Mevlüt Tezel

Paris’le röportaj yapmayanlar fıkra kahramanı olarak anılacak

29 Mart 2008
Paris Hilton gerçekten de olay kadınmış. Türk medyasını bile ikiye böldü: Paris’le röportaj yapanlar (Hürriyet, Posta, Vatan) ve yapmayanlar (Sabah, Milliyet, Akşam)... Peki, dünya basınının röportaj yapmak için birbirini yediği, uğruna yüz binlerce dolar döktüğü Paris’le Sabah, Milliyet ve Akşam neden röportaj yapmadı?

En başa dönelim...

Paris’in menajeri, dünya starlarının basın işlerini yürüten her menajer gibi sanatçısıyla röportaj yapacak gazetecilerden özel hayat ve yasal sorunlar hakkında soru yöneltmemelerini, söyleşinin yıldızın yaptığı işler üzerinde odaklanmasını istedi. Röportaj yapacak gazetecilere de bu konularda soru sormayacaklarını garanti eden bir anlaşma metni yolladı. Metni imzalayanlar röportaja katıldı, imzalamayanlar ise etik takıldı! Ama hangi etik!

Efendim, etik takılanların başını Oray Eğin çekti. Eğin, önceki günkü yazısında "Pek çok dünya starıyla görüşme fırsatım oldu... İlk defa böyle bir anlaşmaya denk geldim... Şirkete bir mail yazarak katılmayacağımı bildirdim" diyor ve ekliyor: "Anlaşmalı Paris röportajı yazanlar da kendi açılarından durumu açıklarlar herhalde."

Açıklayayım...

Eğer Oray Eğin, "Birçok dünya starıyla görüşme fırsatım oldu" diyorsa kendisi de gayet iyi bilmeli ki, yabancı yıldızlarla sözlü veya yazılı ön anlaşma yapmadan röportaj yapamazsınız. Yaptım derseniz de adama gülerler! Çünkü bu bir show business kuralıdır. Ben, Estella Warren, Shakira, Anna Kournikova, Daniel Craig, Daniel Day-Lewis, Jean Reno, Eva Green gibi yıldızlarla yaptığım röportajların hepsinde ön anlaşma yaptım. Oray’ın ön anlaşma yapmadan röportaj yaptığı yıldızlar kim, doğrusu onu da çok merak ediyorum.

Peki, ön anlaşma imzaladıktan sonra ne oluyor? Çoğunlukla hiçbir şey olmuyor. İstediğiniz soruyu yöneltebilirsiniz, o sizin gazetecilik becerinize kalmış. Her şey röportaj yaptığınız yıldızın ruh haline bağlı. Bazen öyle açıklamalar yapıyorlar ki, ağzınız açık kalıyor.

Yine kendimden örnek vereceğim, adama bak reklamını yapıyor demeyin. Çünkü o anki ruh halini ancak örnek vererek özetleyebilirim. Daniel Craig ile Cannes’da sadece başrolünü oynadığı "Altın Kumpas"ı konuşacaktık. Ancak öyle samimi bir ortam oldu ki, Craig, "Altın Kumpas"ı unuttu, başladı Türkiye’deki Cumhuriyet mitinglerini anlatmaya.

Shakira ile yaptığımız röportajda da menajerler bizi acayip korkutmuştu, sadece yeni albümü konuşulacaktı. Ama Shakira tuttu, eski Arjantin Başkanı’nın oğlu Antonio de la Rua ile ilişkisini anlattı, "Evlenmek istiyorum" dedi.

Son örnek Daniel Day-Lewis. Bu sefer konu daha da sıkıcı: Klasik filmlerin tekrar gündeme getirilmesi falan... Ben, iki Oscar’lı büyük ustaya, bir ara pası çıkardım, mükemmel karşıladı: "İngiltere’nin Türkiye’den hesap sormaya hakkı yok. Onlar önce CIA’e işkence yapmaları için verdiği vatandaşların hesabını ödesin". Aslında bu röportajlarda neler yaşandığını bu işin piri Reha Erus’tan dinlemeniz lazım. Neler var neler...

Gelelim Paris Hilton röportajına. Kadın tam bir saat (normalde en fazla 20 dakika konuşulur) her sorulan soruya yanıt verdi. O kadar samimiydi ki, sormadığımız bir seks kaseti kaldı.

Kısacası röportaja gelmeyenler çok şey kaçırdı! Eminim, röportaja katılmayan gazeteciler gelecekte fıkra kahramanı olarak anılacaklar. Ayrıca hiç de öyle ’etik davrandık’ ayağına yatmasınlar. Bir hafta Paris geliyor diye yayın yap, içtiği suyu bile sürmanşete çıkar sonra da "Yok ben almayayım" de. Buna kargalar bile güler. Üstelik etik davrandık dedikleri konu da özel hayat! Ne meraklılarmış Paris’in özel hayatına...

Ayrıca Paris Hilton niye özel hayatını konuşsun ki? Ne yapacaktı yani, gelip Türk gazetecilerine seks kasetini mi anlatacaktı? Kadın, "Günlüğüm 1 milyon dolar" diyor. Gider US, People dergisine anlatır özel hayatını, alır 1 milyon dolar’ını.

Aurelio, Serdar Bali’ye dava açsın

"6 Pas" programında konu turkuvaz renkli yeni milli takım formalarıydı. Ahmet Çakar, "Bu bir rezalettir" diye söze başladı, milli takım formasında ay yıldız istemeyenleri vatan hainliğiyle suçladı. Araya Gürcan Bilgiç girdi ve "Bayrağın rengi mi değişmiş, bunda ne var?" dedi. Çakar bu kez iyice coştu, "Siz milli marşı da değiştirirsiniz. Sizin gibi insanlarla aynı programda olduğuma utanıyorum" deyip stüdyoyu terk etti. Serdar Bali, tartışmayı daha da ileri götürdü, Mehmet Aurelio ismini alan milli oyuncunun gol sonrasında istavroz çıkarmasını da içine sindiremediğini açıkladı. Melih Gümüşbıçak da "Programdaki arkadaşlarımın böylesine şovenist duygular taşıdığını yeni öğreniyorum. Milli takımda sadece Müslüman oyuncular mı oynamalı?" diyerek sağduyusunu ortaya koydu. Ama bu kez şov sırası Bali’deydi. O da stüdyoyu terk etti. Ve program Çakar ile Bali’nin stüdyo arkasından gelen "Yazıklar olsun size" nidalarıyla son buldu.

