" sorusuna... Parents Dergisi, ünlü babalara bu soruyu sordu. Onlar da baba olmanın nasıl bir his olduğunu bizler için kaleme aldılar.
Ahmet Ağaoğlu / Fotoğrafçı
Her şey Bennu’yla başladı
O (Bennu Gerede) üç erkek çocuktan sonra bir kız özlemiyle yaşıyordu. Benim içinse bir çocuğum olsun, kız erkek fark etmeyecekti. Bir gün Bennu hamile olduğunu söylediğinde havalara uçtum. 9 ay sonra artık baba olacağımı biliyordum. Ama kız babası mı, yoksa erkek mi? Doğunca öğrenecektik.
Benim babalığa dair ilk tecrübem Bennu’nun doğum sancıları geçirdiği gündü.. Onu doğum sancıları çekerken gördüğümde, duyduğum gurur ve saygı, farklı bir tecrübeydi benim için. Bennu dördüncü çocuğunu doğuracağından daha sakindi. Hatta doktorların söylediklerinin aksine bebeğin üç saat önce doğacağını bildi. Zamanı geldiğinde de benim şaşkın bakışlarım arasında iki nefes alarak bir ittirmeyle oğlumuzu dünyaya getirdi.
Oğlumun kordonunu kesip onu elime verdiler. Önce ne yapacağımı bilemedim, ama sanırım babalık içgüdüsüyle senelerdir bebek tutuyormuşum gibi hemen kucakladım onu. Kucağımdayken ben bu küçük adamı büyütmenin sorumluluğunu nasıl alacağım, diye düşündüm...
Geceleri dönüşümlü kalkıyoruz. Bu durum benim Kai’yı daha çabuk tanımama yardım etti. Hele ki kusmuğunu temizleyip, bezlerini değiştirmeye başladığımda, bunun bir keyif olduğunu şaşırarak anladım. Tüm bunlar bana başkalarının bebeklerini sevmeyi öğretti. Onları artık sümüklü, ağlayan küçük mızmızlar olarak görmemeye başladım. Onlarla eğlenebileceğimi, onların oyun arkadaşları olabileceğimi gördüm. Bu, oğlumun bana verdiği ilk ders oldu...
Artık Kai’siz bir hayat düşünemiyorum.
Levent Üzümcü / Oyuncu
Zamanla babalığa ısınırız
Sanıyorum ne olduğunu bilmemekten kaynaklı bir aksaklık yaşar babalar ilk zamanlarda. Doğanın annelere bahşettiği genetik hazırlığa sahip değilizdir, belki de bundandır acemiliğimiz. Zamanla ısınırız babalığa ve buluruz yolumuzu karanlıkta.
Geçenlerde gazetede gördüğüm bir haber geliyor aklıma: "Dördüncü kattaki balkondan düşen çocuğunun ardından atlayan baba, oğlunu havada yakaladı. Baba hafif yaralı, çocukta sıyrık bile yok". Kaç kişi için bunu yaparsınız hayatta? Bu sevdiğiniz birini kıskanmak gibi olağan bir şey değildir, ancak bir baba için bu, cesaret değil olması gereken doğal bir harekettir. Kendi canın çocuklarının canı olmadan bir anlam taşımaz baba olduğun zaman. Tabii ki her baba aynı olmaz ama bütün çocuklar aynı doğar. "Özel günler" mevzusuna gelirsek; hediye almak üzerine kurulmuş bir gün olduğu aşikar bu tarz günlerin. Kendi anne babalarının, anneler babalar gününü kutlamamış (Türkiye’ye gelmemişti henüz) olan bizim anne babalarımız üzülürler aranmayınca. Demek ki bu hediye tuzağı işe yaramış.
Bedri Baykam / Ressam
Dünyanın en keyifli çifti: Baba - oğul
Baba-oğul ilişkisi... Nasıl anlatılır bu derinlik? Ben o sevgiyi önce babam Suphi’yle yaşadım. 39 yıl boyunca, en derin şekilde. Sonra 2.5 yıl boyunca "Suphi’siz" kaldım maalesef. Ardından Tanrı’nın yardımıyla oğlum Suphi’ye kavuştuk. Artık 9.5 yıldır onunla aynı sevgiyi paylaşıyorum.
Oğlum Suphi, tam bir futbol hastası. Dedesini tanımadı ama onun "abisini" ziyarete gitti Adana’ya iki-üç ay önce. Fenerbahçeliliğimizin dededen geldiğini biliyor. Sarı-lacivert tutku, onunla ilk paylaşımımız. Onunla evde ve bahçede futbol, TED’de tenis oynuyoruz. Maçlara gidiyoruz, bazen sinemaya kaçıyoruz! Atölyemde beraber resim yaptığımız, dizi seyrettiğimiz zamanlar da az değil. Annesiyle beraber ona yeni dünyalar keşfettirmek, yeni ülkeler ve kıtalar göstermek en büyük keyfimiz...
Baba-oğul sevgisinin tarifi çok zor da... Ben bir tek şey anlamıyorum, oğluna dokunmadan yaşayan, onu kucağına alıp sevmeden, öpüp okşamadan büyüten babaları veya aileleri... Neyse ki bayağı azalıyor bu sendrom son yıllarda.
Baba-oğul sevgi ve saygısına bir de arkadaşlık eklendiği zaman işte seyreyle kaymaklı kadayıfı! 9.5 yaşında, 12-13 yaş kıyafetleri giyen, 41 ayak numarasını zorlayan bir sporcu adayı var artık karşımda. Artık üçümüz aynı yatağa sığmıyor sayılırız. Annesiyle uyursa, ben onun yatağına yatay geçiş yapıyorum. Bazen de ona futbol masalları anlatırken, onun yerine uyuyakalıyorum.
Fatih Türkmenoğlu / Gazeteci
Taliş’im, sana canım feda
Şimdiye kadar yaptığım bütün işlerin içinde en zevk aldığım şey, senin baban olmak. Sen: En güzel rolüm, en iyi programım, en iyi konum, en sıkı projem. Sen: Bu dünyada en sevdiğim, dünya tersine dönse vazgeçmeyeceğimsin.
Bütün sülaleyi parmağında çevirensin. Herkese roller verip oyunlara katan, saatlerce dans edip sonrasında da saklambaca davet edensin. Her şeye "Neden?" diye soransın. O küçücük yüreğinle beni koruyan, kollayansın. Büyük hayallerinde anne ve iş kadınısın... Bak şimdi baba, bu Kitty, benim yaramaz kızım. Hiç uyumadı. Sen de dede oldun ya, sen onu yatır şimdi... Ya da uyumasın, sen onu okula götürmüşsün, ben ofisteyim, kapıda çıkmalarını bekliyorsun...Evet evet, ben de Kitty’nin çıkışını bekliyorum. Hoop Kitty yürüyor, bana sarılıyor, alıp senin evine getiriyorum. Senin prensin varmış, Kitty’nin babasıymış. Yüreğim dağlanarak sana ve prense hayali yavrunu teslim ediyorum.
Ah be Talia... Daha sen doğmadan evvel, radyoda "Yüksek yüksek tepelere" çalmıştı da, ben hüngür hüngür ağlamıştım. Ben sana doğmadan bağlanmıştım. Ben daha seni o zamandan prenslere mrenslere verememiştim... Şimdi hiç veremem. Bu mektubu bir gün okursan eğer, bil ki seni kimselere veremem. Sen "gidiyorum" demedikçe, ben senden hiç vazgeçemem...
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2008
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)’nin çocuk şenliği Minifest, Digitürk sponsorluğunda bugün ve yarın Maslak Parkorman’da, 10.00- 17.00 saatleri arasında devam ediyor. Özellikle 3-14 yaş arasındaki çocuklara yönelik pek çok eğlencenin yapılacağı şenlikte; origami, çoraptan kukla, çılgın tişörtler, kazı, dev heykeller, köpük heykeller, rengarenk suratlar, yırt-kes-yapıştır, Afrika dansı atölyeleri var. Ayrıca "Çocuklar Dokununca Taşlar Bile Çiçek Açar" adlı plastik sanatlar atölyesi ile ailece katılımın mümkün olduğu pek çok aktivite daha olacak. Aktivitelere katılanlar hediyeler kazanacak.
