Teklif etme, reddetme

Okula giderken, okul hakkında hiç düşünmemiştim. Okulu veri kabul etmişim her çocuk gibi. 31.01.2016 15:39

Haberin Devamı

Var işte. Sabah erkenden kalkıp servise biniyorsun, o seni bir binaya bırakıyor ve akşama kadar içinde vakit bir şekilde geçiyor sonra hırkan biraz kaymış, beynin biraz yorulmuş, saçların da bozulmuş şekilde eve dönüyorsun. 

Servisin camından dışarı bakıyorsun, kulağına bir müzik takıyorsun ve bir şeyler düşünüyorsun. Büyük şeylere kalkışmanın hayalini kuruyorsun bazen. Bazen de eve dönüp tost yiyip, dizi izlemenin.
Okul hayatının büyük bir kısmını bir öğütme makinesi gibi mideye indirirken, hiç sormuyorsun bile: Bu vakitlerde başka ne yapılabilirdi? Bunu soran çocuk duymadım. Okul bunu sormaman için seni rutinleriyle meşgul ediyor zaten.
Peki şimdi nerden çıktı bu ‘okul?’ sorusu diyeceksiniz. Oğlum, anaokulu bile olsa, yakında bir okula gidecek ve ben araştırdıkça okul fikrini iyiden iyiye sorgular oldum.
Şimdi kaşları kaldırmadan önce, lütfen, üşenmeyin, konuyla ilgileniyorsanız, Ken Robinson’un, bugüne kadarki en çok izlenen ted konuşması da olan: ‘Okullar yaratıcılığı öldürür mü?’ konuşmasını YouTube’dan dinleyin. Türkçe altyazılısı da var.
Evde minik bir insan büyüyorken, insan olmak, canlı olmak, büyümek gibi konularla ilgilenmeye başlıyorsunuz. Anne olmak, baba olmak, aile olmak, bir şeye evet demek, hayır demek, cevap vermek nasıl bir şey yakından bakıyorsunuz.
İlk yıl sonrası gözünüze ilk çarpan şey, çocuğunuzun bir şey öğrenmek için size ihtiyacı olmadığı oluyor. Bunu bana daha önce söyleselerdi inanmazdım.
Ne yani bir yaşında çocuk, ben öğretmeden bir şey mi öğrenebiliyor? Vallahi bal gibi öğreniyor. Rahat bırakılırsa, sabırsızca ‘ya işte öyle değil böyle yapıyorsun oluyor, bak beni taklit et’ diyen bir çokbilmiş büyük yoksa, deneye deneye şişe de açıyor, yapboz da tamamlıyor, ray da döşüyor.
Asıl okula gitmesi, bir şey öğrenmesi gereken bizleriz ben bunu anladım. Onlar zaten tamam. Hayatımda hiç, bir şey hakkındaki fikrimi bu iki yılda değiştirdiğim kadar değiştirmedim. Gözledikçe, gördükçe, okudukça, sordukça çocuk denilen bu yeni insancıklar hakkında bir şey bilmediğimi görüyorum. Her gün önceliklerimi, boncuk dizer gibi, farklı diziyorum.
Merakı öldürmemek ve cevabı vermemek, kendisinin bulması için cesaretlendirmek, geldiğim son nokta. İrlanda’dan, üç çocuğunu da evde eğitmiş bir arkadaşım ziyarete gelmişti.
Nasıl yaptınız ne zor iş dediğimde, “Çocuklar kendileri okumayı da matematiği de dili de öğreniyorlar, benim için önemli olan yelken yapmayı bırakmamaları... Çünkü orada, denizle yağmurla fırtınayla her sabah baş başa, karakterleriyle mücadele ediyorlar, kendilerini tanıyorlar demişti.
Sana tek söyleyebileceğim ‘don’t offer, don’t refuse’ (teklif etme, reddetme) dedi. Yani üst raftan bir şey alamıyorsa, ve senden yardım istemiyorsa, teklif etme. Ama denedi denedi yapamadı ve sana döndü, alır mısın? dedi, reddetme.
O günden beri, hep bunu yapıyorum. Hiçbir zaman yardım teklif etmedim. Hatta istediğinde bile, parçaları birbirine geçirmiyorum. Sen geçirebilirsin diyorum. Gıcık oluyor.
Başını yukarıya kaldırıp, gözlerini kapatıp, tavana doğru haykırıyor ama sonra deneyip geçiriyor. Ben de onunla gurur duyuyorum ama aferin oğlum demiyorum. Biri bana aferin dese amma sinir olurdum diyorum.
Şimdi ben bu haldeyken, öğretmeyen ama öğrenmesine ortam sağlayan o okulu nereden bulurum? Önerilerinizi bekliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları