5 Ocak 2008
Bu yazıyı yazmadan önce, yaklaşık yarım saat bilgisayar başında High School Musical 2’nin şarkı sözlerini çıkarttım. Onları ayrı ayrı sayfalara kopyaladım. Lüzumsuz yazıları sildim. Yanlarını boş bırakacak şekilde ayarladım. Belki kendi çapında Türkçelerini merak eder, yanına yazar diye? Sonra da onların çıkışını aldım. Güzel bir dosyaya koydum. Akşama eve gidince arkadaşım Bige’nin ona hediye getirdiği High School Musical 2 boya kalemi setinin yanına koyacağım.
Çıldıracak...
Benim de çok hoşuma gidiyor açıkçası...
Ben İngilizce’yi ortaokulda öğrenmeye başlamıştım. Zaten dinlediğim İngilizce şarkıların sözleriyle de ilgilenmeye o zaman başlamıştım. Sözleri uyduruk da olsa, duyduğum gibi söylerdim.
Şimdi bunu oğlumun yaptığını görüyorum.
Benim yaptığım yaştan 4-5 sene önce.
Aslına bakarsanız bu durum çok hoşuma gidiyor.
Benden ileride hayata başladığını görüyorum. Benden ileride başlamak demek de her zaman bilgisayar ya da teknoloji ile sınırlı kalmıyor.
Bu yaşadığımız örnekte tek fark, benim şarkı sözlerini kaseti durdurarak çıkartmam. Eğer şanslıysam, bazı albümlerde lirikler yazılı olurdu. Şimdi ise internette buldum. Ama sonrası aynı. Eline sözleri al... Bağıra bağıra şarkı söyle... Ne büyük zevk ve deşarj...
Şimdi buradaki planımı anlatayım. Benim oğlum sinirini bazen kontrol edemeyen bir tip. Benim gibi sinir katsayısı düşük bir insana göre yani. Onun kendisini sakinleştirecek bir formül bulması gerekiyor.
Bu durum her asabi çocuk için geçerli. Yani sinirini, hırsını kontrol edebilmeyi öğrenmeleri, kendini sakinleştirecek bir yol bulmaları için onlara yardımcı olmamız gerekiyor.
Kimisi yüzüne soğuk bir su serpmeyi tercih edebilir; kimisi derin derin nefes almayı... Kimisi kum torbasına yumruk atmayı!!! Ya da şarkı söylemeyi...
Ben sıradan hepsini deniyorum.
Sinan da kendi durumunun biraz farkında: Ona "mazeretim vaaar, asabiyim ben" şarkısını söylemeye başladığım anda benim üzerime yürüyor. "Annneeee ssssuuussss" diye bağırıyor bana.
Asabiyet diyorum da, bir de Ali var! Annesini severken bile parçalıyor. Ben de ona "Oğlum naapıyosun, o mıncıkladığın kadın benim 20 senelik arkadaşım!" diyorum. Bana da kızıyor. Başlıyoruz birbirimizle uğraşmaya.
En büyük şoku bana "Sen ne sinir kadınsın!" dediğinde yaşadım. Bir tarafım bozuldu ama bir tarafım da bayıldı. O kadar doğal ve güzel söyledi ki... İşte çocukların böyle de bir tatlı tarafı oluyor neyse ki.
Bu arada Ali’nin devamlı karnının ağrıması da biraz kafama takılmıştı doğrusunu isterseniz. Bilgisayar karşısında biraz araştırmaya başladığımda Çocuk ve Aile dergisinin eski bir sayısında, Psikolog Aynur Sayım’ın bir yazısında şu notu görünce irkilmedim değil: "Asabiyetten kaynaklanan psikosomatik birtakım rahatsızlıklar, yakınmalar görülebilir: Baş ağrısı, mide ağrısı, karın ağrısı gibi. Hatta çocuklar zaman zaman bunu kullanabiliyorlar. Bedene etki eden sinirlilik mümkün olduğu için yine de duyarlı olmak gerekir. Gereğinden fazla yakınma varsa, bu ayrımı bilmek, gözlemek ve gerçekten sebep neyse onu ortadan kaldırmak gerekiyor."
Ali’nin ağrıları bundan mı bilemem. Çünkü o kadar sinirli bir çocuk değil, ben uğraştığım için kızdırdım onu. Ama bazı çocuklar gerçekten çok sinirli olabiliyor. Bunun altında yatan sebeplerin yanı sıra, yukarıda bahsettiğim gibi onları sakinleştirecek noktaları da bulmak çok önemli.
Evet... Yeni yılın ilk yazısına asabiyetle başladık. Ne de olsa taze gelişmelerdi bunlar. Bakalım yeni senede bizleri neler bekliyor!
Ödünç mü alırsınız yoksa satın mı?
Bebeğinizin elden düşme eşyaları sağlam mı yoksa her an bir kaza olabilir mi? Parents dergisi bu hassas konuya çok doğru ve eğlenceli yaklaşmış.
Hamile olduğunuzda pek çok tanıdığınızdan teklifler yağar. Yeğeninizden kalma eski beşiği, mama sandalyesini ya da süt sağma pompasını kullanmak istemeyebilirsiniz. Ama, el örgüsü kazaklar gibi bazı değerli şeyleri almak için de sabırsızlanırsınız. Lekeli önlükler gibi diğer eşyaları da kibarca reddedersiniz.
Bebek için alışveriş yapmak kesinlikle eğlencelidir fakat, biraz tasarruflu olmak da isteyebilirsiniz. Aileden, arkadaşlardan ödünç almak cazip gelebilir. Ödünç aldığınız bir eşyanın güvenilir olup olmadığını bilebilmek için aşağıdaki listeyi aklınızda bulundurun.
KESİNLİKLE ALIN
Puset: Pusetlerin çoğu oldukça dayanıklıdır. Yine de siz vidalarının gevşek olmadığından ve tekerlek mili gibi metal parçalarının passız ve iyi çalışır olduğundan emin olun. Plastik kısımlarda minik parmakları kıstırabilecek olan kırık ya da çatlaklar var mı diye de kontrol edin. Eğer puset katlanıyorsa açık konumdayken mandallarla kilitlenebiliyor olmasına bakın. Ayrıca güzelce bir temizleyin.
Bebek kıyafetleri: Koparak bebeğinizin boğulmasına sebep olabilecek düğme, gevşek ip gibi küçük parçaları yoksa, kullanmak için idealdirler. İyi bir yıkamadan, temizlemeden geçtikten sonra tabii.
YİNE DE BİR DÜŞÜNÜN
Bebek karyolası: Parmaklıkların arası bir kola kutusunun genişliğinden fazla olmamalı, bu nedenle aileden miras kalan karyola yeni güvenlik standartlarına uymayabilir. Parmaklıkları destekleyen kısımlarda baş ya da ayak uçlarında çatlama ya da kırılmalar varsa, o karyolayı almayın. Aynı zamanda vida, destek gibi diğer parçalarının eksiksiz ve sağlam olduğundan emin olun. İkinci el bir karyola kullanacaksanız, yeni bir döşek almanız önemlidir.
Salıncak: Bütün vidaların ve parçaların mevcut, hasarsız ve düzgün çalışır, bütün bağlantıların tam, ayakların sağlam olduğundan ve salıncağın devrilmeyeceğinden emin olun.
Süt sağma pompası: Sağlık sebeplerinden ötürü önceden kullanılmış pompalar önerilmiyor. Borusunu yenileseniz de sütün iç kısımlara temas etmesi sonucu virüslerin geçmesi ihtimali, düşük de olsa var.
Kol askısı ve kanguru: Bunların çoğu sağlam kumaşlardan yapılır. Bu nedenle ödünç ya da satın alıp kullanabilirsiniz. Fakat, kangurunun bacak boşluklarının bebeğinizin kaymasını önleyecek kadar dar olmasına dikkat edin. Ayrıca, gevşek ip, yırtık ya da delik var mı diye de bakmayı ve güzelce yıkamayı unutmayın.
Nevresim takımları-yorgan: Arkadaşım Esra, kızı için elden düşme bir yorgan bulduğunda başına gelebilecekleri tahmin bile etmemişti. Ta ki uyuyan bebeğini boynunda bir yorgan ipiyle bulana kadar. Kızı iyiydi ama Esra yorganı hemen attı. Arkadaşımın başına gelenlerin bir benzerini yaşamak istemiyorsanız, kullanılmış yatak takımlarını gevşek ip, yırtık vb. var mı diye güzelce bir gözden geçirin. Çarşaf lastiğinin yeterince gergin olduğundan ve yatağı güzel kapladığından emin olun. Gevşek bir köşe, açılarak bebeğinizin boğulmasına sebep olabilir.
Oyuncaklar: Gevşek parça, açıkta kablo gibi tehlike sergileyen hasarları var mı diye gözden geçirin. Sonra da güzelce temizleyin. Peluş oyuncakları iyice temizlemeniz gerekebilir. Plastik oyuncakları da dezenfekte etmelisiniz.
Mama sandalyesi: Elden düşme bir mama sandalyesini kullanmadan önce bebeğinizin kayıp düşmesini engelleyecek desteklerin olduğuna dikkat edin.
UNUTUN GİTSİN!
Pijamalar: Daima yeni pijama alın. Kullanılmış pijamalar çok yıkanmış oldukları için alev almaz özelliklerini kaybederler. Ayrıca ayaklı pijamalardaki kaymayı önleyen materyal kaybolmuş olabilir. Bu da yeni yürümeye başlayan bebeğinizin kayıp düşmesine neden olur.
Otomobil güvenlik koltuğu: Koltuğun daha önce hiç kaza atlatmamış olmasını bilmenize rağmen en iyisi yeni bir koltuk almaktır. Modeller sürekli olarak yenileniyor ve gelişiyor. Ayrıca plastik kısımlar zamanla çürür.
Yürüteç: Bebeğiniz kesinlikle yürüteç kullanmamalı. Yürüteçler hem merdivenlerden yuvarlanabilir, hem de bebeğinizi açık kapı, sıcak aletler gibi tehlikelere sürükleyebilir. Genellikle metalden yapıldıkları için ek yerlerine minik parmaklar sıkışabilir. Bu nedenle yürüteç yerine sabit oyun koltuklarını tercih edin.
Çocuk güvenlik kapıları: Bu kapıların baklava biçimli aralıklarına pek çok çocuğun kafası sıkışmıştır. Bu nedenle boşlukların bebeğinizin kafasının girmesini engelleyecek kadar küçük olması lazım. Ayrıca kapının desteklerinin bebeğinizin ağırlığına dayanabilmesi şart.
