31 Mayıs 2008
İşte ulusça gurur duyacağımız bir haber; Amy Winehouse, Londra’da bir kebapçıda görüntülendi... 5 Grammy ödüllü arıza yıldızın şöhretinden bihaber olan bıyıklı Türk amca, "Ne oluyor, kim bu adamlar, niye fotoğraf çekiyorlar, abla sen de kimsin" der gibilerinden paparazzilere baktı. Belki de döner bıçağını arıyordu. Amy, "Merak etme amca bunlar beni takip ediyor, zararsızdır" gibilerinden bir şeyler söylemiş olsa gerek ki amca, döner bıçağını aramaktan vazgeçip siparişi aldı. Görüntülerdeki bir diğer ilginç kare de Amy’nin şiş kebap siparişini ayrıntılı bir şekilde vermesiydi, dürümün içine girecek nevaleyi uzun uzadıya sayıyordu. Amy’nin ustayla girdiği ayrıntılı kebap sohbeti ilgimi çekti, internette biraz gezindim. Meğer Amy, tam bir kebap tutkunuymuş, hatta İngiliz gazetelerinde "Ağır kebapları yiyor, sağlıksız besleniyor" gibilerinden yazılar çıkmış da haberimiz yokmuş.
Türkiye’de konser vermesi için Amy’yi anlı şanlı Antep, Urfa kebaplarımızla kandırabiliriz. Benden söylemesi...
Shevchenko’yu da beğenmemişlerdi
Trabzonspor Genel Saymanı Mahmut Aksu, Figo ile 2.5 milyon dolara anlaştıklarını ancak Başkan Sadri Şener’in Portekizli yıldızı yaşlı bulduğu için bu transferden vazgeçtiklerini söylemiş. Haber asparagas değil, Figo’nun menajerleriyle görüşülmüş, karşılıklı fakslar çekilmiş.
Evet, Figo (35) yaşlı ama Trabzonspor da Chelsea değil. Böylesine büyük bir yıldız, Yattara’nın bile sosyal hayatını sıkıcı bulup kaçmaya çalıştığı Trabzon’a gelmek istiyor ve bizim yöneticiler ’hayır’ diyor, gerçekten komik! Figo, 36’lık Roberto Carlos’tan bile daha efektif olabilirdi. Hiç olmadı, Trabzonlu gençlere orta nasıl yapılır onu öğretirdi.
Milliyet’ten Nilay Yılmaz da yazmıştı. Bu bizim kaçırdığımız ilk büyük balık değil.
Dinamo Kiev, Shevchenko’yu daha tıfıl bir çocukken Trabzon’a tavsiye etmiş, bizimkilerin "Kim bu çocuk" dediği Shevchenko’yu ertesi yıl Milan kapmıştı. Bir dönem Liverpool’un kaptanlığını yapan Sami Hyypia’yı da Samsunspor beğenmemişti. Üstelik Hyypia, Samsunspor’da antrenmanlara çıkmıştı.
Ronaldinho, 16-17 yaşlarında Diyarbakır’a önerilmişti. Gremio’da oynarken Ronaldinho’ya Galatasaray talip olmuştu. Yöneticiler, 3 milyon dolarlık teklifi 5 milyon dolara çıkaramayınca bu futbol sihirbazını PSG kapıp, 35 milyon dolara Barcelona’ya sattı. Galatasaraylı yöneticilerin, 1-2 milyon dolar farkla Nedved’i kaçırdığını da unutmayalım.
Bitmedi... Yıl 1996. Appiah, sekiz Ganalı arkadaşıyla denenmek üzere Galatasaray’a getirildi. Zamanın altyapı sorumlusu, "Bu adamdan hiçbir şey olmaz" dedi. Appiah da önce Udinese’ye, oradan da Juventus’a transfer oldu. Fenerbahçe’nin de Eto’o’yu elinden kaçırışı var. Yöneticiler, 2000-2001 sezonunda Eto’o için Real Madrid’e 4 milyon dolar yerine 5 milyon dolar verseydi şu anda "Eto’o, Fener’e geliyor" başlıklı asparagas haberlerle dalga geçiyor olmazdık.
