Baş döndürücü koylar arasında güneşin batışını izlemek, konaklayacağımız Dionysos Hotel’in sahibi Ahmet Şenol’la sohbet etmek bile üç saatlik uçak ve araba yolculuğuna değecek güzellikteydi. Ancak asıl sürpriz bizi Dionysos’ta bekliyormuş. Bir yanda denize neredeyse 90 derece dik kanyon, diğer yanda dik yamaçlarda zeytinlikler ve çam ormanı arasında saklanmış evler...
Maya Lokantası ve Gram’ların sahibi şef Didem Şenol yıllardır “Babamın güneyde küçük bir oteli var, eğer sakin birkaç gün geçirmek isterseniz uğramanızı isterim” derdi. Ama böylesi muhteşem bir yerle karşılaşacağımı hayal bile etmemiştim.
Nedir bu muhteşemlik derseniz.
İlki doğaya saygı, ikincisi estetik, üçüncüsü sürdürülebilirlik anlayışını benimsemesi.
Tabii böyle bir yere gidip de hikayesini sormamak olmazdı...
Ahmet Şenol, Amerika’da işletme okuduktan sonra 1976’da İstanbul’a dönüp metal işinde 13 yıl çalışır.
Ardından, “40 yaşına geldiğimde şehirde hayaller kurarak yaşamak istemiyorum” diyerek 1990’ların başında Marmaris’e gider.
Art Basel’i, 22 yılı aşkın süredir takip eden, Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz ile birlikte dolaştık. Aziz Bey’e göre, Art Basel geçen yıla göre çok daha güçlü. “Bir fuarı gezdiğinizde en önemli şey, aklınızda ne ve kimlerin kaldığıdır, bu yıl heyecan verici isimler ve yapıtlar var” diyor.
Bülent Eczacıbaşı, Berrak-Nezih Barut, Demet Sabancı, Nesrin Esirtgen, Tansa Mermerci, Arzu Sabancı gibi isimler fuarda dolaşırken karşılaştığım koleksiyonerler arasındaydı.
46 yılı geride bırakan Art Basel gerçekten de sanat dünyasına yön veriyor, trendleri belirliyor. Bu yıl 286 galerinin katıldığı fuar, Picasso, Miro, Matisse, Jean Dubuffet, Marc Chagall Kandinsky, William Kentridge, Thomas Schütte, Tony Cragg, Anish Kapoor, Damien Hirst, Ai Weiwei, Anna Opperman’ın aralarında olduğu 4 bin sanatçının yapıtlarıyla tam anlamıyla 20. ve 21. yüzyıl sanatının resmi geçidi gibiydi.
Bu yıl fiyatların çok yüksek olduğu konuşuluyordu. Thomas Schütte’nin bir yapıtı 3.5 milyon dolar, Kandinsky’nin 1 milyon 450 bin dolar, Matisse’in ise 11 milyon Euro’ya satışa sunulmuştu.
Art Basel’de bu yıl satışların 4-5 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Zaten ön gösterimin ilk gününde bile kırmızı noktalı yapıtların sayısı hiç az değildi.
Türkiye’de ise fuar, galeri, müzayede, ikinci el gibi tüm sanat piyasası satış miktarı 100 milyon doların altındaymış. Kısacası İstanbul’un dünya sanat piyasasının kalbinin attığı yerlerden biri olması için daha önünde uzun bir yol var...
Biz kaçırdık o dünyanın en iyisi oldu
Global düşün yerel ye...
Bir zamanlar seyahate çıkanlara “Yediğin içtiğin senin olsun, bize gezdiğin, gördüğün yerleri anlat” denirdi. Bugün ise trend ‘Gurme seyahatler’. Yerel tatları, yeni restoranları keşfetmek, tanımak artık insanlara gördükleri yerler kadar heyecan veriyor.
Geçen hafta sonunu, ‘Food and Travel Gastro Weekend by San Pellegrino’ etkinliğinin davetlisi olarak Türkiye’nin eşsiz köşelerinden biri olan Selimiye’de geçirdik.