Fransa’dan gelen Malabar Sirk Topluluğu’nun gösterisini izleme ve sirk atölyelerine katılma fırsatı kaçırılmaması gereken aktivitelerden biri. Ayrıca Ahşap Çerçeve Kukla Atölyesi’nden "Varyeteler" ve Cengiz Özek’ten "Çöp Canavarı" adlı kukla gösterilerini izlemenizi öneririz. Semaver Kumpanya’nın ritm grubu ise tüm gün boyunca çocuklara vurmalı çalgılarıyla eşlik edecek.
Minifest’in medya sponsorluğunu Digitürk Çocuk Kulübü, Milliyet Gazetesi, MİÇO, Doğan Egmont Yayıncılık ve Parents Dergisi üstleniyor. Biletleri IKSV merkezinden (İstiklal Cad. No:64 Beyoğlu), Biletix satış noktaları, çağrı merkezi (0216556 98 00) ve internet sitesinden (www.biletix.com) ya da Parkorman girişinden alabilirsiniz. Fiyatları 3-12 yaş arası çocuklar için 5, daha büyükler ve yetişkinler için 7.5 lira. 0-2 yaş çocuklar için giriş ücretsiz. İKSV’nin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte hayata geçirdiği "BitamBiöğrenci" adlı proje ile kültür sanat etkinliklerine katılma imkánı bulamayan çocukların da Minifest’e gelmesini sağlayabilirsiniz. Biletlerinizi satın alırken "BitamBiöğrenci" demeniz yeterli 15 veya 50 YTL’lik katkıyla 3 ya da 10 çocuğun Minifest’e katılımasına aracı olmak mümkün. Minifest Danışma Hattı: (212) 334 07 93
Yaz kamplarının faydaları neler
Yaz tatili yaklaşıyor. Şimdiden çocuklarımızı nasıl oyalayacağımızın derdine düşmeye başladık bile. Kimi anneler çocuklarının tembellik yapmasından yana, kimileri ise hemen yaz okullarına ya da kamplara katılmasından... Peki karar vermeden önce neleri bilmemiz garekiyor? Yaz kampları her çocuk için uygun mu? Kampların çocuk gelişimindeki etkilerini sizin için araştırdık.
1. Çocukların öğrenerek büyümelerine yardımcı olur
Çocukların okul dışında keyifli zaman geçirdikleri bir yerden daha fazlası aslında kamplar, çünkü on yıllardır bilinen, ülkemizde de yeni müfredatla yerleştirilmeye çalışılan başarılı eğitimin sırrı, zaten kampların çıkış noktalarından biri. Ampirik ya da deneysel öğrenme diye tanımlanan bu yöntem sayesinde çocuklar, yalnızca öğrenmekle kalmıyor, dikkat yoğunlaştırma ve keyif alma seviyeleri de kelimenin tam anlamıyla zirveye ulaşıyor. İlköğretimde yeni müfredatla uygulanmaya başlayan gözlem, deney ve el becerilerini kullandırarak ezbercilikten uzaklaştırma yöntemi, kampların temel felsefesi. Yaşayarak öğretme sisteminin ne kadar doğru olduğunun bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor.
2.Öğrenmede not baskısını kaldırarak çabayıve kararlılığı ödüllendirir
Kampları özel kılan gücü iki sözcüğe indirmek mümkün; notsuz eğitim... Çocuklar, üzerlerinde not baskısı olmadan, kamp yaşamının gereklerini yerine getirirken daha bir gayretli çalışıyorlar. Her etkinlik bir ödüllendirmeyle tamamlanıyor ama değerlendirme başarıya göre değil çaba ve kararlılığa göre yapılıyor. Çocuklar, yaptıkları hatalarla başetmeyi ya da mücadele gerektiren ortamlarda egolarını dengelemeyi işte bu yöntemle öğreniyorlar. Sağlam bir kişiliğin olmazsa olmazlarından kararlılık ve olumluluk gibi değerlerle donanıyorlar.
3.Başarılı bir geleceğe hazırlanmada tartışılmaz yeri var
Neredeyse daha dünyaya gelir gelmez çocuklarımızı her açıdan eğitmeye başlarız, hedef ise en iyi okullara giderek en iyi mesleklere sahip olmalarıdır. Peki onları çetin koşulların hüküm sürdüğü iş dünyası için nasıl hazırlamak gerektiğini hiç düşündünüz mü? Günümüz iş dünyasının en sık kullandığı "ekip çalışması", "bağımsız karar verebilme" ve "kriz yönetimi" gibi kavramlar, kampların neredeyse her etkinliğinde yer alır. Çocuklar, 4-5 kişilik gruplar halinde yapılan çalışmalarda, kararlarının ve adımlarının bütün ekibe etkisini hemen görebildikleri anları yaşarlar. İlişkilerin giderek daha karmaşık hale geldiği dünyamızda çocuklarımıza çevreleriyle nasıl geçineceklerini, nasıl uyum sağlayacaklarını öğretmek kuşkusuz en önemli değerlerden biri haline geldi. İşte, kampların bir başka özelliğiyle karşılaşıyoruz: Yeni arkadaşlıklar kurarken hoşgörü, uzlaşma ve işbirliği gibi değerlerin yaşanarak öğrenilmesi için grupların birbirini hiç tanımayanlardan oluşmasına özen gösteriliyor.
4.Daha donanımlı yetişmeleri için pek çok fırsat sunar
OKS, deneme sınavları, okul başarı puanı döngüsünde, aslında kısır bir etki-tepki içinde geçen öğretim yılları, çocukların yaşamında bir dolu olumsuz beklenti ve inanış yaratır. Çocuklar, 9 ay boyunca "başardım"lardan çok "başaramadım"larla eve dönerler. Daha kişilikleri tam gelişmeden hangi alanda iyi, hangi alanda kötü oldukları konusunda bir yargıyla yüzleşmek zorunda bırakılmaları tam bir trajedi. Başarısızlığı hangi yaşta olursa olsun kabullenmek zorken, daha tam birey olamamış çocuklarda kapasitelerinin sınırını görmek erişkinlikte de süregelen birtakım olumsuzluklara ve doyumsuzluklara neden olur. Elbette, bireylerin yetenekleri ve kapasiteleri doğrultusunda bir eğitimden geçmeleri esastır ama örneğin resim yeteneği matematik zekası kadar gelişmemiş bir çocuğun, duygularını bir kağıda çeşitli şekillerle aktarma ihtiyacı ya da beden eğitimi derslerinde fiziki becerisi gelişmediği için hep takım dışı bırakılan bir çocuğun bir ekip oyununda yer alma isteği zaman kaybı değil gereklilik olarak görülmelidir. Kamplar, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimindeki bu eksiklikten yola çıkarak, yeteneği olmayan alanlarda çalışmaya teşvik eder. Not ve başarı kaygısı olmadan geçirilen etkinlik saatleri, okuldakinin tersine keyif verici hatta özendirici bir sürece dönüşür.
5.Özgüveni empati vehoşgörüyle harmanlayıp dışlanmayla mücadele eder
Aidiyet duygusu, kampların çocuklara kattığı en önemli artılardan biri. Her üyesine saygı duyan ve değer veren bir kuruma ait olma duygusu, çocukların yaşamında ister istemez gelişen yalnızlaşmanın dışlanmaya dönüşmesini engeller. Çünkü kamplar, dışlamayı değil, içine almayı teşvik eden bir yaşamı öğütler.