Gerçekten trajikomik! Bırakın yönetici olmayı, 15’lik veletler bile bu hataları Football Manager’da yapmıyor.
Sigara içen kadınlar dikkat
Hep sigaranın zararları mı yazılacak... Sigara yasağının da zararları var. İşte Boxer dergisinin hazırladığı liste:
Sigara yasağı, iş verimini düşürüyor. Araştırmalar, sigara içmek için dışarı çıkmak zorunda kalan çalışanların geri döndüklerinde işe olan konsantrasyonlarını kaybettiğini gösteriyor.
İngiltere’de sigara yasağı başladığından beri kadınların uğradığı taciz sayısında artış görülmüş. Dışarıda sigara içen birçok kadın tacize maruz kalıyormuş.
Sigara yasaklarının sert uygulandığı ülkelerdeki turist sayısında azalma başlamış.
Uzmanlar, sigara içemeyen tiryakilerin agresifleştiğini ve bu yüzden de trafik kazalarının, kavgaların, hatta cinayetlerin arttığını söylüyor.
İşyerinde, barda, restoranda sigara içemeyen vatandaş, mecburen evinin yolunu tutuyor. Bu da çocukların sigara dumanından daha çok etkilenmesi, hatta sigaraya özenmeleri anlamına geliyor.
Yasağın en ilginç etkilerinden biri de kulüp ve barlardaki pis kokuların artmasıymış. Meğer sigara kokusu, ter, ayak ve ağız kokusunu maskeliyormuş.
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2008
Evlilik çocuk için yapılır... Erkekler mağara devrinden beri aynıdır: Penisi olan aldatır... Tek eşlilik sömürgecilik icadıdır... Radikal söylemler değil mi?
Peki kim söylüyor bunları? Haydar Dümen mi? Hayır... Daha ilginç birisi...
Mizah dergisi Uykusuz’un usta kalemlerinden Vedat Özdemiroğlu, bu haftaki yazısında eşinden ayrıldığını okurlarıyla paylaştı. Ben böyle dobra dobra kaleme alınmış bir ayrılık yazısı okumamıştım.
İşte o yazı:
"Karımdan resmen boşanıyorum... Benim de gündemim işte bu! Davayı karım açtı... Çünkü çok haklı... E, n’apiyim, ben de doğamı yaşadım... Sömürgeci icadı tek eşliliğin ta. a...yim! Zaten evlilik çocuk için yapılır... O da var, Allah’a emanet... Durduk yerde hak etmediğim halde ben ’zalim’ o da (yine hak etmeden) ’mazlum’ olacağına, boşanalım gitsin o zaman ulan! Yancı karakter olmadığım, mağarada bekleyip ava çıktığım, afedersiniz penis sahibi olduğum için özür mü dileyeydim?!... (’Karşılıksız sevgi, güçsüzdür’, ayrı) Oğlum benim soyadımı ve genlerimi taşıyor, hep de taşıyacak... Nasipsiz, mutsuz ve çilekeş olmadığım için af dileyemem... Akrep burcuyum işte, buyum ben... Yancı cüceleri, maddiyat ya..şağını ve yarım akıllıları iplemiyorum!..."
Tek eşliliğe inanmayan Özdemiroğlu’na bilimsel destekte bulunalım.
Geçtiğimiz yıl İngiltere’deki Bradford Üniversitesi uzmanları, mağara devri insanları üzerine yaptıkları araştırmadan yola çıkarak, insanın tek eşliliğe programlı olduğunu düşünmenin hatalı olduğunu vurgulamış, hatta eş değiştirmenin ve grup seksin atalarımız için gayet doğal olduğunu belirtmişti.
Tek eşliliğin kurulu düzene geçildikten sonra toplumsal düzenin sağlanması için kurulduğuna dikkat çeken ünlü bilim adamı Timothy Taylor, şöyle diyor: "Atalarımız hakkında düşündüğümüz pek çok şeyin hatalı olduğunu fark ettik. Cinsel ilişki hayvanlardaki gibi üreme amaçlı değildi. Hatta kendileri sadece heteroseksüel ilişki yaşamıyordu. Atalarımız eğlenmek için cinsel ilişkiye giriyordu, grup seks, sado-mazo ilişki ve eşcinsel ilişki yaşıyorlardı. Cinsel yaşamlarına farklı tatlar katmak için seks oyuncakları da kullanıyorlardı."
