13 Ekim 2007
Flaş flaş flaş... İngiltere’de eşcinsellere hakaret etmek ya da eşcinsel karşıtı açıklamalar yapmak, tecavüzden daha ağır bir suç haline geliyor. Adalet Bakanı Jack Straw’ın hazırladığı tasarıda eşcinsellere karşı nefreti ve ayrımcılığı körükleyenlerin yedi yıla kadar hapisle yargılanması öngörülüyor. Sıkı durun, aynı ülkede tecavüz suçundan hüküm giyenlere beş yıl hapis cezası veriliyor... Bu haber, birçok Batı ülkesinde yasal evlilik yapabilen, hatta çocuk sahibi olan eşcinsellerin elde ettiği kazanımların belki de en uç noktasını temsil ediyor.
Peki, Türkiye’deki durum ne? Niye Türkiye’deki eşcinsellerin hakları geniş platformlarda tartışılmıyor? Niye partilerimiz eşcinsellerin haklarına dair bir program hazırlamıyor? Berlin’in eşcinsel belediye başkanı Klaus Wowereit, Almanya’da başbakanlığa aday olduğunu açıklarken, İtalya’da eşcinsel miletvekillerinin sayısının 50 olduğu tahmin edilirken, bizde niye tek bir eşcinsel milletvekili yok? Ya da cesaret gösterip milletvekilliğine aday olan bir elin parmağını bile geçmeyen eşcinseller neden seslerini duyuramadı? Yoksa İran gibi Türkiye’de de mi eşcinsel yok! Hazır sivil Anayasa çıkarılıyorken artık eşcinsellerin haklarını konuşmanın zamanı gelmedi mi?
n "Doğuştan gay olanlara sözüm yok ama sapıklık olsun diye yapanlarla arkadaşlık etmem."
(Alişan, gay’leri sınıflandırırken...)
n Ahmet Çakar: Türkiye’de ırkçılık vardır ama pozitif ırkçılık vardır.
Sunucu: Nasıl yani?
A.Ç: Zenci basketçiysen yırtarsın, futbol oynarsın herkes çok sever. Zenci bara girer, dört tane sarışınla çıkar.
n "İlk cinayetim, ilk aşk gibi unutulmaz."
(Bu söz, 49 kişiyi öldüren seri katil Aleksandır Piçuşkin’e ait. Psikiyatristlerin ’normal’ raporu verdiği Piçuşkin’in ilk kurbanı ise ortaokul arkadaşı.)
n "Sertab’a çok kırgınım. Çünkü benim projeme sahip çıktı ama beni hiç anmadı. Yıllardır en sevilen türkülerimizi İngilizce, Rusça, Japonca söylemek istiyordum. Keşke benden esinlendiğini söyleseydi."
(Erol Büyükburç, Sertab Erener’e sitemlerini bildirirken...)
n Adnan Aybaba: Samet Aybaba’nın en büyük şanssızlığı nedir biliyor musunuz?
Sunucu: Nedir?
A.A: Benim onun kardeşi olmam.
Yalan söyleme servisi
GSM operatörlerinin yeni servis hizmetleri gerçekten ilginç. Reklam olmasın diye açıklamayacağım bir GSM operatörü, müşterilerine bulundukları ortamdan kurtulmaları için bahane üreten bir servis açmış. Mesela; çok sıkıcı bir ortamdan kurtulmak istiyorsanız, hemen söz konusu servisi çaldırıyor ya da mesaj atıyorsunuz ve bir dakika içinde geri aranıyorsunuz. Daha sonra acil bir telefon almış gibi davranıp karşı taraftan gelen komutları tekrar ediyorsunuz. Diyeceksiniz ki, "Ya alakasız bir bahane komutu verilirse?" Burada amaç acil bir telefon çağrısı almış olmanız. Mesela karşı taraftan şu sözleri duyuyorsunuz: "Öyle mi?", "Ne! Şimdi mi?" Siz de bu sözleri tekrar edip daha sonra "Tamam geliyorum" ya da servisin size sıraladığı yalanlardan birini tekrarlıyorsunuz. Yakında sevgilinizi ya da eşinizi aldatmak için tüyolar veren servisler de açılırsa hiç şaşırmayın.