Çocuklar keşfe çıkıyor
Boyut Yayın Grubu, çocuğunuzun dünya ile tanışıp öğrenmenin keyfini yaşayacağı muhteşem bir kaynak olan Britannica Keşif Kütüphanesi’ni yayınladı. 12 cilt olan ansiklopedide konular, basit anlatımlı ve kolay takip edilebilir olması için zengin görseller, gerçek resimler, mini şakalar, bulmacalar ile destekleniyor. Her cilt, okul öncesi eğitim için çok önemli olan düşünme, anlama ve dil kullanım becerilerini geliştirmek üzere aktiviteler içeriyor. "Ben", "Ben ve Sen", "İnsanlar ve Yerler", "Dünyamız", "Hayvanlar", "Renkler", "Şekiller", "Sesler", "Kelimeler", "Sayılar", "Zaman", "Eğlenmek için" başlıklarından oluşuyor. Öğrenme sürecini çocuklar için oyuna dönüştürürken, ebeveynler ve öğretmenler için de zihinsel rehber kaynak görevi görüyor. www.boyut.com.tr/britannica adresini tıklayarak içeriğini inceleyebilirsiniz.
Yeni yıla merhaba konseri
Eyüboğlu İlköğretim Okulu öğrencileri, yarın, İstanbul Kemer Golf&Country Club’da yeni yıla merhaba konseri verecek. Konser saat 14.00’te başlayacak. Konserin ardından yine öğrencilerin yaptığı dev boyutlarıyla dikkat çeken "Yılbaşı Tebrik Kartları Sergisi" ziyarete açılacak. 70x100 cm boyutlarındaki, toplam 35 adet tebrik kartının yer aldığı bu sergi, 13 Ocak 2008 Pazar gününe kadar ziyaret edilebilir.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2007
Evlenmeye karar verdiğimiz zaman, bir yumurta bile kırmamış olan bana, kocam yemek konusunu hiç dert etmememi, kendisinin de pişirebileceğini, bir şekilde doyacağımızı söylemişti. O, nefis bir aşçı olup, züppe bir yiyicidir. Misafirlikte bile olsa beğenmediğini yemez ve bunu söyler. Kendisi de gerçekten ne pişirirse pişirsin, güzel yapar. Tarif bilmez, elinin ayarı vardır. Annem gibi yemek pişirme konusunda mükemmeldir. Kafasından sofistikus yemekler bile yaratır. Evinde İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca tarifler ayrı ayrı dosyalar halinde durur. O dosyalar belli dönemlerde yenilenir, tekrar düzenlenir.
Anneannem bazı belli yemeklerde çok iyidir. Hatta ondan öğrenmem gereken ve nesiller boyunca aktarılması gereken bazı tarifler bile var. Geleneksel aile yemeği örnekleri!
Onun annesi de müthişti doğrusunu isterseniz.
Ben hiçbir zaman yemek yapmaya meraklı olmadım; sadece yemek ve kültürü hakkında bilmeye, yemeye meraklı oldum.
Bana evlendiğim zaman öğreneceğimi söylediler.
Evlendim, biraz bir şeyler öğrendim. Zaten bir şey fark ettim. Pişireceğiniz yemeğin, kocanızın ağız tadına göre olması lazım. O yüzden evden öğrendiğiniz pişirme şekli her zaman işinize yaramayabilir. Buna örnek vermem gerekirse, ben bizim evde bamyayı ağzıma koymamıştım. Ama kocamdan öğrendiğim bamya pişirme şekline bayıldım ve öyle pişirince yiyorum. Bunu tersi de örnekler var tabii.
Birkaç yemek öğrendik dediğim gibi, ama asıl çocuğum olunca öğreneceğimi söylediler.
Çocuğum oldu. Hiçbir şey değişmedi.
Yani, evet, bir şeyler pişiriyorum. Benim yemek pişirdiğim beş gecenin 3’ünde başarısız durumdayım. Bildiğim 3-5 tarifi döndürüp duruyorum.
Bazen Leziz dergimizin sayfalarından ve editörün özel yardımından faydalanarak ofis ortamında, hep beraber benim akşam ne pişireceğimi tartışıyoruz.
İşin komiği ben pişirme şeklini de unutuyorum. Mesela her yazın başında barbunya pişirmeyle ilgili unuttuğum birkaç detayı Elif’i arayarak öğreniyorum.
Ve kocam olmadığı, seyahate gittiği gecelerde asla evde yemek pişmiyor. Direkt telefonla sipariş!
Bir kere hiç unutmam, benim karnım tok diye oğlana öğle yemeği vermeyi unutmuşum. Bir baktım elinde tepsiyle salona yürüyor. Çocuk kendi yemeğini hazırlamış mutfakta!
"Babasına çekmiş" diye düşündüm. İyi bir durum. Beğenmediği yemeği söylüyor. Beğendiği için iltifatta bulunuyor. Çikolatanın, pastanın tadını çıkarıyor. Doyduğu zaman da yemeyi kesiyor.
Tamam, ben bu konuya meraklı değilim. Yemeyi, yapmaya tercih edenlerdenim. Fakat son zamanlarda duyduğum, kadınların çoğu yemek işine sarmış durumda ki ben bunu bir türlü anlayamıyorum. Ama bu kadar kadın, bu işi yapıp para kazandığına göre yiyenler var sanırım. Açıkçası bunları yiyenleri de anlamıyorum. Yapılan şeylerin arasında tattıklarımın çoğu kötü oluyor. Sanırım ben gerçekten nefis yemek pişiren, ayrıca yemek kültürünü bilen insanların arasında yetiştiğim için bu farkı anlayabiliyorum. Aslına bakarsanız "anneanne, dede" tariflerini hiç anlamıyorum. Yemek kültürü o kadar ilerler ve değişirken, o kadar ilginç, hafif bir hale gelirken eski ağır yemek tarifleri niçin ilgi görür bilemedim. Bana tek mantıklı gelen birkaç geleneksel yemeğin bir sonraki nesillere taşınması. Onun dışındaki çoğu tarifi yenileriyle değiştirebiliriz.
Her neyse, ben bir şeyi biliyorum: Ne evlenmek, ne çoluk çocuğa karışmak içinizde olmayan yemek yapma becerisini ya da hevesini size kazandırıyor. Ben acemileri şimdiden uyarayım istedim. Benim gibi kandırılmasınlar!
Bebek karyolası deyip geçmeyin
Aileye katılması bekelenen bebeğin odasını hazırlamak, aileler için en büyük keyiflerden biri. Ne var ki çok da ucuz olmayan bu alışveriş için sadece bütçe hesaplamak yeterli değil. Alınacak eşyaların çocukların sağlığına ve ergonomisine uygun olması da gerekiyor. Dayanıklı, sağlam, tehlikeli madde içermeyen bu eşyaların kokusuz olması bile çok önemli bir detay. Özellikle çocuk eşyalarının güvenlik standartlarına uygun olup olmadığını kontrol etmek anne babaya düşüyor.
Karyolanın yatağı sertçe ve üstü kolayca temizlenebilecek şekilde kaplanmış olmalı. Bu amaçla bir yatak koruyucusu kullanabilirsiniz. Kullandığınız koruyucu kılıf plastik veya emici olmayan bir kumaştan yapılmışsa; bebek terlediği, kustuğu veya salyası aktığı zaman ıslak yerde yatmaması için yatağın üstüne ıslaklığı emecek kalın bir kumaş sermeniz iyi olur.
Karyolanın kenar yastıkları veya diğer bir deyişle "tampon"’ları, bebeğinizin başının karyolanın parmaklıklarına çarpmasını önlemek içindir. Bu yastıkların bütün iplerinin parmaklıklara bağlı olmasını, uzunluklarının ise bebeğin boynuna dolaşmaması bakımından 14 cm.’i geçmemesini sağlayın. Çocuğunuz ayağa kalkmaya başladığında bu tamponları kaldırın, yoksa onların üstüne basarak karyoladan dışarı çıkabilir. Yenidoğanın karyolasında yastık kullanmak hem gereksizdir hem de tehlikeli olabilir.
Karyolanın yatağı naylon veya muşamba bir kılıf yerine yumuşak, üstü suyu emici (pazen) ve altı tercihan su geçirmez özellikte (flanel) kumaşlardan yapılmış bir kılıfla kaplanırsa bebeğiniz için daha az terletici ve rahat olur. Yatakta yumuşak bir battaniye bulundurmanız önerilir. Dışı yumuşak kumaşla kaplı ve içi parça sünger veya benzeri maddelerle gevşekçe doldurulmuş bebek yastıklarını asla kullanmayın.
Yatak kenarı parmaklıklarının arası 6 cm’den fazla yani çocuğun başını kıstıracak kadar aralıklı olmamalı.
Karyolanın köşelerinde çıkıntı varsa bunları çıkarın veya kesin. Gevşek giysiler bunlara takılarak çocuğun boğulmasına yol açabilir.
Bebeğiniz oturmaya başladığı anda yatağın seviyesini indirerek, kenarlara yaslandığında düşemeyeceği ve tırmanamayacağı kadar derin bir konuma getirin. Ayağa kalkmayı öğrendiğinde ise en alt seviyeye indirin. Düşmeler en sık, bebek tırmanmaya çalıştığında meydana gelir. Bu nedenle, boyu 75 cm olduğunda veya parmaklık seviyesi boyunun 3/4’ünün altında kaldığında onu başka bir yatağa alın.
Parmaklıkların kilidi çocuğunuz tarafından açılamayacak şekilde olmalı, çocuğunuz karyolanın içindeyken parmaklıklar daima yukarı kaldırılmalı.
Metal parmaklıklarda sivri, çapaklı veya keskin herhangi bir kısım olup olmadığını düzenli olarak kontrol edin. Ahşap karyolalarda ise çatlak veya kıymık olmamasına dikkat edin. Karyolanın parmaklıklarında diş izleri görürseniz parmaklıkların üstünü plastik şeritlerle boydan boya kapatın (bunları çocuk mobilyası satan yerlerin birçoğunda bulabilirsiniz.).
Eğer karyolanın üstünde dönence türü oyuncak varsa, bunun karyolaya sağlam bir şekilde takıldığından emin olun. Bu oyuncağın uzanamayacağı kadar yüksekte olması gerekir.
Çocuk vücudunu el ve ayakları ile kaldırmaya başlar başlamaz, karyolaya asılan tüm oyuncakları kaldırın. Eli ile oynaması ve yakalaması için karyolaya gerilen "beşik jimnastiği" benzeri oyuncaklar çocuğunuzun çekmelerine ve yakalamalarına karşı dayanıklıdır, ancak çocuk bunların üstüne düştüğü takdirde ona dolanabilir.
