Naci Cem Öncel

Bir damla suyla söner mi?

13 Ağustos 2021
Günlerden bir gün bir karınca, sırtında boyuna göre büyük bir su damlasıyla güç bela yürüyormuş yolda. Onu gören bir kuş sormuş: “Ey karınca hayırdır, nereye böyle sırtında bir su damlasıyla?” “Duymadın mı?” demiş karınca. “Zalim kral Nemrut, İbrahim Peygamber için büyük bir ateş hazırlatmış. Eğer inancından dönmezse onu ateşe atacakmış. İşte o ateşi söndürmek için su taşıyorum.” Bunu duyan kuş, alaycı bir kahkaha atmış: “İlahi karınca, senin sırtındaki bir damlacık suyla, hiç söner mi o devasa ateş?” Karınca ciddiyetle cevap vermiş: “Ben de biliyorum herhalde bir damlayla sönmeyeceğini. Ama ben gücümün yettiğini yapayım da... Hiç değilse içim rahat giderim bu yolda.”

BİR BAŞIMIZA

Malum... Kendi ellerimizle kirlettiğimiz dünyamız git gide ısınıyor, kavruluyor. Orman yangınları yerkürenin dört bir yanında muazzam bir tahribata yol açıyor. Yangınlar bir başladı mı, kolay kolay söndürülemiyor. Öte yandan seller kasabaları, binaları, araçları önüne katıp sürüklüyor. Küresel çevre sorunlarını çözmek için tüm devletlerin işbirliği şart. Bizlerse kendimizi, bu büyük resimde küçücük ve etkisiz görebiliriz. Ama unutmayalım ki “Ateşi tek başımıza söndüremesek bile, hiç değilse içimiz rahat gideriz bu yolda”.

NELER YAPABİLİRİM?

Bu vesileyle çevre kirliliğine karşı bireysel olarak alabileceğimiz bazı temel önlemleri bir kez daha hatırlayalım...

 Odadan çıkarken ışıkları söndürmek

 Tasarruflu ampulleri tercih edip, zorunlu olmayan ışıkları kullanmamak

 Diş fırçalarken, el-yüz yıkarken, tıraş olurken musluğu sürekli açık tutmamak

Yazının Devamını Oku

Minnettarız

6 Ağustos 2021
“Çok teşekkür ederiz”, “Sağ olun, var olun”, “Elleriniz dert görmesin”, “Şükranlarımızı sunuyoruz”...

Dilimiz, teşekkür ifadeleri açısından hayli zengin. Ayrıca pek çok hayır duası, günlük konuşmalarımızın parçasıdır: “İşiniz rast gitsin”, “Ayağınıza taş değmesin”, “Allah korusun”, “Allah’a emanet”... “Allah razı olsun”, “Allah iki cihanda aziz etsin”...

*

Bazen de öyle durumlar olur ki karşımızdakilere “nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz”. Bize yardımı dokunanlara “ne kadar teşekkür etsek az” geldiğini düşünürüz. Onlara tek kelimeyle “minnettar” oluruz. Son günlerde yaşadığımız ve halen devam eden yangın felaketleriyle mücadele edenlere minnettar olduğumuz gibi...



*

Yazının Devamını Oku

Bana dostunu söyle...

30 Temmuz 2021
Birleşmiş Milletler’in kabulüne göre bugün, yani 30 Temmuz, Dünya Arkadaşlık Günü. Malum... Türkçede, arkadaşlık-dostlukla ilişkili çok sayıda kelime, atasözü ve deyim var: Dost, yoldaş, ahbap, refik, yâren, gönüldaş, kafadar, hempa... Tabii “kanka” (kan kardeşten türetme), “pampa” gibi yeni kuşak kelimelerle bu liste uzayıp gidiyor. Elbette dildeki bu zengin birikim, tarih boyunca hem Türk hem de İslam kültüründe arkadaşlığa verilen büyük değerin göstergesi.