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2007
Sadettin Saran’ı nasıl bilirsiniz? Aziz Yıldırım’la başkanlık için kapışan, görev aşkıyla yanıp tutuşan bir Fenerbahçeli mi? Yoksa Hülya Avşar’la olan ilişkisiyle magazin gündeminde sörf yapan ünlü bir işadamı mı? Aslında bu kadar çok gündemimizde olmasına rağmen Saran hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz değil mi?
Başarılı röportajlarıyla tanınan Neslihan Akdaş, CNBC-e Business dergisinin bu ayki sayısı için Saran’la konuşmuş. Röportaj Saran’ın bilinmeyenlerini deşifre etmeye çalışıyor ama Saran’dan kaynaklanan sır perdesi yüzünden hep bir yerde tıkanıp kalıyor. İşte Saran’ın gizemli öyküsü:
Saran’ın babası Türk, annesi Amerikalı. Gerçek adı Steven Sadettin Saran ve aynı zamanda Amerikan pasaportuna sahip. 1990’ların başında makine mühendisi olarak ABD’deki master’ını bitirince Türkiye’ye dönüp Turizm Bakanlığı’nda danışman olarak çalışmış. "Türkiye’nin tanıtımına nasıl katkıda bulunabilriz" diye kafa yormuş. Ama bu fikrinden çabuk vazgeçip yayıncılık alanında kendi işini kurmaya karar vermiş. 23 yaşında ABD’deki bütün medya kuruluşlarının kapısını çaldığında cebinde üç-beş kuruş varmış. Gittiği her görüşmede "Türkiye’de özel televizyonlar kurulacak, gelin beraber çalışalım" demiş ama hep olumsuz yanıt almış. Tam Türkiye’ye dönmek üzereyken dünyanın en büyük spor medyası şirketlerinden biri, Saran’a şans tanımış ve böylece Saran Group’un temelleri 15 yıl önce atılmış. Medyanın ardından sivil savunma ve enerji sektörlerinde yatırımlar birbirini izlemiş.
Saran, yükselişini spor yayınlarındaki başarılı atılımlara borçlu olduğunu söylüyor: "O zaman havuz sistemi yoktu. Bütün futbol pastası 100 milyon dolar bile değildi; oysa bugün piyasa değeri 700 küsur milyon dolar oldu. Bunları da öngörerek, futbolun yanı sıra basketbolun da yayın haklarını aldık. Sanal reklam, saha içi reklam ve Türkiye’de oynanan maçların yurtdışına sinyal satımı gibi konseptleri geliştirdik."
Saran’ın az zamanda çok iş yaptığı kesin ama 23 yaşında cebinde beş kuruş parası olmayan bir gencin adını vermediği dünyanın en büyük spor medyası şirketlerinden biriyle nasıl ortak proje geliştirdiği ve daha sonra hangi sermayeyle bugünkü büyük şirketleri kurduğu belli değil. Aynı şekilde savunma sanayi ve enerji (üç tane santral lisansı var) sektörüne nasıl girdiği de net değil. Saran, röportajın sonunda bir TV kanalı almak istediğini, 45’inden sonra ticareti bırakıp siyasete gireceğini ve Fenerbahçe’nin başkanı olmakta kararlı olduğunu da belirtiyor.
Sizce de geleceğin milletvekili ve Fenerbahçe başkanı adayının büyük yükselişinin sırrını detaylı bir şekilde anlatması gerekmiyor mu? Tabii bir de Hülya Avşar ile olan ilişkisinin başarılı bir PR çalışması mı yoksa gerçek bir aşk mı olduğunu açıklığa kavuşturmalı.
n "O işi bıraktım. Ben dört yıldır bu kadınları Müslüman yapmak için uğraşıyorum."