Yörenin taze peynirleri, pembe domatesleri, dağ kekikleri, balık halinden alınan barbunlar, Fethiye Ak Dağları’nda üretilen keçi peynirleri, Hollanda’dan Ringa balığı turşusu, siyah Selimiye midyesi, Antakya incir reçeli, Istranca ormanlarından toplanan siyah yaz trüfü, Afyon’da üretilen İtalyan peynirleri, Kore’nin bir köyünden siyah soya fasulyesi, Japonya’dan yosun cipsleri, bir mutfaktaydı.
Anadolu’nun ve dünyanın farklı köşelerinden gelen malzemeler ünlü şef Rudolf Van Nunen’in ellerine teslim edilmişti. Dünya gastronomisinde son yıllarda yükselen trend “Think global eat local” anlayışı. Zaten yurtdışından gelen ürünlerin de tümü Food&Travel Dergisi Yayın Yönetmeni Ebru Erke’nin seyahatleri sırasında yerel küçük üreticilerden aldığı malzemelerden oluşuyordu. İki gün şefin heyecanı, mutfaktaki coşkusu görülmeye değerdi. Neredeyse 20 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Rudolf Van Nunen’in gastronomi kültürümüze katkısı çok büyüktür.
TJK, İsviçre, Fransa, Fas, İrlanda gibi çeşitli ülkelerde adına düzenlenen yarışlarda Türkiye’yi temsil ediyor. Koşuyu kazanan Fransız ekibe ödülleri TJK Başkanı Yasin Ekinci ve Fransa Büyükelçisi Hakkı Akil tarafından verildi.
Ülkemizde ilk düzenli yarışlar 1856 yılında İzmir’de başlamış. İlk Jokey Kulübü ise 1950 yılında kurulmuş. Türkiye, dünyada dokuz Avrupa’da dördüncü büyük atçılık ülkesi. 6 bin kadar at sahibi, 1600 özel at çiftliğine sahip at yetiştiricisi ve 8 bin çalışan var. Faal at koşanlar ise sadece 1850 kişi.
Osmanlı padişahlarından Abdülaziz, yarışları İstanbul’da ilk başlatan isim. Sadrazam Sait Halim Paşa da 1913 yılında Osmanlı Jokey Kulübü’nün başkanlığını üstlenmiş. Atatürk de Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde bile at yarışlarının düzenlenmesine öncülük etmiş.
TJK, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı himayesinde 9 ilde yarışlar düzenliyor. İstanbul, Adana, Ankara, Bursa, Diyarbakır, Elazığ, İzmir, Kocaeli ve Şanlıurfa olmak üzere dokuz ilde hipodrom var.
TJK Başkanı Yasin Ekinci, günümüzde uluslararası boyuta taşınan at yarışlarının sadece bir yarış değil artık ülkelerin bir tanıtım aracı olduğunu söylüyor. Paris TJK Kupası koşusunda, bu nedenle kilim dokuma, seramik gibi yerel ve otantik el sanatları örnekleri sunan bir ekip de vardı. The Marmara’nın başaşçısı Tolga Özkaya da Türkiye locasına konuk olan davetliler için zengin bir tatlı büfesi hazırlamıştı.
Akıllı kamçı
Yasin Ekinci, bir yandan da atçılığa hizmet eden endüstrinin gelişmesine destek verdiklerini söylüyor. Ekinci’ye göre, bariyer ve korkuluk konusunda dünyayla rekabet edecek durumdayız. Bir de dünyada ilk akıllı kamçı projesi var.Türkiye’de yarışlarda jokeyin ata 10 kez kamçı ile vurma hakkı varmış. Ancak bazen jokeylerin atı teşvik mi ettiği yoksa hırsla mı dövdüğü belli olmuyormuş!Bir süre önce bir girişimci jokeyin koşu sırasında ata kaç kere ve hangi şiddette vurduğunun sicilini tutan elektronik bir kamçı yapmış. Şimdilik deneme aşamasında olan akıllı kamçının önümüzdeki yıl resmen kullanılması planlanıyor. Sonra da sıra yurt dışı pazarlamasında...