‘HALİL’ İBRAHİM

Hz. İbrahim, Türkiye’de halk arasında “Halil İbrahim” adıyla da anılır ve ona hürmeten çocuklara bu isim verilir. Aslında “dost” anlamı taşıyan “halil”, İbrahim peygamberin ismi değil, Kuran’da ona verilmiş bir vasıftır: “Allah, İbrahim’i dost (halil) edinmiştir (Nisa, 125)”. Doğru yola ileten hakiki “dostu” seçmenin önemi, Kuran’da sıkça vurgulanır: “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına (evliyaullah) hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. (Yunus, 62)”

DÜNYA, AHİRET DOSTUM

Türkçedeki “veli”, “evliya” kelimeleri de Kuran’da sıkça kullanılan “dost” anlamındaki “veli” kelimesinden gelir: “Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. (Fussilet, 31)” “Dost”, İslam kültüründe Yaradan’ı, onun “dostum” dediği peygamberleri ve “Allah’ın dostlarını” ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber’in son nefesini vermeden önce “En yüce Dost’a...” dediği rivayet edilir. Yunus Emre de, “hakiki dost”u görebilmek için gönüllere bakmak gerektiğini düşünür: “Yunus sen dilersen, dostu görem dersen / Ayandır görenlere, işte gönül içinde.”

ÖLÇÜLÜ SEVMEK

Elbette “inanç” ve “hakikat” dostluğunun yanında arkadaşlığın dünyevi boyutları da vardır. Örneğin Resulullah’a “Dostların en hayırlısı hangisidir?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Sen onu hatırladığında sana yardım eden ve iyilikte bulunandır. Bundan daha hayırlısı ise sen onu unuttuğunda bile seni hatırlayandır.” Kişi her konuda olduğu gibi dostlukta da yumuşaklığı benimsemeli ve aşırılıktan kaçınmalıdır: “Sevdiğini ölçülü sev. Çünkü o, bir gün nefret ettiğin kişi olabilir. Nefret ettiğin kişiye de aşırı nefret besleme. Gün gelir o da dostun olabilir.

Yazının Devamını Oku

Bize her gün bayram

23 Temmuz 2021
Bugün Kurban Bayramı’nın son günü. Ama eğer...

Başkalarının hakkını, kendi hakkımız gibi adaletle gözetiyorsak

Başkalarının derdini, kendi derdimiz gibi önemsiyorsak

Başkalarının mutluluğunda, kendi mutluluğumuzu buluyorsak gönlümüze her gün bayram.

Eğer...

Aynada yüzümüze, saçımıza baktığımız kadar iç güzelliğimize de bakıyorsak

Kıyafete, makama, güce, diplomaya baktığımız kadar gönüllere de bakıyorsak

Maddi zenginlik kadar manevi enginliğe de bakıyorsak yüreğimize her gün bayram.

Yazının Devamını Oku

Gök-kafes

16 Temmuz 2021
Önce Konya Ovası’ndan ciddi kuraklık haberleri geldi. Ardından da Tuz Gölü’nde yüzlerce yavru flamingonun toplu ölüm haberi...

Bu çok üzücü olaya, kuraklığın yanı sıra tarım nedeniyle göle yeterli su gitmemesinin neden olduğu söyleniyor. Bilimsel rapor henüz açıklanmadığı için tam nedeni bilemiyoruz. Ama çevre sorunlarının, doğal kaynakların yanlış tüketimiyle bağlantılı olduğu aşikâr.

Hz. Peygamber’in su kullanımıyla ilgili bir tavsiyesinin, bu çağda bile layıkıyla anlaşıldığını söylemek çok zor... Resulullah, bir gün nehirden getirilen bir kap suyla abdest almış. Kapta kalan temiz suyuysa geri vererek şöyle demiş: “Bunu nehre boşaltın. Ola ki ileride bir canlının kursağına gıda olur.” Bizler, sadece kendi gıdamızın derdine düşüp diğer “canlıların kursağını” görmezden gelirsek, çevremizin iyiye gitmesi mümkün mü? Kendimizi dünyanın tek ve mutlak hâkimi zannetsek de aslında hepimiz doğal hayatın parçasıyız: “İki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır (En’âm, 38)”.