Ne diyelim nerden nereye...
İşte Merve ile sevişecek şanslı erkek
Şöhreti, parayı bir kalemde silip, Bodrum’da sade bir hayatı tercih eden, 80’li yılların güzellik sembolü Merve İldeniz’in hayır için Harun Özakıncı’nın "Hadi Gari Cumhur" filminde sevişecek olması haber oluyor da sevişeceği erkek niye haber olmuyor?
Sıkı durun açıklıyorum... İldeniz’le hippi bir çifti canlandırıp, kameralar karşısında sevişecek şanslı erkek; emektar bir balet. Hayatının büyük bölümünü gurbet ellerde geçirmiş. İsveç, Amerika ve İskoçya’da 25 yıl aralıksız baletlik yapmış. Hisseli Harikalar Kumpanyası’nda rol almış. Şimdilerde Yıldız Teknik Üniversitesi Modern Dans Bölümü’nde hocalık ve serbest koreografi yapıyor. Adı: Ersin Yalçın. Yaşı: 48... Evli, ikiz babası olmayı bekliyor ve söylentilere bakılırsa İldeniz’in arkadaşı.
n "Evet sayın seyirciler, kaç gündür kraliçe ile yatıp kalkıyoruz."
(Mehmet Barlas, atv Ana Haber’de Kraliçe Elizabeth’in Türkiye ziyaretiyle ilgili haberi anons ederken.)
n "Biz de bir şeyh mi bulsak ne?"
(Aysun Kayacı, Haydi Gel Bizimle Ol programında, bir tarikat şeyhinin 14 yaşındaki kızın bekaretini bozup aynı gece 60 kez cinsel ilişkide bulunması hakkında yorum yaparken.)
n "Polis 1 Mayıs’ta turisti değil Kütahyalı’yı dövdü."
(İstanbul Valisi Muammer Güler, 1 Mayıs olaylarını değerlendirirken.)
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2008
Ülkede bu kadar ödül enflasyonu varken, neredeyse her üniversite ödül dağıtırken neden kimsenin aklına ABD’de düzenlenen, yılın en başarısızlarının seçildiği Razzie Awards (Altın Ahududu Ödülleri) benzeri bir seçme yapmak gelmiyor. Fena mı olur? Hem eğleniriz hem de yaratıcı tartışma ortamları açılmış olur.
Efendim affınıza sığınarak, fikirlerine değer verdiğim basından birkaç arkadaşa da danışarak 2007 yılına dair kişisel bir "Altın Ahududu" listesi hazırladım. Tekrar söylüyorum kişisel bir liste, maksat muhabbet olsun.
Anchorman: Mehmet Barlas... Öyle hayattan bezmiş bir halde haberleri sunuyor ki, ATV Ana Haber tarihinde hiçbir zaman rakiplerinin bu kadar gerisinde kalmadı...
Yapımcı: Okan Bayülgen... Şovmenlikteki enerjisini yapımcılığını üstlendiği programlara aktaramadı. Ayşe Özgün’lü "İşte Bu Bizim Hikayemiz" iki hafta, Ata Demirer’li "Hacıyatmaz" ise dokuz hafta sonra yayından kaldırıldı. Korkarım "Gülben Ergen’le Sürpriz"i de aynı tehlike bekliyor.
Dizi: Mahşer... "24’ün yerli versiyonu olarak lanse edildi, dev bir oyuncu kadrosu vardı ama dördüncü bölümde yayından kalktı. Suçlu, reçel kavanozuna bile zoom yapan çılgın kameraman değildi elbet.
Talk Show: "Hacıyatmaz"... Ata Demirer, ne Okan Bayülgen’in istediklerini yapabildi ne de kendi gibi olabildi. Konuklarının yerine şarkı söyleyince, Metin Akpınar taklidi yapınca program yayından kaldırıldı.
Şarkıcı: Tuğba Ekinci... Yine poposuyla ve Hülya Avşar’a attığı laflarla var olmaya çalıştı. Ajdar’ın en büyük rakibi...