(Moldovalı 6 kadına fuhuş yaptırmak suçundan tutuklu yargılanan Köksal Doğan, nihai hedefini açıklarken...)
n "Beni bırak sana 20 YTL vereyim."
(Bankadan emekli maaşını çeken yaşlı adamın 220 YTL’sini çalan kapkaççı İsmail Sağ, kendisini yakalayan vatandaşa rüşvet teklif ederken...)
n "Öyle bir memleket istiyoruz ki; mutfakta İran, sokakta Malezya, yatakta Rusya olsun."
(Metin Üstündağ, "Türkiye, Malezya olur mu?" sorusuna alternatif yanıt ararken...)
n "Bir kadına aşık olabilirim, fakat onunla cinsel ilişkiye girmem. Bana bu halimle lezbiyen diyemezsiniz."
(Ne diyelim şimdi senin için Eyşan Özhim? ’Eyleme geçemeyen lezbiyen’ uyar mı?)
n "Yan kabindeki tuvaletin üzerine çıkıp Helin’in olduğu kabine baktım. Her şey ortadaydı. Helin’den garip sesler geliyordu, sesi erkeğin sesini bastırıyordu."
(Helin Avşar’ı tuvalette bir erkekle yakaladığını iddia eden Berna Arıcı, olay anını anlatırken...)
Köpek sahipleri dikkat
n Artık köpekler tarafından ısırılanların kanı yerde kalmayacak. Köpeğine sahip çıkamayanlara hapis cezası geliyor.
n UEFA Başkanı Michel Platini, "Futbol kulüpleri kár edebileceğiniz birer yatırım aracı olamaz. Çünkü o zaman futbolun asıl değerleri tehlikeye giriyor. Futbol bir kár aracı değil, güzel bir oyundur." dedi. Gönül, futbol yazarlarımızın Platini’nin endüstriyel futbola isyan bayrağı çekişini yorumlamalarını isterdi ama nerede! Onlar için varsa yoksa üç büyükler.
n Coca-Cola, Nike gibi dev markaların satış oranları ABD dışında düşüş gösteriyor. Bu düşüşe ABD politikalarına duyulan tepkinin neden olduğu söyleniyor. Irak işgalini bitirse bitirse bu gelişme bitirir.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2007
Ahmet Çakar: Kimmiş ki dünyanın en iyi futbolcularından biri?Hakan Ünsal: Emre Belözoğlu için denildi... A. Çakar: Ya Allah aşkına bırak ya...
H. Ünsal: Abi bunu Pele söyledi, yüzyılın en iyi futbolcularından biri Emre diye...
A. Çakar: Pele kim ya?
n "Ben bedenden zevk almak istiyorum. Başka yerde donanım arıyorum."
(Billur Kalkavan, neden genç sevgili tercih ettiğine açıklık getirirken...)
n "Onlar bizi çözememiş ama inşallah biz onları çözeceğiz."
(Erciyesspor Başkanı Enver Kemaloğlu, UEFA Kupası’nda Atletico Madrid’le oynayacakları maç öncesi son durumu özetlerken.)
n "40 yaşından sonra kapanacağım. Zaten baş örtüsü Sibel Can ve bana yakışıyor. Kapanacak kişinin nur yüzlü olması gerekir. Biz de öyleyiz."
(Hiç nur yüzlü görmesek Demet Akalın’a inanacaktık...)
n "8 yıldır bekár hayatı yaşıyorum. 2 yıldır 3 okul arkadaşımla aynı evdeyim. Erkekler yurdu gibi... Haftada iki gün halı saha maçı yapıyorum. Maç sonrası orgazm oluyorum."
(Avrupa Yakası’nın oyuncusu Sarp Apak, bekár hayatından yakınırken...)
n "Teknik direktörlük kolay iş, ileride ben de yapmayı düşünüyorum."
