Yabancı turist sayısındaki dramatik azalma, ülke turizminin girdiği darboğazın etkisi her yerde görülüyor.
Ancak Bodrum ve Alaçatı gibi iç turizmin cazibe merkezleri Akdeniz ve Ege’deki kitle turizmine ve yabancı turiste odaklı yerlere oranla daha şanslı.
Bu durum belki de Türkiye’nin turizm politikasını gözden geçirmesi için bir fırsat. Devasa her şey dahil yurtdışına yönelik tesisler yerine, yerli ve yabancı turist ayrımı yapmadan, farklı konseptlerde tatil anlayışına cevap ve yemek kalitesine önem veren mekanlar yaratmakta yarar olabilir...
Tarihi ve kültürel dokusu ve mutfağıyla Alaçatı
Denizin hemen kıyısında yapılmayan yaz tatili bana göre değil derim her zaman ama yer Alaçatı’da olunca fikrim değişiyor.
Eski Rum köyü, tarihi ve mimari dokusunu koruyan dar sokakları, üstü kerpiç, altı taş evleriyle, kültürünü, geleneğini yaşatan anlayışıyla Alaçatı keşke tüm yörelerimize örnek olsa. İnsan sokaklarında dolaşırken kendini o kadar iyi hissediyor ki...
Alaçatı 1850 Otel
Kültürel mirası, verimli toprakları ve doğasıyla Aydın, hazine değerinde bir kent. Eğitim düzeyi Türkiye ortalamasının en üst sıralarında yer alıyor. Ancak hak ettiği oranda marka gücüne sahip değil.
Oysa turizmin başladığı ilk illerimizden biri.
Bundan 35-40 yıl öncesinde tatil dendiğinde ilk akla gelen yer Kuşadası’ydı.
Yerli yabancı dünyaca ünlü konukları ağırlayan Kısmet Otel’de, Kuştur’da tatil yapmak yaz sezonunun olmazsa olmazları arasındaydı.
Yaz sezonu boyunca gazetelerin, dergilerin magazin sayfalarını Kuşadası’nda tatil yapan ünlülerin fotoğrafları süslerdi.
Bodrum, Marmaris, Çeşme gibi yeni popüler yerlerin ortaya çıkmasının yanı sıra Kuşadası’nın yabancılara yönelik kitle ve gemi turizmine ağırlık vermesinin bu gözden düşmede payı oldu.
Ve tabii ki bizden sonraki kuşaklar lüferi tanımayacak...
Deniz kıyısında bir kasabada büyüdüm, evimizden balık hiç eksik olmazdı.
Mevsimine göre hangi balık bolsa onu tüketirdik.
Balık akını olduğu günlerde belediye hoparlöründen anonslar yapılırdı.
Önce sardalye, sonra palamut ve ardından lüfer mevsimi gelirdi. İçlerinden en sevdiğim tabii ki ‘balıkların şahı’ denilen lüferdi. Ekim başını dört gözle beklerdim.
Bol olduğunda sardalye tuzlanır, palamuttan lakerda yapılır ama lüfere tek yakışan taze taze yemekti.
Çünkü lüfer dolapta bir gün bekletilse bile nefasetinden çok şey kaybeder.
Gastronomi dünyasının en önemli etkinliklerinden biri olan The World’s 50 Best Restaurants/Dünyanın En İyi 50 Restoranı’nın Türkiye, Yunanistan ve Balkanlar bölgesi sorumlusu Cemre Narin ile bir araya geldik.
Bu gibi listelerin ülke turizmine, mutfağına katkısını konuştuk.
Dünya genelinde gastronomi alanında uzmanlaşmış 1000 üyenin seçtiği ‘Dünyanın En İyi Restoranları’ listesine iki yıl önce Türkiye’den Mehmet Gürs’ün Mikla’sı girmişti.
Mikla bu yıl 41 basamak atlayarak listenin 56’ncı sırasına yükseldi.
Ancak gelecek yıl listede kalmak, yerini korumak cepte hazır değil.
Bu yıl da 1000 kişiden oluşan jüri üyelerinden bir bölümünün Türkiye’ye gelmesi, ülkeyi, mutfağımızı tanıması, farklı restoranları keşfetmesi gerekiyor.
Bu yıl ‘50 Best Discovery Series/ En iyi 50 keşif’ listesine Yeni Lokanta ve Alancha da girmişti.
Türkiye’ye gelen turist sayısındaki dramatik azalma, otel ve restoran sektörünü doğal olarak birinci elden etkiledi.
Öte yandan kentin yerleşikleri de gece dışarı çıkmayı pek fazla istemiyor.
