Şarkı yazmak yalnız ve ıssız bir şey

Günlerdir bir şarkıyla boğuşuyorum.

Haberin Devamı

Bu bizimkisi yalnız iş. Yapayalnız, gitarda akorlar basıyorsun. Tek başına bir odada, bir kağıda o kadar da iyi olmayan cümleler yazıyorsun. Sanki yardım çağırır gibi çıkardığın sesler, bir odanın duvarlarında yankılanıyor. Bir koca boşluk sana seni tekrarlıyor:
Bak böyle dedin.
Beğenmiyorsun yüzde doksan. Yüzde doksan kendini beğenmediğin, yazdığını beğenmediğin, duyduğunu beğenmediğin bir yerde hapsoluyorsun. Bu sefer olmayacak diyorsun.
Belki buraya kadardı. Belki yaşlanıyorsun.
Belki içinden fışkıran o cesur yabani kelimeler kurudu, belki o kadar şımaramıyorsun artık.
Şımarmak şart, bir şeyi sıfırdan yapmak için. Çünkü şımaramazsan, cesaret edemiyorsun. Adabınla şarkı yazılmıyor. Kendi ağzından çıkan şeylere inanamaman lazım. Öyle zamanlar güzel şarkı çıkıyor. Neyse.
Şu şarkıyı yazmaya çalışıyorum. Ben niye şu an şarkı yazmaya çalışıyorum ki? Jingle (reklam müziği) ne rahat yazıyorum oysa. Ben ne bileyim, yandex miyim, ne kadar sevildi mesela onu düşünüyorum.
Onların bazıları güzel şarkı olurdu diyorum kendime, ama çoğunun kelebekler kadar ömrü.
Şarkı dediğin başka bir şey. İçindeki derin sulardan gelecek. Hesap kitaptan kaygıdan uzak olacak.
Birileri sevsin diye doğurmayacaksın.
Bir şeyi müzikli anlatamazsan, ölecekmişsin gibi geldiğinden yazacaksın.
Sanki sana, “hey sen evet sen, sen de hislerini şarkı olarak söyleyeceksin” diye emretmişler gibi olacak. Olunmuyor da, öyle doğacaksın belki bilmiyorum.
Babam bana bebekken gitarıyla Orhan Gencebay şarkıları çalarmış, bunu da yeni öğrendim. Belki ondan bilinçaltıma işledi gitarlı şarkı denen şey.
Bu bir filmin şarkısı olacak. Filmdeki kızı elimde rubik küpü gibi evirip çeviriyorum. Nasıl bir kız bu? Şarkı olsa nasıl duyulurdu bu? Şiir olsa kafiyesi ne olurdu bu kızın?
Bu güzel kız, filmin başında biz onu daha hiç tanımazken, merdivenlerden inerken bize söyleyeceği ilk söz ne olacak? Kim bu kız? Benim bu kız!
Bütün kızlar birbirimize benziyoruz. Benim bir halim bu kız. Şu anki halim değil belki ama bu halimi biliyorum. Hava halim bu kız benim. Şu an toprak halimdeyim ama o da toprak olmasını bilir.
Kadınların ihtimallerine şaşarsınız.
Havadan toprağa, sudan ateşe süper kahramanlar gibi geçiverirler. Kızı tanıdım kendimden. O halde yazabilirim artık onu.
Dedim ama yine kolay olmadı. Üç dört gün önce bitti. Kaydedip 155 kere dinledim. Olduğuna emin olunca odadan çıktık ikimiz.
Güneşe çıkardım onu.
Birkaç kişiye çaldım. İnsanlar sevdikçe daha çok dinleyesim geldi. 155 kere daha dinledim.
Uzun zamandır yazdığım ilk şarkı. Genelde albüm çıkarıp tembel tembel iki yıl ilham, gözlem, olay, duygu, rüya, sesler, sezgiler, laflar, dedikodular, minik kayıtlar, sayıklamalar filan biriktirip onlardan yıldız yapmaya çalışırım.
Bu sefer biri pas attı. Ben de kaleye vurdum.
Bakalım sevilecek mi? Kulaklarda, dillerde, aşk mesajlarında gezinecek mi?
Bu yalnız odada yazmaya çalıştığım günlerde bir şey okudum ve faydasını çok gördüm. Eğer aranızda bir şeyler doğurmaya çabalayan varsa, kesinlikle öneririm.
Formülün aslı Benjamin Franklin’in. Sabahları erken ama çok erken uyanınca, henüz rem uykumuzdan tam uyanmamış haldeyken, beyin yaratıcılığa, yeni fikirlere acayip açık oluyormuş.
Bu henüz uyandığımız anlara “hypnopompic dönem” deniliyor.
Beyin henüz realiteyi ve yaşadığı hayatın mantığını, klişelerini tam kurmamış oluyor.
Sağ lobumuzda rüyalardan kalma saçma bağlantılar hâlâ devam ediyor.
Mesela konuştuğumuz at, aslında tren olan evimiz, avcumuzun içinden bize bakan gözümüz filan mümkünken uyanınca, beyin bütün yeni bağlantılara açık oluyor.
Öyle miymiş hakikaten diye, erkenden kalkıp gitarı elime aldım baktım.
Öyleymiş. Akıldan sansürsüz dökülen bir şelale var sabahları. Ve biz onu kaçırıyoruz çoğu zaman. Üretmek yerine, kalkıp sabah ritüellerini yaptığımızdan.
Sabahları iki saat daha erken uyanıp bakın, göreceksiniz.

Yazarın Tüm Yazıları