Nil Karaibrahimgil

Türkçe pop neden kızgın

7 Şubat 2016
Anlamıyorum.Bu kadar kızacak ne var?

Neden son 10 yılda, bu ülkedeki çoğu Türk pop şarkısının ana teması ‘sana gününü göstericem’?

Hatta ‘seni mahvedicem, zaten kahrol, ne halin varsa gör, beterin beteri ol e mi’ tonunda?
Aşk hayatları berbat mı? Kalp kırıklıkları düşmanlığa mı sebebiyet vermiş? Şimdi artık bir tuvalet kağıdı kadar değeri olmayan bu insan, geçmişte sevilen insan değil miydi?
O çok kötü bir şey yapmış. Aldatmış. Gitmiş. Başkalarıyla olmuş, fıstık gibi de yaşıyor, hatta nispet mi yapıyor? Son yıllarda bu konuya taktım ben. Milletçe bu şarkılarda kopmamızın, avaz avaz söylememizin bir sebebi olmalı. Çünkü bu bize has. Dinlediğim İngilizce popta, böyle bir trend görmüyorum. Burada bütün o batasıcalar!
Şarkılara yakıştıramıyorum belki de ben, bu eli belinde azarlayan insanı. Eli maşalıyı. Bütün derdi ayar vermek olan bir kadın mesela, bana aşkı biliyor gibi gelmiyor.
Öcünü alan, acımasızca eski sevgiliyi yerle bir eden biri, gerçekten bir vakit sevmiş olabilir mi? Belki de büyüdüm ben. Öfkeyi unuttum belki...
Ama yok o da değil, ben yirmi yaşındayken de, çok üzgünken de, kırgınken de, hep aşkımı söyledim ilk. Hiç ‘ben seni var ya...’ diye şarkı yazmadım. Birini aşağılayan şarkılar dinlemedim de, dinletmedim de.

Yazının Devamını Oku

Teklif etme, reddetme

1 Şubat 2016
Okula giderken, okul hakkında hiç düşünmemiştim. Okulu veri kabul etmişim her çocuk gibi. 31.01.2016 15:39

Var işte. Sabah erkenden kalkıp servise biniyorsun, o seni bir binaya bırakıyor ve akşama kadar içinde vakit bir şekilde geçiyor sonra hırkan biraz kaymış, beynin biraz yorulmuş, saçların da bozulmuş şekilde eve dönüyorsun. 

Servisin camından dışarı bakıyorsun, kulağına bir müzik takıyorsun ve bir şeyler düşünüyorsun. Büyük şeylere kalkışmanın hayalini kuruyorsun bazen. Bazen de eve dönüp tost yiyip, dizi izlemenin.
Okul hayatının büyük bir kısmını bir öğütme makinesi gibi mideye indirirken, hiç sormuyorsun bile: Bu vakitlerde başka ne yapılabilirdi? Bunu soran çocuk duymadım. Okul bunu sormaman için seni rutinleriyle meşgul ediyor zaten.
Peki şimdi nerden çıktı bu ‘okul?’ sorusu diyeceksiniz. Oğlum, anaokulu bile olsa, yakında bir okula gidecek ve ben araştırdıkça okul fikrini iyiden iyiye sorgular oldum.
Şimdi kaşları kaldırmadan önce, lütfen, üşenmeyin, konuyla ilgileniyorsanız, Ken Robinson’un, bugüne kadarki en çok izlenen ted konuşması da olan: ‘Okullar yaratıcılığı öldürür mü?’ konuşmasını YouTube’dan dinleyin. Türkçe altyazılısı da var.
Evde minik bir insan büyüyorken, insan olmak, canlı olmak, büyümek gibi konularla ilgilenmeye başlıyorsunuz. Anne olmak, baba olmak, aile olmak, bir şeye evet demek, hayır demek, cevap vermek nasıl bir şey yakından bakıyorsunuz.
İlk yıl sonrası gözünüze ilk çarpan şey, çocuğunuzun bir şey öğrenmek için size ihtiyacı olmadığı oluyor. Bunu bana daha önce söyleselerdi inanmazdım.

Yazının Devamını Oku

Bizi Anlatsam

24 Ocak 2016
Böyle büyük bir aşk

Filmlerde olur

Yoksa nasıl bir kalp
Birini görünce
Küt diye durur?