Şarkı: "Kondom"... "Tak derim kendine kondom / Kondom, dünyaya kondom / Herkese kondom / Eline, beline, cebine kondom..." Sözlerde gizli bir sürrealizm var ama daha çözen olmadı.
Film: "Anka Kuşu: Bana Sırrını Aç"... Mesut Uçakan, sırrını açtı, "Yerli Matrix’i çektim" dedi ama onun idealler dünyasını anlayan pek çıkmadı. 57 salonda vizyona giren filmi sadece 21 bin kişi izledi.
Kadın Oyuncu: Yasemin Kozanoğlu... "Avrupalı"ya yerli güzel kontenjanından girdi ama filmdeki gerçeklik atmosferini bozacak derecede gerçekçiydi. "Benim burada ne işim var" dercesine kameranın önünde sadece durdu.
Bu liste uzar gider... Başta da belirttiğim gibi başarısızlığın da adını koymakta fayda var. Tabii bu ödülleri almaya kaç sanatçı gelir orasını bilmem. Umarım Halle Berry gibi Oscar kazandıktan üç yıl sonra "Catwoman"daki berbat performansı yüzünden En Kötü Oyuncu ödülünü almak için kürsüye çıkacak kadar olgun, eleştiriye açık sanatçılar da vardır ülkemizde.
n "Nasıl bıraktın o mübarek sakalı / Nasıl yıktın Amerika’yı / Usame Baba bize kıyak yapsana / Kadıköy’ü bombalasana."
(Çarşı grubu tezahüratta yaratıcılık konusunda sınırları zorlarken...)
n Muhabir: "Oğlunuz gelse ’Baba, ben gay’im’ dese, ne yapardınız?"
İsmail Hacıoğlu: "Oğlunun kafasındaki baba resmini yıkarsan, tabii ki anneyi örnek alır. Ondan sonra da kadın gibi davranmaya başlar."
n "Bak, kepçe operatörü aranıyormuş. Fuhuş yapacağına kepçe operatörü olsana!"
(Kadir Çelik, programına telefon bağlantısıyla katılan travestiye kariyer planlaması yaparken...)
Tümer, Antalya’da neden yaşlandı
A Milli Futbol Takımı’nın Antalya kampından yansıyan görüntülerde hiç topa vuran bir futbolcu gördünüz mü? Milliler ya barbekü partisindeler, ya ailece pikniği çıkmışlar ya da sponsor firmaların fotoğraf çekimlerinde poz veriyorlar...
Tamam ligler yeni bitti, futbolcular dinleniyor ama muhabir arkadaşlarımız aynı fikirde değil. Futbolcuların yorgunluktan adım atacak halleri kalmamış. Hatta bu durumu ti’ye bile almaya başlamışlar: Kampa geç katılan Tuncay, Tümer’e "Abi yaşlanmışsın sen. Herhalde Yunanistan pek yaramadı sana" demiş. Tümer de "Dün burada olsaydın sen de yaşlanırdın" demiş. Tuncay’ın yanıtı daha ilginç: "Ben niye geç geldim sanıyorsun abi. Fatih Hoca programı geçti." Kamptaki Rock’n Coke havasını özetleyen kare ise Mustafa Erdoğan, Fatih Terim ve futbolcuların barbekü partisindeki çakırkeyif görüntüleri oldu. Fatih Hoca acilen, sponsorların ablukasından kurtulup çalışmalara başlasa iyi olur!
Sezen Aksu’yu övmek
Sezen Aksu’yu o kadar çok seviyoruz ki, sevgimizi ifade ederken ona zarar veriyoruz! Bazen o kadar alakasız bir röportajda Sezen Aksu övgüsüyle karşılaşıyorsunuz ki, bu sizde bıkkınlık duygusu yaratıyor...
Müzik dünyasında şöyle bir gerçek var: Eğer Aksu’dan kazara bir şarkı aldıysanız bu başlı başına bir promosyon malzemesine dönüşüyor. Hele Aksu’nun yanında çalışma fırsatı bulduysanız, tedavülden kalkana kadar pr’ınızı yapıyorsunuz. Çünkü Aksu hakkında konuşmak her zaman haber değeri taşıyor. Örnek çok: Levent Yüksel hálá Aksu’ya aşık. Işın Karaca keza öyle...