*

İslam medeniyetinde kuşların ve tüm canlıların varlığını gözetmek, sadece dünyevi değil aynı zamanda manevi bir sorumluluktur: “Hiçbir kişi yoktur ki bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere öldürsün de yüce Allah ona bunun hesabını sormasın!” Hz. Peygamber bir sahabeden, elindeki yavru kuşu derhal yuvasına geri bırakmasını; kuşun “annesini üzmemesini” istemişti. Kuşları ve yuvalarını korumaya yönelik bu hassasiyeti, mimaride bile görmek mümkündür. Örneğin Osmanlı’da cami duvarlarına kuş evleri, avlulara ve mezarlıklara kuşlar için su hazneleri inşa edilirdi. Bazı köylerdeyse güvercinlikler bulunurdu.

*

Osmanlı’da kafesteki esir kuşların özgür bırakılması gibi ilginç bir hayır-sadaka geleneği vardı. Günümüzdeyse çevre kirliliği nedeniyle gökyüzü dev bir kafese dönüşüyor. Ellerimizle inşa ettiğimiz bu “gök-kafes”te esir ve nefessiz kalmak istemiyorsak, hepimiz doğaya daha fazla özen göstermeliyiz.

Yazının Devamını Oku

Aldatılmak ve aldanmak

9 Temmuz 2021
ERBABI bilir... Koyun, keçi gibi hayvanların sütleri, gününde sağılmadığında vücutlarında birikir. Birkaç gün sonra sağıldığındaysa haliyle bol süt verir. Ne var ki aslında bu bol değil, sadece birikmiş süttür.

Eski zamanlarda bu durumdan yararlanmak isteyen “uyanıklar”, hayvanlarını pazara götürmeden önceki günlerde sağmazmış. “Bu hayvanın sütü çok boldur, buyurun kendiniz bakın” diyerek sütleri pazardaki alıcıların önünde sağarlarmış. Hayvanın nasıl bol süt verdiğini kendi gözleriyle görenler de hemen tav olur, bu “getirisi yüksek” koyunu-ineği kendi rızalarıyla iyi bir paraya satın alırlarmış. Hz. Peygamber, işte böyle bir “ürün demosunun” bile “alıcıyı aldatma” sayılacağını belirtmiş, en “küçük” hilenin dahi helal ticarete mâni olduğunu söylemiştir. Yanlış yönlendirmeyle kazanılan para, “Elde tutulan bir ateş parçası” gibidir; “Bizi aldatan bizden değildir”.

Kuran’da haksız kazanç elde etmek, insanlığı felakete sürükleyen davranışlardan biri olarak tarif edilir: “İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. (Şuarâ, 183)” Bu esaslar uygulamaya da yansımış, örneğin Osmanlı devrinde dolandırıcılık ve sahtecilik yapanlar, 10-15 yıllık kürek mahkûmiyeti almışlardır. Ayrıca suçun büyüklüğüne göre dolandırıcılar teşhir ediliyor; hilekârlara pranga, sürgün, görevden atılma, meslekten ömür boyu men gibi cezalar verilebiliyordu.

