Bu mudur Roberto Carlos röportajı

Roberto Carlos’la ilk kapsamlı röportajı tabii ki (!) Fenerbahçe dergisi yaptı. Ancak merakla beklenen bu röportaj tam bir hayal kırıklığıydı.

Sorular o kadar yüzeysel ki, röportaj yapılan kişi dünya starı Carlos olsa da canınız sıkılıp, yarıda bırakıyorsunuz.

İşte sorulara birkaç örnek: "PSV maçında taraftarımızın çıkardığı uğultu ve ıslıkları fark ettin mi?", "Zico için neler söyleyeceksin?", "Başkanımız Aziz Yıldırım’ı nasıl yorumluyorsun?", "Taraftarımıza ne iletmek istersin?"

Üstelik bu röportaj, futbolun dışına çıkılmaya müsait bir ortamda, Carlos’un evinde yapılmış.

Arada özel hayata girilmeye çalışılmış ama Carlos’un cevaplarının devamını getirecek sorular yöneltilmemiş.

İlginçtir, esprili kişiliğiyle tanıdığımız Carlos’un cevapları da sorular kadar renksiz ve basmakalıp. Belli ki, sayfalar basılmadan önce yöneticilerin kontrolünden geçmiş.

Fenerbahçe elindeki cevherlerin farkında değil. Yıldızlarını ne kendisi değerlendirebiliyor ne de başkasıyla paylaşıyor.

Ben de Anelka, Daum, Hooijdonk, Kezman’la röportaj yapmak için çok uğraştım, kulübe yazılar geçtim ama nafile. Bu durum spor servisi çalışanları için de geçerli. Sadece maç sonrası yorum alıyorlar o kadar.

Anlayacağınız Fenerbahçe cephesinde Kafka’nın Şato’sunu andıran kasvetli, içine girilmeyen, girilse de çıkılmayan bir ortam mevcut. Halbuki, Carlos gibi dünya starları yurtdışında her ay bir dergiye kapak olur, talk show’lara çıkar.

Çünkü onlar birer markadır. Hem kendileri kazanır hem de kulüpleri.

Korkarım Carlos da Anelka gibi Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin surlarının arkasında iki yılını geçirip, ülkemizden ayrılacak. Ve 20 milyonluk Fenerbahçe Cumhuriyeti’ne seslenen Fenerbahçe dergisi, 7 binli tirajlarda dolanmaya devam edecek.

İkoncan’ı tanıtımlara çağırmayın

"40 Yıl 40 Ünlü Kravat" projesi için düzenlenen davette Eda Taşpınar, bu kez giydiği 1000 dolarlık Louboutin ayakkabılarla magazin sayfalarını süsledi. Ben organizatörlerin yerinde olsam ’İkoncan’ı tanıtım gecelerine çağırmam. Çünkü Taşpınar’ın her giydiği olay oluyor ve tanıtımı yapılan marka ya da organizasyonun önüne geçiyor.

n "Hatırladığım kadarıyla cinsellik mutluluk veren bir şeydi."

(Ünsal Oskay, Karşı Cinsle İlişkiler başlıklı konferansta, ilişki konusunda taktik almaya gelen öğrencilere seslenirken...)

n "Derbide Fenerbahçe golü yediğinde, stadyumda sigara yasağına kim uyar?"

(Philip Morris Sabancı Genel Müdürü Turhan Talu, açık mekánlarda sigara içme yasağını eleştirirken...)

n
"Bir ara ’Adnan kaç para alıyorsan ben vereyim ama televizyona çıkma’ dedim ama beni dinlemedi."

(Samet Aybaba, kardeşi Adnan Aybaba’nın kariyerini zedelediğinden dert yanarken...)

n
"Denizli felaketinden sonra 21.30 gibi ailece üzerimize yorgan çekip 15 saat uyuduk. Oğlum o gece ’Baba uyuyamıyorum. Kaçırdığımız goller gözümün önünden gitmiyor. Hayalet gibiler’ demişti."

(Bedri Baykam, Fenerbahçe’nin iki sezon önce şampiyonluğu kaçırmasının kendisi ve ailesi üzerinde yarattığı yıkımdan bahsederken...)

Ekşisözlük’ten Gülben’e şarkı

Gülben Ergen de Facebook alemine yelken açtı. Açmakla da kalmadı, sayfasında amatör besteciler arasında bir yarışma başlattı. Ergen, beğendiği bestenin yeni albümünde yer alacağını, adının da "Facebook" olacağını söylüyor. Şarkının adı "Facebook" olacaksa içeriği de facebook’a dair olacak galiba. Ben en azından böyle anladım. Ekşisözlükçü’ler de benim gibi düşünmüş olsa gerek Gülben için hemen bir beste patlatmışlar.





Ne güzelsin Facebook

Arkadaşsın, ilkokulsun

Ne güzelsin Facebook

Profilimi gösterensin



Ne güzelsin Facebook

Rakı soframda sanal balıksın

Ne güzelsin Facebook

Sen abazan bırakmazsın



Ne güzelsin Facebook

Amerika’dan çıkmasın

Ne güzelsin Facebook

Ne elit ortamsın

Maxwell nick’li arkadaş Facebook’un gerçek işlevine dair gayet güzel, esprili bir şarkıya imza atmış. Sadece biraz "Lay la lay lalay, sen güneş ben ay, annem de seviniyor... Hah ha ha ha hay, gerçek bir prens dizlerimde uyuyor" tarzı tekerleme olacak nakaratlara ihtiyaç var. Ne dersiniz tutar bu şarkı değil mi?

Köşe yazarları gazeteci değil mi

Gazetecilerin yıpranma hakkının da kaldırılmasını öngören yasa tasarısının değiştirilmesi için sendikalar, dernekler, muhabirler sokağa çıktı ama köşe yazarlarından tık yok.

Bu yasa tasarısının haksız olduğunu dile getiren köşe yazısı sayısı o kadar az ki, insan "Köşe yazarları gazeteci değil mi?" sorusunu sormadan edemiyor.

Gazeteciliğin nasıl zor bir meslek olduğunu, 61 basın çalışanının cinayete kurban gittiğini, kalp krizinden ölenlerin sayısının her geçen gün arttığını, 1980 yılından bu yana 300 gazetecinin saldırıya uğradığını, birçoğunun yüksek stres ve düzensiz yaşam yüzünden sağlık sorunları yaşadığını hatırlatmama gerek yok. Büyüklerimiz gazeteciliğin, ne kadar keyifli bir meslek olsa da çamurlu sahada futbol oynamaya benzediğini daha iyi bilirler.

Bugün mesleki dayanışma göstermeyip de ne zaman göstereceğiz doğrusu çok merak ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları