Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop demiş ki "Olmayacak başkanlıktansa, olacak partili cumhurbaşkanını tercih ederiz".
"Olmayacak, gerçekleşmeyecek başkanlık"...
Bunu söyleyen ne CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ne MHP lideri Devlet Bahçeli, ne de HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş. Bu açıdan dikkat çekici, önemli bir ifade.
Irak Soruşturma Raporu, ya da soruşturma heyetinin başkanı Sir John Chilcot’a atfedilerek Chilcot Raporu, 19 Mart 2003’te ABD öncülüğünde başlatılan Irak’ı işgal harekatı ve sonrasında İngiltere’nin rolünü ortaya döktü.
Sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:
1- Eski Irak lideri Saddam Hüseyin, İngiltere’ye (Birleşik Krallık) çıkalarına acil bir tehdit oluşturmamaktaydı,
2- Saddam’ın elinde Kitle İmha Silahları (KİS) bulunduğuna dair istihbarat, olmadığı kadar kesinmiş gibi sunulmuştu,
3- Savaşın barışçıl seçenekleri tamamen tüketilmemişti,
4- İngiltere, ABD ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin otoritesinin altını oydu,
Peki, gizli anlaşma olduğunu yalanladı mı? Yakından bakalım, görelim.
Fransız Le Monde gazetesi 4 Temmuz’da Çavuşoğlu’nun Türkiye ve ABD’nin Suriye’deki Münbiç bölgesini IŞİD’den arındırmak için süren harekatta YPG milislerinin yer alması üzerine gizli bir askeri anlaşma yaptığını, ancak bunun ayrıntılarını açıklayamayacağını yazmıştı.
Bilgiç’in açıklamasına göre Çavuşoğlu, gazete muhabirinin Türkiye'nin Münbiç konusunda ABD ile nasıl bir anlaşmaya vardığı sorusuna, “Bu konunun iki ülkenin askeri makamları arasında bir iş birliği konusu olduğu ve askeri iş birliğinin detayları hakkında bilgi veremeyeceği" yanıtını vermişti. Ama “Münbiç konusunda ABD ile gizli askeri bir anlaşmaya varıldı” şeklinde bir ifade kullanmamıştı.
Dikkatinizi çekmiştir, bu açıklamada Türkiye ile ABD arasında bir gizli anlaşma olduğu yalanlanmıyor. Sadece Çavuşoğlu’nun böyle bir şey söylediği yalanlanıyor. Çavuşoğlu demiş ki, “Bu, iki ülkenin askeri makamları arasında bir işbirliği konusudur, askeri işbirliğinin detayları konusunda bilgi vermek istemiyorum."
Önce soru ile başlayalım: Neyi tamir edersiniz?
Bozulmuş, işlemesi gerektiği gibi işlemeyen bir şeyi, değil mi?
İşte dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayram mesajını okuduğumda ilk aklıma gelen bu oldu.
Erdoğan şöyle diyordu:
Nasıl mı? Anlatalım.
İsrail’le normalleşmenin başlamasında gaz boru hattı projesinin de önemli rol oynadığı biliniyor.
Üstelik daha çok Türkiye değil, İsrail bakımından.
Çünkü Türkiye’ye boru hattıyla nakledilecek gazın miktarı ve süresi, evet, Türkiye’nin orta dönemde, bir 15 yıl kadar ihracat çeşitlendirmesine yarayacak, ama miktar olarak o kadar fazla değil; zaten bir kısmı da Avrupa Birliği (AB) pazarlarına gidecek Türkiye üzerinden.
İstikamet Gazze ama Gazze limanı değil; İsrail’in Aşdod limanı.
Oradan İsrail makamlarının kontrolü altında Erez sınır kapısından Gazze’ye taşınacak; anlaşma böyle. Zaten şimdiye kadar da Kızılay yardımları filan hep bu usulle Gazze’ye gidiyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rus muhatabı Vladimir Putin’e “Kusura bakılmasın” mektubu ardından Rusya ile de işler bir düzene girmeye başladı; dışişleri bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Sergey Lavrov dün Rusya’nın Soçi şehrindeki Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantıları sırasında buluştular.
Nasıl Rusya anlaşmasının altından diplomaside bir Türk işadamının da önemli rol oynamış olduğu ortaya çıktıysa, İsrail’le anlaşmanın da Türk kamuoyunca fazla bilinmeyen sonuçları ortaya çıkmaya başladı.
O zaman, yani 2010 Ankara’sında bu cümle düşmüştü kulise.
Buna göre AK Parti iktidarının çok önemli bir ismi, Türkiye’nin hükümeti ve devletiyle Mavi Marmara’nın da içinde olduğu yardım konvoyunu sahiplenerek İsrail’le çatışmak durumunda kalmasına bu sözlerle karşı çıkmıştı.
Kaynağımdan bu kadar yıl aradan sonra hâlâ onay almadığım için kim olduğunu yazamıyorum, ama sadece o da değildi İsrail’in Filistinlilere gösterdiği acımasızlığı Türk vatandaşı demeden İHH’cılara da göstereceğinden Türkiye’nin ya karşılık vermek, ya da bağırıp çağırsa da sineye çekmek zorunda kalacağından endişe eden. Belki de bu yüzden, daha önce Mavi Marmara’da olacaklarını açıklayan bazı AK Parti milletvekilleri son gün fikir değiştirip gemiye binmemişti.
Sözü edilen o sivil toplum örgütü İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) idi. Vakfın Başkanı Bülent Yıldırım, Türkiye’deki İslamcı çevrelerin etkili isimlerinden birisiydi. Milli Görüş kökeninden geliyordu ve o dönem AK Parti’den çok başında şimdi AK Parti hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan Numan Kurtulmuş’un bulunduğu Saadet Partisi’ne yakın duruyordu. Necmettin Erbakan efsanesini alt eden Kurtulmuş’un siyasetteki yıldızı, AK Parti’den oy devşirme potansiyeliyle birlikte yükseliyordu. Yıldırım için, Kurtulmuş ve Erdoğan arasındaki siyasi rekabet İsrail karşıtlığı zemininde bir kaldıraç işlevi taşıyordu.
Lanet okutan bir terör saldırısı daha…
Başbakan Binali Yıldırım’ın açıkladığına göre örgütün üç militanı taksiyle İstanbul Atatürk havalimanına gelmişler, terminalin önüne yanaşınca da bina içine girmek üzere ateş açmaya başlamış, nihayet kendilerini patlatmışlar.
Başbakan, bu olayda bir güvenlik zafiyeti olmadığını açıkladı. Açıkladı ama üç teröristin üzerlerinde silahlar, vücutlarına sarılı bombalarla havaalanına nasıl girdikleri, kanlı eylemi yaptıkları noktaya kadar nasıl geldikleri hâlâ ayrıntılı açıklama gerektiriyor.
Yıldırım’ın bu beyanının benzerlerini son bir yıldır eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın ve diğer yetkililerin ağzından defalarca duyduk.