Bunları niye mi yazıyorum? Geçtiğimiz hafta bu yersiz övgü korosuna iki isim daha eklendi de ondan. Eylülde albümü çıkacak olan Cihan Okan "Sezen Aksu; evliya olmuş bir kadın. Benim şansıma bakar mısınız?... Sezen Aksu ile 12 senedir çalışıyoruz" diyor.
Albümü haftaya çıkacak olan Murat Evgin ise "3 yaşında Sezen beni dudaklarımdan öpmüş. Hayatıma giren ilk kadın o. Ona platonik aşıktım. ’Seni Uzaktan Sevmeme İzin Ver’ şarkısını onun için yazdım" diyor. Okan Cihan’ın açıklaması Sezen Aksu sevgisine yeni, metafiziksel bir boyut kattı. Evgin’e gelince... Eğer sözlerinde samimiyse ortada psikolojik bir sorun var demektir. Bu duruma canı en çok sıkılanın Sezen Aksu olduğuna eminim. Bu yersiz övgüleri nasıl engeller bilmiyorum ama acilen bir şeyler yapmalı.
Yazının Devamını Oku 3 Mayıs 2008
40’a yakın ülkeden 169 yabancı gazeteci her gün ülkelerine Türkiye’den haber geçiyorlar. Çok önemli kalemler! Türkiye’nin yurtdışındaki imajı onların geçtiği haberlerle belirleniyor. Peki kim bu gazeteciler?
Vs. dergisi şık bir araştırma dosyası hazırlayıp Türkiye’de çalışan yabancı gazetecilerle konuşmuş. Biz Türkiye’yi haber cenneti bilirdik ama onlar aynı fikirde değil. Genelde 301. madde, türban tartışmaları, Avrupa Birliği, Kürt sorunu ve Kıbrıs meselesi haber oluyormuş.
Ama burada da sorun bizdeymiş, simgesel kavgalara takılıp kalıyormuşuz. Today’s Zaman Yazarı Andrew Louis Finkle’ın bu konudaki görüşleri hayli ilginç: "Türbanın bu kadar büyük bir dava haline gelmesini dünyaya anlatmaya çalışıyorsunuz ama anlamıyorlar. Bu simgesel kavgaların yanında insanların gerçek hayatlarını etkileyen eğitim ve sağlık gibi en önemli konuları kimse tartışmıyor..."
Bu noktada kendilerini eleştirenler de var. Turkish Daily News Genel Yayın Yönetmeni David Judson, "Cihangir’de herhangi bir kafeye gidin. Orada genç yabancı muhabirler olur. Bu muhabirler paslaşırlar, yaptıkları işleri kıyaslarlar. Onlara 301 dediğin zaman üç isim biliyorlar: Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk! Ama şu anda 150’ye yakın 301 mağduru var. Yurtdışında kimse onların isimlerini bilmiyor!" diyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse bizim medyada da bu üç isim biliniyor.
Peki yabancı meslektaşlarımız Türk medyasını nasıl değerlendiriyor?
Bu soruya verdikleri yanıtları okuyup özeleştiri yapmakta fayda var diyorum.
İşte o yanıtlar:
Yunanistan Alpha TV Muhabiri Maria Zacharaki: "Medya üzerinde çok ciddi bir baskı var. İfade özgürlüğü konusunda da sıkıntılar var. Yergi içeren karikatür yapılması bile hemen dava konusu oluyor."
Andrew Louis Finkle: "Türkiye’de mizanpaja çok önem veriliyor. Haberi bir resim gibi görüyorlar. Yazının devamının okunmasını beklemiyorlar. Bu çok kötü!"
David Judson: "Bu ülke, gazetecilik kültürü içerisinde hiyerarşiye çok düşkün. Asker rütbeleri gibi genel yayın yönetmeni, haber koordinatörü, yazı işleri müdürü, şef, muhabir gibi hiyerarşik rütbeler var... Türkiye’de köşe yazarı enflasyonu var. Sadece İstanbul’da 400 tane köşe yazarı var. Tüm Amerikan medyasında bile 400 köşe yazarı yok."
