Nil Karaibrahimgil

Yaşadığım ülkeden ne bekliyorum?

17 Mart 2014
Burada, mutlulukla huzurla yaşamak istiyorum.

Kendim olmaktan, nasılsam öyle olmaktan korkmadan.
Nasıl yaşamayı seçtiysem öyle.
Hangi dildeysem, dindeysem, fikirdeysem onunla.
Sokakta yanımdan geçen herkesi kardeşim gibi görmek istiyorum.Aklımı, ruhumu, idrakimi o kadar genişletmek.
Farkların altını çizmeden.Sen ben o, biz siz onlara hiç bölünmeden.
Tek bir şeymişiz gibi.
Sanki birisine bir şey olursa, bana da olmuş olur duygusuyla.

Yaşadığım bu güzel, bu tutkulu, bu misafirperver, bu iyi insan dolu yerde,

Yazının Devamını Oku

En çok kendimiz olduğumuz yaş kaçmış?

10 Mart 2014
Bir insanın, yetenekleri dahilinde kendini zorladığı ve bununla sarhoş bir şekilde kendini bir şeyin içinde kaybettiği o sihirli anlara ‘akış’ deniliyor.

Akıştayken, konsantrasyonun zirvesinde oluyorsun. Dünyadan kopuyorsun. Sen ve yaptığın şey bir oluyor. Zamanın uçup gittiği ve senin bunun farkında bile olmadığın bir akış hali... Yaptığın şey hariç, her şeyi unuttuğun. Mihaly Csikszentmihalyi’ye göre, mutluluğa en yakın olduğumuz anlar bunlar.

Küçük çocuklar kumdan kaleler, legodan kuleler yaparken akış nedir biliyorlar. Atletler, müzisyenler, oyuncular biliyor. Bir şeyin en iyisi olmaya çalışırken, o şeyin ruhlarını ele geçirmesi hissi onlara yabancı değil.
Her şeyini bir şeye koymak. Küçükken büyüteçle kağıt yaktığımız zamanları hatırlıyor musunuz? Aynı onlar gibi işte. İçindeki bütün ışığı bir noktaya yollayıp, orada yangın çıkarma duygusu. Gerçekten insan ruhu için eşsiz bir mertebe şu akış.
Fakat gel gör ki, çağımızda kolay değil. Hepimizin, aklı burada eli oynaşta. Multi tasking denilen, bir anda birçok şeyi yapma isteği bizi ele geçirdi. Böylece akış olmadığı gibi, hiçbir şey gerçekten akmıyor bile. Donuk donuk bir sürü anımız oluyor. Derinleşemediğimiz için, yüzeysel çırpıntılarla yetiniyoruz. Mutlu değil, endişeli oluyoruz. Hiçbir şey tam olmuyor, her şey yarım kalıyor.

Tabii ki, herkesin harcı değil bu akış denilen süreç. Tutkuyla yaptığın bir şey olacak. Çoğu insan, neyi tutkuyla yaptığını düşünmüyor bile. Bazıları hatırlamıyor. ‘Şöyle yapmalıyım, böyle yapmalıyım’lar arasında, “Ya dur ya, ben neyi yapmayı seviyorum, ne yapınca deli gibi heyecanlanıyorum?”u unutmuş gitmiş.
Yıllardır mecburiyetler cumhuriyetinde yaşadığı için, sorusunu bile sormamış. Yuvarlanıp gitmiş işte. O kitabın adı gibi yüreğinin götürdüğü yere gitmemiş. Peki böyleleri akışına nasıl kavuşur? Tutkuyla yaptığı şeyi bularak. Peki bir insan tutkuyla yaptığı şeyi nasıl bulur? Cevap, garip ama, 9-10 yaşlarımızda yaptıklarımızda!