Kampların özü olumlu ilişki kurma üzerinedir zaten. Bir yandan yeni arkadaşlıkların kurulması desteklenirken, farklılıklara saygı duyma bilinci de verilmeye çalışılır. Ne tam bir birey olmayı ne de toplum yaşamını öğrenmeden büyümek zorunda kalan çocuklar için kamplar çatışmasız, hoşgörülü bir dünyayı hazırlamada bulunmaz bir fırsat olarak çıkıyor karşımıza. Olumlu örneklemelere en çok eğitmenleri eski kampçılardan oluşan kamplarda rastlanıyor.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2008
Bir anne olarak çocuğunuzun nesini ya da neresini farklı buluyorsunuz? Nedir sizin için onu diğer çocuklardan bariz bir şekilde daha farklı tutan? Bunu cevaplarken lütfen onun sizin evladınız olduğu maneviyatını bir tarafa bırakın. Bütün çocukları bir tutun. Düşünün ki, hepsini siz doğurdunuz, ya da Angelina Jolie! Ben arkadaşlarımın çocuklarına baktığımda hepsi için bir şey söyleyebilirim. Kiminin gözleri ya da kirpikleri derim, kiminin kalem tutuş tarzı ya da yürüyüşü... Tabii ki kendi oğlum için de böyle bir durum söz konusu. Kimileri onun yakışıklı olacağını söylüyor. Bilemem, ben anlamam. Zaten yakışıklı dediğin çok geniş bir kavram. Ayrıca yakışıklı olup olmaması birinci dereceden beni değil, karşılaşacağı kızları daha çok ilgilendirecek.
Benim onunla ilgili en hoşuma giden farkı, kalıplı iriliğiydi. Bir yandan boyunun 1,5 metreye yaklaşması hoşuma gidiyor, bir yandan da giyilmeyen ayakkabıları dağıtmaya başlamak canımı sıkıyordu.
Geçenlerde ofiste bir genç başladı işe. Onu nedense hep otururken görmüştüm. Sonra bir ara yürürken çocuğun boyuna dikkat ettim ve ofisin ortasında, "Fatih, yavrum, senin boyun ne öyle!" diye sordum. 196 santim imiş. Hemen yanına gittim ve yanında nasıl göründüğüme baktım. Ona izah ettim durumu tabii, "Yanlış anlama, evde bir tane büyüyen var böyle de, nasıl olacağına baktım!" diye.
Ne var ki, pek gururlandığım bu erken ve hızlı gelişim, oğlumun bu yaz 3 ay toplu sporlardan uzak kalmasına neden oldu.
Cuma gecesi başlayan diz ağrısı, cumartesi sabah uyanınca da devam edince panikleyip doktora gitmeye karar verdik. Çünkü diz, pek çok farklı sebepten dolayı sinyal verebilir. Romatizmal ağrılardan tutun da ucu boğaz ya da kalbe kadar dokunabilir. Böyle bir şey olduğunu sanmıyordum ama sporcu bir çocuk olduğu için de dizlerine iyi bakması gerektiğinden emin olduğum için doktora koştuk.
Gerçekten de doktor, 11 yaşında olduğunu sandığım oğlumun, 13-15 yaşlarında görülen gelişimle alakalı ve sporcularda çok rastlanan bir rahatsızlık geçirdiğini söyledi. Tıbbi detaylara ve kelimelere girmiyorum ama eklemle alakalı olduğunu anladım! Velhasıl, bazı takviyeler, dizlik ve 3 ay top yasağı geldi bize. Hem de tam yaz okulu öncesinde. Dizlerinin sağlam gelişimi için buna dikkat etmemiz şart. Ama uyandığı zaman tuvalete giderken bile ayağında top olan bir çocukla bunu nasıl becereceğim bilmiyorum. Hemen NBA dergi ekibine gidip onlardan akıl fikir sormam lazım. Olmazsa onların yanına staja vereyim de oynayamıyorsa, okusun bari!
Bazen heyecanla izlediğimiz gelişmeler, böyle sürprizlere neden olabiliyor işte.
Veda etmeniz gereken 5 hurafe
Hemen her anne-babanın, daha evliliğe ilk adım attıkları andan itibaren gerçek olduğuna inandıkları bazı ebeveyn hurafeleri vardır. Bunlar öylesine kuvvetlidir ki, çocuk gelişimi ile ilgili okudukları kitaplara ve hatta başkalarına verdikleri öğütlere rağmen, doğru kabul edilen bilgilerin hayata yansımasına her fırsatta engel olabilecek niteliktedir. Söz konusu çocuklarımızın sağlıklı gelişimi olduğuna göre, ebeveyn hurafelerinin ejderha ya da dev adam efsaneleri kadar zararsız olduğu söylenemez. Sizler için bu hurafelerin en önemlilerini listeledik ve onlarla baş etmenin yollarını hazırladık.
ONU HERKESTEN İYİ TANIRSINIZ
Doğru olan bölümü: Çocuğunuzun muzu çok sevdiğini ama şeftaliden nefret ettiğini tabii ki sizden başka kimse bilemez. Mizacını, aç, kızgın ya da mutsuz olduğunda nasıl davranacağını da en iyi anne ve babası bilir. Bu gerçeği duymak için gidip bir psikolog ya da psikiyatrdan onay almaya gerek yok.
İşin aslı: Çocuğunuzu tanıyor olsanız da, tamamen tanıdığınızı söylemek önyargılı ve sınırlı bir düşünce olur. Uzmanlar, ebeveynlerin sübjektif olma eğilimi içinde olduklarını belirtiyor. Diğer taraftan, farklı çocukları da gözlemleme fırsatı olan anaokulu öğretmenleri, çocuk gelişimi uzmanları, hatta gün boyu çocuğunuzla birlikte olan bakıcısı, çocuğunuzun diğer çocuklara kıyasla hangi noktalarda farklılaştığını, kendine has özelliklerini daha doğru bir biçimde belirtebilir, sizlere yeni bir bakış açısı kazandırabilir. Diğer insanların çocuklarınızla ilgili gözlemlerini önemseyin. Çünkü sizin fark etmediğiniz bir sorunu, hatta gelişim geriliğini kısa sürede anlayabilirler. "Çocuğunuzu herkesten iyi tanımanız" gerçek olamayacak kadar doğaya aykırı bir inanç. Çocuklar büyüdükçe sosyalleşir, çevre ile ilişki ve etkileşim başladığı andan itibaren kişiliği de değişir, çevreye göre şekillenir. Siz onun yanında olmadığınızda, korkuları ya da güçlü yanları ön plana çıkıyor olabilir. Bu da diğerlerinin sizin bildiğinizin dışında da bir şeyler bildikleri gerçeğini kanıtlar niteliktedir.
Sonuç olarak: Çocuğunuzun gerçekte ne gibi özelliklere sahip olduğunu öğrenmeye çalışma ve anlama konusunda açık olun. Yıllar geçtikçe ve çocuğunuz büyüdükçe cesareti, yetenekleri, duyarlılığı, hatta rüyalarıyla bile sizi şaşırtmaya devam edecektir.
KİŞİLİĞİNİ ŞEKİLLENDİREBİLİRSİNİZ
Doğru olan bölümü: Çocukların içinde bulundukları çevre koşullarının, sahip oldukları ve olacakları kişilik özelliklerini belirlediği tartışmasız bir gerçek. Buna verilebilecek en temel örnek, evlat edinilen çocuklar. Araştırmalarda, 3 yaşlarına kadar ağır şiddet içeren ortamlarda ilgi ve sevgiden mahrum, istismara uğrayarak büyüyen çocukların, ihtiyaçlarının karşılandığı ve sevgi ortamı sunan aileler tarafından evlat edinildikleri durumlarda, diğerleri ile sevgi bağları kurabildikleri ve kişiliklerinin de sağlıklı şekillendiği görülüyor.
