8 Aralık 2007
Roberto Carlos’la ilk kapsamlı röportajı tabii ki (!) Fenerbahçe dergisi yaptı. Ancak merakla beklenen bu röportaj tam bir hayal kırıklığıydı. Sorular o kadar yüzeysel ki, röportaj yapılan kişi dünya starı Carlos olsa da canınız sıkılıp, yarıda bırakıyorsunuz.
İşte sorulara birkaç örnek: "PSV maçında taraftarımızın çıkardığı uğultu ve ıslıkları fark ettin mi?", "Zico için neler söyleyeceksin?", "Başkanımız Aziz Yıldırım’ı nasıl yorumluyorsun?", "Taraftarımıza ne iletmek istersin?"
Üstelik bu röportaj, futbolun dışına çıkılmaya müsait bir ortamda, Carlos’un evinde yapılmış.
Arada özel hayata girilmeye çalışılmış ama Carlos’un cevaplarının devamını getirecek sorular yöneltilmemiş.
İlginçtir, esprili kişiliğiyle tanıdığımız Carlos’un cevapları da sorular kadar renksiz ve basmakalıp. Belli ki, sayfalar basılmadan önce yöneticilerin kontrolünden geçmiş.
Fenerbahçe elindeki cevherlerin farkında değil. Yıldızlarını ne kendisi değerlendirebiliyor ne de başkasıyla paylaşıyor.
Ben de Anelka, Daum, Hooijdonk, Kezman’la röportaj yapmak için çok uğraştım, kulübe yazılar geçtim ama nafile. Bu durum spor servisi çalışanları için de geçerli. Sadece maç sonrası yorum alıyorlar o kadar.
Anlayacağınız Fenerbahçe cephesinde Kafka’nın Şato’sunu andıran kasvetli, içine girilmeyen, girilse de çıkılmayan bir ortam mevcut. Halbuki, Carlos gibi dünya starları yurtdışında her ay bir dergiye kapak olur, talk show’lara çıkar.
Çünkü onlar birer markadır. Hem kendileri kazanır hem de kulüpleri.
Korkarım Carlos da Anelka gibi Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin surlarının arkasında iki yılını geçirip, ülkemizden ayrılacak. Ve 20 milyonluk Fenerbahçe Cumhuriyeti’ne seslenen Fenerbahçe dergisi, 7 binli tirajlarda dolanmaya devam edecek.
İkoncan’ı tanıtımlara çağırmayın
"40 Yıl 40 Ünlü Kravat" projesi için düzenlenen davette Eda Taşpınar, bu kez giydiği 1000 dolarlık Louboutin ayakkabılarla magazin sayfalarını süsledi. Ben organizatörlerin yerinde olsam ’İkoncan’ı tanıtım gecelerine çağırmam. Çünkü Taşpınar’ın her giydiği olay oluyor ve tanıtımı yapılan marka ya da organizasyonun önüne geçiyor.
n "Hatırladığım kadarıyla cinsellik mutluluk veren bir şeydi."
(Ünsal Oskay, Karşı Cinsle İlişkiler başlıklı konferansta, ilişki konusunda taktik almaya gelen öğrencilere seslenirken...)
n "Derbide Fenerbahçe golü yediğinde, stadyumda sigara yasağına kim uyar?"
(Philip Morris Sabancı Genel Müdürü Turhan Talu, açık mekánlarda sigara içme yasağını eleştirirken...)
n "Bir ara ’Adnan kaç para alıyorsan ben vereyim ama televizyona çıkma’ dedim ama beni dinlemedi."
(Samet Aybaba, kardeşi Adnan Aybaba’nın kariyerini zedelediğinden dert yanarken...)
n "Denizli felaketinden sonra 21.30 gibi ailece üzerimize yorgan çekip 15 saat uyuduk. Oğlum o gece ’Baba uyuyamıyorum. Kaçırdığımız goller gözümün önünden gitmiyor. Hayalet gibiler’ demişti."
(Bedri Baykam, Fenerbahçe’nin iki sezon önce şampiyonluğu kaçırmasının kendisi ve ailesi üzerinde yarattığı yıkımdan bahsederken...)
Ekşisözlük’ten Gülben’e şarkı
Gülben Ergen de Facebook alemine yelken açtı. Açmakla da kalmadı, sayfasında amatör besteciler arasında bir yarışma başlattı. Ergen, beğendiği bestenin yeni albümünde yer alacağını, adının da "Facebook" olacağını söylüyor. Şarkının adı "Facebook" olacaksa içeriği de facebook’a dair olacak galiba. Ben en azından böyle anladım. Ekşisözlükçü’ler de benim gibi düşünmüş olsa gerek Gülben için hemen bir beste patlatmışlar.
Ne güzelsin Facebook
Arkadaşsın, ilkokulsun
Ne güzelsin Facebook
Profilimi gösterensin
Ne güzelsin Facebook
Rakı soframda sanal balıksın
Ne güzelsin Facebook
Sen abazan bırakmazsın
Ne güzelsin Facebook
Amerika’dan çıkmasın
Ne güzelsin Facebook
Ne elit ortamsın
Maxwell nick’li arkadaş Facebook’un gerçek işlevine dair gayet güzel, esprili bir şarkıya imza atmış. Sadece biraz "Lay la lay lalay, sen güneş ben ay, annem de seviniyor... Hah ha ha ha hay, gerçek bir prens dizlerimde uyuyor" tarzı tekerleme olacak nakaratlara ihtiyaç var. Ne dersiniz tutar bu şarkı değil mi?
Köşe yazarları gazeteci değil mi
Gazetecilerin yıpranma hakkının da kaldırılmasını öngören yasa tasarısının değiştirilmesi için sendikalar, dernekler, muhabirler sokağa çıktı ama köşe yazarlarından tık yok.