Sayın Bali, 6-7 Eylül olaylarında Lefter’i linç etmeye çalışan anlayışın günümüzdeki temsilcisi anlaşılan. Mehmet Aurelio milli takıma girdiğinden beri "İçime sindiremedim" deyip duruyor. Neyi sindiremedi anlamış değilim. Ahmet Çakar da tehlikeli sularda yüzüyor. Çakar’ın Feldkamp’a Gestapo demesi çabuk unutuldu. Aurelio’nun yerinde olsam, çoktan Bali’ye dava açmıştım.
Yazının Devamını Oku

Ördeğin kanatları

22 Mart 2008
Eda Taşpınar’ın hayvanseverlerin büyük tepkisini çeken ördek kanatlı kıyafetinin taklit çıkması kafamı iyice karıştırdı. Yok... İkoncan’ın taklitçi zihniyetine takılmadım. O bunu zaten hep yapıyor. Benim merak ettiğim Eda Hanım’ın eylem planı.

İkoncan ne demişti: "Nurettin (Hasman) bu ördeği avlanma mevsiminde vurmuştu. Etini yedik, tüylerini de bu şekilde değerlendirdim."

Eğer elbise taklitse Eda Hanım, ördeğin tüylerinden faydalanma kararını ne zaman aldı? Fashion TV’de Alexander McQueen’in 2008 koleksiyonunu mu izliyordu? Alexander McQueen’in koleksiyonunu bir moda dergisinde mi görmüştü? Ördeği ne zaman kesti? Fashion TV’yi izledikten sonra mı?

Belki de Eda Hanım, Fashion TV’deki defileyi izledi ve sevgilisine "Nurettin’ciğim şu kıyafeti çok sevdim. Haftaya ördek avlasana" dedi.

Yazı "Lost" dizisi tadında olacak ama belki de Eda Hanım’ın "Etini yedik, tüylerini de bu şekilde değerlendirdim" sözü tamamen bir kurmacaydı, eyleme espri katmak için söylenmişti.

Bu odayı görmek isteriz

Bu fotoğraf, Aktüel dergisinin Nazır Şentürk’ün "İstanbul Valileri" adlı kitabıyla ilgili yaptığı haberde yer aldı. Muhteşem bir oda değil mi?

Bu oda, Osmanlı’nın Báb-ı Ali binasında yer alıyor. Burayı son olarak Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa kullandı, daha sonra da İstanbul Valiliği’ne tahsis edildi. Şimdilerde İstanbul Valisi Muammer Güler, makam odası olarak kullanıyor. Ben bir vatandaş olarak bu odayı gezmeyi çok isterdim. Türkiye’de Báb-ı Ali gibi kamu binası olarak kullanılan, müze olma kapasitesi yüksek birçok tarihi yapı var. Tamam bu görkemli yapılar, Osmanlı’dan gelen devlet geleneğinin bir devamıdır, Türkiye Cumhuriyeti’nin güç sembolleridir ve kamuya tahsis edildikleri için birçoğu bozulmadan bugünlere gelmiştir.

Tüm bu gerçeklere rağmen ben yine de bu yapıların müze olmaları gerektiğine inanıyorum.

Ancak bu inancım, Başbakan’ın "İstanbul’a özel tarihi eserlerimizin birçoğunu otellere çevirelim. Hem tarihimizi tanıtalım hem bu eserlerle yatak kapasitemizi artıralım" açıklamasından sonra hüsrana uğradı.

Sultanahmet’teki Bizans Sarayı’nı darmadağan eden de bir otel değil miydi? Tarihi yapılar sadece otel yaparak mı kurtarılır?

Kötü yönetici kalp hastası yapıyor

n Karolinska Üniversitesi Stres Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre kötü yöneticiler çalışanların kalp sağlığını etkiliyormuş. Kötü niyetli, beceriksiz bir yöneticinin erkeklerde kalp krizi riskini yüzde 60 oranında artırdığı, kadınlar da ise bu oranın daha düşük olduğu tespit edilmiş.

n Avrupa ve Amerika’da eğitim düzeyi arttıkça sigara kullanımı azalıyor. Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin yaptığı araştırmaya göre ise Türkiye’de durum tam tersiymiş. Özellikle doktor, öğretmen ve akademisyenler çok sigara içiyormuş.

n İngiliz internet sitesi DatingDirect’in araştırmasına göre, erkekler ömürlerinin bir yılını kadın ’kesmek’le geçiriyormuş. Kadınlarda da durum pek farklı değil. Kadınlar çalışma saatlerinde her 14 dakikada bir seks düşünüyormuş.

Duyan yok mu? Ersoy çocuk istiyor

Bülent Ersoy’un son dönemde yaptığı birçok açıklama gündemi belirliyor. Ersoy, en son "Popstar Alaturka"da seyircilerin arasında oturan bir çocuğu yanına alıp "Allah bana her şeyi verdi bir evlat vermedi. Ben bir evlat istiyorum" dedi ve ağladı. İzleyiciler "Vah vah" dedi, basın ise haberi "Ersoy’un çocuk özlemi" ve benzeri klişe başlıklarla duyurmayı tercih etti.

Aslında Ersoy’un bu açıklaması da gündem yaratabilirdi. Daha ne olsun! Transseksüel divamız çocuk evlat edinmek istiyor, kanunlarımız ise bu işe ’hayır’ diyor.

Tabii Ersoy’un pembe nüfus cüzdanı sahibi olduğunu da unutmayalım!

Kim ne dedi

"Kesilecek ağaçlardan alacağınız bal 250 kilo. Firmaya okul yaptırtırız. İyi düşünün."

(AKP Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır, Muğla’da maden çalışmalarına yeniden başlanması için halkı ikna etmeye çalışırken...)

n Mehmet Ali Birand: "Ben haberciyim. Beni eleştirenler ise dedikoducu."

n "Sen Balkan Harbi’ni görmüş insansın. Tasarrufu bilirsin diye çağırdık abi."