Kollarında olsam
Bizi anlatsam
Bir sessizlik olsa

Yazının Devamını Oku

YouTube kanalıma bekliyorum

17 Ocak 2016
Bir gün içimden gelmişti yazmıştım.

17 yaşımdaki halime geri dönseydim kendime ne derdim onu yazmıştım. İnsanın ah keşke, şunu şu vakitler bileydim dediği çok oluyor.
Oturup, hiç düşünmeden, kalemimden döküldüğü gibi, kaba kaba yazmıştım. ‘En önemli şey aşk, onu doya doya yaşa bu bir’ diye başlayan bir dolu tavsiye.
İçlerinde hâlâ her gün kendime hatırlattıklarım var. İnsan büyüyor da, öyle kolay olgunlaşmıyor. Bazı taraflarımız çocuk, bazıları ergen, bazıları bizimle akran oluyor. İçlerimiz zengin. İhtimallerimiz çok.
Beş yıl önce olsaydı yazamazdım bu yazıyı. Oturup öyle kendime hayat hakkında ahkam kesecek kadar çok şey birikmemişti. Şimdi birikti gibi hissediyorum. Kendimce emin olduklarım var. Altını defalarca çizdiğim gerçekler gördüm. Oturup sıralamıştım.
Burada yazdığım her yazı, öyle etli olmuyor. O yazı çok paylaşılmıştı. Haberi geldi. Sırf o gün, üçyüzbine yakın paylaşılmış. Mutluluktan ölmüştüm. Çoğalmayı bırakın, cümleler hayatlara nüfuz etti, bir işe yaradım gibi hissetmiştim.
17 yaşımda olup, o yazıyı okumak isterdim. Daha hayat hızlanıp, beni sarhoş edip, savurmaya başlamadan.
Yolun başında, yüzümde güneş, saçlarımda rüzgarlar varken biri fısıldasaydı iki üç cümlesini, işime yarardı yani. Kilitli sandığım bazı kapıları açabilirdim belki, mesela ‘yapmak istediğim şeyi alışkanlık haline getirmeyi’ başarabilseydim. Kendimi katlayıp kaldırdığım yıllar oldu, yapmazdım eğer duvara ‘kendimi suçlu hissetmiyorum’ yazsaydım.

Yazının Devamını Oku

Her zaman bugünün kavgasını et! 

10 Ocak 2016
Bir arkadaşım düğününde, kocasının annesine soruyor: 60 yıllık mutlu evliliğinizin sırrı nedir?

Yeni kaynana cevap veriyor: Biz hep bugünün kavgasını yaptık. Hiçbir kavgamızda geçmişe gitmeyiz. O dosyaları tekrar tekrar açmaz, yüzümüze vurmayız. O anki mesele neyse, onu halletmeye bakarız demiş. Bu hayatımda duyduğum en güzel öğütlerden biriydi, unutmadan size söylemek istedim. Siz siz olun her zaman şimdinin kavgasını yapın.

Geçenlerde bütün kızlar kahvaltıda toplanmıştık. Biz kadınlar bir araya gelince sadece ilişkilerden bahsederiz.Sevgililerimizle, çocuklarımızla, arkadaşlarımızla, kocamızla, eski kocamızla, annemizle, babamızla, işimizle. Hayatı ilişkiler üzerinden okuruz ve hep iki şeyin arasındaki ilişkiden, köprüden bahsederiz. 
O ilişkinin materyalinden, geçirgenliğinden, sıcaklığından, samimiyetinden, gerçekliğinden, duygusundan. Saatlerce ama saatlerce anlatıp birbirimizi dinlemeye doymayız. Kadınlar, tek bir kişinin hikayesinin herkesin hikayesi olduğunu bilirler. Kulak kesilirler, dikkat kesilirler. Bu buluşmada fark ettim ki, erkeklerle ilişkide en büyük zorluk iletişim. İki kişinin konuşa konuşa anlaşamaması kulağa tuhaf geliyor ama oluyor işte. Sanki arada bir decoder var. Benim söylediklerimi, karşı tarafın diline çeviriyor. Fakat söylediklerim o tarafın diline çevrildiğinde, bambaşka bir anlama geliyor olmalı. Bunu cevaplardan anlıyorum. Cevap bu olamaz. Ben “ne” diyorum, o “ne” diyor. 
Niye buna sinirleniyor, alınıyor? Dediğim bu değildi ki... Bozuk bu decoder. Korsan DVD’lerin uyduruk altyazıları gibi, başka hikaye anlatıyor. Ve konuştukça kelimeler bir makas gibi bizi ayırıyor. Kırt kırt kesiyor ortadan ikimizi. 
Sussak, dokunsak, yemek yesek, uyusak daha iyi olacak. Deşmesek.Deşmeyi seviyoruz biz kadınlar. Bazen dil bilgisi sınavı ya da bir sorgu odası gibi çaprazlama sorularla erkeği afallatıp, duymak istediğimizi ağzından döküveriyoruz.
Sonra da gel temizle şimdi her yeri. Tuz buz olmuş cam kırıklarını çıkar tek tek gövdenden. Kanayan yaraları sar. Kaşıma, kanatma, oynama. Ama yok. Onu da kurcalarız. Erkeğin de yılan dillisi olur, onun da unutmayanı, kincisi, affetmeyeni olur. Burada önemli olan cinsler değil, yaptıkları cinslikler!Ben de öyleydim eskiden, bir konu açtım mı, bütün bibliyografyayı dökerdim. Alıntılardan, tarih bilgisinden, kayıtlardan göz gözü görmezdi. Sonra bir gün bu lafı duydum ve bıçak gibi kesildi dilim. Turuncu bir balık gibi, dünü unutur oldum. Kayıtları sildim. Neyin kavgasıysa onu yaptım. ‘Zaten sen’le cümleye başlamadım. ‘Sen hep’ demedim. ‘Sen şu vakit şöyle yapmıştın’ cümlesini kurmadım. 
Bugün bize yeter de artardı. Tozlu dosyaları yığan, arşivci tutumu bıraktım. Her şey daha hallolur oldu. Enteresan bir şey daha var. Hatırlatmazsan, hatırlamıyorsun. Çoğu kızdığım, üzüldüğüm şeyi söylemeye bahsetmeye unuttum. Duygusunu unuttum en başta.