Köşe yazarı enflasyonunda Türkiye’ye rakip ülkeler hangileri acaba?
Onu da haftaya ben yazarım...
Göksel G.’nin filmi çekilmeli
Sekiz market soyan Göksel G.’nin öyküsü, üçüncü sayfa haberi olarak kalmamalı, gündeme damgasını vurmalı, hatta filmi bile çekilmeli. Tabii Göksel G. ifadesinde dürüstse.
Göksel G. Latince öğrenmek ve Yunanistan’da yaşamak için soygun yapmış.
Ben kendisine inandım. İnanmamın iki nedeni var: Birincisi Göksel G.’nin Türkiye’nin sayılı üniversitelerinden birinin sanat tarihi bölümüne girmiş olması. İkincisi ise her sanat tarihi bölümü öğrencisi gibi Yunanistan’da yaşamayı hayal etmesi.
Göksel G.’nin öyküsünde asıl tartışılması gereken bölüm ise eşcinsel olduğu için ailesinin onu evlatlıktan reddetmesi ve bu yüzden maddi sorunlar yaşayıp üniversiteden ayrılmış olması.
Göksel G. birçok eşcinsel gibi iş bulamadığı için fuhuşa başlamış. Fuhuştan kazandığı parayla ancak karnı doyuyormuş ama hayallerinin peşinden gitmek istemiş.
Hayallerini gerçekleştirecek parayı biriktirmeyi o kadar çok istemiş ki, soygun yerinden kaçarken yol masrafını bile beleşe getirmiş. Yüzüne ameliyathane maskesi takıp taksicilere "Ben doktorum, acil hastaneye yetiştir" diyormuş.
Aslına bakarsanız verdiği ifade asılsız çıksa da Göksel G.’nin filmi yapılır. "Olağan Şüpheliler"deki Roger gibi kahvesini yudumlayıp büyük bir senaryo uydurmuş olabilir. Kim bilir...
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2008
Yıllar önce Ankara’daki bir üniversitede konuşmam vardı. Sohbet sırasında iki kişi yanıma gelip, şiir yazan genç bir arkadaşlarının benimle görüşmeyi çok istediğini, çekindiği için onu gönderdiklerini söyledi. Gecenin bir yarısı Kızılay’da bir bara götürdüler beni. Esmer tenli, bıyıklı, ağırbaşlı bir genç yanıma geldi.
Şiirlerinin birkaç tanesini okudum hemen. İlginç dizeler çarptı gözüme. Şiirlerinde garip bir enerji vardı ama daha çalışması gerekiyordu. ’Nereye gidiyorsunuz’ diye sordu. ’Otogara gidiyoruz’ dedim. ’Beni de bırakır mısınız, bu saatte otobüs bulamam, taksi tutacak param da yok’ dedi. Yola koyulduk. Çok soğuk, karlı bir kış gecesiydi. Bir ara, ’Abi ben beste de yapıyorum. Kaset çıkarmayı düşünüyorum, ama birinin desteğine ihtiyacım var’ dedi.
Bir çıkış arıyordu bu genç adam. Ama henüz her şeyin başındaydı. Üstelik oldukça yoksuldu da. Bir ara, ’Son bestemi size okuyayım mı’ diye sordu. Oku, dedik. ’Turnalar... Sevdiğim oy...’ Çok etkilenmiştik. Sonra otogara geldik, bizimle vedalaştı. Yanılmıyorsam parası olmadığı için evine yürüyerek gitmek zorundaydı. Bir süre arkasından seyrettim onu, boynu hafif öne eğik, karlara bata çıka gidiyordu...
Cezmi Ersöz’ün "Bana Türkçe Bir Ekmek Ver" kitabındaki "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" başlıklı yazısından özetleyerek yaptığım bu alıntındaki beş parasız ama umut dolu adam Yavuz Bingöl’dü.
Nereden nereye...
Yavuz, önümüzdeki ay Cannes Film Festivali’nde kırmızı halıda yürüyecek. Karlı bir Ankara akşamında Ersöz’e şiirlerini okumaya çalışan Yavuz, belki de sanat kariyerinin en büyük onurunu yaşayacak.