(Kadir Çöpdemir, programa neden çağrıldığını bilmeyen Müjdat Gezen’e bilgi verirken...)

n "Sonra haber yapmanıza gerek yok. Evliyken tam üç yıllık bir ilişkim oldu. Eşim de istediği adamla yatıyor."

(New York Valisi David Peterson, göreve başladığı ilk gün bu açıklamayı yaptı...)
Yazının Devamını Oku

Şahan niye bu kadar agresif

15 Mart 2008
Tamam Şahan Gökbakar da haklı... "Bu nasıl film böyle, skeç gibi olmuş", "Böyle olmaz kardeşim" tadında eleştiri kaleme almak bırakın yönetmeni, setteki ışıkçıyı da rahatsız eder, filmi izleyenleri de. Sonuçta ortada bir emek var ve herkesin kişisel beğenisi farklıdır.

Maalesef köşe yazarlarımız kendilerine ayrılan dar alanda sinema analizi yapmaktan çok, birkaç küçük örnek verip ’beğenme’ kriterlerini ortaya koyuyorlar ve ortaya da polemikten başka bir şey çıkmıyor. Belki de tüm amaç bu!

Gelelim Şahan Gökbakar’ın haksız olduğu noktaya. Şahan daha "Recep İvedik" filmi vizyona girmeden "Ben köşe yazarlarını, sinema eleştirmenlerini ciddiye almıyorum. Türkiye’de bir konuyu eleştirebilecek donanımda çok az insan var" dedi.

Film vizyona girdikten sonra yaşanan polemikler malum. En son Sema Denker’in röportajında Haşmet Babaoğlu, Hıncal Uluç ve Atilla Dorsay’ın da içinde birer Recep İvedik olduğunu öğrenmiş olduk.

Şahan niye bu kadar agresif anlamak mümkün değil. Doğrusu ben böyle, sinirli, polemik meraklısı bir komedyen daha önce hiç görmedim.

Tüm bunları Şahan’ın gençliğine mi vermek lazım acaba?

Şahan biraz sakin ol. Bak Recep İvedik, 3 milyon barajını aştı. Başarının tadını çıkar.

Gürcan Bilgiç ne dedi

Ülkece Ahmet Çakar’ın bikini giyip giymemesine takmış durumdayız. Çakar halinden memnun aslında. Şimdilerde yarı final için yeni bir iddia ortaya atmayı düşünüyor, yani bu ’bikini’ mevzusundan daha çok ekmek yiyeceğinin sinyallerini veriyor. Hatta kendisine bir de kurban arıyor.

Birçoklarının gözünden kaçtığını tahmin ediyorum. Çakar, "6 Pas" programında bikini tartışması bitmesine rağmen konuyu ısrarla ’bikini’ tartışmasına getirmeye çalışan Gürcan Bilgiç’e "Sen Fenerbahçe, Sevilla’yı elerse, ne yaparım demiştin içeride" diye sordu.

Bilgiç’in suratı anında değişti. Çakar, avını köşeye sıkıştırmanın verdiği zevkle, "Bak söylerim ha" der gibi göz kırptı. Bilgiç de "Tamam abi, aman söyleme" der gibi Çakar’a yandan bir bakış attı.

Bilgiç’in bikini giymekten daha büyük bir iddiada bulunduğu ortada.

Öyle bir iddia ki bu, tartışmada kimsenin gözünün yaşına bakmayan Çakar bile susmayı tercih ediyor.

n "Bir gün her şeyi bırakıp gidebilirim."

(Yok Teoman değil, Okan Bayülgen de değil... Nehir Erdoğan’a ait bu sözler. Şöhret ne illet bir şeymiş. Herkes kaçıp gitmekten bahsediyor...)



n Arif Sağ:
"Halk müziği söyleyen vücudunu sergilemez."



n
"Torunumu uzun süredir göremiyorum. Yarın Almanya’ya gidip çarşamba döneceğim. Bunu heyecanlanmayın diye söylüyorum."

(Karl Heinz Feldkamp, basına spekülatif haber yapmamaları konusunda uyarıda bulunurken...)

n
"1-Kerem popoyu niye çevirdi? 2-Kerem’in popoyu görelim. 3-Kerem’in popoyu büyütüyorum. 4-Kerem’in poposunu kaldırıyorum. 5-Kerem’in kalçası unutulmaz bir popo olacak."

(Erman Toroğlu, Beşiktaş’ın 90+4’te Kerem’in kalçasıyla yaptığı asistle gelen golü bilgisayarla oynatırken aynen bu sözleri sarf etti.)

 "Öpüşme sahnesine bir haftada konsantre oldum. Çünkü öpüşme sahnesi sokakta çekilecekti. Kendi kendime ’Sağdan, soldan kim bakar, ne der ilgilenmeyeceğim’ dedim."

(Anlaşılan Eda Özerken, Girdap filmindeki öpüşme sahnesine kendini bayağı kaptırmış.)

Orada olmayan adam

Son anchorman transferleri, ana haber bültenleri arasındaki rekabeti Şampiyonlar Ligi havasına soktu. Bu transferler arasında performansı en çok merak edilen isim ise yazılı basının usta kalemi, TV dünyasının serinkanlı yorumcusu Mehmet Barlas.

Doğrusu Barlas şaşırttı bizi. Televizyonculuk tarihine geçecek sıra dışı bir performans sergileyerek ’orada olmayan adam’ı oynuyor.

Sanki birileri Barlas’ı zorla 23 Nisan töreninde şiir okuması için kürsüye çıkarmış, o da "Burada benim ne işim var, bitse de gitsem" der gibi sunuyor haberleri. Barlas’ın temposu o kadar yavaş ki, TRT haberleri onunkinin yanında talk-show tadında kalıyor. Barlas’ın haber sunumu internet forumlarına bile meze oldu, hatta fıkrası bile çıktı.

İşte Ekşisözlük’ten yorumlar:

n Hasta: Günlerdir uyuyamıyorum.

Doktor: Öncelikle bir iki sakinleştirici yazıyorum. Bunları aldıktan sonra her gün beş dakikalık Mehmet Barlas haberi izleyeceksin.

n İki gündür atv Ana Haber’i takip ediyorum, sırf bu Başbakan’ın yanağını sıkabilen gazetecinin ne yapacağını görmek için. Ama yok, sonunu getiremiyorum arkadaş.

n Tarzıyla bana Garfield’ı anımsatan haber sunucusu. Hayattan bezmiş bir hali var.
Yazının Devamını Oku

Björk tehlikesi

8 Mart 2008
Rock aleminin en arıza, en marjinal simalarından Björk, yine yaptığı yapacağını. Çin’de verdiği konserde "Bağımsızlığını İlan Et" şarkısını söyledikten sonra "Tibet’e özgürlük" diye bağırdı ve Şangay Uluslararası Jimnastik Merkezi’ni dolduran birçok Çinli salonu terk etti. Björk geçtiğimiz ay da, Japonya’da verdiği konserde aynı şarkıyı söyledikten sonra "Kosova’ya özgürlük" diye tempo tutmuştu.

Şimdi bizi ilgilendiren kısma gelelim. Björk, 3 Ağustos’ta İstanbul’da konser verecek. Dünyadaki politik gelişmeleri yakından takip eden ve bu konularda sözünü sakınmayan Björk’ün Güneydoğu sorunuyla ilgili düşüncelerini bilmiyoruz. Malum Güneydoğu’da yaşananların terör sorunu olduğunu Avrupalılara bir türlü anlatamadık. Björk de Güneydoğu sorunuyla ilgili bizden farklı düşünüyor olabilir. Eğer düşünüyorsa, acaba Kuruçeşme Arena’da ne diye bağırır?

Uzak’ı da 57 bin kişi izlemişti

SİYAD ödülleri büyük tartışma yarattı. Kimileri SİYAD üyeleri için "Bunlar entel dantel takımı. Kendilerini tatmin etmek için oy veriyor" dedi. Kimisi ise "Gişede büyük hasılat elde eden ’Beyaz Melek’, ’Mutluluk’ dururken 34 bin kişinin izlediği ’Yumurta’ nasıl 8 ödül alır" dedi.

Öncelikle şunu söyleyeyim. Bir filmin çok izlenmesi onun iyi bir yapım olduğu anlamına gelmez.

Bir örnek vereyim: Bugün "Yumurta"yı yerden yere vuranlar, Nuri Bilge Ceylan’ın SİYAD ve Antalya’da ödül yağmuruna tutulan "Uzak" filmi için de ’entel mastürbasyon’ demişti. Ve "Uzak"ı, Türkiye’de sadece 57 bin kişi izlemişti.

Sonra ne oldu? "Uzak", başta Cannes olmak üzere birçok uluslararası festivalden ödülle döndü. Yetmedi, The Guardian gazetesinin ünlü ’Ölmeden önce seyredilmesi gereken bin film’ listesine girdi.

Şimdi soruyorum size. Cannes’daki jüri üyeleri de kendilerini tatmin etmek için oy veriyor?

Teoman ne zaman gidiyorsun

Teoman, yaşadığı kötü günlerin ardından İstanbul’u bırakıp bir köye taşınabileceğinden bahsetmişti. Müzikten, medyadan, her şeyden sıkıldığını söylüyordu.

Birçokları gibi ben de hak vermiştim kendisine, acil bir molaya ihtiyacı vardı.

Ancak Teoman, röportaj vermekten köyüne gitmeyi unuttu. Neredeyse her hafta bir dergide ya da gazetede röportajı, haberi çıkıyor. En son Bazaar dergisine konuşmuş. Yine aynı şeylerden; çekip gitmekten, kafayı dinlemekten bahsediyor. Medyanın ilgisinden bunalan adam önceki gün de "Haydi Gel Bizimle Ol" programına konuk oldu.

Aynı şeyleri defalarca anlatmak nasıl bir duygu acaba.

Kadınların yüzde 20’si seks sırasında uyuyor

FHM dergisi bu ayki sayısında seks konusunda ilginç bilgiler derlemiş. Tabii ki, hepsi bilimsel araştırmalar sonucu elde edilmiş. İşte rakamlarla seks...

n Erkeğin cinsel güç açısından dorukta olduğu yaş 25’miş. Erkekler bu yaşa kadar ardı ardına birkaç kez orgazm olma potansiyeline sahipmiş.

n Dünyada her gün 200 milyon cinsel birleşme yaşanıyormuş.

n Erkeklerin dörtte üçü cinsel birleşmeden iki dakika sonra orgazm oluyormuş.

n Kadınların yüzde 12’sinin sperme karşı alerjisi varmış.

n Erkekler dolunay zamanlarını kaçırmayın. Kadınların yüzde 30’u dolunay zamanında sekste daha aktif oluyormuş.

n Kadınların yüzde 20.5’i seks sırasında uyuya kalıyormuş.

n En ateşli kadınlar Çek Cumhuriyeti’ndeymiş. Çek kadınlarının yüzde 47’si her gün seks istiyormuş. Onları Brezilyalı kadınlar izliyormuş.

n Her yıl 11 bin seks kazası oluyormuş. Aman dikkat!

n Bir erkek, hayatı boyunca ortalama 2 bin kere mastürbasyon yapıyormuş. Dünya genelinde mastürbasyon yaparken ölenlerin sayısı 250 ile 1000 kişi arasındaymış. Mastürbasyon yaparken ölmek! Haydar Dümen’e sormak lazım.

n Sağlıklı bir erkek hayatı boyunca 1 trilyon sperm boşaltıyormuş. Bu, 17 litreye eşit.

n Evli erkeklerin yüzde 80’i, 70 yaşına kadar düzenli olarak cinsel ilişkide bulunabiliyormuş.

n "Gelecek 4-5 yıl hiçbir yere konuşmama kararı alan yönetmen Sinan Çetin ’son röportajını’ Star’a verdi"

(Bu spot birinci sayfadan verildi. Ben de röportaj bağımlısı Sinan Çetin bir aya kalmaz mutlaka konuşur diyorum.)

n Muhabir: ABD’li yıldızlar yapım şirketleri kuruyor. Sizin böyle bir maddi gücünüz var mı?

Kadir İnanır: "Eğer günde altı kez gösterdikleri filmlerimden payıma düşeni verselerdi, Koç’tan daha zengin olurdum."

n "Yaz tatili yerine TV şovu yapacağım."

(Bu açıklama Emrah’tan geldi. Şimdi bu özveri mi oluyor? Emrah madalya falan mı bekliyor acaba?)

n "Sevgilimin olmaması sizi üzüyor, biliyorum. Ama yok ne yapayım?"

(Evet Muazzez Ersoy acayip üzülüyoruz, yemeden içmeden kesildik.)

n "Özellikle insanların şehirleriyle dalga geçiyor. Örneğin Suat Abi’ye ’Allah’ın lazı’ dedi."

(Çaykur Rizesporlu Serhat Akyüz, Beşiktaşlı İbrahim Toraman’ın karşılaşma boyunca kendilerine hakaret ettiğini belirtirken)
Yazının Devamını Oku

Bu fotoğrafı sahalarımızda da görmek isteriz

1 Mart 2008
Bu fotoğraf, Atletico Madrid Başkanı Enrique Cerezo’nun 60. yaş gününü kutladığı partide çekildi. Real Madrid Başkanı Ramon Calderon, Cerezo’ya Real Madrid forması hediye etti. Partide İspanyol Futbol Federasyonu Başkanı Angel Maria Villar da vardı ve o da Real Madrid forması giyiyordu. Üstelik Calderon, Real formasını Cerezo’ya şampiyonluk için yarıştıkları Barcelona’nın Atletico Madrid deplasmanına gideceği hafta sonu öncesinde verdi.

Şimdi bu fotoğrafın Türkiye’de çekildiğini düşünün. Adnan Polat, Fenerbahçe-Beşiktaş maçı öncesi Yıldırım Demirören’e isminin yazdığı Galatasaray forması hediye ediyor. Yanlarında da Galatasaray forması giymiş Federasyon Başkanı Hasan Doğan duruyor. Yer yerinden oynardı.

Şu anki futbol kültürümüz içinde böyle bir kareyi tasvir etmek bile büyük bir ütopya.

Ne diyelim böyle kareleri sahalarımızda da görmek isteriz.

Not: Bu fotoğrafı ve haberi acetobalsamico.blogspot.com adresinde gördüm. Nefis bir blog. Acetobalsamico’nun sağlam bir futbol birikimi ve leziz yorumları var. Bu arkadaş mutlaka bir yerlerde yazmalı, belki de yazıyordur, bilmiyorum.

Roll dergisi, Feridun Düzağaç’a kıl mı



Feridun Düzağaç, "Bugün 20 yaşında olan birisi Roll dergisini açıp baksa bu ülkede Feridun Düzağaç diye bir şarkıcı bulamaz. Bu yok saymaktır bir yerde. Bunun da çok kişisel bir sebebi var. Dergiden birisi ’Lavinya’ adlı bestemi beğenmediği için bana sayfalarında yer vermiyor. Birçok yerde neden olmadığımı anlayabilirim ama orada neden olmadığıma dair en ufak bir fikrim yok" demiş.

Roll dergisinin çizgisi belli, müzik piyasasının en bağımsız, en kaliteli dergilerinden birisi. Düzağaç’ın da çizgisi belli; bu piyasada her zaman alternatif olmaya çalışmış bir müzisyen.

Eğer olay, Düzağaç’ın belirttiği gibi kişisel bir sorunsa (kişisel beğenmeme de buna girer) böyle bir tavır Roll dergisine yakışmaz derim.

Gaza akıl hastanesinde

Futbolla başladık futbolla bitirelim... 90’lı yılların futbol sihirbazı Paul Gascoigne, Middleton kentinde konakladığı otelde diğer müşterilere küfür ettiği, genital organlarını gösterdiği ve çıplak dolaştığı için bir akıl hastanesinde gözetim altına alınmış.

Gaza aslında her zaman dengesizdi, belki de sahaların en arıza tipiydi.

Maçlara alkollü çıkardı. Middlesbrough’da oynarken takımın otobüsünü kaçırıp çarpmıştı. Glasgow Rangers’da oynarken hakemin düşürdüğü sarı kartı saklayıp maçın sonuna doğru hakeme gösterip kırmızı kart yemişti. TV muhabirlerinin sorularına geğirerek yanıt verirdi.

Burnley’de oynarken, siyahi takım arkadaşlarına solaryum seansları ayarlardı. Soyunma odasını çıplak terk ettiği de olmuştu. Ama tüm bu çılgınlıklarına herkes katlanırdı çünkü büyük futbolcuydu, reyting canavarıydı. Yedek kaldığında bile bir kamera devamlı onu takip ederdi.

Demek ki, sadece starken dengesiz olmak gerekiyormuş. Normal hayattın hiç şakası yokmuş!

Neyse ki tarih her zaman yetenekli kötü çocukları hatırlıyor.

n "Ertuğrul Sağlam’ı Holosko’nun ayakkabılarını bağlarken görünce Beşiktaş’ın büyük bir aile olduğunu anladım."

(Gordon Schildenfeld, Beşiktaş’ın büyük bir kulüp olduğunu anlatırken)

n
"Eee ayıp oluyor ama!"

(İlker Yasin, Leverkusen’in Galatasaray’a attığı beşinci golü yorumlarken)

n
"Bana sürekli kokulu bitki çayı içiriyordu. Çaydan sonra devamlı seks yapıyorduk ve kalp çarpıntım tutuyordu. Daha sonra anladım ki, beni kalp krizinden öldürmeye çalışıyormuş."

(Eşini satırla doğrayarak öldüren 56 yaşındaki görme özürlü Ahmet Demir, mahkemede kendini savunurken)

n
"Türkiye dindarlaşmıyor, sadece dindarlığını saklamıyor."

(8 yıldır ülkemizde yaşayan Hollandalı gazeteci Bernard Bouwman’dan Türkiye tahlili)

n
"Ellerimi açıp dizlerime koyduğumda, dünyanın bütün pozitif enerjileriyle temasa geçtiğimi hissediyorum."