ALTIN YUMURTLAYAN TAVUKLAR

Pek çoğumuz doğal olarak en iyi, en kârlı alışverişi yapmayı isteriz. Sonuçta herkes “sütü bol” koyunlara, sık yumurtlayan tavuklara sahip olmayı hedefler. Ama hızlı kazanç beklentisi ne kadar yüksek olursa kaybetme riski de haliyle artacaktır. Malum... Tavuklar ancak masallarda altın yumurtlar. Ve art niyetli kişiler kendi kazançlarını artırmaya çalışırken, başkalarının payını almaktan çekinmezler: “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekarlara yazıklar olsun! (Mutaffifîn, 1-3)”

*

Aldatılmanın “cahillere, saflara, akılsızlara” özgü olduğunu düşünenler pek çoktur. Oysa gayet mantıklı görünen, usulen düzgün, hatta hukuka uygun olan bazı işler, vicdana ve iş ahlakına uymaz. Dolayısıyla en temkinli, tedbirli kişiler bile beklenmedik şekilde “şeytan gibi” hilekârlar tarafından aldatılıp kayba uğrayabilir. Bu noktadan sonra artık mesele aldatılmamak değil aynı hataya tekrar düşmemektir. Hz. Peygamber’in bu konuda dile getirdiği “Mümin, aynı delikten iki defa sokulmaz” hadisi, gayet iyi bilinir.

KENDİNİ KANDIRIRSIN

Yazının Devamını Oku

Vicdan biterse

2 Temmuz 2021
Eskiden, yani “normal” zamanlarda...

Karneler, okulların son gününde sınıflarda dağıtılırdı. Maalesef çocuklar bu heyecanı, iki senedir gönüllerince yaşayamıyor. Ve ne acıdır ki biz, çocukların tatil sevincini değil, hiç anmak istemediğimiz bir meseleyi konuşuyoruz: Çocuk tacizi!

*

Çocuklar, güç zincirinin korunmaya en muhtaç, en kırılgan, en masum halkası. Onlara yönelik tacizin ve şiddetin her türlüsü de davranışların en vahimi. Hele de yakınlarından gelirse...

HANGİ CEZA YETER?

İster çocuklara, ister yetişkinlere yönelik olsun, taciz ve tecavüz, tarihin pek çok döneminde son derece ağır biçimde cezalandırılmıştır. Örneğin Osmanlı’da tecavüzün cezası, hadım edilmekti (günümüzde de bazı Batılı ülkelerde kimyasal hadım cezası uygulanıyor). Ayrıca cinsel taciz de cezaya tabiydi.

*

Ne var ki en ağır cezalar veya hukuki hassasiyetler bile, bu tür olayları önlemede yetersiz kalmıştır. Nitekim çocuk tacizi olaylarına Osmanlı mahkeme kayıtlarında rastlamak mümkün. Bu da bizi kamu hukukundan bile derin bir gücün kapısına getiriyor:

Yazının Devamını Oku

1954’te Hürriyet’te...

25 Haziran 2021
27 Ocak 1954 tarihli Hürriyet’in ilk sayfasında, fotoğraflı bir haber vardı: “ÇİNİ SERGİSİ: Sanatkâr Rauf Tunçay, Topkapı Sarayı nakışhanesinde Bursa’daki Yeşil Türbe çinileri modellerinden mürekkep (oluşan) bir sergi açmıştır.

Resim, öğrencileriyle beraber sergiyi ziyaret eden [Ord.] Prof. Dr. Süheyl Ünver’in teşhir edilen eserleri tetkik edişini gösteriyor.”

*

Böyle bir sergi haberi, günümüz koşullarında ana sayfaya çıkacak kadar ilgi çekici sayılmaz. Ne de olsa Türkiye’nin dört bir yanında hat, ebru, çini, tezhip gibi geleneksel sanatlarla ilgili pek çok sergi açılıyor. Ancak 1950’lerde durum böyle değildi.

DEĞERLER KAYBOLMADAN

Türkiye bir yandan hızlı bir kültürel değişim yaşıyor, diğer yandan geleneksel yüksek kültür giderek unutuluyordu. Hem Batı’yı, hem kendi kültürünü iyi bilen kimi isimlerse, o dönemde ortak bir çaba içine girdi: Çağdaşlaşma sürecinden ayrılmadan, yüzlerce yıllık İslam-Osmanlı-Türk medeniyetinin kültürel mirasını koruyup yaşatmak.


Yazının Devamını Oku