Düşmelerin en tehlikelisini önlemek için çocuğun karyolasını pencere yanına yerleştirmeyin.
Eski karyolaların birçoğu kurşunlu boyalarla boyanmış olduklarından, parmaklık rayları aşındıkça karyolayı çiğnemeye çalışan çocukta zehirlenme yapabilir. Önlem olarak eski boyaları kazıyın ve kurşunsuz, kaliteli, emayeli boyalarla boyayın. Yan parmaklıkların üstüne plastik şeritler yapıştırın
ULUSLARARASI STANDARTLARA DİKKAT
Mobilyalar ileri çocuk güvenliği standartlarına göre tasarlanmış olmalı.
Uluslararası GS yani Çocuk Güvenliği Kalite Belgesi mutlaka bulunmalı.
AB standartlarında, sağlığa uygun malzemeler kullanılarak üretilmiş olmalı.
Eşyalarda Landesgewerbeanstalt Bayern (LGA) laboratuvarlarında emisyon testleriyle belgelenmiş boyalar kullanılmalı.
Kullanılan bütün camlar security yani otomobil camlarının üretildiği teknoloji ile üretilmiş, kolay kırılmayan, kırıldığında da zarar vermeyen türden olmalı.
Yararlanılan kaynaklar: Dr. Ziya Aras’ın A.A.P. Amerikan Pediatri Akademisi kaynaklarını temel alarak hazırladığı yazısı. Çilek Mobilya yönetimi kriterleri ve deneyimleri.
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2007
Bir akşam evde oturup televizyonda çok da ilgilenmediğim bir şeye bakıyordum. Saat sanırım on bir gibiydi. Oğlan çoktan uyumuştu. Hatta birazdan tıpır tıpır koşarak "anne susadım" demesini bekliyordum. Birden Sinan’la uzun zamandır ödev kavgası etmediğimizi fark ettim. Eve gelip ödevi olup olmadığını soruyordum. Ya yapmış oluyordu ya da şimdi yapacağım, diyordu. Yapıyordu da. Sonrasında da kitaplar çantaya...
Birden kendimi çocuğunu ihmal eden bir anne gibi hissettim. Acaba bu ödevleri nasıl yapıyor, neler öğreniyorlar, bir eksiği gediği var mı, haberim yoktu.
Şimdi, eklemem gereken bir durum da var tabii. Yakında çıkaracağımız yeni bir dergi daha var. Dolayısıyla uyanık yaşadığım saatler dahilinde eve ayırdığım bölümden biraz alarak, işe aktarmış durumdayım. Normalde öğleden sonra üç-dört gibi kimse beni ofiste tutamazken, o süre biraz ileri attı. O yüzden eskiden eve beraber gelirdik, ben yemek yapmaya girişirdim. O da defter kitabını alır, mutfak masasına yerleşir, ödevini yapardı. Arada sohbet eder, okulda yaptıklarını dinlerdim. Pek bir şey anlatmasa da ağzından almaya çalışırdım.
Şimdi pek böyle olmuyor. Eve geldiğimde koşa koşa mutfağa gidiyor, en çabuk şekilde yemekleri organize etmeye çalışıyor, elinde babasının sinir olduğu o meşhur oyuncağıyla oynayan Sinan’ın yüzünü zor görüyorum.
Geçen sabah defterlerini çantasına koyarken bir baktım ve "Yahu ne güzel yazmışsın. Bu defter senin değil, başkasının mı yoksa, karıştı mı" dedim. Ne fenayım ya! Çocuk güzel güzel inci gibi yazmış işte! Ne laf atıyorum ki! Moralini de bozacağım, hevesini de kıracağım! Son anda çevirmeye çalıştım kazı tabii: "En iyisi sen hep böyle yandan yaz!" diye.
Ama onu okula bırakıp kendi kendime kaldığımda, "Aman Allahım, ben çocuğumun yazısını tanımadım. Onu ihmal etmeye başladım sanırım. Bu olmaz, olamaz!!!" dedim.
Eskiden olsa, yavrum bebek olsa, panik içinde mahvolmuş olurdum.
Oysa artık kendi yazılarımı okuyan bilinçli bir anne olarak(!) panik yapmamak gerektiğini, düşünerek davranmam gerektiğini biliyorum. Bunun üzerine düşündüm.
Evet, oğlumun derslerine beni bulaştırmaması zaten istenen, beklenen bir durum değil mi! Öğretmenler zaten ilk günden beri bu sistemi oturtmamız gerektiğini söylemiyor mu? Zaten çok da olmayan ödevleri için ancak takıldığı bir yer olursa bana gelmesini istemedik mi? Evet, o zaman bu çocuk da ev ödevine artık alıştı. Beceriyor da. O zaman olayın içine bu kadar girmeme gerek yok ki! Hem 7 yaşında kocaman çocuk artık!
Bu yazıyı yazdıktan sonraki cumartesi günü, evde ödev krizi yaşandı. Ben gerçekten koptum çünkü yapabileceğini bildiğim şeyi, sırf ödev yapmayı sevmediği ve yapmak istemediği için becerememesi beni sinir etti. (Bu olayı kendi küçüklüğümden de hatırlarım) Sonunda anladım ki, ben evde olunca ödev kaprisi yapılıyor. Diğer anneler için de aynı şeyin geçerli olduğuna eminim. Anneler birleşelim... Onlara kanmayalım!!!
Her zaman bilgi
Bilinçli anne olmak ve yukarıdaki gibi krizleri geçirmemek için sadece beni okumak yetmez! Doğru kaynaklardan bazı seminerleri de takip etmelisiniz. Bu konuda her zaman güvenebileceğiniz yerlerden olan Aralık Derneği, ocak ve şubat ayları boyunca Kent sponsorluğunda annelere ve anne adaylarına özel, ücretsiz "Anne ve Çocuk" eğitim programları düzenliyor. Eğitim programları kapsamında bu süreci en sorunsuz şekilde yaşama, doğru anne-bebek ilişkileri kurma, 0-3 yaş arası bebeklerin ruhsal gelişimlerini ve ihtiyaçlarını öğrenme gibi konular hakkında bilgiler verilecek. Karşılıklı soru cevaplarla interaktif sohbet formatında yapılacak programın eğitmeni, Uzman Psikolojik Danışman Pınar Kılıçer. Seminerler ocak ayında perşembe veya cuma günleri saat 11.00-13.00 arası, şubat ayında ise sadece cuma günleri saat 11.00-13.00 arası verilecek. Bilgi ve kayıt için 0212 258 69 65.
Benim çocuğum çok özel!
Pek çok aile küçük çocuğun davranışları karşısında ciddi bir şaşkınlığa kapılır. Yaptıkları bir hareket, söyledikleri bir söz, ailelere şaşkınlığın beraberinde başka sorular da getirir: "Acaba bu çocukta ileri bir şeyler mi var, bizim çocuk gerçekten özel mi?"
Annesi anlatıyor: "Burak 5 yaşında kendi kendine okuma yazmayı söktü. Çocuk masal kitaplarını aşarak biraz daha büyük yaşın kitaplarını okumaya başlamıştı. Müthiş bir hafızaya sahip. Gördüğü logoyu unutmuyor!"
Bunun benzeri cümleleri söylemişsinizdir, ya da duymuşsunuzdur. Her anne, çocuğunu dikkatle inceleyip ondaki farklılıkları yakalamak ister tabii. Bunun temelinde kendi için özel olan çocuğunun, herkes için de özel olma arzusu yatabilir. Onu bilemeyiz. Bazı çocuklar gerçekten diğerlerinden daha farklı olabiliyor.
Şu anda 11 yaşında çocuğu olan başka bir anne de şu şekilde yakınmıştı: "Şimdi onun çok zeki olduğunu biliyoruz. Ama bunu zamanında öğrenemedik. Eğer okul öncesi dönemde fark etseydim ona göre davranır, okul seçiminde ya da okul sonrası kurs programlarında daha farklı yollara giderdim."
Gerçekten de çok fazla ve değişik uyarıcılarla yetişen çocuklar, eski dönem çocuklarına nazaran çok daha çabuk gelişiyorlar. Değişik oyuncaklar, kitaplar, bilgisayar ve televizyon sayesinde pek çok şeyi önceden görüyorlar. Bu uyarıların olumsuz etkilerinin yanı sıra çocuklara kazandırdıkları da oluyor şüphesiz. Nitekim bazı çocuklar gerçekten doğuştan biraz daha ileri, biraz daha yetenekli olabiliyor.
Son yıllarda çocukların özel olup olmadığını anlamak için pek çok anne-baba, onları testlere tabi tutmaya başladı. Doktorlar bu testlerin sadece "özel çocuk keşfi" amacıyla yapılmadığını ailelere açıklamaya çalışıyorlar. Bu testler belli yaşlarda yapılarak ve belli dönemlerde tekrarlanarak çocuğun gelişimi takip ediliyor. Daha yetenekli olduğu alanlar ortaya çıkarılıp, o alanlarda gelişmesi amaçlanıyor. Bir ebeveyn olarak çocuğunuz mutlu ve yaptıklarından keyif alan bir yaşam sürüyorsa bu tip testleri yaptırmak zorunda değilsiniz.
Uzmanlar 3 yaşından itibaren çocuklara zeka testi yapılabildiğini, ancak 5 yaşından sonra daha doğru sonuç alınabildiğini söylüyorlar. Ayrıca çok zeki ya da özel yetenekleri olan çocuklar arasında öğrenme zorluğu çekenlerin olduğuna da dikkat çekiyorlar. Yani özel çocuk demek, mutlaka her alanda her şeyi çok çabuk kavrayıp yapabilen çocuk demek değil.
Önemli olan çocuklarımızı mutlu ve başarılı olarak hayata hazırlamak. Belki çok özeller, belki belli alanlarda özeller. Ama mutlaka öyle olmak zorunda da değiller.
BU ÖZELLİKLER VARSA...
Üstün zeka ve yetenek belirtilerini, mükemmel uzun süreli bellek, geniş sözcük dağarcığı, okuduğunu anlama başarısı, matematiksel akıl yürütme başarısı, tartışmalarda gelişmiş sözel beceriler sergileme, bilgisayar kullanmada beceriklilik, daha güç işlerde daha başarılı olma, karmaşıklığı çözebilme, aşırı yaratıcılık ve yüksek hayal gücü, sonuca iyi ulaşabilme, keskin gözlemci olma, çok ilginç fikirlere sahip olma, aşırı meraklı olma, çok soru sorma, yüksek düzeyde enerjik olma, algılayıcı ve içgörülü olma, mükemmel espri anlayışı, sanat, bilim, geometri, mekanik, teknoloji ya da müzikte başarılı olma olarak özetleyebiliriz. Bu çocuklarda bu özelliklerinin hemen hemen hepsi toplu halde görülebilir.
2-4 yaş arası sinyaller
á Artistik becerilerini ya da sayılarla arasını takip edin. Olması gerektiğinden daha fazla realist resimler çiziyorsa ya da basit matematik işlemlerini kafasında yapabiliyorsa çocuğunuzda biraz farklılık olduğunu düşünebilirsiniz.
á Konuşma ve yabancı dil konusunda hızlı bir gelişim kaydedebilir. Yeni konuşmaya başlamış olsa bile kelime haznesi çok çabuk genişler. Hatta çok daha fazla kelimeden cümleler kurmaya başlarlar.
á Çok meraklı ise ve sürekli sorular soruyorsa... Gerçi üç yaş, çocukların bol soru sormaya başladığı bir dönemdir ama özel çocukların soruları asla bitmez.
á Hiperaktif değillerdir ama son derece hareketli çocuklardır. Aradaki fark da şurada: Hiperaktif çocuklar çok hareketlidir ama konsantrasyon zorluğu çekerler. Ama bu çocuklar çok hareketli olsalar bile uzun süreli dikkat bütünlüğü sağlayabilirler.
á Geniş, karışık ama çarpıcı hayal güçleri vardır. Ve bu özellikleri sayesinde kendileri gibi çocukları bulur, onlarla diğerlerine nazaran daha yakın olurlar.
á Her çocuğun yaşadığı gelişim aşamalarını çok daha hızlı yaşarlar.
á Olayları, kitaplardan, televizyondan ya da filmlerden öğrendikleri bilgileri unutmazlar, aksine her zaman hatırlar ve bu bilgileri kullanırlar. Hatta siz, çocuğunuzun bu bilgiyi nereden, nasıl edindiğini bilmezsiniz bile...
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2007
Hayatımızda birtakım yenilikler var. Birincisi artık benim de bir sitem var. www.noraromi.com.tr İçinde yayınlamış yazılarımdan başka bilgilere, küçük önerilere, yani haberlere kadar pek çok şeyi bulabileceksiniz. Tabii yavaş yavaş. Bu arada önerilerinizi de bekliyorum. Başka bir yenilik: High School Musical! Çok eğleniyorum, bizim oğlanları müzikal seyrederken görünce... Ya da CD’yi takıp şarkıları dinleyince... Kendi kendilerine yarım yamalak İngilizceleri ile çok güzel şarkı söylüyorlar ama... Keremcem’in de Türkçe söylediği şarkılar var ki ailecek hepsini ezberledik artık. Kızların daha bir meraklı olduğunu herkes görüyor ama erkeklerin de bu tip müzikal ve danslı şarkılı şeylerle ilgilendiğini görmek hoş oluyor. Özellikle mutfakta ben yemek, Sinan da ödev yaparken pek eğleniyoruz!!! 6-7 yaşlarındaki çocuklarınıza ya da tanıdıklarınızın çocuklarına bir sürpriz yapmak isterseniz bu müzikalleri unutmayın. Hatta biz işi biraz genişletmeye karar verdik ve kendimiz mini bir müzikal hazırlayacağız. Tabii ki bu bir kopya olacak ama olsun; bir yerden başlamak lazım değil mi? Oscar alacağız ya!!!
Şimdi vereceğim haber ise hamileleri ve bir yaşına kadar çocukları olan yeni anneleri daha çok ilgilendiriyor. Nişantaşı’nda yeni bir yer açıldı: I-Baby. Burası iç acıcı, ferah bir yer. Çat kapı gidebiliyor, içeri girebiliyor ve ben burada biraz takılmak istiyorum, diyebiliyorsunuz. Tabii eğer hamileyseniz. Ya da minik bebeğinizle yolda yürürken yorulup başınızı bir yere sokmak istediniz. Hem çocuk biraz oynar, hem de siz dinlenirsiniz. Belki de sizin gibi birkaç kişi daha vardır da bebek bakımı ya da hamilelik hakkında çene çalarsınız.
Gerçekten de hamileyken ve sonrasında insan kendini başka bir boyutta hissediyor. Bir taraftan mutluluk doruğa çıkıyor, kendinizi çok özel hissediyorsunuz. Bir taraftan da birden bastıran yalnızlık ve çaresizlik duyguları ile boğuşmak durumunda kalabiliyorsunuz. Korku ve endişe kaçınılmaz duygularınız oluyor. Anlayacağınız zor bir dönem...
Sonuçta benzer duyguları yaşayan iki psikolog arkadaş Cemre Torun Narin ve Ayşe Onursal mesleklerinden gelen birikimi annelik deneyimleri ile birleştirdiler ve I- Baby’yi kurdular. Güven dolu bir ortamda anne ve bebeklerinin rahatı için her tür kolaylığı sunan mekanda anne adayları ve anneler ihtiyaç duydukları her türlü bilgiye ulaşabiliyor, alanında uzman kişilerden yardım ve destek alabiliyor, bedensel sağlıkları için yoga, fitness gibi programlardan yararlanabiliyorlar. Özel hazırlanmış oyun odalarında bebekleriyle oynayabiliyor ya da arkadaşları ile kahvelerini yudumlarken keyifli zaman geçirebiliyorlar.
Burada ocak ayından itibaren seminerler de düzenlenecek. Yani özel olarak ilgilendiğiniz konulara göre konferanslar için de buraya gelebileceksiniz. Seminerlerin yanı sıra ve anne / anne adayları ile birebir ilgilenecek psikologlar da I- Baby’nin varoluş nedenlerinden biri... Araştırmaya meraklılar için kafe kısmında geniş bir kitaplık da var. Anneler ilgilendikleri kitaplara kafede göz atabiliyor ya da istediklerini satın alabiliyorlar. I-Baby ayrıca bebeklerle ilgili özel günler için armağan paketleri, özel olarak tasarlanmış kartlar, davetiyeler hazırlayarak annelere bu konuda da destek veriyor. Tel: 0212 219 59 42
Çocuklar beslenmeyi öğreniyor
Filiz Gıda’nın TÜBİTAK tarafından çocuklar için özel olarak formüle edilmiş makarnası Fizi, anaokullarında başlattığı aktivite ile çocukları eğlendirerek onlara doğru ve sağlıklı beslenmeyi öğretiyor. Danışmanlar rehberliğinde hazırlanan Fizi Besinler Ülkesi Oyunu ile 3-6 yaş çocukların eğlenerek eğitilmesini amaçlıyor.
Fizi Anaokulu aktivitesinde, çocuklar, dengeli beslenme ve büyüme için gerekli meyve, sebze, süt ürünleri ve diğer besin gruplarından ne kadar yemeleri gerektiğini interaktif puzzle oyunu ile öğreniyorlar. Oyunun ardından yaptıkları "Fizi Dansı" ile burgu gibi kıvrılıp, çubuk gibi uzarken spor yapmış oluyorlar. Etkinliğin son bölümünde ise, özel olarak hazırlanmış "Fizi Tuvallerine" yaratıcılıklarını aktarıyorlar.
Özel fitness programı
İstanbul’daki Kemer Golf & Country Club Fitness & Wellness Center, çocuklara yönelik "Fit for Kids" programı başlattı. Çocukların vücut esnekliğinin, kas gelişiminin ve sosyal becerilerinin artırılması amaçlanıyor. Programa 9-13 yaş arası çocuklar katılabiliyor. Fit for Kids programının hedeflerinden birisi de kilo kontrolü. Dersler çocuklarda hedeflenen gelişim doğrultusunda tasarlanıyor, haftada bir veya üç kez gerçekleştirilebiliyor. Denge, koordinasyon, kuvvet geliştirmeye yönelik swissball, sağlık topu, mini trambolin ve elastik bantların kullanıldığı derslerde, çocukların vücutlarının ve hareketlerinin çok yönlü geliştirilmeleri sağlanıyor. Uzman eğitimciler tarafından verilen dersler, kişiye özel ya da en fazla iki kişinin katımıyla yapılıyor.
İmza günlerini kaçırmayın
Pazar günü sona erecek olan 2. Kadıköy Kitap Günleri devam ediyor. Caddebostan Kültür Merkezi’nde Kadıköy Belediyesi tarafından düzenlenen etkinliğe Can Çocuk da katılıyor. 3. kattaki Can Çocuk standında gerçekleştirilecek imza günlerine katılabilirsiniz. Bugün saat 13.00’te Süleyman Bulut, yarın aynı saatte Bilgin Adalı kitaplarını imzalıyor olacak. Kitap Günleri 10.30-21.30 saatleri arasında açık. Giriş ücretsiz.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2007
Birkaç haftadır başta televizyon olmak üzere başka yayın organlarında da karşımıza "Sen Kork Pnömokok!" diye bir şey çıkıyor. Bu nedir biliyor musunuz? Pnömokok mikrobunun yol açtığı zatürree, menenjit gibi hastalıklar sonucunda her yıl 1 milyona yakın 5 yaşından küçük bebek ve çocuk hayatını kaybediyor. Bunun yanı sıra çocukların çok sıkıntı çektiği orta kulak iltihabının yüzde 60’ına yakın sebebini de oluşturuyor.
Zatürreeye bağlı ölümlerin en önemli nedeni de bu. Pnömokok menenjitine yakalanan her 100 kişiden 15’i ölmekte, 27’sinde işitme kaybı, 11’inde ise kalıcı sakatlık oluşmakta. Dünyada çocuklar arasında tüm diğer hastalıklardan daha fazla can alan zatürree, ülkemizde de bebek ve çocuk ölümlerinin başta gelen sebeplerinden biri. Bunu Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof. Dr. Haluk Çokuğraş söylüyor: "Zatürree ülkemizde 1 ay-5 yaş grubu ölüm nedenleri arasında yüzde 27 ile ilk sırada. Türkiye’de zatürree sebebiyle yılda 7 bine yakın 5 yaş altı çocuğun hayatını kaybettiği tahmin edilmekte. Menenjit ise ülkemizde 0-14 yaş çocuklarda beşinci sıradaki ölüm nedeni ve ülkemizdeki her dört bakteriyel menenjit vakasının birine pnömokok sebep olmakta."
Doktorumuz bizi uyarıyor ama biz farklı düşünüyoruz bazen. İnsan kendi çocuğuna konduramıyor. "Bana olmaz, benimkine olmaz" diyor. "Bilmem kaçta bir, uzak ihtimal" sanıyor. Ne var ki öyle olmuyor inanın. İki yaşa kadar aşılanmak çok önemli. Çünkü bu mikrop vücuda girip yerleşiyor. Yani pnömokok mikrobu, her on yetişkinden üçünün ve her iki çocuktan birinin, burun boşluğunda hastalık oluşturmadan bulunabiliyor. Bu arada bakteri, öksürük ve hapşırıkla bulaşıyor. Sonra vücudun zayıf olduğu bir anda hareketlenip bir bölgeye hücum ediyor. Orta kulağa gelirse bildiğimiz orta kulak iltihabına yol açıyor. Yukarı devam ederse menenjite!