"Üç Maymun"u izlemedim ama filmden basına yansıyan o ’cool’ kareye bakıyorum ve hayatında kamera görmemiş Muzaffer Özdemir’e, Emin Toprak’a Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran Ceylan bir ödül de Yavuz’a kazandıracak diyorum.
Ceylan’ın filminde rol alması Yavuz için çok büyük bir şans. Umarım Cannes deneyimi Yavuz’a yeni ufuklar açar.
Beleş Gaste + 2 kahve
Daha önce bu sütunda Gaste adlı ücretsiz gazetenin sokaklarda, otobüs duraklarında nasıl ısrarcı (almanız için üzerinize çullanıyorlar, ev ev dolaşıp dağıtıyorlar) bir şekilde dağıtıldığından bahsetmiştim. Objektif yayıncılık konusunda kafalarda soru işareti bırakan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin icraatlarını ballandıra ballandıra anlatan Gaste, promosyonda da atağa kalktı.
Geçenlerde Gaste’ciler iki adet ’üçü bir arada’ kahvelerinden dağıttılar. Bu kahveler bakkallarda 30 kuruşa satılıyor. Beleş gazetenin yanında 60 kuruş değerinde iki kahve dağıtmanın maliyeti büyük olsa gerek! İnsan nereden geliyor bu değirmenin suyu demekten kendini alamıyor...
n "Birçok gay futbolcu olduğunu düşünüyorum. Ancak böylesine maço bir organizasyonda kabul görmeyeceklerini bildikleri için bunu açıklamıyorlar."
(FIFA Başkanı Sepp Blatter yaptı bu açıklamayı. Galiba ünlü balet Tan Sağtürk haklı çıktı...)
n "Ormanı istediğimiz yerde kurarız ama turizmi istediğimiz yerde yapamayız."
(AKP Milletvekili Nuri Uslu, orman arazilerini turizme açmakta kararlı olduğunu vurgularken...)
n "Klipte Brad Pitt’in kısık ateşte pişmiş hali gibiydim."
(Ege, Şeytan Sev Diyor adlı şarkısına çektiği klipteki performansını değerlendirirken...)
n Murathan Mungan: "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar."
n "Kişilerin bakan yakını olmaları anayasa ve yasalardan doğan vatandaşlık haklarını kullanmalarına mani teşkil etmez."
(Bakan Cemil Çiçek, hiçbir sınava girmeden Türk Akreditasyon Kurumu’nda işe giren gelini ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda işe başlayan oğlunun hangi kriterlere göre işe alındıkları sorusuna yanıt verirken...)
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2008
Rock’n Coke’çular özetle şunu söylediler: "Festivale katılacak grupların turne programları bizimkine uymadı. " En komik açıklama ise gelecek seneye dair temenni faslında yaşandı. Ebru Bakkaloğlu, "Her yıl daha festival bitmeden bir sonraki senenin sanatçı görüşmeleri başlar. Rock’n Coke için önümüzdeki yılın çalışmalarına başladık. Amacımız festivali 2009’da çıtayı daha da yükselterek gerçekleştirmek."
Rock’n Coke’çular kusura bakmasın ama bu açıklamaların hiçbiri gerçekçi değil. Taraf gazetesinden Telesiyej’in de belirttiği gibi madem hazırlıklara bir yıl öncesinden başlıyorsunuz, grupların turne programlarının uymadığı son anda mı belli oluyor? Grupların da turne programları yok mu? Üstelik onların turne programları iki yıl öncesinden belli oluyor.
Bakkaloğlu’nun açıklamasındansa ben şunu anladım: Biz bir yıl boyunca uğraştık ama festivale getirecek üç-dört grup bulamadık.
Bulan buluyor! Bu yaz Türkiye’de Judas Priest, Massive Attack, Bon Jovi, Björk, Metallica, Lenny Kravitz konser verecek. Üstelik bu konserleri ayarlayan organizatörlerin arkasında Coco Cola gibi dünya devi bir marka da yok.
Rock’n Coke’çular "Metallica’yı, Björk’ü getiremedik. Bizim festival daha sönük kalırdı, o yüzden iptal ettik" dese bence daha mantıklı olurdu.