İlkokulu bitirmek üzere olduğumuz o sihirli yaşlarda, sevdiğimiz şeyi, kimseyi umursamadan yapıyoruz. Canımız ne isterse onu yapıyoruz. Kendimizin en saf, en damıtılmış haliyle baş başayız. Niye mi o yaşlar? Çünkü kimseye kendimizi beğendirmek zorunda değiliz. Bu bize kendimiz olmak ve ne istiyorsak onu yapmakla ilgili büyük bir alan açıyor.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medya önleyici huni

3 Mart 2014
Coca Cola ‘social media guard’ (sosyal medya gardiyanı) reklamında, telefonlarımıza bakmaktan eğilmiş boynumuzu dikleştirip, yeniden önümüzde hızla olup biten hayata bakabilmemiz için bir öneride bulunuyor:

Bir huni!
Evet, köpeklere yaralarını, dikişlerini yalamasınlar diye takılan huni benzeri abajurvari şeyi, biz insanlara öneriyor. Böylece elindeki akıllı telefona, iPad’e, laptop’a yani ekran dünyalarına bakamıyorsun ve mecbur önündekine bakıyorsun.
“Elindekine bakma, önündekine bak!” diyor yani bir nevi.
Sosyal medya denen şeye ve dijital dünyaya aşırı derecede kafayı takmış bulunuyorum. Yıllar önce bir yazımda, ileride tatillerimizi
‘wi-fi olmayan, cebin çekmediği tesislerde yapacağız’ demişim. Dediğim oluyor.
Artık orada burada, zayıflamak için yemek diyeti yapanlar gibi, hayata yeniden bağlanmak için ‘dijital diyet’ yapanların hikâyeleri dolanıyor. “7 günlük dijital diyet” yazısı vardı mesela geçen hafta New York Times gazetesinde.
Artık bu konu açıldı. Çünkü kaçınılmaz bir şekilde, ilişkileri öldürüyor. Her türlü ilişkiyi! Sevgilinle olan, ailenle olan, kardeşinle olan, arkadaşınla olan, işinle olan, ağaçla olan, kediyle olan, çocuğunla olan.

Yazının Devamını Oku

İş ve aşk (ya da sevgi)

24 Şubat 2014
Yazar, illüstratör, ilham verici entelektüel, ilk ve tek kitabımı tasarlamasını istediğim ama bana kibarca bunu yapamayacağını söylemiş tatlı insan Maira Kalman’ın bir konuşmasını dinledim.

Diyor ki; “Bizi hayatın üzüntülerinden ve bir şey yapma becerisinin kaybolmasından ne korur?... İş ve aşk.”
Sadece ama sadece bu ikisi.
Bu ikisi bizim her şeyimiz. Dönün dolaşın, bu ikisine gelirsiniz.
Bir şey yapmak ve birini ya da bir şeyi sevmek dışında, hayatta fazla nefes alanı yok. Oyun alanı da yok.
Maira’ya göre cevaplamamız gereken en önemli dört soru şunlar:
Ne iş yapıyorsun? Kimi seviyorsun? Ne yapmayı seviyorsun? Ve zamanını nasıl geçiriyorsun?Bunlara cevap vermek öyle pat diye olmuyor. Zaman alıyor. Kendini tanımak gerekiyor. İnsan kendini ilk 30 yıl falan tam tanıyamıyor. Sonradan bu soruların cevabı yavaştan beliriyor.
Başkalarının, ailenin, arkadaşlarının senin adına vermeye talip oldukları bu önemli cevaplar, git gide yerini senin gerçek cevaplarına bırakıyor.

Yazının Devamını Oku

Kendi kendinin kahramanı olmanın faydaları

17 Şubat 2014
“Bunu ben böyle yapıyorum.” Siz böyle yapmıyor olabilirsiniz. Bunun böyle yapılmadığını düşünüyor olabilirsiniz.