(Sergen Yalçın, geleceğe dair planlarını açıklarken...)
n "Herkes çok para kazandığımı sanıyor. 32 yıldır çalışıyorum, krediyle ev aldım. Rutkay Aziz ’Paranın P’sinden söz etmeyecek, şövalye olacaksınız" derdi; öyle gördük biz."
(Altan Erkekli, sanat yaşamına şövalye olarak devam edenleri temsilen konuşurken...)
İz bırakmadan nasıl kadın dövülür
Bir TV programı düşünün ki, bir din adamı kamera karşısına geçip kadınları dövmenin inceliklerini anlatıyor. Korkmayın bu program Türkiye’de değil, Bahreyn’de yayınlandı ve Abdullah Al Mahmud adlı din adamı aynen şu öğütleri verdi: "Koca, yola getirmek amacıyla karısını dövmek isterse bunu asla çocuklarının önünde yapmamalı. Bu ikisinin arasında kalmalı. Kadının vücudunda kanama ya da çürüğe neden olmamalı. Yüzünü ve diğer hassas organlarını sakınmalı. Herhangi bir kemik kırılmamalı, yüz bölgesine vurulmamalı. Herhangi bir dayak izi ve çürük kalmamalıdır." Gördüğünüz gibi verilen tüyolar vücutta iz bırakmama üzerine. Bu şok video görüntü için tıklayın: http://www2.gazetevatan.com/video/video.asp?vid=1794
Berlin Duvarı bir kere daha yıkıldı
Rusya’nın İspanya’yı 60-59 yenip Avrupa Basketbol Şampiyonu olduğu final maçı, uzun süre hafızalardan silinmeyecek kalitedeydi. Böylesine nefes kesen bir maçı en son yine İspanya’da düzenlenen 1986 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda izlemiştim. SSCB, yarı finalde bitime bir dakika kala 12 sayı önde olan Yugoslavya’yı Sabonis’in üçlükleriyle yakalayıp uzatmada yenmişti.
Rusya’nın son şampiyonluğundaki en büyük pay ne gariptir ki, Amerikalı antrenörü David Blatt ve siyahi oyuncu J.R. Holden’a aitti. Sabonis, Marciulionis gibi birçok efsane yetiştiren, basketbolda ekol ülke Rusya’nın J.R. Holden’ın basketiyle şampiyon oldu.
Maçın bir diğer sürprizi ise Rus seyircilerin NBA tezahüratı olan "Defense, defense" diye bağırmalarıydı. Geçtiğimiz pazar Holden’ın son basketi ve "defense, defense" tezahüratlarıyla Berlin Duvarı bir kez daha yıkıldı.
Kayra için asıl tehdit annesi
Amerika’daki bir sperm bankasından alınan spermle hamile kalan Leyla Bilginel, iki aylık oğlu Kayra’nın izinsiz olarak görüntülerinin yayınlanmaması ve oğlu için "banka bebeği, sperm bankasından alınan çocuk, Amerikalı bebek" denmemesi için mahkeme kararı aldırdı. Artık kimse Kayra için ’banka bebeği’ diyemeyecek. Kayra’nın ruhsal gelişimi adına alınmış doğru bir karar, buna kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum. Ancak bu mahkeme kararıyla da sorunun çözüleceğine inanmıyorum. Kayra’nın ruhsal gelişiminin önündeki asıl sorun bizzat annesidir. Bilginel, madem oğlunu bu kadar çok düşünüyordu, niye sayısız röportaj vererek kendini deşifre etti ve çocuğunun fotoğrafları için 1 milyon dolar istedi? Bilginel’i artık herkes tanıyor. İleride Bilginel, Kayra’yı nasıl elinden tutup okula götürecek? Sayın Bilginel merak etmeyin, medya Kayra’yı unutmakta kararlı, yeter ki, siz gündeme gelmek istemeyin.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2007
"İyiler genellikle intihar ederler / Sadece kaçmak için / Ve o geride kalanlar asla tam olarak anlayamazlar / Neden biri onlardan kaçmak istesin ki..."
