Paylaş
Dijital çağın nimetleri sayesinde koronavirüsün ne olduğu, nasıl bulaştığı, belirtileri, tedavisi, korunma yöntemleri hakkında hemen her şeyi biliyoruz.
Dünya nüfusunun büyük bir bölümü, bazıları geç kalsa da hızla yayılan ve ölümcül olabilen hastalığı ciddiye aldı. Devletler süreci kontrol altında tutmaya, insanlar kendi sağlıkları için üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyor.
Belli ki yakın bir gelecekte normal yaşamlarımıza dönemeyeceğiz.
Dışarı çıkmamız yürüyüşlerle, en yakın marketten alışverişlerle sınırlı kalacak. Zaten maddi gücü olanlar aylarca, hatta yıllarca yetecek kadar alışveriş yaptı.
Umarım tek derdimiz sıkılmak olarak kalır.
Onun da çaresini sosyal medyada, TV, film kanallarında, kitaplarda ve WhatsApp gruplarında buluyoruz.
Bana öyle geliyor ki sosyal medya atışmalarından, grup paylaşımlarından yakında romanlar, komedi dizileri çıkacak.
Diğer yandan başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere devlet kurumları imkanları oranında süreci başarılı sayılabilecek şekilde yönetiyor.
Doktorlarımıza, sağlık çalışanlarımıza şimdiden çok şey borçluyuz.
Ekonominin düzlüğe çıkması amacıyla sağlanacak destekler de bence önemli.
Ancak sigortasız çalışan, düzensiz geliri olanlar için daha da fazlası gerekecek.
BİRAZ EMPATİ...
İnşaatlardan restoranlara birçok alanda gündelikle, güvencesiz çalışan ve şu
an işsiz kalan milyonlarca insan var. Merkezi ve yerel yönetimlere bu konuda da çok sorumluk düştüğü kesin. Kaynaklarını, gündelik gelirleriyle geçinenleri, hiç geliri olmayanları, sığınmacıları ve benzeri grupları korumak amacıyla kullanmaları gerekiyor.
Ama en çok da bizlere, maddi gücü bu krizi atlatmaya yeteceklere sorumluluk düşüyor. Nasıl derseniz, tam yolunu ben de bilmiyorum.
Fakat öncelikle empati yapmamız şart gibi geliyor. Sonra sivil toplum kuruluşları, belediyeler, valiliklerin koordinasyonuyla yardımlar toplanıp ihtiyacı olanlara dağıtılabilir.
Ya da bazı mahallelerde geçici aşevleri kurulabilir. Her şeyi devletten beklememeliyiz. Bu dünya, bu ülke bizimse hepimiz sorumluluk almalıyız.
Hep eleştirmekle bir yere varılmıyor.
Sosyal medya hesaplarında, basın yayın organlarında günlerdir hastalıktan korunmak için tüketilmesi gereken besinler, beslenme piramitleri, alınması şart olan vitaminler, ilaçlar yazılıyor ve anlatılıyor.
Evet, doğru bunlar da yapılmalı. Sağlığımızı korumak için bilgiye ihtiyacımız var. Ancak unutmayalım ki bunların hiçbirini yapamayacak, evine bırakın vitamin almayı, ekmek almakta bile zorlanacak bir kesim var.
Tek derdimiz sıkılmak, kendi sağlığımızı korumak olarak kalmasın, bizler gibi yaşayamayanları da düşünelim.
Onlar için bir şeyler yapmayı deneyelim. Yapmaya çalışanlara destek olalım...
Ertelediğimiz işleri yapalım
Zorunlu eve kapandığımız bu dönemi artıya çevirmek, “ah bir vakit olsa” deyip de yapamadıklarımızı yapmaya ayırmak galiba en iyisi. Ben listemi yaptım ve ciddiyetle uyguluyorum.