Bu benim ifadem tabii, çok daha basit bir anlatım. Annelerin kendi aralarında iletişim şekline uygun hali! Doktorunuz size çok daha iyi bilgi verebilir ama imkanı olan ailelerin kendi çocuklarına bu aşıyı yaptırarak baştan korunmalarını sağlamalarını rica ediyorum. Bu arada doktor dışında 0 800 211 45 45 nolu danışma hattından ve www.pnomokok.com internet sitesinden bilgi alabilirsiniz.
Ben bu dosyaları incelerken yanıma gelen bazı arkadaşlarım, "Ya bunlar gerçekten işe yarıyor mu, neden şimdiye kadar bilmedik!" diye sordular. Ben de onlara gelişen tıp dünyasının bunları bize layık görme zamanının geldiğini açıklamaya çalıştım. Danıştığım bir iki doktor bu aşıları yapmanın yararlı olduğuna inandıklarını söyleyince içim rahatladı çünkü. Hatta aşı olanlar arttıkça, doktora gelen hastaların sayısında da düşüş oluyormuş.
Sonuçta memleketimizde bu mikrobu bilen ailelerin oranı yüzde 8’miş. Bu oranı artırmak benim de görevlerimden biri. Eski aşıları düzenli olarak yaptırsak bile yenileri de iyice öğrenmeliyiz.
Tamam, yine çok sağlık olduk. Haftaya eğlenceli bir şeyler ayarlarım, benden size söz...
ESKİLERİ DE UNUTMAYIN
Biliyoruz: Kış sonunda ve ilkbahar başında 1-10 yaş arası çocuklarda görülmekle birlikte, 1-5 yaş arası kreş ve anaokuluna giden çocuklarda sıklıkla rastlanan suçiçeği, genellikle hafif seyreden bir hastalık. Ancak suçiçeğinin yol açtığı komplikasyonlar sonucu ağır zatürree, beyin enfeksiyonu (ansefalit ve menenjit), solunum yolu ve merkezi sinir sisteminde sorunlar, karaciğer iltihabı, yanı sıra deride oluşan lezyonlardan dolayı ağır deri, kas ve iç organ hastalıkları ortaya çıkabiliyor. Hastalığın beyin tutulumunun özellikle 5 yaş altı çocuklarda ve 20 yaş üzerindekilerde daha sık olduğu biliniyor. Bu nedenle uzmanlar bu hastalıktan korunma yollarına önem verilmesi için uyarıyor. Suçiçeğinden korunmanın en etkili ve tek yolunun aşılanma olduğunun üzerinde duruyor.
Hatırlatıyoruz: Suçiçeğine karşı en etkin koruma için çocuklara 12. ayında uygulanması önerilen aşının, 4-6 yaşlarında mutlaka tekrar edilmesi gerekiyor.
Anne ile bebeği jimnastikte
Yeni doğum yapan kadınların korkularından biri de gebelik sırasında alınan kiloları kolayca verememek. Kilolardan kurtulmanın en kolay yollarından biri egzersiz yapmak. Ancak bebeği evde bırakıp, jimnastik salonuna gidebilmek de ayrı dert. Hillside City Club-Trio’da başlayan Anne&Bebek Fitness programı, annelere bebekleriyle birlikte jimnastik yapma olanağı sağlıyor.
Anne&Bebek Fitness Programı’nı, diğer fitness programlarından ayıran temel özelliği, annelerin bebekleriyle birlikte katılması. Bu program 2-10 aylık bebeklerle annelerine yönelik. Anne ve bebekleri, ABD’li uzmanların ebeveynlerle birlikte çocuk gelişimine yönelik programlar geliştiren eğitim programı Gymboree’nin eğitmenleri çalıştırıyor.
Program cumartesi günleri 13.30-14.30 saatleri arasında uygulanıyor. Jimnastik sırasında hafif, rahatlatıcı bir müzik açılıyor. Eğitmenler bir yandan yeni doğum yapmış annelerin form ve zindeliklerine kavuşmalarına yardımcı egzersizler yaptırıyor. Anneler nefes alıp verme teknikleri uygulayıp egzersizlerini yaparlarken bile bebekleriyle göz temaslarını sürdürebiliyor. Annelere bel, sırt ve karın bölgelerini çalıştıran, çoğunluğu yerde yapılan egzersizler uygulanıyor. Basit egzersizlerin öğrenilmesi ve evde de tekrarlanması kolay.
Bu sırada ışık ve seslerin yardımıyla bebeklerin de dış dünyaya ilgilerinin geliştirilmesine destek veriliyor. Şekerden yapılan balonlar, renkli paraşütler kullanılıyor. Anneyle bebeğin birlikte oynamasına olanak sağlanıyor.
Program Hillside üyelerine ücretsiz. Dışardan katılmak isteyenlerin aylık 220 YTL ödemesi gerekiyor.
BEBEKLER EĞLENİYOR
Programa katılan Sinem Yıldız, 5 ay önce bebeği Arda’yı dünyaya getirmiş. Hamilelik, emzirme derken aldığı 25 kilodan kurtulmak için programa katılıyor. Yıldız, "Yakında işime döneceğim. Artık normal kiloma inmek istiyorum. Arda’yı bırakıp böyle bir egzersiz programına katılmam imkansızdı. Burada öğrendiğim hareketleri evde yapabilir miyim diye de merak ederek geldim. İkimiz de keyif aldık" diyor. Mesude ERŞAN
Diyabete karşı yarışın
Türkiye Diyabet Vakfı, Çocuk ve Adolesan Diyabetikler Derneği ve Diyabetle Yaşam Derneği işbirliği ile Lilly İlaç tarafından uluslararası Diyabet’i Yaşıyoruz yarışması düzenleniyor. Diyabetle yaşamda karşılaşılan zorlukların ve bu hastalığa karşı kazanılan zaferlerin, sanatla ifade edilmesini, hastalar arası iletişimi güçlendirmeyi hedefleyen yarışma sayesinde dünya çapında farkındalık da oluşturulacak. Kompozisyon, şiir, fotoğraf, resim ve müzik alanlarında düzenlenen yarışmanın jürisinde yazar Yaşar Kemal, ressam Mehmet Güleryüz, fotoğraf sanatçısı Ara Güler, davulcu ve eğitmen Can Kozlu ile Sakıp Sabancı Müzesi, Çocuk ve Engelli Eğitim Programları Yöneticisi Müge Isıgöllü yer alıyor.
Son başvuru tarihi 25 Aralık olan yarışmaya katılma koşulları ile ilgili detaylı bilgiyi www.turkdiab.org, www.lilly.com.tr adreslerinden alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2007
Geçen haftam epey bir koşturmaca ile geçti. Bütün iş hayatımı bu kadar hareketli yaşamak istemem ama ara ara hızlanması hoşuma gidiyor. Kendimi önemli hissediyorum! Çarşamba günü günübirlik Antalya’ya, Chicco Türkiye’nin toplantısına gittim. Bu aslında bayi toplantısıydı, ama kendime bir yer açarak son birkaç senede Türkiye’de neler olup bittiğini dinlemek istedim. Bilgilerin çoğu marka ile ilgili olsa bile ülkemizin geneli hakkında bir takım öngörüler, bilgiler edinebildim.
Mesela son iki yılda Türkiye’de markanın satışı en çok artan ürünleri, oto koltuğu ile oyun parkı (ki aynı zamanda taşınabilir yatak da oluyor). Bu demektir ki, insanlar çocuklarıyla birlikte yola gidiyor. Ve otomobil güvenlik koltuğu kullanılmalı diye bas bas bağırmamız etki etmeye başlamış.
Bu iyi bir durum.
Geçen sene 190 bin güneş ürünü satmışlar. Yani güneşten koruyucu krem. Milyonlarca çocuğun yazın güneşle yakın temasta olduğunu düşünürsek 190 bin çok yüksek bir rakam değil. Evet, başka markaların satışlarını da hesaba katsak bile ülkemizde çocukların güneşten yeterli ve doğru korunduğunu söyleyemeyeceğiz.
Bu iyi bir durum değil.
Bu arada çocuklar için güneş gözlükleri de yazları ilgi görmeye başlayan ürünlerden. Yani, güneşten korunmak demek sadece cildin korunması demek değil, gözler de önemli.
Antalya’daki toplantıda İtalya’da yapılan bir araştırmadan bahsedildi. Biliyorsunuz emzirmek artık en önemli şey. Ama emzirmenin anne için bazı sıkıntıları da var. Mesela meme uçları tahriş olabiliyor ya da çok ciddi temizlik gerektiriyor ki, çocuğa mikrop bulaşmasın. Bazen süt fazla gelir, taşar; anneler bluzlarından sızan lekelerden rahatsız olur. Annelerin yüzde 77’si temizlik endişesinde olduklarından "anti bakteriyel" kavramı onların ilgisini çekmiş. Bu durumda anneler için göğüs pedleri konusunda neyin önemli olduğu ortaya çıkmış. Havayı geçiren ama sıvıyı geçirmeyen, ince, bakteri, mantar ve küfleri engelleyen bir ürün ihtiyacı ortaya çıkmış.
Evet, insan gelişmeleri izlerken "daha ne olabilir" diye düşünüyor. Bir puset için, bir bebek bezi için "Daha iyisi ne? Ne yapılabilir, ne bulunabilir. Zaten bu çok iyi!" diye düşünüyorsunuz. Ama o kadar araştırma ve çalışmalar yapılıyor ki bir adım ilerisi bulunuyor. Bu bazen minicik bir detay olabiliyor, bazen bütün ürünün anlamını değiştirecek bir şey. Ve bunlar benim gerçekten ilgimi çekiyor.