Bu yasa tasarısının haksız olduğunu dile getiren köşe yazısı sayısı o kadar az ki, insan "Köşe yazarları gazeteci değil mi?" sorusunu sormadan edemiyor.
Gazeteciliğin nasıl zor bir meslek olduğunu, 61 basın çalışanının cinayete kurban gittiğini, kalp krizinden ölenlerin sayısının her geçen gün arttığını, 1980 yılından bu yana 300 gazetecinin saldırıya uğradığını, birçoğunun yüksek stres ve düzensiz yaşam yüzünden sağlık sorunları yaşadığını hatırlatmama gerek yok. Büyüklerimiz gazeteciliğin, ne kadar keyifli bir meslek olsa da çamurlu sahada futbol oynamaya benzediğini daha iyi bilirler.
Bugün mesleki dayanışma göstermeyip de ne zaman göstereceğiz doğrusu çok merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2007
Sabah gazetesi TV eleştirmeni Yüksel Aytuğ, 3-0’lık Inter-Fenerbahçe maçında yorumlarını çok beğendiği Mustafa Denizli için "Keşke kulübede Zico yerine Denizli olsaydı" demiş. Ben de "Kulübede Zico’nun yerine Denizli olsaydı o maç 8-0 biterdi" deyip, İbrahimoviç’i İbrahim yapan, Rıdvan Dilmen’e özenip "Gol olur" dediği top taca çıkan Denizli’nin stand-up tadındaki yorumlarıyla sizleri baş başa bırakıyorum:
n Ertem Şener: Hocam bize bir şeyler oluyor.
- Mustafa Denizli: Bir şeyler değil, saçmalıyorlar. (Uzun bir sessizlik)
- E.Ş: Saçmalıyorlar demeyelim, panik yapıyorlar.
n E.Ş: Inter müdahalelerde çok başarılı bu akşam.
- M.D: Onlar başarılı değil, Kazım başarısız.
- E.Ş: Başka bir ifadeyle yani diyorsunuz...
- M.D: Daha sağlıklı bir ifadeyle diyorum.
n E.Ş: Hocam... Niye ayağını uzatmıyor ki Roberto Carlos?
- M.D: Bu ani bir vuruş. Özel vuruş. Ne yapacak?
n E.Ş: Evet hocam. Ne diyorsunuz, her şey bitmedi değil mi?
- M.D: Ofsayt! (Denizli maça dalmış)
n M.D: Olmaz, o top oradan barajı geçemez. Geçmesi için sert vurması lazım, sert vurursa da mümkün değil kaleyi bulamaz. (İbrahimoviç bu sözlere nazire yaparcasına öyle bir vurdu ki, top barajı geçmekle kalmadı, tam köşeye gitti ve Volkan son anda topu çıkardı.)
n E.Ş: Fener buradan bir gol bulup devreye önde girer mi?
- M.D: Öghhhh (Denizli’nin yorumu derin bir öksürük oldu.)
n E.Ş: Hocam burun vurdu yine değil mi?
- M.D: Yok. (Ağır çekimde İbrahimoviç’in burun vurduğu bariz ortaya çıkar, hoca sessizliğe boğulur.)
n "Her şey yolunda. Tek fark buradaki antrenmanlarda basın var. Sizinle eve gelmek ve uyumak istiyorlar."
(Arsenal’dan Barcelona’ya transfer olan Thierry Henry, alışma sürecinde basınla yaşadığı sorunları anlatırken...)
n "Böyle olmasını istemezdim ancak kaza bu, herkes yapabilir."
(Cipiyle karşı şeride geçip çarptığı otomobilde iki kişinin ölümüne, üç kişinin de yaralanmasına neden olan Nail Çınar kendini savunurken...)
n "Bak Serap Hanım eğer sen ölürsen, kocan hemen başka bir kadınla evlenir."
(Dr. Murat Tuncer, Serap Özcan’ı bu sözlerle kocasının böbreğini almaya ikna etti...)
n "Siz üşüdüyseniz, biz donduk."
(Ankaragücü taraftarları, Vestel Manisaspor maçı sonrası üşüdükleri gerekçesiyle yumruk şovu yapmayan futbolculara tepki gösterirken...)
n "Vergi kaçırmak çok kolay çünkü yakalansak da ceza almıyoruz."
(Gelir İdaresi’nin yaptığı anketten çıkan sonuç. Her 10 mükelleften altısı, Türkiye’de vergi kaçırmanın çok kolay olduğuna ve vergi kaçıranların ceza almadıklarına inanıyor...)
n "Ülkenin megastarı Tarkan bile askere gitti, kıytırık starlar gitmiyor."
(Arto, askere gitmeyen şarkıcıları eleştirirken...)
Real D’nin erotiği nasıl olur
Kanyon’da "Beowulf" filmini izledim.
"Eee ne olmuş" diyebilirsiniz. Eeesi şu, gidin bu filmi Kanyon’da izleyin ve sinema teknolojisinin ulaştığı son nokta olan Real D (Dijital 3 Boyutlu Sinema) teknolojisiyle tanışın. Yenilmez savaşçı Beowulf, kılıcını salladığında, tepelerden kayalar düştüğünde, ejderha alev kustuğunda kaçacak delik arıyorsunuz.
Abartmıyorum. Real D teknolojisinin izleyici üzerinde yarattığı etki aynen bu.
Her üç boyutlu film gibi bunu da özel gözlüklerle izliyorsunuz ama bu teknoloji diğerlerinden çok farklı. Baş ağrısı ve gözlerde yorgunluk yaratmıyor. Oyuncular izleyiciye el ense çekecek kadar yakın.