Charles Bukowski, bu sözlerle özetliyordu ’en iyi’lerin intihar gerekçesini. Tabii vazgeçmişlik felsefesiyle beslenmiyor her intihar eden. Aşk için de intihar eden var, ekonomik sorunlar yüzünden de... Biz asıl konuya dönelim: İntiharı seçenlerin sayısı her geçen gün artıyormuş. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), son 50 yılda dünyada intihar oranının yüzde 60 arttığını, her gün yaklaşık 3 bin kişinin intihar ettiğini ve bunun da ortalama her 30 saniyede bir kişinin intihar ettiği anlamına geldiğini açıkladı. Bir ek bilgi daha: İntihar vakaları en çok gelişmekte olan ülkelerde yaşanıyormuş.
Wembley’e ilk ayak basan Türk futbolcu kim
İngiltere’deki 5-0’lık maçta milli takım antrenman için Wembley Stadı’na geldiğinde otobüsten inip yeşil çimlere doğru depar atan Abdülkerim Durmaz’ı Wembley’e ilk ayak basan Türk olarak bilirdik... Bu unvana bir ortak çıktı. Fenerbahçe’den Galatasaray’a kaçırılmasıyla tanınan Hasan Vezir, Boxer dergisine verdiği röportajda şu tarihi açıklamayı yaptı:
H. Vezir: Wembley’e ayak basan ilk Türk futbolcusu Abdülkerim değildi. Ben de vardım orada.
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2007
Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (KAOS GL), Türkiye’nin ’gay ikonu’nu seçiyor...
Anketin gay ikonu olarak sunduğu seçeneklerde Murathan Mungan, Küçük İskender, Zeki Müren, Bülent Ersoy, Sezen Aksu, Banu Alkan gibi farklı isimler var.
Peki, anketteki son durum ne derseniz, Hande Yener birinci sırada onun hemen ardından Murathan Mungan ve Ajda Pekkan geliyor. Ankete katılanlar seçtikleri ’gay ikon’ hakkında gerekçelerini de sunmuşlar. İşte birkaç örnek: Ajda Pekkann Neredeyse cinsiyetsiz ama fazla gösterişli. Bencilliğin, kendine dönüklüğün ama aynı zamanda pırıltılı teşhirin en şahane örneği. Müzikten anlamadığı halde onun kadar iyi şarkı söyleyen başka kimse yok.
n Vardır ama gerçekte yoktur. Kendine duygusaldır. Sen hancı biz hancı, öyle gidiyor bu düzen.
Hande Yener
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2007
Levent Kırca’nın "Kayıkçının Küreği" filmini delil olarak gösterip Ali Poyrazoğlu’nun pornocu olmakla suçlamasıyla başlayan polemik gündemden düşmek bilmiyor. Poyrazoğlu, "Ben pornografik filmlerde oynamadım. İçinde cüretkár sevişme sahneleri olan komedi filmleriydi onlar" diyor. Kırca ise iddiasında hálá ısrarlı. Ben bu filmi izlemedim ama izleyen abilerim var, onlara sordum. Çoğu "Bu film TV’de oynasa ya zap yaparım ya da ti’ye almak için izlerim..." diyor.
Peki Kırca, Poyrazoğlu’nun pornocu olduğu iddiasında niye bu kadar ısrarlı. Acaba başka bir film mi izledi? Belki de "Kayıkçının Küreği" filminin ’parça’ konulmuş versiyonunu izlemiş olabilir ki, çok doğal o yıllarda çekilen birçok filmin ’parçalı’ versiyonu mevcut.
