Nil Karaibrahimgil

Çocuktan al duyguyu

5 Haziran 2016
‘Kafanın içinde beynin var, ayakkabının içinde ayakların, kendini istediğin yöne doğru götürebilirsin. Tek başınasın, ne biliyorsan onu biliyorsun ve nereye gideceğine karar verecek olan da SEN’sin.’ (Dr. Seuss çocuk kitabı)

Abartmıyorum, çocuk kitaplarında bilmemiz gereken her şey var.

Sonradan noluyo da hepsini unutuyoruz hayret verici.

Geçenlerde gittiğim bir anaokulunda, ‘çocuklar arası bir sorun çıktığında, barış yapıcı’lara gidiyolar sorunu çözmek için’ dediler.

Barış yapıcılar kim deyince, onlar da 5 yaşında dediler. 5 yaşındaki bir çocuğa, iki insan arasındaki barışı sağlama sorumluluğunu vermişler!

Artık daha ne olsun! Yukarıdaki kitabı oku, barış sağlayıcı ol, başka şey bilmesen de oluyor zaten. Öz güven ve empatiyle gidemeyeceğin yer mi var?

Yıllar geçip de büyüdüğümüzde, büyüyeceğimize ‘çekiyoruz’ bence.

Çamaşır makinasına atılmış kaşmirler gibi küçülüp, düdük kalıyoruz.

Hayatımızı başkaları yönlendiriyor, ayaklarımız değil. Kararları kendi beynimiz vermiyor.

Yazının Devamını Oku

Aynı anda iki iş yapanlara

29 Mayıs 2016
Hepimiz aynı anda, bir sürü şey yapar olduk. Mesaj yazarken, dizi izleyen. Çocuk bakarken e-mail cevaplayan, arkadaşınla sohbet ederken sosyal medyada kaç like aldığına bakan... Araba kullanırken bile, biriyle mesajlaşan bir tür olduk.

Eskiden’le başlayan cümleler kurmayayım diyorum ama eskiden her şey tek şeydi. Bir şeyle uğraşırken, sadece o şey vardı.
Mesajlaşmayalım demiyorum, ama o zaman bir yandan yürümeyelim. Yürümeye ayıp oluyor bu sefer. Ne kaldırımı kalıyor, ne kuşu ne ağacı...
Ekrana bakıp düşmemeye çalışarak, gideceğimiz yere varmak oluyor yaptığımız.
İddiam şu: Böylece hiçbir şey yapmamış oluyoruz. Konseri çekersek, o sırada o konseri izlememiş, çekmiş oluyoruz. Ve daha da acıklısı, daha sonra ona hiç bakmıyoruz. Sadece yayınlıyoruz.
Bitti. Başkaları için gidilmiş bir konser. Konsere ayıp oluyor bu sefer.
Gerçekten o anda olduğum büyülü zamanlarda, sadece o şeyle baş başa olduğumu gördüm. Çoğu şey kaydedilmemiş.
Kafamdaki sinemada oynatıyorum. Hafızam gelip bozuyor, yeniden montajlıyor. Fark etmez. Yaşıyor içimde.

Yazının Devamını Oku

Kendi kendine konuşma

22 Mayıs 2016
Bazı deyimlere katılmıyorum. Mesela, ‘kendi kendine konuşana deli derler’e.

Bence ruhu sağlıklı insan, kendisiyle konuşandır.
İnsan kendisiyle ister dışarıdan duyulacak şekilde, ister fısıltıyla, ister de içinden sık sık konuşmalıdır.
Yoksa kendini bir terapistin karşısında, kendisiyle konuşuyor bulur.
İyi bir terapistin yaptığı zaten seni seninle baş başa bırakmaktır.
Rüyamda bir nine gördüm, dolabın içinde saklanıyordu dersin.
Kim olabilir sence der?
Sen de başlarsın, arşivlerini karıştırmaya.

Yazının Devamını Oku

Hep inşaat halinde ama hep

15 Mayıs 2016
Bitmeyecek benim şu inşaatım. Kendimi bir türlü istediğim gibi bitiremiyorum.

Bitmiyor katlarım, balkonlarım, temelim.
Merdivenlerim bitmiyor.
Bazen bir kat çıkıyorum gibi oluyor ama gel gör ki, merdiveni yok.
O kata çıkılmıyor. O balkondan bakılmıyor.
Musluklardan şorul şorul sular akmıyor, kaloriferler gürül gürül yanmıyor.
‘Olmuyor olmuyor’ şarkısındaki gibi olmuyor.
Ben de levhayı asıyorum tabii, ‘inşaat halinde’. diye

Yazının Devamını Oku

Annelere hediyem: Bir video

8 Mayıs 2016
Anne olalı, sanki bütün annelere ince ipekten bir iple dikildim. Sanki öyle kocaman bir kolye vardı, ben de bir boncuğu oldum.