Farklı bir uygulama daha
Bostancı Club Sporium Spor Okulları, Mini Spor Akademisi ile 3-6 yaş gurubuna hafta içi tam gün okul öncesi spor eğitimi veriyor. Bu yaş gurubu öğrencilerle yüzme, jimnastik, mini basketbol, mini voleybol, mini futbol, mini hentbol, mini tenis, satranç, modern dans, halk oyunları ve daha da fazlasını vaad eden Sporiumini, her çocuğun mutlaka sağlıklı gelişimi için egzersiz yapması gerekliliğinden hareket ediyor. Sabah 9.00’da gelişim jimnastiği başlayan gün 17.00’ye kadar sürüyor. Spora ağırlık veren ama diğer etkinliklere de zaman ayıran, farklı bir program bu. Özellikle erkek çocuğu annelerine müjdelerim. Bilgi için http://www.clubsporium.com
Ayrılma korkusuyla nasıl
başedeceksiniz
Pek çoğunuz zorlu bir ebeveynlik dönemi olan "ayrılma süreci"nden çekmiştir. Sizin de kızınız ya da oğlunuz, anaokuluna bırakışınızın hemen ikinci gününde eteklerinize yapışıp, "Anne, lütfen beni bırakma, lütfeeeeen!" diye yalvarmış mıydı? Onu bırakıp, oradan uzaklaşınca kendinizi çok kötü hissettiniz öyle değil mi? Fakat, ondan ayrılmaya çalıştığınızda bu şekilde ağlaması, hep bu şekilde davranacağı anlamına gelmiyor. Ayrılık endişesi, her çocuğun gelişim döneminde karşılaşılan normal bir durum. Uzmanlar, bu durumun çoğu zaman olumlu olduğunu düşünüyor; çünkü çocuğunuzun size bağlılığının bir kanıtı. Bu yazıda, ayrılma korkusunu yatıştırmak için aileler tarafından denenmiş yöntemleri bulacaksınız.
6-9 AY: Annen hep geri döner
Şu an bebeğiniz gözünün önünde olmayan bir şeyin var olduğunu anlayamaz. Örneğin, oyuncağını bir battaniyenin altına saklarsanız, ona bakmaz bile. Çünkü onun temelli gitmiş olduğunu sanacaktır. Bu nedenle, sadece buzdolabına bir şeyler almaya gittiğinizde bile nasıl hissedeceğini siz tahmin edin. Altı ay bile bebeğinizin sizden ayrı bir kişilik olduğunu anlaması için yeterli bir zaman. Onun dünyası size bağlı ve bu bağlantıda ne zaman bir kopukluk olduğunu hissederse, ürkebilir.
Bebeğinizin düşüncesi: "Annem kısa bir süre önce benimle oynuyordu, ama şimdi oynamıyor. Korkuyorum. Annem beni karyolamda yalnız bıraktı. Uyumak istemiyorum, beni kucağına alsın."
Sakinleştirme yöntemleri: Her gün küçük küçük ayrılma alıştırmaları yapın ki, bebeğiniz daha büyük ayrılıklara hazır olsun. Telefonda konuşmanız ya da çamaşır yıkamanız gerekiyorsa, bebeğinizin bir süre yalnız kalarak geri döneceğinizi fark etmesini sağlayın. Ayrılırken, "hoşça kal" diyerek onu sakinleştirin. Bebeğiniz ne dediğinizi anlamasa bile, sesinizin ritmini sakinleştirici bulacaktır. Ona şöyle deyin: "Annen odadan ayrılacak. Birazdan sana bakmak için geri döneceğim. Annen hep geri döner." Bu aynı zamanda bebeğinizi bakıcıya alıştırmak için iyi bir yöntem. Böylece diğer yetişkinlerin yanında da kendini rahat hisseder. Eğer siz ayrılırken ağlayıp sızlanmaya başlarsa, bırakın ağlasın. Pek çok çocuk on dakika sonra kendiliğinden susar.
1-2 YAŞ: Hoşçakalderken komiklik yapın
Artık bebeğiniz tıpış tıpış yürüyüp etrafı keşfettiği için, özgürlüğün tadını çıkarıyor. Bazen biraz fazla olsa da sizden uzaklaşabilir (gerçek ve mecazi anlamda). Örneğin, arka bahçede gördüğü bir kediyi takip edebilir ve sizden uzaklaştığını fark ettiğinde korkabilir. Bu tür şeyler, onun yaşıyla alakalı sıradan örnekler. Çocuklar kendi başlarına gezinebilmek için deli olurlar, fakat istedikleri her an size ulaşabileceklerini de bilmek isterler.
Çocuğunuzun düşüncesi: "Şimdi çocuk parkında gezinebilirim, fakat ya anneme ihtiyacım olursa ve annem yanımda olmazsa? Burada beni bakıcıyla bırakırlarsa, annem ve babam beni unutur mu?"
Sakinleştirme yöntemleri: Nereye giderse gitsin, bir battaniye ya da oyuncak ayı, kendisini güvende ve size bağlı hissetmesine yetecektir. Ayrılıkları kolaylaştırmak için bu alışkanlığı özendirmek iyidir. Uzmanlar, bunun sağlıklı bir yöntem olduğunu vurguluyor. Evdeyken, çocuğunuzdan ayrı birkaç dakika zaman geçirin. Örneğin, siz yemek hazırlarken mutfağın yanındaki odada oyun oynaması için onu yüreklendirin. Uzun süreli ayrılıklardan ciddiyeti kaldırmak işe yarayabilir. Mesela çocuğunuzu sabah bakıcıya bırakırken ona "Hoşça kal!" demeniz, onu huzursuz ediyor olabilir. Bunun yerine çocuğunuzu neşelendirecek komik kelimeler uydurabilirsiniz.
3-4 YAŞ: Rol değiştirino anne olsun
Bu dönemde çocuklar, kendilerini ve çevrelerini kontrol edebildiklerini fark etmeye başlarlar. Fakat bir çocuk için yuvaya ya da kreşe başlamak çok zor olabilir; çocuk anne ve babasını çok daha fazla özleyebilir. Bazı çocuklar için bu, uzun süreli ilk ayrılık olabilir, bu nedenle çocuğunuzun alışması aylar sürerse endişelenmeyin.
Çocuğunuzun düşüncesi: "Ya buradan hoşlanmazsam ve kendimi kötü hissedersem...Ya kimse beni almaya gelmezse..."
Sakinleştirme yöntemleri: Çocuğunuzu yuvaya ya da kreşe gönderirken çantasına, evi hatırlatacak bir şeyler koyun. Bu fotoğraflı bir anahtarlık ya da küçük bir peluş oyuncak olabilir. Böylece onun yanında olduğunu bilerek kendini daha rahat hissedebilir. Ayrıca sözünüzü yerinde tutmak çok önemlidir. Çocuğunuzu almak için zamanında gitmelisiniz, bu onu rahatlatır. Çünkü söylediğiniz vakitte onu alacağınıza inanmıştır. "Lütfen gitme!" ağlamalarını önleyebilmek için, evde "Hoşça kal!" oyunları oynayın. Örneğin, rol değiştirin; çocuğunuz anne olsun ve evden ayrılıp, geri dönüyormuş gibi yapsın. Böylece her iki rolde de olunca, "hoşçakal"ın, "elveda" olmadığını görecektir.
5-6 YAŞ: İlk günden önce okuluyla tanışsın
Sonunda çocuğunuz anaokuluna gitmeye hazır. Heyecanlanıyor olabilir, fakat hálá annenin minik kuzusu olmak istiyor olabilir. Daha büyük bir bina, yeni arkadaşlar ve yeni şeyler, sizden ayrılma endişesini başlatabilir. Bu nedenle daha büyük ya da kısaca büyük kelimesini kullanmaktan kaçının. Çünkü çocuğunuz buranın büyüklere uygun bir yer olduğunu sanarak endişelenebilir.
Çocuğunuzun düşüncesi: "Orası çok büyük bir bina, ya orada kaybolursam..."
Sakinleştirme yöntemleri: İlk günden önce, çocuğunuzu götürüp öğretmeniyle tanışmasını, sınıfını, banyoyu görmesini sağlayın. Okul ona yepyeni ve yabancı gelmeyeceği için dehşet içinde bacağınıza yapışması çok düşük bir ihtimal olacaktır. Çocuğunuz çalışmalara karşı endişeli görünürse ona: "Herkes farklı süreçte öğrenir ve en önemli olan öğretmenin dediğini yapmaktır. Her şey çok güzel olacak, inan bana. Okul çok eğlencelidir" deyin ve onu rahatlatın. Çocuklar, orada yine bir çocuk gibi davranabileceklerini bilmeliler. Bazı çocuklar için mekana alışık olmak çok işe yarayabilir. Çocuğunuzu, anaokuluna başlamadan bir sene önce, gideceği okulu görmeye, okulda yapılan gösterileri izlemeye götürün. Böylece okula alışması kolaylaşabilir.
HOŞÇAKAL DEMENİN BEŞ YANLIŞ YOLU
1. Hoşça kal demeden sıvışmak, çocuğunuzun güvenine ihanet eder ve gelecekteki ayrılmaları daha da zorlaştırır.
2. Çocuğunuz iyi mi diye bakmak için odada oyalanmak, diğer aktivitelere yoğunlaşmasını engeller.
3. Üzgün görünmek, çocuğunuzu endişelendirir. Çünkü, onu güvensiz bir yerde bırakıyormuşsunuz gibi hisseder.
4. Rutininizi değiştirmek, ayrılıkları zorlaştırır. Çocuklar ayrılma vakti için tahminlerine güvenirler, bu nedenle alışkanlıklarınıza bağlı kalın.
5. Çocuğunuz vedalaşmaya zorlandığında ona kızmak, sadece daha fazla ağlamasına yol açacaktır. Sinirlerinize hakim olun.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2007
"Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" atasözünü herkes bilir. Doğruluk payı da yok değil bu cümlede. Üstelik, değişen hayatlarla birlikte arkadaşların da değiştiği göz önüne alınırsa, gerçekliği inkar edilemez. Ama karşımızdakinin kim olduğunu anlamak için sadece arkadaşlarına bakmaya gerek yok. Çocukları da aynı şekilde bize ipuçları veriyor.
Çocuklarla ilgili yazılar yazarken, özellikle oğlum ve oğlum dolayısıyla gelişen yaşantımla ilgili yazdığım bu köşe için düşünürken, "ay şu oldu, bu oldu, şöyle dedi, böyle yaptı" yazılarından daha çok, düşünerek çıkan detayları yakalamak çok hoşuma gidiyor.
Çocukların patavatsızlıkları olarak kabul ettiğimiz ve evde yaşananları anlattıkları bilgilerden bahsetmiyorum. Çocukların saf dünyası, "Annem yemek yaparken babam tencereden tattı diye, tahta kaşıkla kafasına vurdu" gibi yaşanan olayları anlatmaları değil beni ilgilendiren. Ailelerin farkında olmadan çocuklara ilettiklerinden bahsediyorum.
Oğlum gitar derslerine başladı. Her cuma, gitarı okula taşırken yolda "The Man Who Sold The World"ü mırıldanıyorum. "Dünyayı Satan Adam" dedim Sinan’a. David Bowie’nin şarkısı, ama sonra benim kıvama girdiğim zamanlarda Kurt Cobain de söylemişti. Bana sene sonunda bir şarkı çalacaksan, bunu çal dedim oğluma...