Deneyin, göreceksiniz. Naparsanız yapın, kavgada, tartışmada bugünde kalın. 60 yıllık evliliğin sırrını alın saklayın, kullanın. Bazen birinin ağzından düşen bir cümlecik, öyle bir farkındalık yaratır ki, akışkanlıklar bile kendine çekidüzen vermek zorunda kalır. 

Yazının Devamını Oku

Yarın ola hayrola

30 Aralık 2015
Yarın hem daha güzel günlerin, hem de ertelemenin adı.

Yarın ola hayrola vardır.
Yarın hallederiz vardır.
Yarını, daha tanımadan severiz.
Hayallerin gerçek olduğu, düğümlerin çözüldüğü, zamanın iyilik getirdiği bir gündür.
Yılın başı, bir sürü yarın demektir.
365 adet yarın.
İşte bundan, 12’yi vurduğunda, yeni sayfa açılmış olur.

Yazının Devamını Oku

Dilerim 2016’da elini uzattıklarına ulaşasın (Elindekinin de kıymetini bilesin)

27 Aralık 2015
Geçen gün, bir arkadaşıma ‘bak bana kabala ipi hediye ettiler, ben de taktım’ dedim.

Geçen gün, bir arkadaşıma ‘bak bana kabala ipi hediye ettiler, ben de taktım’ dedim.
‘Böyle şeylere hiç inanmam, çok komik çok saçma’ dedi.
‘Ben de öyle çok inandığımdan falan değil ama hediye eden arkadaşımın ablasının dilekleri gerçek olmuş...’ dedim.
Biz kadınlar kendi aramızda böyle konuşmalar yaparız.
Sonra bir baktım, o inanmayan arkadaşım acil gerçekleşmesini istediği dilekleri olduğunu hatırlayıp, kabala ipi sipariş etmiş.
Hem de, ne olur yeni yıla girmeden olsun diye tembihlemiş.
Bunu duyunca hem güldüm hem de şunun farkına vardım...

Yazının Devamını Oku

Sohbetin hazin sonu

20 Aralık 2015
Kimse kimseyle oturup, şöyle derin derin gözlerinin içine bakarak konuşmaz oldu.

Herkes mesajında, sosyal medyasında, mailinde. Herkesin bir gözü cebinde. Buna bu kadar kafayı takan tek ben miyim diyordum, değilmişim.

‘Sohbeti Geri Kazanmak’ (Reclaiming Conversation) kitabında okuduğum kadarıyla, bu iş artık ciddiye binmiş. Teenager’larla araştırmalar yapılmaya başlanmış.
Cep telefonu dünyasına doğan ve yüzünüze bakarken, rahatlıkla mesaj yazabilen yeni neslin arkadaşlıklarına bakmışlar. Ne görmüşler dersiniz: Empati duygusu gelişmiyor.
Neden? Çünkü mesaj yazarak, duygu geçmiyor. Emojiler filan palavra. Birbirlerinin gerçek duygularından bihaber, kalp kırdığında farkında olmayan harfler dünyasında yaşayan bu gençlik, empati becerisini kaybetmiş. Yaptıklarının karşı tarafta yarattığı duyguyu bilemiyor.
Sohbet, yüz yüze bakılınca, karşındakini dikkatle dinleyince yapılan o güzel alışveriş, bize kelimelerden çok daha fazlasını veriyor. Hatta diyorlar ki, yan yanayken laflarımızdan çok beden dilimiz ve mimiklerimizi okuyormuşuz.
Kelimeler çok satıhta kalıyormuş. Mesela ben senden bir şey istiyorum, sen bana evet diyorsun, ama aslında gönülsüzsün, yüzüne gülme emojini yapıştırsan bile gönülsüzsün. Ve ben bunu ancak senin ses tonundan, vücut dilinden ve mimiklerinden anlarım. Hatta sadece onu değil, seninle ilgili birçok şeyi daha anlarım.
Sohbet etiğimiz her saniye, adım adım sana yaklaşırım ve en önemlisi, ayna nöronlarımla, hissettiklerini hissedebilirim. Eminim hepinizin, hayatınızda en az bir kez, karşınızda biri ağladığında gözleriniz dolmuştur. İşte buna ayna nöronlar sebep oluyor. Senin duygu ceketini giyip, bir an sen olup, senin ayakkabılarınla, senin yoluna basabiliyorum. Empati zaten bu değilse nedir?

Yazının Devamını Oku