Kainattaki en güzel duyguların gerdanına asılı bu kolye sayesinde, bir şeyin içinde eriyip gitme haline vasıl oldum. Normalleştim.
Hani çocukken, bir akranın sırf o sırada senin kapının önünde ya da seninle aynı yazlık sitede diye arkadaş olursun ya, onun gibi bir şey oldu.
Sokaktaki her anneyle oturup, saatlerce konuşabilirim.
Hepsi arkadaşım artık benim.
Can yoldaşım. Kız kardeşim.
Canım uzak arkadaşım Ceren, dünyanın bir ucunda, taa Avustralya’da anne olduğunda demişti ki: “Burada devlet aynı anda hamile olan ve aynı mahallede yaşayan anneleri, daha hamileyken tanıştırıyor.
Evimize bir davetiye geliyor. Hamilelik boyunca birkaç kez buluşuyoruz. E-mail grubumuz oluyor.

Yazının Devamını Oku

Anneler için

1 Mayıs 2016
Anneme yazdığım bu yazıyı, ‘Kelebeğin Hayat Sırları’ kitabımda görünce, bu sene daha iyisini yazamam dedim. Annemizin kıymetini her gün bilelim, arada bir hatırlamayalım. Onlar, biz anne olunca, bu sefer de pamuk gibi anneanne oluyorlar. Sevgileri, şefkatleri, verecekleri bitmek bilmiyor.

Anne bence sen çok güzelsin. 

Yıllar, önce geçmek bilmezler, sonra geçip giderler. Bir kadın için, yıllara meydan okumanın en büyük meydan savaşı olduğunu biliyorum.
Ve sen anne, bu savaşın botokssuz, çivisiz kahramanısın.
Hâlâ o miniminnacık etekleri giydiğin günkü kadar güzelsin. Siyah beyaz resimlerindeki kadar.
Babamın seni görüp, “Hep onu görsem olur artık” dediği günkü kadar. Bunu sana hiç söylemediğimi fark ettim.
Ne kadar güzel olduğunu.
Anne bence sen insana neşe veriyorsun. Niye gidip gelip bir bahane bulup size geliyorum biliyor musun?

Yazının Devamını Oku

Pencerenin öğrettikleri

24 Nisan 2016
Dışarıdaki hayata evimizin tahtından bakmak gibi bir şeydir.

Pencere nedir?

Telefonumuzun ekran ‘pencere’sine benzemez. Telefonumuzdaki gibi istediğimiz an, kuş resmi açmaz. Trenleri yola koymaz. Güneş çıkarmaz. Sadece gözlemler ve düşüncelere dalarız. Hatta bazen dersler çıkarırız. Geçen hafta, bir yazarın, odasının penceresinden bir olaya şahit olup büyük dersler çıkardığını okudum ve çok etkilendim.



Yazar, kırmızı koltuğunda tembel tembel uyuklarken, bir kaza sesiyle uyanıyor. Pencereden bir bakıyor, bir araba karşıdaki otoparktan çıkmaya çalışırken, parmaklıklara çarpmış. Hem parmaklık zarar görmüş hem de araba. Merakla izlemeye koyulmuş.
Arabanın içinden saçları kazılı, bermudalı, gömleğinin önündeki açık düğmelerden göğsünün kılları görünen bir adam çıkmış. Yazar, adamı görür görmez sevmemiş. Sonra ön kapıdan minicik bir çocuk inmiş. Önde oturan bir çocuk! Yazar, adamı iyice sevmemiş.
Bu zavallı çocuğun, evde babası cips yerken ateşle ve kırık cam parçalarıyla oynayarak büyüdüğünü hayal etmiş. Derken adam, yazarın hiç beklemediği bir hareket yaparak, parmaklığı onarmaya yeltenmiş. Elinden geldiğince yerdeki parmaklığı kaldırıp, dikmeye çalışmış.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin mühendis kızlarıyla bir sabah...

17 Nisan 2016
Biliyorsunuz mühendislik deyince akla erkekler gelir. Bir kadın neden mühendis olsun ki canım, daha sosyal daha az matematikli bir dal yok mu diye düşünülür.

İşte bu önyargıyı yıkmak, ve mühendisliğe gönül vermiş kızları desteklemek amacıyla, “Türkiye’nin mühendis kızları projesi” başlatılmış.
Türkiye’nin her yerinden, mühendisliği seçmiş kızlara burs veriliyor, seçtikleri dalda danışabilecekleri mentorları oluyor, staj imkanları sağlanıyor. Beni de bir sabah, bu pırlanta gibi 40 kızla sohbete davet ettiler.
Bir gittim, bir oda dolusu parlak zeka. Umut dolu, hayat dolu kalpler. Hepsi ayrı ayrı hikaye. Zorluklarla baş ederek, ailelerini ikna ederek bu bursa hak kazanmışlar.
Onlarla buluştuğum an, aklımda sadece bir soru vardı:
Ben onların yaşlarında olsaydım, bir saatimi birini dinlemeye ayırsaydım, ne duymam iyi olurdu? Önce ‘gençliğime sevgilerimle’ videosunu izledik. (Merak edenler için YouTube’da var.)
O videoda söylemek isteyeceklerimin büyük bölümü var. Sonra sorular sordular, cevaplar verdim.
Öyle güzel sorular sordular ki, sizinle de paylaşmak istedim.

Yazının Devamını Oku