Yeşilçam’ın en büyük icadı ’parça koyma’ metodunu bilmeyenler olabilir, hemen özetleyeyim: 70’li yıllarda çıplaklığın öne çıktığı komedi filmlerinin arasına yabancı pornolardan sahnelerin konulmasına ’parça koyma’ denirdi. O dönemin pornoya hasret yurdum insanı, sırf o 10 dakikalık ’parçaları’ izlemek için sinema salonlarını ağzına kadar doldurur ve o sahneleri izledikten sonra olay mahallini anında terk ederdi. Aslında bugün Ali Poyrazoğlu’nun haksız yere yaşadığı sıkıntılı günlerin ’parça koyma’ metodu yüzünden daha kötüsünü yaşayan oyuncular var. ’Parça koyma’ olayının belki de en hazin örneği Metin Erksan’ın yönettiği 1963 yapımı "Susuz Yaz" filminde yaşandı. "Susuz Yaz" sansüre takılınca filmin yapımcılarından biri olan Ulvi Doğan, yapıtın negatiflerini yurtdışına kaçırıp, Berlin Film Festivali’ne katıldı. Ve "Susuz Yaz", "Altın Ayı"yı kazandı. Ancak bazıları Ulvi Doğan’a "Bu sanat filmi, yurtdışındaki Türkler izlemez, gel bunun pornosunu yapalım" der. Doğan da "Susuz Yaz"ın arasına parça koyar, hem de yabancı film parçası değil Hülya Koçyiğit’e çok benzeyen bir kadını bulup bizzat kendi çektiği sahneleri... Ve bir başyapıtı pornoya çevirip "Kardeşimin Karısını Sevdim" adıyla yurtdışında gösterime sokar.
n "Telegol bir yaşam biçimidir."
(Futbol programlarının stand-up’çı yorumcusu Adnan Aybaba, görev aldığı programın misyonunu anlatırken...)
n "Kendimi kamera karşısında tam bir dişi kurt gibi hissediyorum..."
(Nefise Karatay, rol aldığı "Kurtlar Vadisi" dizisindeki ruh halini özetlerken...)
n "Şu görüntüde olan birini ömrüm boyunca karısız kalsam almam. Erkeğin gavuru da Müslümanı da olsa bir onuru var. Helin’e kızdım şimdi arayacağım..."
(Medyum Memiş, Helin Avşar’ın Yunanistan macerasından çıkardığı ana fikri paylaşırken...)
n "Futbolcu yaşlandıkça saha büyüyor..."
(Gökmen Özdenak, F1 pilotlarıyla oynadığı özel gösteri maçında nasıl nefesinin kesildiğini anlatırken...)
n "Mithat beni kamuya kapalı bir alanda, arkadaşımın mekánında öptü."
(İlhem Khodja, kendisini poposundan öperken görüntülenen sevgilisi Mithat Can’ı savunurken...)
Rusları pastaneye bile almıyorlar
Gaziantep’te Rus asıllı çocuk doktoru ve aynı zamanda bir işkadını olan N.A., bir misafiriyle gittiği Türkiye çapında ünlü bir pastanede garsonun "Size servis yapamayız, burayı terk edin" sözleriyle birlikte mekándan çıkarıldı. Ve N.A, kendini şöyle savundu: "Üzerimde bir gömlek altta kot pantolon vardı. Hiçbir olumsuz hareketimizde olmadı."
Aslında N.A.’nın hiç de kendisini savunmasına gerek yokmuş. Sırf bir Rus kadını olduğu için mekándan kovulmuş. Anlaşılan İstanbul’un bazı gece kulüplerinde başlatılan Rus vatandaşı kadınları içeri almama uygulaması, Anadolu’daki pastanelerde de ilgi gördü.
Şimdi kime inanacağız
98 yaşındaki eski MİT ajanı Neşet Güriş, "Aziz Nesin’e maaşını bizzat ben götürüyordum. Ne iş yaptı bilmem. Ama bir şeyler yaptı ki, MİT para veriyordu..." diyerek ortaya büyük bir iddia attı. Bu açıklamaya en ilginç yanıt ise Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin’den geldi: "Aziz Nesin ’uzaylı’ deseler daha inandırıcı olur." Peki, şimdi biz kime inanacağız? 98 yaşındaki Güriş’in hafızasına mı, yoksa Nesin’in içeride yatmasına ve yakılmaya çalışılmasına neden olan eserlerine mi?
