Paylaş
Sonra o çağrı adeta yavaşça sessize alındı.
Ardından AK Parti grubundan haber sızdırılmaya başladı basına, Anayasa değişikliği yaz tatili sonrasına kaldı türünden…
Malum Ahmet Davutoğlu’nun istifaya mecbur bırakılmasının nedenlerinden biri sayılıyordu Anayasa değişikliğini “demlenmeye” bırakma niyeti.
Bu defa öyle söylenmiyordu.
MHP’deki kongre çekişmesi bitsin, belki 330’u bulacak destek o cenahtan gelir de denmiyordu doğal olarak; AK Parti yönetimindeki o beklenti, Ankara’da herkesin bildiği bir sır.
Meclis çalışmaları, bekleyen kanunlar derken, Cumhurbaşkanından yeni direktif geldi.
İlk hedef değişmişti: Erdoğan AK Parti grubundan bir an önce Meclis İç Tüzüğünü değiştirmelerini istiyordu artık.
Neden mi?
Erdoğan’a göre devletin yürütme kanadını halka hizmetine fren koymamak, yavaşlatmamak lazım, hükümet programını hızla uygularken Meclis, ya da yargı ayak bağı olmamalı.
Nitekim Başbakan Binali Yıldırım da dün AK Parti grubuna hitabında vekilleri muhalefetin engelleme ve yavaşlatma çabasına karşın enerji yasasını geçirdikleri için tebrik etti.
Muhalefete göreyse, Erdoğan ve AK Parti’nin amacı, yasa ve anayasa değişiklikleri görüşülürken muhalefete düşen söz hakkını, süresini, soru ve gensoru önergelerini engellemek, özetle muhalefetin sesini kısmak. Ve böylelikle Meclis’in denetleme yetkisini, dengeleyici rolünü yürütme lehine kısıtlamak.
Muhalefete kulak verecek olursanız, hükümetin Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yapmak istediği değişiklikler de aynı şekilde yargının denetim rolünü azaltıp, yürütmenin, yani cumhurbaşkanı ve hükümetin mahkemeler üzerindeki etkisini artırmayı amaçlıyor. Bu yüzden Yargıtay ve Danıştay’ı (bir kez daha) değiştirme girişimini “Anayasaya aykırı” buluyorlar.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise bunu reddediyor, “Yasa yapıcı”, yani Meclis karar verir diyor. Meclis’in bu tür kararları bir an önce verebilmesi için de İç Tüzük değişikliğinin önemi ortaya çıkıyor.
Erdoğan’ın AK Parti’ye gösterdiği hedef listesinde Anayasa değişikliğinin yerini neden İç Tüzüğün aldığı belki şimdi daha iyi anlaşılabilir.
Başkanlık sistemini öngören anayasa değişikliği Meclis’e getirildiğinde, şayet getirilirse öyle muhalefetin sorularına, önergelerine, uzun uzun konuşmalarına (mesela 20 dakika konuşma süresinin 5 dakikaya indirilmesi de isteniyordu, daha ön ce hazırlanan bir öneride) takılmadan işlemin tamamlanması amaçlanıyor.
Ama gelirse nasıl bir başkanlık sistemi gelecek?
Dün Yıldırım’ın konuşmasından Erdoğan’ın zihninde henüz berraklaşmış bir model olmadığı sonucunu çıkarmak mümkün?
Yıldırım dün CHP lideri Kılıçdaroğlu’na istiyorsa ABD modelini bile tartışabilecekleri konusunda meydan okudu.
Gerçi Kılıçdaroğlu da Yıldırım’a iki soruyla meydan okudu: ABD modelindeki gibi eyalet sitemi ve her eyaletin kendi yasasıyla yönetilmesi konusunda ne düşünüyordu? PKK sorununun bu kadar yakıcı olduğu bir dönemde kritik sorular bunlar.
Tabii ABD modeli başkanlıkta Erdoğan’ın asıl itirazının başka konuda olduğu biliniyor. Erdoğan, seçilmiş ABD Başkanının yetkilerinin Kongre ve Yüksek Federal Mahkemece kısıtlanabiliyor olmasını yanlış buluyor. Yürütmenin yasama ve yargı tarafından böylesine denge-denetlemeye tabi olmasını istemiyor.
Peki, o zaman Yıldırım’ın çıkışını nasıl değerlendirmeli?
Acaba Erdoğan ve AK Parti yönetimi, MHP’de sular durulana, Meclis iç tüzüğü dikensiz gül bahçesi arzusuyla değiştirilene kadar muhalefet ve kamuoyu oyalansın diye bir taktik mi geliştirdi?
Yoksa Erdoğan da (yaptırdığı anketlere de bakarak) gücün bu kadar tek elde toplanmasının (hatta AK Parti içinde de) o kadar iyi karşılanmadığını gördü, işi biraz demlenmeye mi bıraktı?
İki soru birbirine zıt kutuplarda değil. Yanıt ikisini birden içerebilir, yakında anlarız.
Ama bu kadar güçlü bir tek parti iktidarında dahi gücün bu kadar merkezileştirilmesinin o kadar kolay olmadığı görülebiliryor.
Paylaş