NASA’da kullanılan 3D teknolojisinin sinemaya uyarlanmış hali olan Real D’nin, 2009 yılında vizyona girecek filmlerin yüzde 50’sinde kullanılması bekleniyor. Bu teknolojinin en büyük özelliği ise korsan DVD satışlarına büyük darbe indirecek olması. Çünkü Real D formatında çekilen filmleri evde izlemek teknolojik açıdan imkansız.
Yakında Real D ile ilgili yapılacak birçok geyiğe kulak misafiri olacaksınız. Ben size en tazesinden bir örnek vereyim. Filmden çıkarken 17-18 yaşlarında bir genç, arkadaşına "Baba bu Real D ile erotik film de çekeceksin, acayip bir şey olur" diyordu.
Tesadüfün böylesi
Mersin’de Mehmet Ak adlı bir vatandaş ava birlikte çıktığı kardeşi Vehbi Ak’ı çalılıklarda dolaşırken domuz sanarak vurup ölümüne neden oldu. Bitmedi! Hayat sandığımızdan daha da trajik. Çünkü Mehmet Ak, 15 yıl önce yine bir av sırasında dayısı Remzi Ertuğrul’u öldürmüştü.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2007
Mustafa Sandal’ın "Melek Yüzlüm" şarkısını kime yazdığı memleket meselesi haline geldi. Önce Tuba Ünsal’a yazdığı söylendi. Sonra Azra Akın ve Emina’nın isimleri geçti. Yeni isimler ortaya atıldıkça Sandal da "Bu sır benimle birlikte ebediyete intikal edecek" dedi. Ama verdiği sözü tutamadı Sandal ve canlı yayına çıktığı bir kadın programında dedesi Hüseyin İleri’nin gözyaşlarının fonunda, "Melek Yüzlüm"ü 32 yaşında hayatını kaybeden anneannesi Ümmühan Fatma’ya yazdığını açıkladı.
Aradan birkaç ay geçti bu kez Sandal’ın eski vokalisti Beyza Durmaz, "Mustafa bu şarkıyı ne Emina’ya ne de anneannesine yazdı. O şarkı Mustafa’nın bana hediyesiydi" dedi.
Tabii bu açıklamanın hemen akabinde Sandal’dan yalanlama geldi.
Beyza doğru da söylüyor olabilir, yalan da.
Kimin doğruyu söylediğinin cevabını bulmak da zor. Ama Beyza anneanne konusunda bence haklı.
Tüm bu tartışmalar devam ederken "Melek Yüzlüm"ün sözlerine bakmak kimsenin aklına gelmedi.
Sandal şarkısında ne diyor?
"Açtım sana kalbimi... Saldım sana kendimi unutuyorum... Alacağım aklını hey melek yüzlüm... Kalacağım aşkına. Yetmese de ömrüm..." diyor.
İnsan hiç rahmetli anneannesine "Alacağım aklını", "Açtım sana kalbimi", "Saldım sana kendimi" der mi!
n "Şşşt Facebook savcısı napıyon lannn"
(Gölbaşı hakimi Gülşen Tombuloğlu, bir savcının Facebook sayfasında yer alan yukarıdaki ifadeyi örnek gösterip, söz konusu sitenin savcı ve hakimlerin itibarını zedelediğini belirtti...)
n "Fener’de sağ ayaklı Ümit’in sol bek oynaması ayıptı da 70 milyonluk Türkiye’de Aurelio’nun Milli Takım’da oynaması ayıp değil mi?"
(Mehmet Aurelio’ya karşı ırkçı açıklamalar yapanlar kervanına Ümit Özat da katıldı...)
n "Ben bir hıyardım. Zeki abi beni aldı, cacık yaptı."
("Kader"de başrol oynayan Ufuk Bayraktar, kendisini kahvede çalışırken keşfeden Zeki Demirkubuz’a saygı duruşunda bulunurken...)
n "Parası pulu olmayan insanları İstanbul’dan uzak tutmalıyız."
(TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, İstanbul’daki nüfus ve plansız şehirleşme sorununa çözüm ararken...)
Doping kullan ama yakalanma
Süreyya Ayhan Kop’un doping kullandığının ortaya çıkmasının ardından yapılan açıklamalarda yine bir Türkiye klasiği yaşandı.
Prof. Dr. Aytekin Temizer, "Süreyya çok bilmiş eşinin cezasını çekiyor. Kuvvetlendirici almış. 10-15 gün saklansa, bu olay başına gelmezdi" dedi.
Yani Süreyya yakalanmasaydı "Aferin doping kullandın ama yakalanmadın" mı diyecektik?
Bu açıklama aynı zamanda "Doping yapın ama yakalanmayın" anlamına da geliyor.
Üstelik bu açıklamayı yapan kişi Türkiye Doping Merkezi eski başkanı.
NTV Spor geliyor
Doğuş Grubu’nun bir ay içinde NTV Spor adında nur topu gibi bir spor kanalı oluyor. Bence alınan karar akıllıca.
Doğuş Grubu’na ait NTV ve e2 kanalları, Arjantin, Almanya ve İspanya futbol liglerinin yayın haklarına sahip. Yine aynı kanallarda İtalya liginden 9 takımın maçları da yayınlıyor. Bitmedi!
NBA, Türkiye Basketbol Ligi, Avrupa Basketbol Şampiyonası, Dünya Basketbol Şampiyonası, MotoGP, Superbike ve Golden League gibi büyük spor organizasyonlarını da NTV ve e2 yayınlıyor.
Bu kadar çok yayın hakkına ve spor piyasasının en iyi yorumcularına sahip olan bir grup, spor kanalı açmasın da kim açsın?