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2007
Dünyada engelli insanların sayısı 500 milyon. Türkiye’de ise bu rakam 8.5 milyon.
Kısacası nüfusumuzun yüzde 12.29’u engelli. Yüzde 12.29... Gerçekten büyük bir yüzde! Peki, 8.5 milyon engelli vatandaşımız neredeyse zamanlarının çoğunu ekran karşısında geçirirken televizyonlarımız onlara yönelik ne yapıyor? Hemen hemen hiçbir şey. Ne mutlu ki, onları hatırlayan bir kanal çıktı.
TV8’de 9 Eylül’de "Cesur Yürek" adlı tamamen engelli vatandaşlarımıza yönelik yepyeni bir program yayına girecek. Engellilerin sorunlarını, gerçekleştirmeye cesaret edemedikleri aktiviteleri, hayalleri, umutları ve engellerine rağmen elde ettikleri başarıları ekrana taşıyacak olan programın sunucusu da yüreği bir engelli. Yedi yıl önce geçirdiği bir trafik kazasından sonra felç geçiren ve yaşamını tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kalan Asuman Uras, programı Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Kocaömer ile birlikte sunacak. Ellerini kullanamayan Uras, dişleriyle tuttuğu fırçayla resimler yapıyor. Uras’ın başarı öyküsünün birçok engelliye umut olacağı kesin.
Umarız ülkemizdeki 8.5 milyon engelli vatandaşımızı hatırlayan TV kanallarının sayısı artar.
En ucuz lokanta nerede?
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2007
Televizyon kanallarının sessiz ve derinden devam eden yeni sezon hazırlıklarıyla ilgili ilk önemli haber kulağımıza çalındı. Kanal D’nin vazgeçilmez talk-show programı "Makina" ara vermedi, yayından kalktı. "Makina"nın yerine ’night live show’ tarzı yeni bir program yayına girecek. Programı bir süredir ekrandan uzak kalan ünlü komedyen Ata Demirer sunacak.
Peki Okan Bayülgen ne yapacak? Son "Makina" programında bu gelişmenin sinyallerini veren ünlü şovmen, tamamen yapımcılığa odaklanacak. Kanal D ile ipleri koparmayan ünlü şovmen, yapımcı olarak kanal içinde daha fazla söz sahibi olacak. Bayülgen’in yapımcı olarak ilk projesi ise Ata Demirer’in programı. Formatı tamamen Demirer’in üzerine kurulacak programda, "Makina"nın ekran yüzleri yer almayacak.
Bu değişiklik, magazin medyasıyla girdiği polemiklerle iyice yıpranan Bayülgen adına alınmış doğru bir karar. Şimdi asıl merak konusu Ata Demirer’in ne yapacağı.
Özcan aç kalma, oynamayı dene
"Sarıkamış Beyaz Hüzün" filminin başrol oyuncusu Özcan Deniz, Kars’ta bir basın toplantısı düzenleyerek rolüne nasıl hazırlandığını şöyle anlattı: "Nasıl bir ruh haliyle 125 bin askerimizin gömlekle, kurtların bile kışın yaşayamadığı Allahuekber Dağları’na çıkarak, düşmanla ve doğayla mücadele ettiğini anlamaya çalışıyorum. Buralarda soğukla ve açlıkla mücadele edip, kıt kanaat geçinerek o ruh haline bürünebileceğimi düşünüyorum.’’