İşin aslı: Çocukların gelişimi ve güvenliğinin sağlanması açısından, çocuğun yetiştiği ortam hayati bir önem taşımakta. Anne-baba bu ortamın yalnızca bir bölümünü oluşturur, tamamını değil. Çocuğun genetik mirası da mizacını yüzde 30 ila 70 oranında etkiler. İkiz çocukları düşünün; aynı evde hatta çoğu zaman aynı kıyafetlerle ve aynı ilgiyi görerek, aynı olayları yaşayarak büyürler, ilerleyen yıllarda, dış görünümlerinden tutun da sevdikleri şeylere, kişiliklerine kadar ciddi farklılıklar gösterebilirler. Sonuç olarak: Çocuğunuzun kişiliğini, kilden bir heykel yapıyormuşçasına şekillendiremezsiniz. Ancak davranışlarını ve içinde bulunan yetenekleri açığa çıkarmasına, iyi yanlarını geliştirmesine yardımcı olabilirsiniz. Kişiliğe dair temel yanları yoktan var edemeyeceğinizi, her ayrıntısını şekillendiremeyeceğinizi bilmenizde yarar var.
NE KADAR VAKİT GEÇİRİRSENİZ O KADAR SAĞLIKLI OLUR
Doğru olan bölümü: Çocuklarda bağlanma sürecinin sağlıklı bir şekilde geçirilebilmesi ve çocuğun kendini güvende hissedebilmesi için, ihtiyaç duyduğunda anne-babasının yanında olacağını, onlara güvenebileceğini ve her şekilde bakılacağını bilmeye ihtiyacı vardır.
İşin aslı: Çocuklar dokununca kırılan, kırılgan çiçekler değillerdir. Pek çok farklı ortamda, anne ya da babaları yanlarında olmadan da başlarının çaresine bakabilir, potansiyellerini ortaya koyabilirler. "Güvenli bağlanma" durumu, evde kalan bebek bakıcısı ya da anneanne, babaanne gibi bakımlarını üstlenen bir yetişkin tarafından da sağlanabilir. Yedi gün, 24 saat sizin varlığınızın kesinlikle gerekli olduğu söylenemez.
Ayrıca, devamlı yanında olmanızın "güvenli bağlanma"yı kesinlikle sağlayacağı da söylenemez. ABD’de yapılan bir araştırmada, henüz bebek sahibi olmuş anneler üç gruba ayrılıyorlar: (1) doğumdan altı hafta sonra işe dönen anneler, (2) evde çalışan anneler, (3) işi bırakan, ne evde ne de dışarıda çalışmaya devam etmeyen anneler. Bir yılın sonunda, çocuklar güvenli bağlanma açısından laboratuvar ortamında çeşitli testlere tabi tutuluyorlar. Evde çalışan annelerin çocuklarında daha düşük düzeylerde bağlanma gözleniyor. Çünkü çocuğa verilen, çocuğa yöneltilen ilginin kalitesi ve tutarlılığı, beraberliğin süresinden daha önemli bir kriter. Yaşamın ilk yılında çocuk için, annesinin orada, fiziki olarak yanında olduğunu ama bir yandan da kendisiyle beraber olmadığını görmek çocuğun kafasını ciddi şekilde karıştırıyor.
Sonuç olarak: Bu konuda bir yanın siyah, diğer yanın da tamamen beyaz olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Her anne-baba, kendileri ve çocukları için en uygun duruma kendileri karar vermeli.
HER KONUDA SİZİ ÖRNEK ALIR
Doğru olan bölümü: Sevecen, destekleyici bir anne olmak, güvenli bağlanma figürü olabilmek demektir. Çocuğunuz nerede, nasıl davranacağı, nasıl olacağı konusunda daima sizi örnek alır.
İşin aslı: Önemli, kariyer sahibi bir ebeveyn olabilirsiniz. Çocuklar için bunun hiçbir anlamı yoktur. İşten eve döndüğünüzde, artık kim olduğunuz, nasıl bir kariyere sahip olduğunuz önemli değildir. Ancak unutmayın ki, ebeveynler, çocuklar için uzun dönem boyunca model kalmaya devam ederler. Kendinize şunu hatırlatmanızda yarar var: "Çocuğumun zihnine, hayatının kalan yıllarında ona yardımcı olacak ve yol gösterecek anılar yerleştiriyoruz." Kendi ebeveynlerinizin sizin üzerinizde yarattığı etkiyi bir düşünün. Onların sizin için oluşturdukları modelin tam tersini yapıyor olabilirsiniz; belki de çok benzer özellikler gösteriyorsunuz. Her iki durumda da, kendi ailenizi, anne ve babanızı rol model olarak almış olursunuz.
Sonuç olarak: Neler yediğiniz, ya da ne kadar spor yaptığınız, çocuklarınızın ileriki yıllara taşıyabilecekleri, örnek alacakları "değerler" değillerdir. Alırlarsa ne álá, ama bunun garantisini kimse veremez. Bu konuda bir noktada dikkatli olmanız yeterlidir: Gerçekçi olun. Elinizden gelenin en iyisini yapmanız, en iyi olmak için kendinizi paralamanızdan daha olumlu sonuçlar doğurur.
HER ŞEYİN EN İYİSİNİ YAPMALISINIZ
Doğru olan bölümü: Çocuklarımızın güvende, sağlıklı ve rahat olmasını isteriz; istemeliyiz de. Hangimiz bir dükkana girip bebeği için alışveriş yaparken "İki paket en kötü kaliteden bebek bezi, en sert kumaştan, en ucuz tulum" der ki!
İşin aslı: Ne kadar para kazanıyor olursanız olun, çocuğunuz için almak istediğiniz her şeyi almaya kalkarsanız, bütçenizde kocaman delikler açmanız işten bile değil. Çoğu anne-baba, belki çok da gerekli olmayan pek çok harcamayı yapabilmek için, kendi ihtiyaçlarını hep en son sıraya koyar. Bu yüzden, kredi kartlarınızı bir kenara bırakın. Derin bir nefes alın ve çocuğunuzun şimdi ve gelecekte, gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bir düşünün. Çocuğunuz bir şey istediğinde hemen koşup almanız, isteklerini erteleme becerisi geliştirmesini engeller.
Sonuç Olarak: Çocuğunuz için sağlayabileceğiniz en iyi olanakların ve ona verebileceğiniz en güzel şeylerin tek adresi, büyük alışveriş merkezleri değildir. Aslında, temelde ihtiyaç duydukları son derece basit ve zaten sizde olan şeylerdir: Sevgi, sınırlar ve tutarlı olmanız.
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2008
Arada sırada annelerin hatırını sormakta fayda var canım! Nasılsınız, iyi misiniz? Nasıl hissediyorsunuz, var mı bir değişiklik gibilerinden ... Ben her zaman için anketlere bayılmışımdır. Sonuçlar yüzde 100 doğruyu yansıtmasa bile anketi bir fikir sahibi olmamıza yardımcı olur bana kalırsa. Amerika’nın bir ebeveyn dergisi, internet ortamında bir araştırma yapmış. Çok "Amerikan" olabilir ama benim hoşuma giden ve örnek almamız gereken cevaplar var. Size aktarayım dilerseniz:
3 binden fazla katılımcının yüzde 61’i, annelerimizin bizi yetiştirdiği zamanların çocuk yetiştirmek için daha zor olduğuna inanıyor. Yüzde 58’i ise anneliğin beklediklerinden daha zor olduğunu itiraf ediyor. (Doğrusunu isterseniz ben de kesinlikle onlardan biriyim! Aslına bakarsanız benim en ufak bir fikrim bile yoktu demek daha doğru olur)
Yine katılımcıların yüzde 43’ü hamileliğinde kendini anne gibi hissetmeye başlamış. Yüzde 25’i doğurur doğurmaz, yüzde 14’ü birkaç gün sonra, 18’i de birkaç hafta sonra...