Keskin Holding yatırımı projenin yeme-içme danışmanı olan Emre Ergani ile kısa bir süre önce açılan Yeşil Ev’in restoranında buluştuk. Hem sohbet ettik, hem de Soğukçeşme Sokağı’ndaki restore edilen konakları dolaştık.
19. yüzyıl mimarisi Soğukçeşme Sokağı ve Reji Nazırı Şükrü Bey’e ait olan ünlü havuzlu ahşap konak 1980’lerin başında harap bir haldeyken Turing’in efsanevi başkanı Çelik Gülersoy’un çabalarıyla restore edilmişti.
Hatta Yeşil Ev adıyla otele dönüştürülen konak 1985 yılında Europa Nostra ödülünü almıştı.
Sokak şimdi üçüncü doğuşunu yaşıyor. Soğukçeşme Sokağı’ndaki dokuz ayrı konaktan oluşan Hagia Sophia Mansion’un dekorasyonu etnik ve eklektik tarzıyla dünyaca ünlü İngiliz tasarımcı Martyn Lawrence Bullard’a teslim edilmiş.
Türkiye algısına yeni bir boyut getireceğine inandığım Hagia Sofia Mansion projesinde ülkenin tarihi ve kültürünü yansıtacak yerli markalarla işbirliğine gidilmiş. İşletmeyi de Hilton Otelleri’nin yeni ve lüks konsepti Curio Collection üstlenmiş.
İpek Yolu’nun gücünü kullanmak istiyorum
Fatma Şahin’in adı siyaset sahnesine Gaziantep’in ilk kadın milletvekili olarak çıkmıştı. Sonra da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ilk kadın bakanı oldu.
Şimdi ise 2015 yılında gastronomisiyle UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil olan Gaziantep’in Belediye Başkanı.
Gaziantep’in Yaratıcı Şehirler Ağı’na girme başvurusu bir önceki başkan Asım Güzelbey tarafından başlatıldı ama Şahin göreve geldikten sonra süreci hızlandırdı. Altı ay gibi kısa bir sürede, umut yok denmesine rağmen yılmadı ve hayalin gerçekleşmesini sağladı.
Tabii şimdi sıra işin en zor kısmında, yükümlülükleri yerine getirmekte.
Kadın istihdamının sağlanacağı, engelli ve mahalle mutfaklarının kurulacağı, şeflik, çıraklık, servis elemanı gibi meslek içi eğitimler verileceği yeni bir eylem planı üzerinde çalışılıyor. Kenti ve ürünlerini dünyaya tanıtacak ‘bulgur’, ‘fıstık’ ve ‘şire’ gibi uluslararası festival projeleri hayata geçiriliyor.
MUTİ RESTORAN
Yeni mekanda yeni lezzetler
Muhittin Ülkü, İstanbul’un efsanevi işletmecilerinden biriydi. Dört yıl kadar önce İstanbul’un kaosundan, onu mutsuz eden insan ilişkilerinden kaçarak dinlenmeye geldiği Kapadokya’ya yerleşmeye karar verdi.
Ürgüp’te 250 yıllık tarihi bir handa, keşke böylesi İstanbul’da da olsa dedirten, hem yerli hem yabancı turistlerin beklentilerini karşılayan Muti Restoran’ı açtı. Kısa sürede geleneksel lezzeti bozmadan yorumladığı yemeklerle Kapadokya’nın gidilmezse olmaz yerlerinden birine dönüştü.
Bu yılın başında, çok ortaklı mal sahipleriyle arasında sorunlar çıkınca Ortakent’te The House Hotel Cappadocia’nın teklifini değerlendirerek yeni yerine taşındı.