Elif’le Edith Piaf’ın 47 yaşında biten acı yaşamından bahsediyorduk. Elif, uzun zaman radyo DJ’liği yaptığı için çok sıkı bir müzik altyapısı vardır. Benim sahip olduğum hafif caz bilgilerim bile onun sayesindedir. Oğlu Ali gelip neden bahsettiğimizi sorduğunda Elif, "Hani sana bazen şarkılarını dinlettirdiğim Fransız şarkıcı var ya, ondan bahsediyoruz" dedi.
Oğlu 5 yaşında, ama Edith Piaf’tan haberdar olmuştu bile veya Roberto Carlos’tan... Olması gerekir mi? Gerekmez belki, ama bence ne kadar çok ve farklı şeyler bilirsek, o kadar kapı aralama şansımız vardır bu hayatta. O yüzden farklı detaylar büyük sürprizler getirebilir. Biz bu fikirle büyüten insanlarız çocuklarımızı...
Derin’in babası en genç baba. Dolayısı ile bizden bir kuşak sonrası. Bilgisayarla daha haşır neşir biri. Bizden daha enerjik, yenilikleri daha iyi yakalayan biri...
Cuma akşamı Derin, haftalık iki mizah dergisi aldı. Onun rutiniydi bu. Benimki de istedi. Sinan haftalıkları değil, aylıkları bilirdi benden. Çünkü ben artık haftalıklara yetişemediğimden, aylık mizah dergilerini okuyorum sadece. Ama onlar pek çocuklara uygun değil. Nitekim Penguen’le mizah dergisi hayatımız da başlamış oldu. Oysa ben ergenlik dönemine saklıyordum.
Prof. Dr. Bengi Semerci, bir sohbetimiz esnasında bana bunun açıklamasını verdi: Artık çocukların bu yaşlarda somuttan soyut düşünceye geçebildiğini, o yüzden de bu tip çizgi romanlardan zevk aldığını söyledi. Ben de oğlanlar marjinal olacak sanmıştım!
Zaten bazı ailelerin yıllar boyunca başarılı insan çıkarmasının altında yatan en basit sebep de bu bence. Çocuklar ailelerinde ne görürlerse, onunla büyüyorlar. Kitap okumayı ne kadar sıradan ve normal bir durum görürlerse, onlar da böyle yapıyor normal olarak. Ve sadece kitap okumak değil, okunan kitabın türleri de burada söz konusu oluyor farkında olmadan...
İşte bu yüzden, bazen oğlum ilgi duysun diye, benim ilgim olmayan konulara da meraklıymışım gibi davranırım. En azından belli bir konuda, "Ben bunu bunu biliyorum ama Feyza ya da Deniz iyi bilir. Onlara soralım, çünkü ben de merak ediyorum" deyip onu öğrenmeye heveslendirmeye çalışıyorum. Hatta beraberce soruyoruz da...
Bir kadın tanımıştım bir zamanlar. Yapısı mutsuz bir tipti. Eşiyle mutsuzdu, işiyle mutsuzdu. Hafta sonu geldiğinde ne yapacağını bilmezdi. Eve gidip çocuğunu görmek bile ona mutluluk vermiyordu sanırım, çünkü yorgun argın işten eve geldiğinde "ayyy gelip üstüme tırmanacak" diye yakınırdı. Onu kendi kendime mutlu olmayı bilmemekle suçlardım.
Bir gün çocuğuyla tanıştım. O da annesi gibi suratsızdı. Çok üzülmüştüm çocuk için. Çünkü onun da mutlu olmayı öğrenme şansı çok azdı.
Anlaşılan bizim altyapımız ve tercihlerimiz normal olarak çocuklarımıza da geçiyor. Onların içinde büyüyorlar çünkü. Peki, çocuklarımız için istemediğimiz bazı şeyleri değiştirerek onlara sunmak mümkün mü?
Belki çok ciddi bir gayretle bazı değişiklikleri onlara empoze edebiliriz, ama çok fazla bir yol kat edemeyiz. Yine de nasıl bir insan olacaklarına ergenlik zamanı arkadaşlarının da çok etkisi olacağına inanıyorum.
Ne zaman aklıma ergenlik gelse, hafiften tırsarım. Daha zamanım olmasına rağmen gerilir, elime Bengi Semerci’nin kitaplarından bilini alırım. Hele hele Alfa Yayınları’ndan çıkan son kitap olan "Ergen Ruh Sağlığı", böyle şeyler kafama takıldığında elime aldığım bir kaynak. Sayfalarını çevirir, başlıklarına göre o anda bana iyi gelebilecek bölümleri elimde kalemle okurum. Baştan sona okumak zamanı da gelecek biliyorum. Bence siz de şimdiden katın kütüphanenize bu kitabı. Bir terslik olur da yıllar sonra görüşemezsek, beni de hatırlarsınız... (Hoş; benim bir yere kıpırdamaya niyetim yok!)
İnsani değerleri öğretmenin 7 yolu
Çocuklara değerleri öğretmek gerçekten zordur. Vaaz verir gibi konuşmalarınız onu sıkmaktan başka bir işe yaramaz. Ama çocuk da olsalar, bazı değerleri onlara küçük yaşlarından itibaren öğretmeye başlayabiliriz. Empati, saygı, kibarlık gibi kavramların önemini çocuğunuza anlatmanın yollarını merak ediyorsanız size yardımcı olabiliriz. İşte çocuğunuza, keyifli ve eğlenceli bir şekilde değerleri öğretmenin 7 yolu.
Bir bahçe yapın
Küçük bir çiçek büyütmek bile, sabrın neleri doğurduğunu gösterebilir ama bunun yerine küçük bir bahçe yaratmak daha eğlenceli olabilir. Önemli olan, çocuğunuzun sabrını çok fazla zorlamamanız. Çiçekler büyüdükten sonra komşunuza bir demet çiçek götürmesini sağlayın. Bu, ona düşünceli olmayı öğretecektir. Çiçek yerine sebze yetiştirmeyi tercih ederseniz, onları pişirip yiyebilirsiniz. Bu da beraberinde tatmin duygusunun sonucu olan kendine güveni sağlayacaktır. Ayrıca çocuklar, kendi diktikleri ve yetiştirdikleri sebzeleri yemeye itiraz etmeyecek, hatta buna bayılacaklardır.
Daha yaşlı bir insana ulaşın
Gününüzü yaşlı biriyle zenginleştirin. Bu, çocuğunuza yaşlılara saygılı olmayı öğretecektir. İçinde el yapımı kurabiye ya da kek olan bir sepet hazırlayın ve çocuğunuzun bunları, yaşlı bir akrabanıza ikram etmesini sağlayın. Onunla süpermarkete gittiğinizde, yaşlı komşularınız veya akrabalarınız için birkaç şey alın. Eğer çocuğunuz müzik dersleri alıyorsa, yaşlı yakınlarınız için çalacağı bir gün ayarlayın. Bu yalnızca yaşlıları memnun etmekle kalmayacak, çocuğunuzun biraz daha fazla çalışmasına zemin hazırlayacaktır.
Bir oyuncağı yıkayın
Çocuğunuzun, sorumluluk duygusunu da geliştirmelisiniz. Yıkanabilir oyuncaklarını bir kovaya koyun, içini toz sabun ve ılık su ile doldurun. Başka bir kovanın içine de temiz su koyun. Birinde oyuncakları nasıl yıkayacağını ve diğerinde nasıl durulayacağını gösterin. Sonra da kuruması için bir havlunun üstüne yerleştirin. Çocuklar su ile oynamaya bayılırlar, bu nedenle bu bir iş olmaktan çok oyun haline gelir. Çocuğunuz bu işe ayak uydurmaya başladığında, "Kendi eşyalarınla ilgilenmen harika!" demeyi unutmayın.
Ev yapımı teşekkür kartları hazırlayın
El işi projeleri, çocuklara minnettarlık duygusu öğretir. Çocuğunuzla birlikte oturun ve el işi kağıtları, pastel boyalar, çıkartmalar ve resim kutunuzda daha başka ne varsa hepsini kullanarak kartlar hazırlayın. Bu kartları elinizin altında bulundurun ve küçük çocuğunuz birinden bir hediye ya da mükafat aldığı an bunu o kişiye göndermesini sağlayın. Yaptığı şeyin, karşısındaki insana ne kadar iyi hissettirdiğini anlaması için, size gerçekten yardımcı olduğu bir günün sonunda siz de ona bir kart verebilirsiniz.
Gazete kupürleri defteri yapın
Çocuklar yeterli empati geliştirmeden, diğer insanların duygularını anlama konusunda güçlü değerlere sahip olamazlar. Çocuğunuzun sözel olmayan ipuçlarını anlayabilmesi için, gazetelerden ya da dergilerden çeşitli resimleri kesin ve bir deftere yapıştırın. Kelimelere odaklanmak yerine, resimlerdeki insanlardan bahsedin. Nasıl bir duygu durumu içinde olduklarından bahsedin, ifadeleri ve beden dilleri üzerinde konuşun. Sayfaları çevirin ve hangi resimlerin deftere gireceğine çocuğunuzun karar vermesini sağlayın. Daha sonra resimlere yeniden bakın, tanımlanan duygularla ilgili daha derinlemesine konuşun. Resimleri gösterin ve nasıl hissediyor olabileceğini sorun.
Yardım etmek için temizlik yapın
Çocuğunuza hayırsever olmayı öğretmek ve bir taraftan da evinizi toparlamak mı istiyorsunuz? Eski eşyalarını biriktirip yardımda bulunmasını sağlamaya çalışın. Artık kullanılmayan oyuncakları, kitapları, kıyafetleri, spor araç gereçlerini toplayın ve yardıma ihtiyacı olanlara ulaştırın. Çocuğunuza yaptığı şeyin, başka insanlara ve çocuklara nasıl yardımcı olduğunu anlatın, hatta fırsat bulursanız bunu görmesini sağlayın. Yardımları adrese onunla birlikte kendiniz götürün.
Dost oyunu oynayın
"Dost oyunu" çocuğunuza bencil olmamayı öğretmenin en güzel yollarından biridir. Böylece ailenin bir diğer üyesine odaklanmasını sağlar. Akşam yemeğinde evdeki herkesin ismini küçük kağıtlara yazın ve bir kutuya koyun, sonra herkes sırayla bir isim çeksin. Çektiği isim, o kişinin o gece boyunca en iyi dostu ilan edilsin. Gecenin geri kalanı boyunca, herkes en iyi dostuna yapabileceği güzel şeyleri düşünsün. Küçük hediyeler yapmaktan en iyi dostunun istediği oyunu oynamaya kadar pek çok şey olabilir. Anne-babalar, evin en küçüğüne yardımcı olmakta özgürler. Sır tutma ve sürpriz yapma işin asıl eğlencesi.