Babalara yönelik bu cevaba ne dersiniz? Çok şık: Yüzde 35 oranında anne, kocalarının kendi anneliklerini beğendiklerini söylemiş. Takdir görüyorlar yani. Yüzde 41 ise zaman zaman başarılı bulduklarını söylemiş.
Kadınların kendilerini bir anne olarak kabul edip olaya hakim olmaları hiç fena değil: Yüzde 45. Yüzde 25’inin ise birkaç ayını almış anneliğe adapte olmak. Sadece yüzde 7’sine bir yıl gerekmiş.
Annelerin yüzde 73’ü doğum yapmadan önce daha seksi göründüklerine inanıyormuş. Yüzde 40’ı ise şimdi daha seksi buluyorlarmış kendilerini.
Amerikalıların mı kafası basmıyor yoksa biz kadınların mı!
Yahu, bir kadının 35’inden sonra kesinlikle daha iyi görüneceğini, düşüneceğini, hissedeceğini anlamak için illa ki bu yaşı geçmek mi gerekiyor?
Bunun doğumla da alakası şu açıdan olabilir: Kendine güvenmek! Evet, anne olan kadının hayatında öyle büyük bir sevgi vardır ki bu onun başka türlü yürümesini sağlayabilir. Bunu yani, anne olmayı, kadınların akıllıca değerlendirmesi lazım.
Evet, bir sonrakine geçelim...
Annelerin yüzde 41’i doğumdan sonra en çok kendi zamanından yediklerini düşünüyor. Yüzde 30’u temizlik gibi ev işlerinden, yüzde 17’si uykudan, 12’si de eşleriyle geçen zamandan fedakarlık ettiğini düşünüyor.
Peki iyi bir anne olmanın sırrı nerede dersiniz? En çok cevap yüzde 63’le sabır. Ve peşinden gelen cevap da "espri anlayışı!" Kesinlikle katılıyorum. Bu Amerikalılar çok akıllı!!!
İşte kesinlikle katıldığım bir sonuç daha: Anneler günü için ne istediklerini sormuşlar ve cevap: Yalnız kalmak!!! Sonrasında da yatakta kahvaltı, çiçek ve çocuk eli yapımı kart var.
Son olarak anneler her şeyi bilir mi?
Yüzde 50: Çoğunlukla!!!
Oyun onların dünyası
Çocuklarımızı yetiştirirken karşımıza birçok soru, verilmesi gereken birçok karar çıkıyor. Onlar için verilmesi gereken kararlardan bir tanesi de hangi dönem hangi oyuncağı seçmek gerektiği. Toyiki Genel Müdür Yardımcısı Jacqui Stevenson bize bu konudaki son gelişmeleri anlattı.
Türkiye’de özellikle 0-3 yaş arası bebeklere alınan oyuncaklarda aileler başta kalite, ikinci olarak fiyat ve son olarak markaya önem veriyor. Bu sıralama daha büyük çocuklar için değişiyor. Diğer yaş gruplarında ailelerin öncelikli kriteri fiyat, daha sonra kalite, çocuğun tercihi ve marka yönünde oluyor.
Çocukların hayal gücü her zaman önemlidir ve bunu da tetikleyen etkilerin başında oyuncakları gelir. Tüm oyuncaklar çocuğun hayal gücünde etkilidir. En basit bir aksiyon kahramanı bile çocuğun senaryo yazma yeteneğini geliştirir. Örneğin kızlar bebeklerle oynar, onlara isim verir ve gerçek birer bebek gibi konuşur. Topla oynayan çocuklar kendilerini bir futbol veya basketbol yıldızı olarak hayal eder.
Doğdukları ilk günden başlayarak çocuklar değişik öğrenim süreçlerinden geçer ama bunun farkına varmazlar. Yeni doğmuş bir bebek gözlerini bir noktaya odaklayamazlar ancak basit bir karyola oyuncağı onlara yardımcı olur. Bu oyuncağı seyretmek, ışık ve müziği takip etmek onlara huzur verir.
Oyuncakların çocuğun gelişiminde farklı şekillerde etkisi olur. Bazı oyuncaklar onların kas gelişimine destek verir, yürümeyi öğrenmesine yardımcı olur. Bazıları renkleri, şekilleri, hayvanları, sesleri tanımasına... Bazıları da hayal gücünü geliştirir.
Bebekler büyürken, çevrelerindeki sayısız nesnelerle oyun oynarlar: Elleri, ayak parmakları, pencereden içeri sızan güneş ışınları gibi. Aynı zamanda sesleri keşfederler, bebek diliyle kendi kendilerine konuşurlar. Bedenlerinin farklı bölümlerini fark ederler. Renk, ışık ve ses ayrımı yaparlar.
Çocuğunuza oyuncak alırken bir numaralı kriter, yaşına uygun seçim yapılması olmalı. Yaşından daha büyük ya da küçükler için dizayn edilmiş bir oyuncak kısa sürede çocuğunuzu hayal kırıklığına uğratabilir, ilgisini azaltır ve oyuncağa harcadığınız para çöpe gider.
Her çocuk farklıdır. Karakteristik özelliklerini bilmeden bir çocuğa oyuncak tavsiye etmek doğru olmaz. Biz her hafta Toyiki mağazalarımız için "ilk 10" popüler oyuncağı belirliyoruz ve çalışanlarımızı bu konuda eğitiyoruz ki, müşterilerimizi doğru yönlendirebilsinler. Müşterimizin gerçekten çocuğunu memnun edecek ürünle eve dönmesini arzu ediyoruz.
ÜÇ OYUNCAK KATEGORİSİ
Hareketli oyuncaklar: El-göz koordinasyonu, kas ve kuvvet gelişimine yardımcı olur.
Yaratıcı oyuncaklar: Doğaçlamaya ve kendini ifade edebilmeye teşvik eder.
Eğitici oyuncaklar: Düşünme ve zihinsel gelişimi sağlar.
TÜRK AİLELERİ ÇOCUKTAN ÖNCE KENDİ SEÇİYOR
Avrupa genelinde oyuncak pazarı televizyon reklamları ve o an vizyondaki film ya da dizinin karakterleri ile doğru orantılı ilerler. Türkiye’de durum biraz farklı. Mesela dünyada okul öncesi oyuncak pazarı ortalama 1 milyar 658 milyon dolar ve bunun neredeyse 650 milyon dolarını banyo ve 0-1 yaş arası oyuncakları oluşturuyor. Türkiye’de en önemli farklardan biri, banyo oyuncakları pazarının olmaması. Bu lokal bir yaklaşım. Türkler için çocuğun banyoda uzun vakit geçirmesi çok olağanüstü bir durum. Türk aileleri kendilerinin öncelikle belirledikleri seçenekler arasından çocuğun seçim yapmasını sağlıyorlar. Çocuğun oyuncak seçimindeki katılımı daha ziyade yaşına bağlı.
İLK BİR SENE İÇİN OYUNCAK ÖNERİLERİ
İlk haftalarda
- Banyoda kullanılan oyuncaklar: Dokunma dürtüsünü harekete geçirir, siz onu yıkarken dikkatini başka yöne çeviren bir araç işlevi görür.
- Hareketli oyuncaklar: Görsel odaklanmanın gelişimine yardımcı olur; dikkatini toplamasını sağlar.
- Müzik kutuları ve kaset çalarlar: İşitsel uyarım ve huysuz zamanlarında rahatlatıcı etki yapması için kullanılır; sizi de rahatlatır.
- Bebek çıngırakları: Seslerin farkına varma becerisini geliştirir; dikkatini toplamasını sağlar; dokunma dürtüsünü harekete geçirir.
- Dolgu maddeli oyuncaklar: Dokunarak ayırt etmesine yardımcı olur.
6 haftadan 6 aya kadar
- Kumaşla kaplı bloklar: Dokunma dürtüsü; küçük kas koordinasyonu sağlar.