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2007
Her tiyatro ve TV projesine başlarken Sadri Alışık’ın oğlu kartvizitiyle yola çıkan, yine her röportajında mutlaka rahmetli babasından bahseden Kerem Alışık, ikinci şiir kitabı "Öyle Sever Gibi Bakma Bana / Alışık Değilim"in PR çalışmalarında da rahmetli dayısı Attila İlhan’la başlıyor her sözüne. Alışık, kitabın arka kapağını da büyük usta İlhan’a ayırmış ve "Bugün şiir yazıyorsam senden etkilendiğim içindir. Benim tarzım da, üslubum da sensin" diyor.
Ancak kitaba şöyle göz ucuyla bile baktığınızda Alışık’ın sadece Attila İlhan’dan beslenmediğini, başka şairleri de kendine örnek aldığını, hatta örnek almakla kalmayıp mısra mısra kopya çektiğini görüyorsunuz.
İşte size bir örnek;
"Biz Güzel Çocuklardık" şiirinde Alışık, "Biz güzel çocuklardık bahçelerde / Çiçeksiz böceksiz gölgesiz" diyor. Aynı mısraya Ahmet Oktay’ın "Sığınak" şiirinde de rastlıyoruz. Oktay "Biz de güzel çocuklardık bahçelerde / Sularda alabalık" diyor. Alışık yine aynı şiirde "Buz tuttu bıyıklarımız / Üç günümüz var şunun şurasında" diyor. Ne gariptir ki "Sığınak"ta da "Üç beş günümüz var şuracığında / Nice oyuncağımızı kırdılar" dizesi yer alıyor.
Bitmedi.
Alışık diğer şiirlerinde de edebiyat literatürümüze geçmiş mısralardan yardım alıyor.
Alışık’ın "Parola Vatan İşaret Namus" şiirindeki "Demir kapı, kör pencere / Usul usul köpek havlamaları" dizesi, Ahmet Arif’in "Haberin var mı taş duvar/ Demir kapı, kör pencere" dizesini hatırlatıyor. Keza "Hayal Satıcısı"ndaki "Ben bir hayal adamıyım/ İşim budur benim / Geceleri hayal satarım" mısraları da Orhan Veli’nin ünlü "Dalgacı Mahmut" şiirindeki "İşim gücüm budur benim / Gökyüzünü boyarım her sabah..." dizesini akıllara getiriyor.
Eminim bunun gibi daha bir sürü benzerlik var Alışık’ın şiirlerinde.
Konusunda uzman bir edebiyat eleştirmeni kim bilir daha ne benzerlikler bulur.
İşin kötüsü Alışık’ın kopyacılık konusunda daha öncesinden de sabıkası var.
Alışık’ın, Sadri Alışık için kaleme aldığı, Elele dergisinde yayınlanan mektubundaki birçok cümlenin Murathan Mungan’ın "Yalnız Bir Opera"sıyla büyük benzerlikler taşıdığı ortaya çıkmıştı.
Fatih bizi bizden daha iyi biliyor
Fatih Akın, Fransa’da yayınlanan Journal du Dimanche gazetesine verdiği röportajda "Yaşamın Kıyısında" filmiyle ilgili soruları yanıtlarken şöyle diyor: "Türkiye’de milliyetçilik çok güçlü. Kafkaesk bir bürokrasi var. Filmin çekimleri sırasında o inanılmaz anı yaşadık. Figüranlar, siyasi eylemcilerin tutuklandığı sahnede alkış tuttular."
Belki çeviri hatası vardır diye filmin yapımcı ortaklarından Ali Akdeniz’e, "Figüranlar, Akın’ın direktifi olmadan, tamamen doğal bir refleksle eylemcilerin tutuklanışını alkışladı mı?" diye sordum. Akdeniz de aynen şunu söyledi: "Evet, her şey Akın’ın dediği gibi oldu. Hatta Akın, ’Niye böyle yapıyorlar’ diye sordu. Biz de eskiden kalan bir alışkanlık dedik. O da ’Madem öyle, kalsın’ demişti."
Akın gerçekten iyi bir gözlemci. Almanya’da büyümesine rağmen ’alkış’ örneğini vererek Türkiye’nin kodlarını bizden çok daha iyi çözdüğünü bir kez daha göstermiş oldu.
n "Birlik ve beraberlik sağlanmadığı sürece, Trabzonspor’u George Bush bile altı ay yönetemez."
(Eski Trabzonspor yöneticisi Ahmet Ağaoğlu, kulüpteki asıl sorunu dile getirirken...)
n "O dönem biz polisi serbest bıraktık, rahat çalışsın diye."
(Kenan Evren, 12 Eylül döneminde yaşananları anlatırken...)
n "İsrailli bir futbolcuya üç gol attırılır mı?"
(Faik Gürses, Beşiktaş’a üç gol atan Liverpool’lu futbolcu Benayoun’un İsrail’li olduğuna dikkat çekerken...)
n "Şimdi öğretmenler bile öğrencisine sert görünmemek için kaşlarına botoks yaptırıyor. Sinirlense bile sınıfta sinirlenmemiş gibi dolaşıyor."
(Estetik cerrah Prof. Dr. Oğuz Çetinkale, Türkiye’de estetik ameliyatların nasıl trend olduğunu anlatırken...)
n 1985 model Volkswagen Golf. Yıllardır, yalnızca bir tek kişi tarafından, sadece 1. viteste ve geri viteste kullanıldı. Sadece 15 kilometre yol yaptı...
(Bir İrlanda gazetesinde yayımlanan satılık araba ilanı...)
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2007
TV8’de yayınlanan "Güzel Şeyler" programında Yavuz Bingöl, sevgilisi Burcu Kara’nın kendisine doğum günü hediyesi olarak NASA’ya başvurup, bir yıldız aldığını ve o yıldıza "Yavuz Bingöl" isminin verildiğini açıklamış, hatta akşamları internete bağlanıp yıldızlarını izlediklerini söylemişti. Üşenmedim araştırdım, internette sörf yaptım, NASA’nın sitesine girdim. Ama ne "Yavuz Bingöl yıldızına" ne de bu tür bir satışın yapıldığı bir bölüme rastladım.