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2007
Sanırım arada sırada büyük yazı olarak ne araştıracağıma karar verirken içinde bulunduğum durum da beni etkiliyor. Çocuklarımızdan ayrılma konusu da böyle ortaya çıktı.
Bu ayrılma işini uzun vadeli olarak almayın. Alt tarafı bir gece lise arkadaşlarımla çıkacaktım!
Bu erkek evlatların çoğunda mı var, yoksa erkek olmaktan ziyade, yaşla alakalı bir durum mu diye düşündüm.
Biz her cuma akşamı annemde yemek yeriz. Sonra Sinan orada yatıya kalır, eşimle ben eve döner ya da bir sinemaya gideriz. O gece eşim iş için şehir dışında olduğundan ben evde yalnız kalacaktım. Annemde yemeğimizi yerken masada şaka yaptım, "Ben de bu akşam bara giderim artık" diye. Benim oğlumun suratı değişti. "Hayır olmaz" dedi, ters ters baktı.
Konu kapanmıştı ve yemek bitiminde üzerinde pijamaları ile annemin yatağına uzanmış televizyon seyrediyordu. Annem yanına gidip, "Hadi Sinan annen gidiyor, onu geçirelim" deyince, benimki sıkıntılı bir ifadeyle yataktan doğrulup, "Uff, annemle eve gitmem lazım. Onu yalnız bırakamam" dedi ve giyindi.
Benimle eve geldi.
Bu olayın üzerinde fazla durmadım çünkü o gece gerçekten sokağa çıkacağım yoktu. Ama çıkacağım bir gece sorun oldu.
O gece lise arkadaşlarımla buluşacaktık. Hem de 20 sene sonra. Oğlum inadına ödevlerine başlamadı zamanında. Ben ne zaman ki hazırlanmaya başladım, ödeve oturdu ve tabii ki bir sürü soru sorması gerekti bana. Bir yandan giyinip süsleniyor, bir yandan da ona koşturuyordum. Sonunda baklayı ağzından çıkardı. Çıkmamı istemiyormuş. Başladı ağlama numaralarına. Yutmadım tabii. Bu sefer de asabiyete başvurdu. "Bir daha çıkmana izin vermeyeceğim" diye bağırdı bana!
Bak seeeeennnn! Bu güne kadar babam da, baban da durduramadı beni, sen mi durdurcen üleeen!" dedim.
Demedim. Tabii ki böyle demedim. Sadece şimdi yazarken aklıma geldi!
Geçen pazar akşamı da onu anneanneye götürüyordum. Eşim yine yoktu. Bari seni bıraktıktan sonra ben de bir bara gideyim, dediğim anda durdu ve "Eve dönelim o zaman" dedi.
Bu durumun kabak tadı vermeye başladığını söyledim ama anlamadı tabii.
Yarın öbür gün iş için ya da başka sebeplerden dolayı yine çıkmam gerekecek. Bilmiyorum ne yapacak. Ama bunu bir dengeye oturtmak şart. Belki de ben geç kaldım. Belki de çocuklarımız daha küçükken arada bir gece onları babayla bırakarak çıkmamız gerekiyormuş. Hem aslına bakarsanız, baba oğul güzel zaman da geçiriyorlar evde ben yokken.
Bu arada konudan konuya atlıyor olacağım ama dikkatimi çeken bir şeyi sizle paylaşmak istedim. Hani lise takımı buluştuk demiştim ya; biz 40 küsur kişi okuyan sınıflardandık. Yaklaşık 15 kişi katıldı ve hepsi kadındı. Bir tek mekanın sahibi Berto erkekti. Ve yalvar yakar onun da yakın arkadaşı Metin’i çağırarak iki erkek aramıza katmış olduk. Geri kalan kadınlar arasında evli de bekar da, boşanmış da çocuklu da vardı. Ama gelmişlerdi. Erkeklerin gelememesi ilgimizi çekti doğrusu. Biz kadınlar bu kadar sorun mu çıkartıyoruz acaba eşlerimizi bir yere gönderirken?
Ya da nedir dersiniz...
İstediği kadar değilizin verdiğiniz kadar bilgisayar başında otursun
Çocuk ve gençlerdeki bilgisayar merakı, özellikle de internet rahatlıkla tutkuya dönüşebiliyor. Çocukların bilgisayara ilgisini büyük bir istekle başta destekleyen aileler, öngöremedikleri bir bağımlılıkla karşı karşıya kalabilirler. Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Neslim Güvendeğer Doksat, ilköğretim döneminin sonuna kadar çocukların internet ve bilgisayar başında sadece belli günlerde (cuma ve/veya cumartesi ya da pazar günü) ve 1-2 saatliğine zaman geçirilmesine izin verilmesi gerektiğini söylüyor.
Markiz yayınevinden çıkan Anababaca adlı kitabında Dr. Doksat, çocukların bilgisayar başında geçirdiği zamana bakarak merakın aşırıya doğru yol almasının ipuçlarını veriyor. Dr. Doksat, aşağıdaki belirtilerden bir veya birkaçının varlığı halinde bilgisayar tutkusunun, bağımlılığa doğru yol aldığını söylüyor:
Okul öncesi çocuğun oyuna ayırdığı zamanın tümünü bilgisayarla uğraşarak geçirmesi,
Çocuk ve gencin evde olduğu zamanının tümünü bilgisayar başında geçirmek istemesi,
Bilgisayar başında zaman geçirme arzusunun ders çalışma, ödev yapma, sınavlara hazırlanma çabalarının da önüne geçmesi,
Aile içi sosyal iletişim ve paylaşım isteğinden daha öncelikli olması,
Akranlarıyla zaman geçirmektense bilgisayarla uğraşmanın daha fazla tercih edilmesi,
Bilgisayarla uğraşmak konusunda aile veya öğretmenden gelen uyarıları dinlememe, bu konudaki uyarılara sinirlenip tepki göstermek.
Sınırlar koyun
Bilgisayara ilginin bağımlılığa dönüşmesini engellemek için:
Okul öncesi çocukların bilgisayar ve atari kullanımını olabildiğince sınırlayın. Hayal dünyasını ve yaratıcılığı geliştirmeye yardımcı olacak şekilde elektronik oyuncakların haricindeki materyallerle de oyun oynamalarını destekleyin,
Çocuğunuza bilgisayar almayı en az 8-9 yaşına kadar erteleyin. İlköğretimin sonuna kadar evde bilgisayar başında geçirdiği süreye mutlaka sınır koyun. Dersleri açısından gerekmedikçe hafta içi bilgisayar kullanmasına izin vermeyin.
İlköğretim döneminin sonuna kadar çocuğunuzun internet ve bilgisayar başında sadece cuma ve/veya cumartesi ya da pazar günü 1-2 saatliğine zaman geçirmesi yeterli.
Lise çağından itibaren gencin tercihen ödevleri açısından gerekmedikçe hafta içi bilgisayarını açmaması, internete girecekse dersleri bittikten sonra ve uyku saatini çok geciktirmemek kaydıyla izin verin.
Anne-babaların model olabilmesi için, evde bilgisayarla ilgili işlerine olabildiğince az zaman ayırması doğru olur.
Yemekler mümkünse aile sofrasında yenmeli. Sosyal paylaşım sağlanmalı.
Sosyal iletişim ve ilişkiler aile bireyleri tarafından desteklenmeli. Buna yönelik ortamların özellikle yaratılması, hafta sonralarının dış mekanlarda geçirilmesi, çocuğun ve gencin ufkunu sanal ortamdan başka dünyalara çevirmesine yardımcı olur.
Çocukların spor, sanat, müzik alanlarındaki yeteneklerini keşfetmeye çalışın. bunları geliştirmeye yönelik ortamlar hazırlayın.
Kitap okumak ve entelektüel tarafınızı geliştirme konusunda çocuklarınıza yol gösterici olun,
Araştırma yapmak adına çocuğunuza tek kaynak olarak interneti sunmayın. Ansiklopedi ve kitapların bu konudaki değerinin altını çizin.Mesude ERŞAN
Her program çocuğa uygun değil
Çocuk ve ergenlerin tutkuya dönüşebilen bir başka eğilimleri de televizyon izleme isteği. Dr. Doksat, aşırı şiddet içeren, her çeşit ahlaki yozlaşmayı gözler önüne seren filmlerin çocuk ve ergenler için uygun olmadığını söylüyor kitabında. "Bu yaşlar çocuk ve gençlerin öne sürülen toplumsal rol modelleriyle özdeşim-benimseme yaptıkları dönemlerdir.. Film kahramanlarının giyimlerini, tarzlarını, davranış şekillerini, değer yargılarını benimsele eğilimi gösterdikleri için çocuk ve gençlerin bir tip filmleri izlemesi uygun değil. Gençler arasında çeteleşmelerin ve saldırganlığın artmasında da bu tip film ve programların büyük etkisi var" diyor.
Hayallari genişlesin
Kış aylarında çocuklarınızla gidebileceğiniz eğlenceli aktivitelerin başında tiyatro geliyor. Biz size iki güzel oyun öneriyoruz. Bunlardan biri, Eti’nin kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında çocukları tiyatroyla buluşturarak hayal dünyalarını genişletmek ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunmak amacıyla hayata geçirdiği "ETİ Çocuk Tiyatrosu". Oyun, İstanbul’da 27 Ocak 2008 tarihine kadar her hafta sonu Terakki Vakfı Kültür Merkezi’nde; 28 Ocak 08 Şubat 2008 arasındaki sömestr tatili boyunca da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde oynanacak. Daha sonra da Türkiye turnesine çıkacak. Ücretsiz olan biletleriniz için Akatlar’daki Terakki Vakfı Kültür Merkezi ile irtibata geçebilirsiniz. (Tel: 0212 351 00 44) İkinci oyun ise bu yıl 20. yaşını kutlayan Pınar Çocuk Tiyatrosu’ndaki Sihirli Ada adlı çocuk müzikali. İstanbul Mecidiyeköy’deki Profilo Alışveriş Merkezi’nde haftasonları ücretsiz olarak sergilenen oyun, daha sonra Türkiye’nin çeşitli illerinde çocuklarla buluşacak. Shakespeare’in Fırtına adlı eserinden uyarlanan Sihirli Ada, ünlü yazarın eğlenceli ve zengin dünyasını çocuklarla tanıştırıyor.
Yazının Devamını Oku