- Karyola oyuncakları ve egzersizler: Bütün duyuları uyarır; küçük kas koordinasyonu sağlar.
- Zincir halkalar: Dokunma duyusunu uyarır, küçük kas koordinasyonu sağlar.
- Aynalar: Görme duyusunu uyarır (göz odaklanması, kendi görüntüsünü algılama).
- Yumuşak toplar: dokunma duyusunu uyarır, küçük kas koordinasyonu sağlar (tutma,fırlatma,geri alma).
- Diş karıştırıcıları: Dokunma, tat alma, görme, ses uyarıcısıdır (dişeti egzersizi, renk/şekil algılama, bebek çıngırağı sesleri).
Bir yaşına kadar oyuncak önerileri
- İçinde hareketli nesneler olan toplar: Görme, dokunma duyusu, esneklik algısını geliştirir.
- Büyük yapbozlar: Görme, dokunma duyusu, yer ve biçim algısını geliştirir.
- İç içe geçen bloklar: Görme, dokunma duyusu; harekete geçirici el becerilerini geliştirir.
- İt-çek oyuncaklar: Görme, dokunma, işitme duyusu, büyük kas gelişimi; ses ayırt etme becerisini geliştirir.
- Şekil ayırma kutuları: Görme, dokunma duyusu; şekil ve biçim algısını geliştirir.
- Peluş oyuncak bebekler: Görme, dokunma duyusu; dil ve duygu gelişimini sağlar.
- Nesneleri bir araya getirme oyunu: Görme, dokunma duyusu; küçük kas kordinasyonu geliştirir.
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2008
Nevrim atıyor. Kendimi tutamıyorum. Ona da kızıyorum, kendime de. Yazarken bile inanın zorlanıyorum. Durum şu: Bu çocuklar büyüyor. Biz de onları eğitiyoruz. Ya da öyle mi sanıyoruz?
Oğlumu arkadaşı Hakan’dan almaya gittim. Okul çıkışı ona gitmişti. Beraber oyun oynayıp ödev yaptılar. Tabii ki beni görünce (bir gece evvel anneannede kaldığını ve beni 2 gündür görmediğini de hatırlatayım) koşup boynuma atlayacağına, "Ya üfff; daha oyunumuz bitmemişti" diye bağırdı.
Bunu hazmettim. "Yahu 2 gün sonra böyle mi karşılayacaktın beni" diye sızlanarak toparlandık. Kapıdan çıkmadan ona çantasını almasını da hatırlattım. Bana "Dondurma alabilir miyiz?" diye sordu ben de "tabii" dedim.
Eve doğru yürürken birden oğlumun elini kolunu sallayarak dolaştığını fark ettim. Tabii ki çantayı almamış arkadaşının evinden. Ciddi tepem attı ve hemen geri dönerek çantayı alacağımızı ama bu durumda dondurma almaya da gidemeyeceğimizi söyledim. Kıyamet koptu. Gerçekten koptum. Evde de tartışmaya devam ettik. Mantıksız veya fazla düz mantıkla öne sürdüğü karşı fikirler beni daha da delirtti.
Ama dondurma almadım!
Gelelim Anneler Günü’ne... Açıkçası bu sabah yazımı yazmadan önce, Anneler Günü’nün kaldırılması için resmi olarak işlemlere başlamak kararındaydım, sakinleştim.
Sadece pazar sabahları ailecek kahvaltı edebildiğimizden, yine bunu gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Minicik, kare yemek masamızın altında top oynamaya çalışan benim tatlı danam, topa kendini öyle bir kaptırdı ki masadaki bardak ve tabağını neredeyse deviriyordu. "Ne yapıyorsun, sakin ol," demeye kalktığımızda da bozulup sofrayı terk etmeye kalktı. Benim yine tepem attı tabii.
On dakikalık kıyametten sonra biraz daha sakin konuşmaya başladık. "Hep ben mi hatalıyım, insan yanlış yapamaz mı, unutamaz mı!" lafları etti bana.
Ben de ona tabii ki bunların mümkün olduğunu söyledim. Hata da yapacak, unutacak da! Ama arada bir! Hep unutmak, ya da artık yapman gereken bazı hareketleri hiç yapmamak durumu farklı bir noktaya getiriyor. İnsan bir şeyleri yapar. Arada yanlış ya da eksik yapar!
Bunu derken açıkçası o yaşta bir çocuktan neleri beklemem gerektiğini tekrar tekrar sorguluyordum kafamda. Ama bunun kesin bir cevabı olduğunu da sanmıyorum. Yine de inanın her seferinde onu azarlıyor, boşu boşuna yıpratıyor olmamak için bunu düşünüyorum. Ve onunla konuşurken önemli bir noktayı daha fark ettim: Ben onun hata yapmasından daha çok, hatayı kabul edip özür dileyeceğine, saldırıya geçmesine kızıyorum. Ve bunu ona anlatmaya çalıştım.
Evet, bardağı tabağı deviriyordun. "Ah anne özür dilerim" deyip, düşmek üzere olan bardağı tutacağına hem bana hem babana bağırıyordun, üstelik masadan kalkmaya kalktın. Oysa ki özür dileyip bardağı düzeltsen, bu iş bitecekti.
Bu olayı da atlattık. Sonra arkadaşımla konuştuk. O da sinemaya yetişmek için, oğlunu ite kaka evden çıkarttığını anlattı. Üstelik program çocuk içindi.
Bilemiyorum. 8 yaşında olup da tuvaletten çıkınca ışığı kapamayan bir çocuk karşısında kendimi sorgulamaya başlıyorum. Acaba ben mi beceremiyorum bu işi? Ben mi yanlış ya da yetersizim? Benim yüzümden ileride sorumsuz ve beceriksiz biri mi olacak?
İşte sanırım beni asıl endişelendiren bu. Biz anneler iyi ya da kötü çocuklarımızın durumunu kendimize yoracağız. Umarım iyi olurlar da çok vicdan azabı çekmeyiz!
AÇLIK uyandırıyor
Milupa, bebeklerin uyku alışkanlıklarını gözlemlemek amacıyla bir anket düzenledi. Ankete katılan 14 bine yakın annenin yüzde 83’ü, bebeklerini gece uyku arasında beslediğini belirtti. Anketten çıkan sonuca göre bebeklerinin uyanma sebepleri yüzde 68 açlık, yüzde 26 diş çıkarma, yüzde 6 gaz sancısı.
Yeni doğum yapan annelerin en büyük sıkıntısı, bebeklerinin uyku düzenini oturtabilmek. Gece gündüz ayırımını sağlamanın yanı sıra, iki saatte bir beslenmek isteyen küçücük midelerini doyurmak gerçekten zor bir süreç. Ne var ki bir süre sonra, bu iki saat yavaş yavaş uzamaya, 3-4 hatta 5-6 saati bulmaya başlar. Böylece bebek de anne ve hatta baba da uzun uykularına kavuşmuş olurlar. Bu güzel uykuyu sağlamak için tabii annelerin bilmesi gereken bir takım noktalar var. Öncelikle ilk sorumuz, bebeğin daha uzun uyuması için ne lazım? Tabii ki keyfinin yerinde olması: Sancısı, açlığı, şikayeti olmaması. Peki, bunu nasıl sağlayabiliriz?
Öncelikle sağlıklı bir bebeğin iyi uyuması için karnının tok olması çok önemli. Milupa’nın düzenlediği ankete göre, annelerin yüzde 84’ü bebeklerini gece uykuya yatırmadan önce, uyumasını kolaylaştırmak için besliyor. Annelerin yüzde 30’u, 0-36 ay aralığındaki bebeklerine biberon maması veriyor. Ayrıca annelerin yüzde 83’ü, bebeklerini gece uyku arasında da besliyor.
Anneler, bebeklerinin gece uyku arasında uyanma sebebi olarak yüzde 68 açlık, yüzde 26 diş çıkarma, yüzde 6 gaz sancısını göstermiş. Gece uyku arasında beslemek için annelerin yüzde 23’ü biberon mamasını, yüzde 6’sı anne sütünü tercih ediyor.