Elimde YKY “Sanat Dünyamız” dergisi, Doğan Kitap’ın 20’nci yılı için hazırladığı “20 Yaşıma Mektup”, Ian McEwan’ın “Beton Bahçe-İlk Aşk, Son Ayin”, Roy Jacobsen’in “Beyaz Deniz”, Elif Kaya’nın “Dost Mikroplar” ve Prof. Dr. Murat Özsan’ın 2019 Atilla İlhan Roman Ödülü’nü kazanan “Umudun Rengi” kitapları var. Diğerleri de sırada.
Açık havada yürüyüş, evi toparlamak, yemek yapmak, film ve belgeseller izlemek de gündelik rutinimde. Yapamadığım işlerin üstümde baskı yarattığını şimdi daha iyi anladım. Her birini yaparken mutlu oluyorum.
En iyi yemek hesapları
Birçok yemek kitabı olan yazar, yemek tasarımcısı ve fotoğrafçısı Aydan Üstkanat, 6 yıldır yemek konusuna eğilen sosyal medya hesaplarını takip ediyor. Yıl sonunda en iyilerini seçiyor.
Aydan, “Her şeyin sahte ve sanal olduğu bir dünyada sımsıcak hesapları sosyal medyada arıyorum. Her birinin takipçilerine karşı üslubu, seçtiği kelimeler ve bir fotoğraf karesinde oluşturdukları dünya bu hesapları benim için farklı kılıyor” diyor.
Aydan Üstkanat bu kez 2019’un ve bir önceki yılın en iyilerini 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde bir araya getirdi.
Alancha Restoran’da en iyi 10 hesabın sahipleri mutfağa girerek mevsim malzemeleriyle yemek yaptılar ve sonra hep birlikte yediler.
İLK 10’a GİRENLER
@bozdamare
@ozgeninoltasi
@melengec_food_blog
@mugmela @lifeof_eb
@chefselcukceylan
@sercancam @pastalin @osgebingol ve
@margauxthecook
Şeflerin yemekle dansı
Fatih Tutak kasım ayında Bomonti’de açtığı restoranı Turk’le İstanbul yeme-içme sahnesinde farklı bir hava estirdi. Turk, İskandinav tarzı yalın dekorasyonu, açık mutfağı, her şeyden önemlisi de yaratıcı olduğu kadar lezzet çıtası yüksek yemekleriyle kısa sürede kentin en fazla ilgi gören restoranları arasına girdi.
Tutak, 12 ve 13 Mart’ta mutfağını Bilboa’daki Nerua Guggenheim’in şefi Josean Martinez Alija ile paylaştı.
Menüde yer alan 12 çeşit, Nerua ve Turk ekibi tarafından hazırlanmıştı.
Şefler her yemek öncesi gelip yaptıkları tabakları anlattılar. İspanya’nın önde gelen şeflerinden olan Josean Alija 14 yaşında mutfağa girmiş, eğitiminin ardından uzun bir süre El Bulli’de Ferran Adria ile çalışmış.
Bugün ise geleneksel İspanyol mutfağının ana malzemelerini kullanarak doğal ve minimalist yemekler hazırlıyor.
Menüde yer alan, “Bir arpacık soğan bu denli lezzetli olabilir” dedirten, kapari ve havyar eşliğinde gelen arpacık soğan; pırasa ve badem sütlü enginar şefin tarzını anlatan imza yemekleriydi.
Fatih Tutak’ın kabuğu içinde gelen pastırma, iç bakla ve patatesli yumurtası, kabuğu yenen midye dolması, Antep fıstık ezmesi ve dondurması da her zamanki gibi damakta unutulmaz bir tat bıraktı.
İşine âşık ve yarışları kendileriyle olan iki şefi bir arada açık mutfakta çalışırken izlemek de yemekler kadar keyifliydi. Alija yemeğin ertesi günü son uçak seferiyle ülkesine döndü.
Ardından iki ülke de kapılarını karşılıklı kapattı. Restoranlar da öyle. Umarız mümkün olabilecek en kısa sürede bu olağanüstü dönemi restoran sektörü iyice dar boğaza girmeden atlatırız...
Paylaş