Galiba Özcan Deniz role hazırlanma konusuna kendini fazla kaptırmış. Doğrusu Deniz’in, Sarıkamış’ta açlıkla nasıl mücadele edeceğini çok merak ediyoruz. Acaba ünlü türkücüyü sette zincire vurup ekmek, su vermeyecekler mi? Bu noktada efsane oyuncu Sir Laurence Olivier’nin ünlü bir sözünü, sizlerle ve tabii ki Özcan Deniz’le paylaşmak istiyoruz. "Marathon Man" filminin çekimleri sırasında Dustin Hoffman, yarım saat koşup kan ter içinde sete gelir ve Sir Olivier’e ’metod oyunculuk’ta bu tür hazırlıkların yapıldığını anlatır. Sir Oliver de durur durur ve "Niye sadece oynamayı denemiyorsun?" der. Evet, Özcan Deniz için de bu söz geçerli olabilir: Aç kalma, sadece oynamayı dene.
n Albümde R&B, hip-hop tarzını arabeskle birleştirdik... Benim gibi beş tane adam çıksa, Türkiye’de müzik devrimi olur.
(Efendim, bu akıllara durgunluk veren sentez arayışının mimarı, devrimci müzisyen Özcan Deniz’in halasının oğlu Ümit Aksoy oluyor...)
n "Yatak odana sineklik taktır... Bebeklerin topuklarını yanağında gezdir... Basket at... Karpuz kabuğuna ismini yaz..."
(Takvim gazetesi yazarı Hakkı Yalçın, köşesinde kendince mutluluğun formülle-
rini açıklarken...)
n "Atatürk, Baykal’ı görseydi, kardeş ne yapıyorsun derdi..."
(Erman Toroğlu, CHP’nin seçimlerde yaşadığı hüsranı yorumlarken...)
n Çocuğumu haber konusu yapmayın...
(ABD’de bir sperm bankasından aldığı spermle anne olan Leyla Bilginel’den ilginç bir istek... Peki, Leyla Hanım, daha önce hangi özelliğinizle haber konusu oluyordunuz?)
n Sizin için ’Amazon’, ’Orman Kedisi’ ya da ’Elf’ gibi tanımlamalar yapılıyor hep. Yabani misiniz gerçekten?
- Galiba öyleyim. Biraz da genetik bu...
(Marie Claire dergisinde çıkan röportajında Berrak Tüzünataç, yabani olduğunu açıklarken...)
........YORUMU......
Soru: Merhaba Haydar Hocam, 20 yaşında bir kızım. Kızlık zarı tam olarak nerededir, dışarıdan bakınca anlaşılır mı, elle temasla bir şey olur mu?
Haydar Dümen: Değerli okurum, kızlık zarı misafir odasının tam kapısındadır. Dış duvarlarla neredeyse aynı düzlemdedir. Dışarıdan anlaşılmaz. Sen aynayla bile baksan anlayamazsın. Elle temasa gelince; bu elin temasına bağlı. El köstebek gibi içeri girmek isterse olabilir. Ama Uludağ’da kayak yapar gibi yüzeysel hareketler yaparsa bir şey olmaz. Ama hálá ne sormak istediğini anlamadım, niyetini de sezemedim...
........FOTOĞRAFI.......
Gördüğünüz gibi arkadaşlar gayet mutlu, kol kola girmiş göbek atıyor. ’Ya kafayı çekmişler ya da düğünden geliyorlar’ diyenleriniz olacaktır. Ancak işin aslı gerçekten trajikomik. Bu fotoğraf, Antalya’da turistleri dolandıran bir çetenin üyeleri gözaltına alınırken çekildi.
....ANLAŞILMAZI.....
Doktorların yazıları, reçeteleri niye anlaşılmaz? Çoğumuzun aklına bu soru takılmıştır. Doğrusu biz bu sorunun yanıtını bilmiyoruz ama doktorların anlaşılmaz yazılarının yol açtığı sorunların bilimsel bir araştırmada netlik kazandığını yeni öğrendik. ABD’deki Northwestern Üniversitesi bilimadamlarının 65 yaş ve üstü hastalar üzerinde altı yıl süreyle yaptıkları araştırmada, kendilerine verilen yazılı temel tıbbi bilgileri anlamayanların ölme olasılığının bu bilgileri anlamakta zorluk çekmeyenlere oranla daha fazla olduğu saptandı.
Yazının Devamını Oku