Ankete göre, annelerin yüzde 61’i bebekleri ile birlikte uyuyor. Bebeği uyutmak için uygulanan özel teknikler ise, yüzde 55 ayakta sallamak, yüzde 31 birlikte uzanmak, yüzde 13 ninni söylemek, yüzde 1 kitap okumak. Bebeklerin yüzde 78’i emziğiyle uyurken, yüzde 14’ü battaniyesi, yüzde 8’i ise oyuncağı ile uyuyor.
Anket sonuçlarını değerlendiren Milupa uzmanları, iyi bir uykunun bebeklerin fiziksel ve zihinsel gelişimi için en temel ihtiyaçlardan biri olduğunu belirtiyor. Yeni doğan bebekler zamanın yüzde 70’ini uykuda geçiriyor, 3 aylıktan sonra uyuma süresi azalıyor. Özellikle gece uykusunda en yüksek seviyeye çıkan büyüme hormonu sayesinde uykularında büyüyüp gelişiyorlar. Uyku esnasında son derece karmaşık ve bir o kadar da önemli nöro-kimyasal değişim yaşanıyor. Uykusuzluk bebeklerin bağışıklık sistemini etkiliyor ve hastalık riskini arttırabiliyor. Bu yüzden bebeklerin uykularının kesintisiz ve daha konforlu olmasına dikkat edilmesi gerekiyor.
BUNLARA DİKKAT EDİN
Bebeğinizin uyku düzenini anlayın. Hangi saatlerde daha rahat uyuyor, uykuya dalmadan önce neler yapmaktan hoşlanıyor... Bebeğinizin uyku düzenini ve uykusu geldiğinde nasıl davrandığını gözlemleyin. Uyku saatlerinin her gün aynı olmasına dikkat edin. Böylece bebeğinizin uyku alışkanlıklarını öğrenebilir ve uykuya dalmasına yardımcı olabilirsiniz. Unutmayın bebeğinizin düzenli bir uyku programının olması ileride doğru uyku alışkanlıkları kazanması açısından çok önemlidir.
Bebeğinizi rahatlatın. Uyku saati yaklaşırken bebeğinizle oyun oynayarak banyosunu yaptırın. Oyun oynamak, bebeğinizi dozunda yormak daha rahat uyumasını sağlar. Uyku saatlerinden önce ritüeller ve özel oyunlar yaratarak uykuya dalma ritüelini keyifli bir hale getirebilirsiniz.
Uyku için mekan önemlidir. Bebeğinizin uykusunun geldiğini anladığınızda karyolasına götürün. Yumuşak battaniye ve uyku setiyle karyolasının konforlu ve rahat olmasını sağlayın. Uyuduğu odanın karanlık ve sessiz olmasına, çok sıcak veya soğuk olmamasına özen gösterin.
Huzurlu ve güvende hissettirin. Uykuya özel oyuncaklar, sizin kokunuzun sindiği bir battaniye, yatağının başına asılı bir dönence kendini huzurlu ve güvende hissetmesine, uykuya daha çabuk dalmasına yardımcı olur.
Karnının tok olduğundan emin olun. Pirinç unu ve şekerli muhallebiler bebeklerin ihtiyaçları olan besinleri içermez ve sindirim sıkıntılarına sebep olur.
Altın madalyalı kitap serisi
Dünyaca ünlü ebeveynlik uzmanı Dr. Miriam Stoppard’ın hazırladığı, 2007 Mother and Baby Ödülleri’nde En İyi Bebek Oyuncağı Altın Madalya’ya hak kazanan 6 kitaptan oluşan seri en önemli kaynaklarınızdan biri olabilir. Serideki kitaplar; hem annelerin çocuklarıyla keyifli vakit geçirmelerini sağlıyor hem de çocukların eğitimlerine katkı bulunuyor. 2006 yılında Practical Preschool Dergisi’nin Altın Ödülü’ne layık görülen bu kitaplar, hareketli sayfaları ve sürpriz oyunlarıyla 6-18 aylık bebekler ile 1-13 yaş arası çocukların zihinsel gelişimlerini ve psiko-motor becerilerini de geliştiriyor. Örneğin serideki Harika Renkler kitabı sayfa ortalarında yer alan hareketli sürgüleri sayesinde bir yandan elmanın, gökyüzünün, yaprağın farklı renklerini öğretirken, diğer yandan da aynı sayfalarda yer alan resimlerle çocukların etraflarında ve doğada bulunan aynı renkteki başka nesneleri de kavramalarına yardımcı oluyor.
FUTBOL SEVEN ÇOCUKLAR KAÇIRMASIN
İstanbul’da gerçekleştirilecek olan AC Milan Junior Camp İstanbul, 900 şanslı çocuğa Avrupa’nın en büyük futbol takımı AC Milan’ın antrenörlerinden özel futbol eğitimi fırsatı sunuyor. İstanbul’da ilk kez yapılacak olan bu kampa, 6-16 yaş arasındaki kız erkek tüm çocuklar katılabilecek. Dünyada 47 ülkede yapılan Milan Junior Camp, yaklaşık 100 bin çocuğa bu fırsatı veriyor. Kamp 450 kişilik gruplar halinde, 16-20 Haziran 2008 ve 23-27 Haziran 2008 arasında olmak üzere iki ayrı dönemde gerçekleştirilecek. Organizasyonun biletleri Biletix’te.
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2008
Biz insanlar gerçekten ilginçiz. Dönem dönem kapılıp gidiyoruz bir şeylere. Bir şey çıkıyor, başımıza taç ediyoruz, sonra da yerin dibine sokuyoruz. Sonra da tekrar kıymet arıyoruz. Son günlerde televizyonlarda başlayan yeni kampanyayı fark etmişsinizdir. Margarinle ilgili olan. Hani bir aralar teneke teneke tüketilen, sonra da "neredeyse plastik" şanını uygun gördüğümüz margarin hakkında bunca zamandır yanlış bilinenleri düzeltmek amacıyla yapılıyor bu kampanya.
Yemekten çok anlamasam da, yemek pişiren, yemeğe meraklı insanlarla yaşayan gazeteci bir anne olarak Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği (MÜMSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Metin Yurdagül ile bu konuyu konuşmayı uygun gördüm. Ne de olsa ben de ister istemez margarine karşı biraz tepki duymuştum. Ama evimde o anda vardı.
Metin Bey, bana anlayabileceğim bir dilde durumu özetledi. Sanırım ben de sizinle paylaşmalıyım bunları.
Dünyada ilk margarin, bundan 139 yıl önce, Fransa’da üretilmiş. Zamanın Fransa Kralı III. Napolyon’nun emri ile kimyager Mege Mouries, don yağı ile sütü karıştırarak margarini 1869’da ilk keşfeden kişi olmuş. Margarinin bu ilkel yöntemle üretimi 40 yıl kadar sürmüş. Ancak Alman kimyager Wilham Norman’ın hidrojenasyon prosesini 1903’te keşfetmesiyle, margarin sanayiinde önemli bir devrim yaşanmış ve modern teknoloji devreye girmiş.
Evet, insan bir günlük enerjisinin yüzde 30’unu yağdan almalıymış. (Biz Türklerde bu rakam 24 bu arada) Bu da ortalama 2000 kaloriden hesaplarsak 600 kalori demek. Takriben de 60-70 gram yağ...
Ama önemli olan bu yağı farklı kaynaklardan almak: Tereyağı, zeytinyağı, mısıryağı, ayçiçeği yağı, margarin.
Bir de artık öğrenmemiz gereken yeni bir kelime var: Trans yağ. Bir çeşit doymuş yağ çeşidi. Ama iyi bir şey değil! O yüzden artık bazı ürünlerin paketinde bu konu hakkında minik bir işaret koyuluyor. Trans yağ içermez anlamında. Bu da, izin verilen yüzde 1’in altında trans yağı olan ürünlerde var. Margarindeki trans yağı oranı da gerçekten çok düşükmüş.