Ya da evlerine yakın, çoğunlukla yürüyerek gidecekleri yerleri tercih ediyor.
Kent dışındaki yeni yerleşim merkezlerinden Göktürk de bu değişimden pay alan yerlerden.
Başta North Shield Pub olmak üzere Gezi İstanbul, Onur Et, Tezgah, Sushico, Zanzibar, BigChefs, Dardenia Fish&Sushi, Yasemin&Tuncel, Mado, Karafırın, Eaters, Bodrum Mantı gibi yerler eskisine oranla çok daha fazla dolu.
Maya’nın mayası tutmuştu ama...
İstanbul’un en iyi şef restoranlarından biri olan Karaköy Lokanta Maya kapanıyor. Altı yıl kadar önce ilk açıldığı günleri dün gibi hatırlıyorum. Genç şef Didem Şenol’un yaratıcı yemekler sunan bir restoranı İstanbul gastronomi sahnesine kazandırmasına çok sevinmiştim.
“Az masalı, şefi her daim işinin başında, mevsiminde malzeme kullanan, lezzetli, özgün yemekler sunan, fiyat kalite dengesini tutturmuş bir lokanta” hayalime en uygun yerlerin başında gelirdi Maya. Arkadaşlarım bir öneri istediklerinde de mutlaka listenin içindeydi.
Didem Şenol açıldığı ilk günden bugüne felsefesinden, anlayışından hiç ödün vermedi. Her geçen gün kendini geliştirdi. Ekibini yetiştirdi. Mutfağını her zaman pırıl pırıl genç kadın şef adaylarına açtı.
Lokanta Maya’nın ne zaman kapısından içeri girsem içim açılırdı. İlk kez mücverine vurulmuştum. Gerçekten de hâlâ İstanbul’un en iyi mücverini yaptıklarını düşünüyorum.
Sadece mücver değildi tabii Maya’nın özel yemekleri. Pastırması da zaman içinde bir başyapıta dönüştü. Kaburgalı içli köftesi ve sakızlı muhallebisi de öyle. Deniz ürünlerini de gönül rahatlığıyla yediğim ender restoranlar arasındaydı. Karamelize levrek, kırmızı soğanlı ızgara ahtapot, füme çipura patesinin tadı hâlâ damağımdadır.
O karanlık tabloyu, içine düştüğümüz ruh halini atlatamadan, 15 Temmuz gecesi bu kez de Kars’ta ikinci büyük şok geldi.
Tam da, kaç saat önce kesinleşen, Kars Ani Antik Kenti’nin UNESCO Dünya Mirası listesine kabul edilişini kutlarken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grubun darbe teşebbüsü haberini aldık.
1980 darbesinde İzmir’de öğrenciyken TRT’de bildiri okunurken hissettiğim korku ve titremeyi 36 yıl sonra bir kez daha yaşamak doğrusu ağır geldi.
Darbe girişiminin halkın desteğiyle önlenmesi, ülkenin tüm kurumlarının demokrasiye sahip çıkması şimdilik tek tesellimiz.
Kars Kaşarı Coğrafi İşaretler Sempozyumu
15-17 Temmuz tarihleri arasında Kars’ta Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği ve Ekomüze Zavot organizasyonuyla, bir ilk gerçekleştirilerek “Türkiye’de ve Dünyada Yerel-Geleneksel Peynirler: Kars Kaşarı Coğrafi İşareti Sempozyumu” düzenlendi.
Peynir sempozyumunun amaçları Türkiye’de ve dünyada yerel ve geleneksel peynirlerin endüstriyel peynirlerden farkını konuşmak, coğrafi işaret korumasının yöresel lezzeti ve kırsal yaşamı korumadaki, idame ettirmedeki gücünü tartışmak olarak özetlenebilir.
Gidiş nedeni ne olursa olsun, Londra turistlerini rahat ettiren, sergilerden müzikallere, parklardan kanal kıyısında yürüyüşe farklı beklentilere cevap veren bir kent. İnsan Londra’da sadece kent içindeki parklarda dolaşsa, kanallar boyunca, nehir kıyısında yürüse, müzelere, galerilere gitse bile yeter.
İngiliz mutfağı, aynı ligde olduğu diğer kıta Avrupası ülkeleri gibi zengin bir mutfağa sahip olmadı hiçbir zaman. Ancak iş restoranlara gelince durum farklılaşıyor. Londra son 20 yıldır dünyanın en önemli gastronomi merkezlerinden biri kabul ediliyor.
Kanal kıyılarına kaçış
Bu zenginlikte farklı kültürlerin, farklı ülkelerden gelen göçmenlerin bir arada yaşaması kadar, insanlarının dışarıda yemek alışkanlığının olmasının da payı var.