"Belki de ben bulamadım" dedim ve bu konuda Türkiye’deki bir numaralı bilirkişi kurum olan TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’ni aradım. Sağ olsun Dr. Tuncay Özışık yardımcı oldu. Özışık da böyle bir şeyin olmayacağını ama hata yapmamak için konuyu araştıracağını söyledi.
Ve kısa bir süre sonra Dr. Özışık’tan şu mail geldi:
"Merhaba Mevlüt Bey... Genel olarak gökcisimlerinin isimlendirilmesi konusunu, Dünya Uluslararası Astronomi Birliği (IAU) belirli esaslara bağlamış. Bu esaslar arasında yıldızlara kişi isimleri verme, yıldız satın alma gibi bir olay yok. NASA tarafından da böyle bir uygulama yapılmıyor, hukuki olarak da yapılamaz. Buna karşın bilimsel bir keşif sonucu bulunan gökcismine (yıldız, gezegen vb) IAU tarafından bulan kişinin isminin geçtiği özel bir isimlendirme yapılıyor."
Sayın Bingöl, uzman görüşü NASA’nın böyle bir satış yapmadığını belirtiyor. Lütfen yıldızınızın hangi galaksi sisteminde bulunduğunu açıklayın da gururla onu izleyelim.
Fuhuşa zorlananları müşterileri kurtarıyor
Hatırlarsınız, Müjde Ar, NTV’de yayınlanan programında "Kötü yerden kadın almak sevaptır" demiş ve bu sözün, Türkiye’de kabul görmesine örnek olarak da başından geçen ilginç bir olayı anlatmıştı.
Usta oyuncu, "Ah Güzel İstanbul" filminde canlandırdığı hayat kadınının yaşadığı trajediden etkilenen ve kendisinin gerçekten de bir hayat kadını olduğunu düşünen bir izleyicinin mektubunu okumuştu.
Mektupta, "Canım ablacığım. Halini gördüm. Çok üzüldüm. Fakat bizde kötü yerden kadın almak sevaptır. Gel ben seni bu hayattan kurtarayım, nikáhıma alayım. Kardeşin Recai" yazıyordu.
Evet, Türkiye’de gerçekten de bu düşünceye sahip Recai’ler var.
Uluslararası Göç Örgütü, ’Alo 157’ hattı sayesinde insan tacirleri tarafından Türkiye’de fuhuşa zorlanan yabancı uyruklu 134 kadının kurtarıldığını açıkladı. Hattı arayanların yüzde 74’ü mağdur kadınların müşterisiymiş.
"Alo 157"yi arayan Recai’ler, belki fuhuş batağına düşen kadınları nikáhına almıyorlar ama en azından onların kurtarılmalarını sağlıyorlar.
"Alo 157"ye en çok İstanbul ve Antalya’dan ihbar geliyormuş. Hatta ihbarda bulunan Recai’lerin bazısı tekrar arayıp kadının kurtulup kurtulmadığını soruyormuş.
Genelde çocuk bakıcısı olma vaadiyle kandırılıp Türkiye’ye getirilen binlerce yabancı uyruklu kadın, pasaportlarına el konulduktan sonra fuhuş yapmaya zorlanıyor. Fuhuş yapmayı reddedenler ise işkenceden geçiriliyor. Tahmin edeceğiniz gibi, bu insanların kendi başlarına bu çetelerin ellerinden kurtulmaları neredeyse imkansız.
Haydi Recai’ler bu insanlara yardım etmek için "Alo 157"yi arayın!
Telegol’ün bittiği an
Geçtiğimiz hafta "Telegol" programında aynen şu konuşma geçti.
Gökmen Özdenak: Bu maçlarda üç, bilemedin dört pozisyona girersin. En az ikisini atacaksın kardeşim. Hep söylerim, bizim programda da söylemek istiyorum ama burada reyting için devamlı tartışıp, kavga ettiğimiz için fırsat bulamıyoruz.
Serhat Ulueren: Bir dakka, yanlış kelime! Ne demek reyting için? Ne reytingi ya... Lütfen böyle talihsiz laflar etmeyin.
G.Ö: Pardon, özür diliyorum, ağzımdan kaçtı. Affedersin.
Canlı yayında kalem fırlatmaların, saça jöle sürmelerin mizansen olduğunu biliyordum ama bunları bizzat onların ağzından duymak beni dumura uğrattı.
n "Adamlar bize hiç acımadı." (Beşiktaş’ın menajeri Sinan Engin, 8-0’lık hezimeti yorumlarken...)
n Gazeteci: Başbakan Tayyip Erdoğan ile aynı otelde kalıyorsunuz...
Hidayet Türkoğlu: "Müsaitse bir yemek yeriz"
n "Dün gece araba kullanırken neredeyse bir zenciye çarpacaktım. Ağzını açtığı için çok şanslı, bu sayede onu fark ettim." (Bu espriyi yapan BBC2 Radyosu sunucusu Sarah Kennedy’ye hakkında ırkçılık yaptığı iddiasıyla dava açıldı...)
n "Canım kocacığım yorganın altından yazıyorum"
(Muammer Ö., teyzesinin oğluna bu mesajı geçen eşi Havva’yı boğarak öldürdü."
n "Aptal kadın makbuldür, diyenler bana yaklaşmasın. ’Çok akıllıyım demiyorum, ama gündemi takip ediyorum." (Aysun Kayacı, kafasının çalıştığını izah ederken)
Yazının Devamını Oku 3 Kasım 2007
Neredesiniz Fatih’in torunları, Ulubatlı Hasan’lar, her yıl 29 Mayıs’ta İstanbul’un fethini görkemli törenlerle kutlayanlar ve sanatsever zenginler... Fatih Sultan Mehmet’in ünlü İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından 1480’de yapılan ünlü portresi, İngiltere’deki Sotheby’s müzayede evinde yapılan açık artırmada 468 bin 500 sterline kimliği saklı tutulan bir alıcıya satıldı.