Belki aranızda anlaştınız ve kesin karar verdiniz bunun böyle yapılmayacağına ve bu sizin tek gerçeğiniz.
Belki sorgulanmayacak kadar eskilerden beri, bu tıpkı sizin dediğiniz gibi yapıldı.
Hatta belki birçok yere yazıldı, bunun sadece bu şekilde yapılacağı.
Yine de bu benim dünyaya ilk gelişim. Büyük ihtimal ki son gelişim. Ve doğumdan ölüme olan bu tek yön uçuşumda, kendi yollarımı denemek istiyorum ben. Madem içimde bir hisle buradayım, yol göstericim olarak sadece onu tayin etmek istiyorum.
Yapılagelenler, konuşulup anlaşılmışlar bana göre değil. Bunu kimsenin onayına sunacak da değilim.
Son zamanlarda fark ettim ki, ‘başkasının tecrübesi’ denilen şey o kadar da matah bir şey değil. Adı üstünde o, onun tecrübesi.
Onun hikayesinin akışında, onun kahramanlarının karakterleriyle oluşmuş.

Yazının Devamını Oku

Sen beni boşuna hiç...

10 Şubat 2014
Sen beni boşuna hiç

Kalbinin oralara koyma
Kollarını bana sarma
Kalamam oralarda

Sen de gül eğlen
Öyle acıklı konuşma
Hayat ne ki sonuçta
Anlık bir buluşma

Lalala la ben de böyleyim

Yazının Devamını Oku

Hayatın kaldırma gücü

3 Şubat 2014
Her filminde, insanlar sadece “konuşabildikleri” işletim sistemlerine aşık oluyor.

Aşık oldukları kişi sadece bir ses. Onu göremiyor, dokunamıyorlar, koklayamıyorlar.
Bluetooth kulaklığını takmış, metroda mutlu mutlu sevgilisiyle telefonda konuşan bir adam düşünün.
Sonra telefonun diğer ucundaki insanın hayatta gerçekten var olmadığını düşünün. İşte öyle bir aşk.
Derin bir muhabbet. Kahkahalar. Birbirlerini en iyi anlamalar. Zeki hayat ve felsefe konuşmaları. Hayat ağırlığı ve onu kaldırma yolları konuşmaları. Geceleri yatakta cilveleşme konuşmaları. Böyle bir aşk mümkün mü? Bana mümkün geldi. Eksik çok eksik, boşluk dolu, ama mümkün.
Geçenlerde bir arkadaşım, işten güçten dertlenince bir baktım, hayatla arasında böyle bir diyalog var.
Hayat ona kaba davranmış.
O da ona cevap veriyor. Cevabına şikayet, suçluluk duygusu, intikam duygusu, yılgınlık ne kadar at gitsin duygu varsa doldurmuş. Cümlelerini savuruyor.

Yazının Devamını Oku

Şarkı yazmak yalnız ve ıssız bir şey

27 Ocak 2014
Günlerdir bir şarkıyla boğuşuyorum.

Bu bizimkisi yalnız iş. Yapayalnız, gitarda akorlar basıyorsun. Tek başına bir odada, bir kağıda o kadar da iyi olmayan cümleler yazıyorsun. Sanki yardım çağırır gibi çıkardığın sesler, bir odanın duvarlarında yankılanıyor. Bir koca boşluk sana seni tekrarlıyor:
Bak böyle dedin.
Beğenmiyorsun yüzde doksan. Yüzde doksan kendini beğenmediğin, yazdığını beğenmediğin, duyduğunu beğenmediğin bir yerde hapsoluyorsun. Bu sefer olmayacak diyorsun.
Belki buraya kadardı. Belki yaşlanıyorsun.
Belki içinden fışkıran o cesur yabani kelimeler kurudu, belki o kadar şımaramıyorsun artık.
Şımarmak şart, bir şeyi sıfırdan yapmak için. Çünkü şımaramazsan, cesaret edemiyorsun. Adabınla şarkı yazılmıyor. Kendi ağzından çıkan şeylere inanamaman lazım. Öyle zamanlar güzel şarkı çıkıyor. Neyse.
Şu şarkıyı yazmaya çalışıyorum. Ben niye şu an şarkı yazmaya çalışıyorum ki? Jingle (reklam müziği) ne rahat yazıyorum oysa. Ben ne bileyim, yandex miyim, ne kadar sevildi mesela onu düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku