Paylaş
Karneler, okulların son gününde sınıflarda dağıtılırdı. Maalesef çocuklar bu heyecanı, iki senedir gönüllerince yaşayamıyor. Ve ne acıdır ki biz, çocukların tatil sevincini değil, hiç anmak istemediğimiz bir meseleyi konuşuyoruz: Çocuk tacizi!
*
Çocuklar, güç zincirinin korunmaya en muhtaç, en kırılgan, en masum halkası. Onlara yönelik tacizin ve şiddetin her türlüsü de davranışların en vahimi. Hele de yakınlarından gelirse...
HANGİ CEZA YETER?
İster çocuklara, ister yetişkinlere yönelik olsun, taciz ve tecavüz, tarihin pek çok döneminde son derece ağır biçimde cezalandırılmıştır. Örneğin Osmanlı’da tecavüzün cezası, hadım edilmekti (günümüzde de bazı Batılı ülkelerde kimyasal hadım cezası uygulanıyor). Ayrıca cinsel taciz de cezaya tabiydi.
*
Ne var ki en ağır cezalar veya hukuki hassasiyetler bile, bu tür olayları önlemede yetersiz kalmıştır. Nitekim çocuk tacizi olaylarına Osmanlı mahkeme kayıtlarında rastlamak mümkün. Bu da bizi kamu hukukundan bile derin bir gücün kapısına getiriyor: Vicdan.
Polisiye tedbirler ve hukuk, ne kadar sert olursa olsun fark etmez... İnsanı kötü davranışlardan alıkoyacak en güçlü önlem kişinin iç sesidir, vicdanıdır. Vicdan, iyi ve kötü, doğru ve yanlış arasında seçim yapabilmektir. Ki bu irade, insanı insan yapan özelliklerin başında gelir.
*
Vicdan kelimesinin kökünde “sevgi, üzüntü, sevinç, bulmak, zenginleşmek” gibi anlamlar yatar. Yani vicdan, bir bakıma içimizdeki iyi duyguları bulup onları zenginleştirmektir. “Vicdansız” kişininse olumlu duyguları körelmiştir. O sevgi ve merhamet fakiridir, acımasızdır. Karşısındakinin acısını, üzüntüsünü kendinde hissetmez, yani “empati” yoksunudur. Böyle kişilere “galîzu’l-kalb” (Âl-i İmrân, 159), yani katı kalpli denir.
DEĞERLER OLMADAN
Vicdansızlık çevremizde ne kadar yayılırsa yayılsın, onunla aramıza “sosyal mesafe” koymak durumundayız. Kötülük virüsünden korunmanın yolu, her şeyden önce sevgi, merhamet ve adalet duygusundan geçiyor. Bu değerleri yaşatmadığımız takdirde insanlık, dizilerde gördüğümüz o zombilerden/hortlaklardan farklı olmayacaktır. Dolayısıyla “insanlığın” devamı için çocukları her türlü maddi-manevi tacizden korumak, en temel vazifemiz. İdeal değerleri yaşatmadan, insana verilen değeri korumak mümkün olabilir mi? Vicdanlı insanlar yetiştirmek bir tercih değil, hayati bir ihtiyaçtır.
KARNE HEDİYESİ
Hiç şüphesiz, çocuklar masumdur... Onlar hakareti, ayrıştırmayı, yaftalamayı, dışlamayı... Kısacası kötülüğü, yetişkinlerden öğrenirler. Üstelik çocukken duygusal olarak ezilenler, büyüdüğünde ezen birine dönüşebilir. Yani kötülük, büyükten küçüğe, kuşaktan kuşağa öğretilerek geçen, bulaşıcı bir hastalık.
NOTLARIMIZ İYİ Mİ?
Elbette bu noktada yetişkinler olarak ilk bakmamız gereken, kendi davranışlarımız. Çünkü bizler çocuklar için en önemli rol modelleriyiz. Öyleyse bir durup düşünelim... Ne kadar iyi örnekleriz? Karnelerin sağ tarafında yazan “hal ve davranış” notlarımız nasıl? Sabırda, hoşgörüde, nezakette ve sevgide ne kadar cömerdiz? Çocuklarımıza kızdığımızda verdiğimiz tepkiler ne kadar ölçülü? Merhamette sınıfı geçer miyiz? Kaçımız takdirname almaya hak kazanır?
*
Gelin hepimiz kendimizi dürüstçe puanlayalım. Nasıl çocuklarımızın “pekiyi” karneleri bizi mutlu ediyorsa, bizim iyi davranış karnelerimiz de onları bir ömür boyu mutlu edecektir. Ne de olsa hiçbir anne-baba “çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez”.
HAYDİ YÜZMEYE...
İslam kültürü, ebeveynlere çocuklara iyi örnek olmanın yanında başka sorumluluklar da getirir: Onları bedenen sağlıklı yetiştirmek. Hz. Peygamber’in “Çocuklarınıza ok atmayı, at binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz” hadisi, bu doğrultudaki en açık tavsiyelerdendir. Çöllerle çevrili bir coğrafyada büyümesine rağmen kendisi de çocukken küçük bir gölde yüzmeyi öğrenmişti.
*
Türkler tarih boyunca at binme ve ok atmada başarılarıyla tanınırdı. Ancak yüzme, bu “milli” meziyetler arasında yer almamıştır. Ayrıca koşu ve güreş gibi sporlar hemen her yerde yapılabilirken yüzme için durum farklıydı. Yüzme havuzlarının olmadığı devirlerde deniz, göl veya nehir olmadan çocuklara yüzme öğretmek zordu.
*
Neyse ki günümüzde çok daha iyi imkânlara sahibiz. Sahil beldelerine kolay ulaşabiliyoruz. Ayrıca yıl boyunca herkese hizmet veren yüzme havuzları var. Ülkemizi çevreleyen “mavi vatana” sahip çıkmak için öncelikle çocuklarımızın denizlerde kulaç atması gerekiyor. Ne demiş atalarımız? “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.”
Paylaş