(Türkücü Sümer Ezgü, yoga serüvenini anlatırken)
Yazının Devamını Oku

Futbolcu olmak varmış

23 Şubat 2008
Dünyanın en kolay işi Türkiye’de futbol kulübü yönetmek, en kıyak işi de futbolcu olmak galiba... Baksanıza maç hasılat gelirlerinin yüzde 7’sini 2001’e kadar Federasyonlar Fonu’na aktarmak zorunda olan kulüplerin 44 milyon YTL’yi bulan borçları çıkan yeni bir yasayla silindi. Yani yanlış transfer politikalarıyla çöpe giden paraların yükü yine devlete çıkarıldı.

Devletin kıyağı aslında bununla da sınırlı değil. Biraz geriye, üç-dört hafta öncesine dönelim. Türkiye’de top koşturan futbolculardan asgari ücretlilere uygulanan yüzde 15’lik vergi alınmasına karar verilmişti. Bu vergi indirimi sayesinde de kulüpler yine büyük bir yükten kurtulmuş oldu. Neden mi? Yurtdışında vergiyi futbolcular, Türkiye’de ise kulüpler ödüyor da ondan.

Schalke, Lincoln’ü niye elinde tutamıyor sanıyorsunuz, sırf bu vergi kıyağı yüzünden birçok yıldızı Türkiye’nin yolunu tutuyor. Normal şartlarda futbolcuların devlete ödemesi gereken vergi oranı yüzde 35 olması gerekiyor. Avrupa’daki bazı ülkelerde (bkz. Fransa) bu oran yüzde 40’ları geçiyor.

Bu işten en kárlı çıkan da yerli futbolcular oluyor.

Yabancılar sayesinde onlar da vergi ödemiyor ve bu yüzden yurtdışına açılma gereği de duymuyorlar.

Futbolcuların ödemediği vergilerin kimden çıktığı malum, fazla söze gerek yok.

Memleketimden ölüm manzaraları

Şofbene bir kurban daha verdik... Tarsus’ta 7’nci sınıf öğrencisi Kübra Doğrul duşa girdi ve bir daha çıkamadı. Acaba bizim kadar şofben ve soba zehirlenmesine kurban veren başka bir ülke var mı?

Sadece şofben mi? Bu ülkede ’garip ama gerçek’ kategorisine girecek öyle ölüm vakaları var ki, her birinden bir film çıkar.

Evde oturmuş ailece yemek yersiniz salona freni patlamış kamyon girer, parkta basket oynarsınız üzerinize pota devrilir, düğünde halay başı olursunuz serseri bir kurşun kafanızı delip geçer, yol kenarında otobüs beklersiniz babasının arabasını kaçıran 17’lik delikanlı gelip sizi bulur vs vs...

Biliyorum, bu ölümleri hepimiz kanıksadık. Bu ülkede başınıza pota düşmesi, ecelinizle ölmeniz kadar doğal. Asıl "Nasıl yani" dedirtecek, polis kayıtlarına geçmiş ölüm vakaları ise şimdi başlıyor:

n Otoyolda giderken radyoda oynak bir şarkı çalması üzerine arabayı kenara çekip göbek atarken, gelen taşıtlar tarafından ezilmek. (Adapazarı-Hendek... Üç kişi öldü)

n Midesine kaçan sineği öldürmek için ağza haşere zehri sıkmak suretiyle ölmek. (İstanbul Sultanbeyli)

n Bankamatik gişesinde elektrik çarpması sonucu ölmek. (Bozcaada)

n Beş kişilik arabaya 11 kişi binip, viyadükten aşağı uçarak ölmek. (İstanbul Molla Gürani Viyadüğü)

n Yolda yürürken yıkılan balkonun altında kalmak. (İstanbul- Dudullu)

n Berberin boynunuzu aniden sağa sola çevirmesi ve akabinde gelişen boyun kırılması sonucu ölmek. (Erzurum, Merkez Berber Salonu)

n 7 metre genişliğindeki yolda arabanızla giderken 5.40 m boyunda bir reklam panosunu enine taşıyan kamyon tarafından ortadan ikiye ayrılmak. (Erzincan)

n Evindeki haşerelere karşı tarım ilacı kullanırken ölen akrabanız için taziye ziyaretine gitmek ve orada yıkanmayan kaplarla ikram edilen yemekten zehirlenerek ölmek. (Niğde... 4 kişi öldü)

n Fehmi Koru: "Kiminle tartıştığın önemlidir, yoksa seni de aptal sanırlar."

n Asena: "İbrahim Tatlıses aslında çok romantik biridir. Onunla bir gün belediye otobüsüne ve vapura binerek küçük bir İstanbul turu atmıştık."

n "Bir erkeğin ben yokken ne yaptığı hiç önemli değil... Sadakat dediğimiz şey ne ki, bir başka biriyle hiç ilgilenmemek midir? Hayat öyle değil ki, biz birileri tarafından sürekli cezbediliyoruz. Nasıl birisine ’Bir başkası tarafından cezbedilme’ diyebilirim ki; kendim için talep ettiğim şeyi onun için de sağlamak durumundayım."

(Usta oyuncu Serra Yılmaz, aldatma mevzusuna son noktayı koyarken.)

n Hillary Clinton: Putin ruhsuz bir lider...

Putin:
Bir devletin başına geçecek kişide minimum da olsa kafa olması gerekir...

n TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar: "Kalfa bile olmayacak adam müteahhit oluyor. Mesleğin kimyasını bozuyorlar."

n "Diana, 20 yıldır bu ’Drakula Ailesi’ yüzünden acı çekti..."

(Muhammed El Fayed, oğlu Dodi ile sevgilisi Prenses Diana’nın ölümünü soruşturan mahkemede İngiltere Kraliyet Ailesi’nden bahsederken.)

n Rıdvan Dilmen: Seneler evvel, takım ismi vermeyeyim, 0-0 bir takımın şampiyonluğu için yeterliyken diğer takım için de kümede kalmaya yetiyormuş. Takımlar anlaşmış. Maç başlamış. Küme düşme hattındaki takımdan Sadi 87. dakikada gol atmış. Mersin İdman Yurdu öne geçmiş."

Güntekin Onay: Ama hocam takımın ismini söylediniz...