Resim sanatına önem verilmediği bir dönemde çağının çok ilerisinde bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet, Bellini’yi 1479 yılında bizzat İstanbul’a getirtip o meşhur portresini çizdirmiş ancak Fatih’in ölümünden sonra başa geçen ve tutuculuğuyla tanınan II. Bayezid, bu tabloyu ve Bellini’nin İstanbul’da yaptığı diğer tabloları pazarlarda sattırmıştı. Venedikli bir tüccarın satın aldığı Fatih’in tablosu, bir daha bu topraklara dönmemek üzere Avrupa’ya götürülmüştü. Tablo, yakın zamana kadar Londra’daki National Portrait Galery’de sergileniyordu.
Söz konusu kişi Fatih Sultan Mehmet ise, 468 bin 500 sterlini çok yüksek bir rakam olarak görmüyorum.
Diyelim ki, sanatsever zenginlerimiz bu satıştan haberdar değildi ya da tabloyu almak istemediler. Peki ya devlet yetkililerimiz? Onlar da mı bu satıştan bihaberdi?
Haberdar olduklarını bizzat Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan öğrendik. Bugün gazetesinde Adem Özgüç’ün yaptığı özel haberde, tabloyu alan kişinin kimliğiyle ilgili araştırma yaptıklarını belirten Günay, aynen şunları söylemiş: "Söz konusu eser bir A4 kağıt ebadında olan küçük bir eserdir. Bu tablo 1 milyon YTL’ye alıcı buldu. Bizim Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak bu kadar parayla yapacak daha başka işlerimiz var."
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bu yıl bütçeden tam 809.4 milyon YTL ayrıldı. Bu paradan 1 milyon YTL, Fatih’in portresine harcanamaz mıydı?
1 milyon YTL nerelere gitmiyor ki...
Kültür Bakanlığı, bu yıl 13 filme 4 milyon YTL destek verdi. Eminim her yıl görkemli şekilde kutlanan İstanbul’un fethi törenlerine daha çok para harcanıyordur.
Ayrıca Bakan Günay, tablonun kim tarafından alındığını niye araştırıyor ki? Ne de olsa A4 büyüklüğünde küçük bir tablo!
n Hüsnü Şenlendirici: "Ece bir çukurdu. Allah’tan son anda o çukara düşmekten kurtuldum."
Ece Gürsel: "Böyle çukur mukur laflarıyla beni çıldırtmasın. Hüsnü benim çukurumla şöhrete ulaştı."
n "Abdi İpekçi Spor Salonu’nu da kiralasak, sanırım orası da dolacak bu gidişle."
(Ünlü gay kulüp Tekyön’ün işletmecisi Barış Tokmak, gay eğlence mekánlarına duyulan büyük ilgiyi anlatırken...)
n "Galatasaraylı 5-0 bitecek maça mı, yoksa mağlubiyete mi yansın? Yanmasın hatta kendini alkole versin, hatta Feldkamp kendini tokatlasın..."
(Akşam gazetesi futbol yazarı Bahri Havadır, Bordeaux yenilgisini yorumlarken...)
n "Şikayetçi oldun da ne oldu? Kızını yaptım, sıra karında."
(Özlem S’ye tecavüz eden Çetin Karaca, bu sözlerin ardından Baba Arif S’nin kurşunlarıyla öldü...)
n "Hakan’cım bana kız, bana vur; ama beni anla."
(Futbol yorumcusu Ahmet Çakar, Hakan Ünsal’la iletişim halinde...)
n "Bakmayın bu Tolunay uzun boyludur, iridir ama pamuk gibi bir kalbi var. Enteresan, kitap okuyan bir çocuktur."
(Futbol yorumcusu Serdar Bali, Kayserispor teknik direktörü Tolunay Kafkas’ı tarif ederken...)
n "Hakemlerden konuşmak basketbolu zehirler. Ben erkek adamım. Söyleyecek bir şey olursa size değil, gider hakeme söylerim."
(Efes Pilsen’in koçu David Blatt, hakem eleştirilerine alışkın medyanın ezberini bozarken.)
50 Cent hangi Türk
şarkıcıyı dinledi
Rap müziğin asi sesi 50 Cent’i MTV Türkiye’de yayınlanan "Diary of 50 Cent" programında bir Türk şarkısını dinlerken izledim.
Uyuşturucu satıcılığı, hırsızlık, adam vurma gibi birçok vukuata imza attıktan sonra rap müziğin en başarılı birkaç yıldızı arasına giren bu sert çocuk, hangi Türk şarkıcıyı dinliyor, diye kulağımı televizyona dayadım.
Şarkıyı çıkaramadım ama söyleyen kişi Işın Karaca’ydı.
50 Cent, Kıbrıs Rum kesiminde verdiği konserin ardından arabayla havaalanına götürülüyordu ve asi şarkıcı, radyonun sesini açtırıp Karaca’nın şarkısı eşliğinde, abartmıyorum dans etmeye başladı.
Hatta şoföre şarkıyı söyleyenin kim olduğunu bile sordu.
Tabii şoförün de Işın Karaca’dan haberi yoktu.
Karaca’nın yerinde olsam 50 Cent’e hemen albüm yollardım...
Bu arada 50 Cent, aynı programda korsan DVD izlediğini de itiraf etti.
İnsan milyon dolar içinde yüzse de ’korsan’ tatlı geliyor galiba.