Kampanyada 7 gerçekten bahsediliyor:
Margarin tamamen bitkisel yağlardan üretilir, kolesterol içermez, trans yağ içermez, beslenme çeşitliliğine katkı sağlar, omega 3 ve omega 6 yağları içerir, A ve D vitaminleri vardır, iyi bir enerji kaynağıdır.
Bu durumda sanırım margarine çok da kötü davranmamak lazım. Türkiye’de kişi başına yılda ortalama 2,2 kg margarin tüketiliyormuş. Bu miktar İngiltere’de 8, Belçika’da 26, Singapur’da 45 kg. Demek ki tüketicilerin gelişmiş ülkeler düzeyinde margarin kullanmalarında pek bir sakınca yok gibi.
Anlayacağınız artık margarinler, en azından çoğu margarinler, trans yağı içermeden üretiliyor ve sandığımız gibi zararlı değil. Beslenmede çeşitlilik adına, belli miktar tüketmede sanırım bir sorun yok. Ama alacağınız üründe trans yağ içermez işaretini aramayı unutmayın.
Sekiz yaşına gelene kadar yapması gereken 50 şey
Biz büyüklerin yapması gereken işler, gitmesi, görmesi gereken yerler, tatması gereken yemekler vardır da, çocukların yok mudur dersiniz? Parents Dergisi bu ay, çocukların 8 yaşına gelmeden yaşamış olması önerilen şeylerin listesini verdi.
1. Aya seyahat: Nasıl olsa 8 yaşından önce hiçbir şey imkansız değil!
2. Mutlaka fıskiyenin altında koşturup dans etmek. Hatta mümkünse ailenin bir ferdi ile beraber.
3. Sizinle birlikte inandığınız bir yürüyüş ya da geçit törenine katılmak.
4. Paten ya da kaykayla kaymak.
5. Su dünyasına giderek bütün kaydıraklardan kaymak.
6. Yağmurda ebelemece oynamak.
7. İribaşların kurbağaya dönüşmesini izlemek. Bu çok kolay değil tabii. Evde ona uygun bir kutu hazırlamalı ve bir süre beklemelisiniz. En azından fasulye tanesinin sulu pamuk içinde filizlenmesini seyretmek.
8. Balık yakalamak ve yakaladığı balığı yemek.
9. Astronomi hakkında biraz bilgi edinmek ve daha önemlisi yıldızları seyretmek.
10. En azından bir kere futbol ve basketbol maçına gitmek.
11. En azından bir kere ince bir kitabı baştan sona okumak.
12. Hayal kırıklığına uğramak. Ve onu çok teselli etmeye çalışmayın. Hayal kırıklığının üstesinden gelmeyi öğrensin.
13. Ağzından suyu kaç şekilde fışkırtabileceğini keşfetmek.
14. İki tekerlekli bisiklet kullanmayı öğrenmek. Bir de bisikletten düşmek tabii...
15. Sizin kucağınızda deniz paraşütü yapmak.
16. Saçlarını tamamen kendisinin istediği gibi yapmak. Hatta eline makas bile verebilirsiniz. Bir kereliğine ama!
17. Ponpon yapmak. Kendi yaptığı ponponu, şapkasının ucuna takabilirsiniz.
18. Mutfağa girip bir yemek ya da tatlı yapmak. Hatta onu mümkün olduğunca özgür bırakacaksınız, karışmayacaksınız. Bakalım ortaya nasıl bir şey çıkacak.
19. Çok istediği bir şeyi almak için para biriktirmek. Ve gidip onu tıkır tıkır paraları vererek almak.
20. Çoğunluğun alay ettiği bir çocukla arkadaşlık etmek.
21. Lunaparka gitmek.
22. Kendi kahvaltısını hazırlayarak tepsi ile televizyon karşısına geçmek. Bunun için en kolayı, kahvaltılık gevreklerdir. (Bunun güzel yanı, anne babanın biraz daha uyumasına fırsat vermesidir tabii)
23. Anlatacak 3 güzel fıkra bilmek. Ve bunları gerçekten güzel anlatmak.
24. Adamakıllı el sıkışmayı öğrenmek. Gevşek gevşek değil.
25. Kendisinden daha büyük birine kapıyı tutmak.
26. Odasını kendi başına toplamak.
27. Limonata yapmayı öğrenmek.
28. Evin içinde keşif gezisine çıkmak. Oraları buraları eşelemek. Hatta mümkünse evde kimse yokken. Ama tabii o zor biraz!
29. Kavga eden iki çocuğu ayırmak
30. Yaşıtı ve dengi olan bir çocukla kavga etmek.
31. Odanın içinde mükemmel bir gizli köşe bulmak. Sekiz yaşına kadar onun içine koyacak pek bir şey olmayabilir ama o zamanki akılla bulunan gizli yer, başka kimsenin aklına gelmez.
32. Bir koleksiyon yapmaya başlamak. Her ne olursa olsun
33. Çin yemeği, suşi, İtalyan gibi en azından 5 farklı mutfağı tanımak için denemek.
34. Kağıttan uçak yapmak. Ya da bumerang. Ama iyi bir şekilde.
35. Gazete okumaya başlamak.
36. Mikroskop ve teleskop kullanarak bir şeyi incelemek.
37. Hediye paketi yapmak, hediye etmek. Hatta özel bir yemekte yemek servisine yardım etmek.
38. Kendi doğum günü davetiyesini hazırlamak.
39. Disneyland’a gitmek.
40. Çamurlara bulanmak. Orada güreşmek, yuvarlanmak. Ne sebeple olursa olsun.
41. Babayla güreşebilmek. En azından ileride kavga edebilmesinin temelini oluşturur.
42. En azından bir kıyafet alışverişinde onu rahat bırakın. İstediğini alsın, istediği gibi takımlasın.
ÜNLÜLERİN ÖNERİLERİ
43. Elif Dağdeviren: Bir hayvan beslesin. Bir hayvanla, tercihen bir ev hayvanı elbette, derin bir dostluk kursun.
44. Yunuslarla yüzmek. Gösteri izlemek de hoşlarına gidebilir ama onlarla yüzmenin verdiği keyif ve heyecan çok daha başka. Ne var ki yüzme biliyor olması gerekiyor. Bunu unutmayın.
45. Yurtsan Atakan: Küçük Prens’in kitabını okumalı ve filmini seyretmeli.
46. Leyla Alaton Günyeli : Çırılçıplak kumun içine kendini gömmek, karpuz, kavun veya şeftaliyi elleriyle yiyip bir de güzel üstüne silinmek! Değişik vücut seslerini hiç utanmadan sıkılmadan çıkarıp bir de arkasından kahkahalarla gülmek!
47. Fem Güçlütürk: Karda uyumak, çıplak yüzmek, yol kenarında ağaca çiş etmek. (Aslında büyüyünce de yapılması gereken ama 8 yaşına gelmeden yapıldığında ileride hem süper hatıra, hem de toplum kurallarına uyma mecburiyeti yaşı geldiğinde veya korkular bedenini zorla sardığında bir kez yapmıştım diyebileceği şeyler. Hatta bazı kuralları sorgulayarak özgür tercihini yapabilirÖ)
48. Emre İskeçeli: Bir yaz gecesi, arkadaşlarla, evin bahçesinde kurulan çadırda kalmak ve ikincisi, doktorculuk oynamak.
49. Yankı Yazgan: Hayal bile olduğunu bilmeden hayal kurmak, hata olduğunu bilmeden hata yapmak
50. Bir gün boyunca hiçbir şey yapmamak. Hatta okula bile gitmemek. Böylece bir şeyler yapabilmenin kıymetini anlamak!
Yazının Devamını Oku