R.D: (Gülüyor) Rakip takımı söylemeyeyim bari artık. Sonra şampiyonluğa oynayan takım iki tane çakmış.

n "Güzelliğimin çok farkında olmadığım için artıya çeviremedim. Seksiliğinin farkında olmuyorsun. Seksi olmaya çalışıyorsun ama yanlış bir yere çıkıyorsun."

(Yanlış yere çıkmak! Neresi acaba? Demet Evgar, güzelliğini geç keşfettiğini anlatırken.)
Yazının Devamını Oku

Teoman’a rakip çıktı

16 Şubat 2008
İddia oynayan birisi değilim ama sırf Fikret Engin-Murat Özarı ikilisinin stand-up şovuna dönüşen yorumları için TV8’de ekrana gelen "Bay Tahmin" programını kaçırmıyorum. Hani o, Erman Toroğlu-Şansal Büyüka ikilisinin "Maraton"da gecenin ilerleyen saatlerinde maç yorumlarından bunalıp "Şimdi pastırmalı yumurta olsa da yesek" muhabetine girdikleri, kontrolü kaybettikleri dağılma anları var ya, işte Engin-Özarı ikilisi, bu dağılma anını programın genelinde yaşıyor.

Geçenlerde bu dağılma anlarından birinde Teoman’ın magazin gündeminden düşmeyen o meşhur sağ kroşesi, programa meze oldu. Ancak ikili bu kez, kantarın topuzunu biraz fazla kaçırdı:

Fikret Engin:
Zaten geçen hafta İspanya’ya giren paramparça oldu, hangi maç düz bitti ki...

Murat Özarı: Kimin şarkısıydı o "Paramparçaaaa" Müslüm’ün müydü?

F.E: Yok abi ya o değil. Hani biri var ya, kendini boksör sanıyor.

M.Ö: Aaa evet, Teoman... Yumrukçu Teoman. Herkese tak tuk yumruk atıyor, muhabirler de bakıyor. Ben var ya, o muhabirlerin yerinde olsam alırım onu böyle... (Eliyle gırtlak sıkma pozisyonunu gösteriyor.)

F.E: Abi o da ekmeğini kaybetmemek için atıyor o yumrukları.

M.Ö: Ekmek mi? Onu var ya... Arabanın içine sokar, ağzını burnunu dağıtırım.

F.E: Yalandan vuruyor biliyor musun? Magazin muhabirleri de aynı şekilde karşılık versin arkadaşlar.

M.Ö: O Teoman denen adam, benim yanımda sana vuracak var ya... O Teoman’ı alır arabanın torpidosuna sokarım.

F.E: Adam sarhoş zaten. Sen de ona karşılık versene...

M.Ö: Ya var ya paramparça ederim ben o Teoman’ı. Sinerlendim şimdi ya. Hadi abi Beşiktaş maçına geç sen.

F.E: Var mı öyle içip, içip adama yumruk atmak!

M.Ö: Neyse biz yaptık yorumumuzu. Adamın üstüne fazla gitmeyelim.

Not: Bu televizyonculuk tarihine geçecek diyaloglar Youtube’a da düştü.

n Ferhan Şensoy: Politikayla ilgilenmeyen, kendi dünyasına kapanmış, çabuk tüketen bir gençlik var. Ben onlara ’F tipi internet gençliği’ diyorum.

n Fuat Güner (MFÖ’nün F’si): Sanatın pek çok dalı var. Bazı sanat dalları ön plana çıkarılırken, bazıları geri plana itilebiliyor. Böylece muhafazakár sanata prim verilme durumu ortaya çıkabiliyor. Bunu yaparken de çaktırmamaya çalışıyorlar.

n "Şota ve Arçil’i getirdik, başta kötü oynuyorlardı. Artık 4. maça geldik. Biz önde oturuyoruz, arkadan biri bağırıyor, ’Ha bu yönetim ne kadar geri zekalıdır. Aynı adamdan iki tane almış’ diye."

(Faruk Özak, Trabzonspor’da görev aldığı dönemde başından geçen fıkra tadındaki olayı anlatırken.)

n
"İlhan şimdi ne işle uğraşıyor?"

(Roberto Carlos, 2002 Dünya Kupası’nda İlhan Mansız’dan yediği jeneriklik çalımla ilgili soruya manidar bir yanıt verirken.)


III Murad catering servisi yapıyormuş

Uzun bir giriş olacak sıkın dişinizi... Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun Osmanlı elçisi Kont David Ungnad’ın sefaret heyetinin vaizi olarak 1573’te İstanbul’a gelen Stephan Gerlach’ın tuttuğu günlükleri konu alan "Türkiye Günlüğü 1577-1578 2. Cilt" adlı nefis bir kitap piyasaya çıktı. 16. yüzyıl Osmanlı dünyasına dair birçok ince ayrıntı yer alıyor kitapta.

İşte birkaç ilginç örnek:

Tarih derslerinde bize II. Selim’in sarhoşken hamamda yere düşüp öldüğü öğretilmişti. Gerlach’a göre II. Selim, çok fazla koyun sucuğu yedikten sonra üstüne aşırı su içtiği için hakkın rahmetine kavuşmuş.

Peki, III Murad’ın catering servisinden büyük paralar kaldırdığını biliyor muydunuz: "III Murad, bahçelerinde yetiştirilen meyveleri ve sarayda pişirilen pirinç yemeklerini (pilav) acemi oğlanlara verip kentin sokaklarında halka sattırıyor. Her yıl bundan binlerce duka gelir elde ediyor."

En ilginç örneği sona sakladım.

Ecdadımız, bizim gibi hayvanları zehirlemekten, onlara işkence etmekten zevk almıyormuş. 16. yüzyılda kuşlar pencereden besleniyormuş.

Okuyalım ibret alalım: "Bazı adamlar kentin sokaklarında dolaşarak demir bir şişe geçirdikleri kızarmış et parçalarını satarlar... Kent halkı bu etlerden satın alıp hayvanları besler. Bazı kimseler de bir akçe veya birkaç mangır karşılığında et ya da iç organları satın alarak damlarda gezen kedilerin, sokak köpeklerinin önlerine atarlar, hatta havadaki kuşları bile beslerler."