Yazının Devamını Oku 27 Ekim 2007
Gamze Özçelik’e tecavüz ettiği iddiasıyla yargılanan Gökhan Demirkol’la artık hangi kadın beraber olmaya cesaret eder ki, diye düşünenler fena halde yanıldı. Yeni eğlencemiz Facebook’tan gündemimize düşen fotoğraflardan anlaşılacağı üzere Demirkol, kendine güzel bir İspanyol sevgili yapmış. Diyeceksiniz ki, "Elin Maria’sı, Gökhan’ı nereden tanısın?" Doğru... Facebook’tan izini sürdüğüm Demirkol da aynı fikirde olsa gerek rotasını yurtdışına çevirmiş.
Ancak Demirkol’un Facebook’taki sayfasındaki çoğu kadından oluşan 561 kişilik arkadaş listesinde Türkiye’den de bir hayli kişi var ve çoğu da Demirkol’a asılıyor.
Demirkol, sayfasına engelleme koymayıp, kamuoyuna açmış. Belli ki, maceralarını bizlerle paylaşmak istemiş. O halde biz de Demirkol’un bu isteğine ortak olalım.
İlk mesaj, Demirkol’a sırılsıklam aşık olan İspanyol Ana Maria’dan: "Harika hissediyorum kendimi. Böyle bir duyguyu yaşamamıştım. En son böyle bir duyguyu ne zaman yaşadığımı da hatırlamıyorum. Cumartesi akşamı, arkadaşlarım bekliyor ama ben telefonu açmıyorum. Çünkü dün gece sadece dört saat uyudum... Hiçbir şeye ihtiyacım yok. Mutluyum ve kendimi tatmin olmuş hissediyorum."
Gelelim diğer mesajlara...
Yıldırım: "Gökhan Abi... Nerdesin abiiii. Supper’ı öksüz Crystal’ı yetim bıraktın."
Didem: "Gökhan bu Malta işi çok uzadı. Kesin bi b.klar çeviriyorsun orda. Dön artık."
Nazlı: "Ne işin var Malta’da Allah’ın cezası nasıl aldılar seni oraya. Mülteci bu, diye şikayette bulunacağım. Hoş orada mülteci olsan ne olur... Şöyle hazır gitmişken yanlışlıkla mafya filan sıksa da topuklarına ben de rahatlasam."
Quanita (Birleşik Arap Emirlikleri): "Nasilsen? How is your plans getting along for your trip to Cape Town?" (Quanita, Cape Town gezisi için planlar ne durumda diye soruyor.)
Fallon (Güney Arfika): "Hello Gokhan! So i hear you joining us in Cape Town... Thats lovely, well look forward to meeting you" (Fallon, Gökhan’ın Cape Town’a geleceğini duymuş, sabırsızlıkla bekliyor.)
Dila: "Fas’daki düğüne de gidecek misin?"
Bu mesajlardan çıkan ana fikir şu: Gökhan Demirkol, Turist Ömer misali dünya turuna çıkmış, her limanda kendine sevgili yapmış ve Türkiye’deki arkadaşları da "Crystal sensiz yetim kaldı" diyerek dört gözle onun dönmesini bekliyor.
Demirkol’un elinde kamerası, sinsi sinsi gülüşüne bakıyorum da "Yeni Nuri Alço’muz vatana millete hayırlı olsun" diyorum.
n "Bu marş ırka yazıldı, siyah birinin bu marşı söylemesi tuhafıma gidiyor."
(Futbol yorumcusu Tuğrul Yenidoğan, Yunanistan’a yenildiğimiz maçta seyircinin alkışla destek verdiği Aurelio’nun İstiklal Marşı söylemesine kıl olduğunu açıklarken...)
n "Abdullah Çatlı’yı eleştirenler şimdi bir daha düşünsün. Bu ülkeye 50 tane daha Abdullah Çatlı lazım."
(Futbol yorumcusu Kemal Belgin, Abdullah Çatlı’ları göreve çağırırken...)
n "Tezahüratı aksak ritimli yapsınlar. Mehter Marşı gibi. Yabancılar o tür tezahüratlara alışkın değil, ritimleri aksıyor."
(Tuğrul Yenidoğan, taraftardan istek konusunda sınırları zorlarken...)
n "Kadınlar, erkeklerden daha çabuk eğitiliyor. Erkekler yontulmuyor, dünyaya üremek için gelmişler."
(Neslihan Yargıcı, erkekleri tahlil ederken...)
Livaneli hangi kitabı bitiremedi
Zülfü Livaneli’nin anılarını kaleme aldığı Sevdalım Hayat kitabı, sadece tartışma yaratacak anılarla değil yazarının samimi itiraflarıyla da ilgi çekiyor. Örneğin Karl Marx’ın her biri tuğla büyüklüğünde üç ciltten oluşan Das Kapital kitabını nasıl bitiremediğini anlattığı bölüm...
"Hep, ’Yirmi yarda keten bezi’ geçiyordu okuduğum bölümde. Bir süre sonra ’Yirmi yarda keten bezi’nden fenalık gelmişti. Eski İngiltere ekonomisinden de bıkmıştım... Kıvıramayacağımı anladım ve haddini bilen bir genç olarak bu kitapları okumayı erteledim" diyor Livaneli.
Sosyalizme ilgi duymuş her gencin üzerine kábus gibi çöken, "Okudun mu?" denince derin bir sessizlik ve eziklik duygusu içinde "Daha bitiremedim" yanıtı verilen ve bir türlü bitirilemeyen Das Kapital’in bitmediğini solcu gençliğin dilinde marş olmuş şarkılara imza atan Livaneli’den duymak ilginç. Bu durumun, birçoklarında rahatlama hissi yaratacağı kesin.
