Sonra o çağrı adeta yavaşça sessize alındı.
Ardından AK Parti grubundan haber sızdırılmaya başladı basına, Anayasa değişikliği yaz tatili sonrasına kaldı türünden…
Malum Ahmet Davutoğlu’nun istifaya mecbur bırakılmasının nedenlerinden biri sayılıyordu Anayasa değişikliğini “demlenmeye” bırakma niyeti.
Bu defa öyle söylenmiyordu.
ABD yönetimi için bu tür terör saldırıları uzak topraklarda çıkan ve orada kontrol altında tutulması, orada geriletilmesi, kendi topraklarına sıçramaması gereken belalar.
Amerikan yönetimlerinin 11 Eylül 2001’deki El Kaide saldırısından bu yana en çok özen gösterdiği konulardan birisi bu.
Ama El Kaide’nin açtığı yoldan ilerleyip terörizmin çıtasını daha da yükselten IŞİD, sınır tanımayan yöntemleri ne yazık ki 12 Haziran günü ABD topraklarında en kanlı eylemini gerçekleştirdi.
Orlando da bir eşcinsel kulübünü basan Afgan kökenli Omar Metin 49 kişiyi öldürdü, 53 kişiyi yaraladı, kendisi de polisle çatışmada öldürüldü.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na mermi fırlatılması üzerinden üç gün geçtikten sonra bu tepkiyi verdi.
Tabii yine Kılıçdaroğlu’na suçlamalar var, “Bir gün önceki açıklamalar şehir yakınlarını tahrik etmiş olmalı” türünden.
Ama bazı meslektaşlarımızın Muhammed Ali cenazesinden erken dönüşte soruyu“al golü at” der gibi soruşlarına bakıldığında, Cumhurbaşkanının yanıtının yine de bir insaf ölçüsünde kaldığını anlıyorsunuz.
Çünkü demiş ki Erdoğan, “Televizyondaki açıklamaları ben de dinledim. ‘Biz PKK’lı mahkumları da ziyaret ederiz, DHKP-C’li mahkumları da ziyaret ederiz’den kast edilenin cezaevleriyle ilgili (Meclis) İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin ziyareti olduğu iyi belirtilse, ifade yumuşatılmış olurdu.”
Ama kafamızı da deve kuşu gibi kuma gömdük, etrafı görmez olduk.
Etrafımızda askeri yığınak giderek artıyor.
Sadece Suriye’den bahsetmiyorum, hem Akdeniz’de, hem Karadeniz’de artıyor.
Rusya Dışişleri Bakanlığı dün, yani 10 Haziran’da Karadeniz’e açılan Amerikan füze-atar savaş gemisi USS Porter’a karşı “tedbirler alacağı” uyarısında bulundu; tedbirlerin ne olduğunu söylemedi.
Herhangi bir şeyin mümkün olup olmadığını belirleyecek olan, birincisi, içinde bulunulan koşullar, ikincisi de o konuda irade olup olmamasıdır.
Buna PKK ile diyaloga yeniden başlanması da dâhildir, başkanlık sistemi tartışmalarının yeni bir raya oturması da, yeni anayasa da.
Bunu söylerken Başbakan Binali Yıldırımın 8 Haziran’da PKK ile konuşmayı kategorik olarak, eskilerin deyimiyle “ceffel kalem”, tamamen reddetmiş olduğunu unutmuş değilim.
“Terör örgütü” dedi başbakan, “Biz görüşebiliriz, silahları bırakabiliriz, konuşalım’ gibi doğrudan, dolaylı haberler geliyor. Konuşacak hiçbir şey yok.”
Gittiği zaman, neden gittiği sorgulanıyor.
Bir akşam önce CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında ayırt etmeden, hatta PKK ve DHKP-C’li hasta mahpusları bile söylemişken nasıl dün şehit cenazesine gelebiliyordu?
Öte yandan daha bir saat önce hükümete terörizme karşı ortak mücadele çağrısı yapmışken, 7 Haziran’da bombalı saldırıda katledilen 11 kişinin arasında bulunan 2 polisin cenazesinde nasıl terör destekçiliğiyle suçlanıyordu?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Fatih Camii’ndeki şehit cenazesine gelirken protesto edilmesi TV kanallarca canlı yayınlandı. Binlerce kişiyle hınca hınç dolan avluda, protestocuların sayısı, slogan atarken kaldırılan kollarından belliydi.
Fatih Camii avlusunu dolduran binlerce kişi arasına öbekleşmiş sayıları fazla olmayan bir gruptu; televizyon yayınlarında slogan atarken kalkan kollarından belliydi sayıları.
Televizyon yayınlarında göremediğimizi Kılıçdaroğlu daha sonra basın toplantısında şöyle anlattı: “Namaz sonrası hemen protokolün arkasında bağıran bir kişi eski cumhurbaşkanının, başbakanın, içişleri bakanının önünden geçerken bu kurşunu bana atmıştır. Koruma arkadaşlar parmak izi nedeniyle kâğıda sarıp almışlardır. Birazdan bu kurşun tutanakla polise teslim edeceğiz.”
Kılıçdaroğlu basın toplantısında kendisine fırlatılan mermiyi bir poşet içinde habercilere gösterdi.
Bu vahimdir, çok vahimdir. Türkiye’nin ana muhalefet liderine, birinci derece devlet protokolü uygulanan bir cenazede, bir şehit cenazesinde ölüm tehdidi anlamına gelen bir harekette bulunuyor ve bulunan kişi elini kolunu sallaya sallaya olay yerinden ayrılıyor; CHP'lilerin uyarısıyla gözaltına alınıyor.
Başbakan Binali Yıldırım ve İçişleri Bakanı Efkan Ala oradadır. Koruma polisleri, cenazeyi korumakla görevli polisler oradadır. İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan oradadır.
Olaydan sonra Kılıçdaroğlu ile telefonda konuştum. “Saldırgan oraya neredeyse polisin gözetiminde geldi” dedi; oysa polisin görevi cenazeye gelenleri korumak olmalıydı.
CHP lideri, cenazeden önce yetkililerce 'Katılmasınız iyi olur, olay çıkabilir' şeklinde uyarıldığını da söyledi.
Kılıçdaroğlu, “Bize söylenen kendi önleminizi kendiniz alın” diyor; “Bundan sonra kendi önlemimizi kendimiz alacağız. Görelim bakalım kim nasıl müdahale ediyor. Hiç kimse bizi yıldıramaz.”
“Terör belasını” Türkiye’nin gündeminden çıkaracaktı.
Anlaşılan o ki, birileri terör belasının Türkiye’nin gündeminden çıkmasını istemiyor.
Dün, 7 Haziran İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yakınlarındaki bir bombalı saldırıda 7’si polis, 4’ü oradan geçmekte olan vatandaş olmak üzere 11 kişi katledildi, 36 yaralı var. Herkesin gelip geçtiği yol kenarında park edilmiş bir araca yerleştirilen bomba, bir polis aracı geçerken uzaktan kumandayla patlatılmış, açıklama böyle.
Temmuz 2015’ten bu yana bir yandan IŞİD, diğer yandan PKK (ya da gölge örgütleri) sadece doğu ve güneydoğuda değil, Ankara ve İstanbul’da sıradan insanların toplandığı, gelip geçtiği yerlerde kanlı eylemlere girişiyorlar.