Benim güzel belediyem

Son bir haftadır tıpkı New York, Londra gibi büyük kentlerin metrolarında ve sokaklarında olduğu gibi İstanbul’da da bedava bir gazete dağıtılıyor. Adı; Gaste...

Gaste’yi dağıtan arkadaşlar çok ısrarcı, almanız için adeta üzerinize çullanıyorlar! Haliyle ben de bir tane aldım ve neden bu kadar ısrarcı olduklarını anladım.

Efendim, Gaste, objektif yayıncılık konusunda son derece duyarlı bir gazete olmuş! Ajans ve kültür-sanat haberleri hariç her sayfada İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin ne büyük işler başardığı ve nasıl güzel çalıştığı anlatılıyor... Tabii yerseniz!
Yazının Devamını Oku

Centilmen dediğin kahverengi takım giymez

9 Şubat 2008
Türk televizyonculuk tarihinin en sıra dışı patronlarından biri olan Erol Aksoy’un kahverengiyi sevmediğini medya sektöründe bilmeyen yoktur. Aksoy’un patronu olduğu kurumlarda çalışanlar da işyerinde kahverengi takım giyilmeyeceğini çok iyi bilir.

Aksoy’un şehir efsanesine dönüşen kahverengiye olan nefret duygusunu, medya camiasında kişisel bir takıntı olarak görenlerin sayısı da hayli fazladır.

Cahilliğime verin, ben de bugüne kadar Aksoy’un kahverengiyi sevmemesini, kişisel bir takıntı olarak algıladım. Ta ki, Türk iş dünyasının duayenlerinden Rahmi Koç’un Gentelman dergisine verdiği röportajı okuyana dek.

Koç, röportajında bir centilmenin işyerinde neden kahverengi takım giymemesi gerektiğini bakın tarihi bir örnekle nasıl açıklıyor: "Bir centilmen, iş hayatında kahverengi giymez. Bir gün Churchill’in (efsanevi İngiltere Başbakanı) uşağı gelmiş, ’Sizi kahverengi elbiseli bir centilmen görmek istiyor’ demiş. Churchill de, ’Centilmen kahverengi giymez, kartını al, adamı yolla’ demiş. İngilizler kahverengiyi sadece hafta sonları dışarıda ve arazide giyerler."

Koç, kirli sakaldan da, işyerinde ya da golf kulüplerinde blue jean giyenlerden de hoşlanmıyor. İş dünyamızın en şık patronlarından Koç’un giyim zevkini merak ediyorsanız, Gentelman dergisine verdiği röportajı okuyun derim.

Sigara yasağı efsane dinlemiyor

Geçtiğimiz günlerde Londra’daki ünlü Scotts restorana giden sinemanın yaşayan efsanesi Jack Nicholson, sigara krizi tutunca buz gibi havada dışarı çıkmak zorunda kaldı.

Tabii paparazziler de onu yalnız bırakmadı. Üç Oscar’lı efsane, restoranın kapısında sigarasını tüttürürken paparazzilere mini röportaj vermiş kadar oldu.

Türkiye’de de bar ve restoran gibi kapalı alanlarda sigara içme yasağı, 2009’un mart ayında yürürlüğe girecek. Sanatçılarımız Jack Nicholson gibi kurallara saygılı, işletmecilerimiz de Londra’daki meslektaşları gibi kararlı mı olurlar yoksa ülke sigara içenler ve içmeyenler olmak üzere iki kutba mı ayrılır, doğrusu çok merak ediyorum.

n "Bende diğer kanallar da var, her türlü maçı izliyorum."

(Lig TV yorumcusu Ümit Kayıhan, televizyonunun birçok kanalı gösterdiğini belirtme gereğini niye duydu acaba?)

n Rıdvan Dilmen: Alex’e yeni bir lakap buldum: Performans artırıcı.

n "Burada nasıl bu kadar çok güzel kadın var? Galiba bu işin sırrı Kübalı kadınlar. Onlar fıstık gibi."

(ABD Başkanlığı için adaylığını koyan Mitt Romney, Florida’daki ön seçim öncesi Kübalı göçmenleri etkilemeye çalışırken.)

n Yağmur Atacan: Pınar’la (Altuğ) nisanda evleniyoruz. Hemen çocuk yapacağız.

Müjde Ar: Ayol ne çocuğu! Sen daha çocuksun. Pınar önce seni büyütsün.

n "Dış görünüşünden belli olmuyordu. Görmedik Hakim Bey. Bilseydik yapmazdık Hakim Bey."

(Zihinsel engelli kadına tecavüz ettikleri iddiasıyla yargılanan R.Ö. (54) ve H.K. (58) adlı sanıklar kendilerini savunurken... Olayın ilginç tarafı, her iki sanığın da bir gözünün görmemesi...)

Ya türbanlı öğrenciler kopya çekerse

l 2010 yılında Avrupa’nın kültür başkenti olmaya hazırlanan İstanbul’da tam 1691 tarihi eser kayıplara karıştı... Kayıp tarihi yapılar arasında otopark olan bile var.

l Biliyorum, türban tartışmalarından gına geldi ama ben mevzuya farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorum. Eğer türban yasağı kalkarsa, sınavlarda kopya çeken öğrenciler arasında haksız bir rekabet yaşanacak. Türbanın içine saklanacak kulaklıklarla rahatlıkla ipod ya da cep telefonundan kopya çekilebilir. Eee o zaman ne olacak? Her vize ve finalde türbanlı öğrenciler tek tek aranacak mı? Arama işlemini kim yapacak? Erkek bir hoca, türbanın içinde kulaklık olduğundan şüphelenirse ne yapacak?

l İtalya Başbakanı Romano Prodi, hükümetin güvenoyu alamamasının ardından kendisi hakkında ölüm ilanı ve taziye mesajı yayımlayan karikatürist Laura Pellegrini’yi telefonla arayıp teşekkür etmiş. Başbakan, "Çok eğlendim biliyor musunuz? Zor günlerde mizah insanın moralini düzeltiyor. Bu nedenle size teşekkür ettiğimi belirtmek için arıyorum" demiş. Ne şeker başbakanlar var.
Yazının Devamını Oku