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2007
Bayramda Antalya’da bir otelde verdiği konser öncesi yapılan vergi denetiminden şikayet eden Özcan Deniz, "Her bayram vergi denetmenleriyle kuliste merhabalaştıktan sonra sahneye çıkıyoruz. Sakladığımız bir şey yok." demiş... Kuliste vergi denetiminden geçmeyi hiçbir sanatçı istemez ama ben yine de maliyecileri haklı buluyorum. Neden mi? İşte yanıtı:
Kelebek’in salı günkü "Reklam arası tahsilat" manşetindeki fotoğrafı hatırlayın. Bülent Ersoy, "Popstar Alaturka"nın reklam arasında yardımcısı olan yaşlı kadınının poşet içinde getirdiği 50 YTL’lik desteler halindeki paraları sayıp, yanındaki saz arkadaşlarına paylaştırıyordu. Ersoy, canlı yayın arasında saz arkadaşlarına bayram harçlığı vermeyeceğine göre, bu paranın bayramda sahne aldığı otelden gelme ihtimali yüksekti. Ki, Kelebek’teki haberde de bu ihtimalden bahsediliyordu ve Ersoy’dan da konuyla ilgili herhangi bir açıklama gelmedi.
Ersoy’un EFT servisinden haberi olmayabilir, belki de çıktığı ekstranın vergisini, parayı getiren yaşlı teyzeyle maliyeye göndermiş de olabilir, bilemiyorum ama bu ülkede ödemelerin artık bankalar aracılığıyla yapıldığını iyi biliyorum.
Bize bu vergi numaralarını boşuna mı verdiler?
Kelebek’in tek bir karede özetlediği gibi manzara ortada; Türkiye’de sanatçılar vergi konusunda yeterince denetlenmiyor, özelikle de çıktıkları ekstralarda. Yani Özcan Deniz’in moralini bozmasına hiç gerek yok.
Maliyeciler az bile yapıyor.
Hakan Can: Futbol eğlence oyunudur.
Ahmet Çakar: Ne eğlencesi kardeşim? Eğlence istiyorsan sirke git!
H.C.: Ben, takımım yenildiğinde bile oynanan futbolla eğleniyorum.
A.Ç.: Bak, eğlence oyunu nedir bilir misin? Eşli piştidir, golftür... Geçen gittim Antalya’ya verdiler elime bi sopa...
n "Fikirlerime ihtiyaç olmadığına göre her şey yolunda demektir."
(Eski MHK Başkanı Ahmet Güvener, görevden ayrılışının isabetli bir karar olduğunu belirtirken...)
n "İnsan eti çok lezzetli. Domuz etine benziyor, ama daha sert."
(Bir bilgisayar uzmanını öldürüp yiyen ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Alman vatandaşı Armin Meiwes, verdiği röportajda bir gurme edasıyla kurbanının lezzetinden bahsediyor. Meiwes etleri kızartırken baharat eklediğini de açıkladı.)
n "Ukalalık gibi algılanmasın ama kendimi kıymetli bulduğum için, fazla arkadaşım yok."
(Evet, Cansu Dere, ukalalık etmişsin...)
n "Olmaz olsun böyle komşular!"
(22 yıllık karısı komşusuyla kaçan, bir yıl sonra da iftar yemeği getiren bir başka komşusu kızına tecavüz eden Mersinli M. Ali Ş.’nin feryadı...)
n "Arapları benzin istasyonu sandık."
(Eski ABD’li Orgeneral John Abizaid, Irak Savaşı’nı eleştirirken...)
n "Süper sonuç..."
(Özcan Deniz, Türkiye’nin Moldova karşısında aldığı
1-1’lik beraberliği değerlendirirken...)
RTÜK’e rağmen Kurtlar Vadisi
TV eleştirmeni Yüksel Aytuğ, "Kurtlar Vadisi: Terör" dizisinin çekilen ancak RTÜK ve kamuoyunun baskısıyla gösterilmeyen ikinci bölümünü yayınlama kararı alan Show TV’nin genel müdürü Saner Ayar’a soruyor: "RTÜK’ün yeni bir müdahalesi olabilir mi? Kendileriyle bu yayın için görüştünüz mü?"
Ayar da cevap veriyor: "Hayır, görüşme ihtiyacı hissetmedim. Bugünün konjonktürü göz önüne alındığında bir itirazları olacağını sanmıyorum..."
Konuyla ilgili benim de naçizane birkaç sorum olacak:
Bugünkü konjonktür ne?
Yanıt: Her gün bu vatan için şehit düşen evlatlarımızın yarattığı üzüntü ve tepki ortamı.
Ayar’ın bu tartışılan bölümü önceki gün ekrana getirme nedeni ne?
Yanıt: Yayından elde edilecek reklam gelirinin Mehmetçik Vakfı’na bağışlanması.
RTÜK’ün daha önce yayından kaldırttığı ikinci bölümün ekrana gelmemesi için bir girişimi oldu mu?
Yanıt: Bugünün konjonktürü göz önüne alındığında, nitekim hayır...
Mehmetçik Vakfı’na gidecek her kuruş için kimsenin söz söylemeye hakkı yok. Keşke daha çok para toplansa. Ancak Show TV ve Pana Film’in yardım projesini uygulayış tarzı doğru değil. Farklı projeler ve programlarla da bu yardım yapılabilirdi. Olmadı, "Kurtlar Vadisi: Pusu"nun bir-iki bölümünün reklam geliri bağışlanırdı.
Amaç "Bakın RTÜK izin vermedi ama biz yayınlattık" demek mi?
Son soru: Saner’in RTÜK ile görüşme ihtiyacı hissetmeme güdüsü ileride başka konjonktürler için de geçerli olacak mı?
Yazının Devamını Oku