Bir de aklıma şu gelmiyor değil. Bu yıl ramazan eylül başı başlıyor. Çadır partileriyle de ünlü Rock’n Coke da eylül başında yapılıyor. Acaba yöneticiler, bu hassas durumu ve yükselen muhafazakár değerleri düşünmüş olabilir mi?
Şok gazetesi Marilyn Monroe’nun pornosunu ele geçirdi
Daha önce Şok’ta yayınlanan David Beckham’la Roberto Carlos’un telefon görüşmesinden bahsetmiştim. Beckham, "Keşke Fener’e gelsem. Amerika’da canım çok sıkıldı. Ama bunlar beni bırakmaz" diyordu. Şok’un bu tür ’eğlencelik’ bombalarından çok örnek var. Ama asıl bombayı Marilyn Monroe’nun pornosunu ele geçirerek patlattılar!
Biliyorsunuz Monroe’nun kimliği belirlenemeyen bir adama oral seks yaparken gösteren filmi, bir işadamı tarafından 1.5 milyon dolara satın alınmıştı. Kimliği belirsiz adamın John F. Kennedy olduğu iddia edilince de FBI olaya el atmıştı. Şok, haber takibinde dünyaca ünlü tabloid gazeteleri geride bırakıp Monroe’nun fotoğraflarını yayınladı! Şok, haber kaynağını açıklamamış. Kim bilir belki de FBI’da çalışan abileri vardır.
Haberin devamını Şok editörlerinin kaleminden okuyalım: "Görüntüleri kimin aldığı sır ama gelmiş geçmiş en seksi kadının porno görüntülerini Şok ele geçirdi..." Bu spottan sonra haber, "Sütyen ve don yok. Monroe bu halde..." "Seks videosunda ses yok. Ama görüntülerden yıldızın zevk aldığı ortada" gibi eğlenceli resim altlarıyla devam ediyor. Bu tür asparagas haberlerin en güzel örneğini Weekly World News gazetesi yapmıştı. Şok, Weekly World News’un boşluğunu dolduracak gibi.
Tolga’nın Monica’yla oynayacağı filme ne oldu
Yurdum sanatçılarının en büyük özlemidir yurtdışına açılmak... Her yıl Hollywood’a transfer olurlar, İngilizce albüm çıkarırlar... Ne yazık ki, bu haberlerin yüzde 70’i boş çıkar.
Haber asılsız çıksa da (ne hikmetse hep de projeler son anda iptal olur) sanatçı geçen süre zarfında röportajlarını vermiş, bol bol PR’ını yapmıştır.
Hatırlarsınız Tolga Karel de geçtiğimiz yıl (4 Ağustos) Monica Bellucci ile birlikte bir Fransız filminde rol alacağını açıklamıştı. Açıklamakla kalmamış "Çekimler ekim sonu başlayacak. 42 yaşında olmasına rağmen Monica hálá taş gibi. Çok heyecanlıyım, bakalım en olacak" gibi coşkulu cümleler kurmuştu. Tabii bu açıklamayı da çeşitli dergi ve programlarda Tolga ile yapılmış röportajlar izlemişti.
Aradan yedi ay geçti ama hálá Tolga’nın filminden ses seda yok. Acaba film çekildi de haberimiz mi olmadı? Sanmam... Daha proje aşamasındaki bir filmden bile bu kadar prim sağlayan Tolga, Monica ile kamera karşısına geçseydi Türkiye’de sağır sultan bile duyardı. Değil mi Tolga?
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2008
Ne büyük aşkmış! Koskoca Akdeniz Üniversitesi’nin kampusunda II. Mohaç Meydan Muharebesi yaşandı. ’Kız meselesi’ deyip geçmeyin, Truva Savaşı da Helen yüzünden çıkmıştı.
PKK ve MHP sempatizanlarını karşı karşıya getiren çatışmanın baş provokatörü Ömer Ulusoy ise siyasi gündemin tam ortasına oturmakla kalmadı, ürkünç imaj çalışmasıyla da yankı uyandırdı.
Medya, keskin bakışlarından yola çıkarak Ulusoy’u "Kurtlar Vadisi"nin Memati’sine benzetti. Hatta Ulusoy’a ’Memati Ömer’ lakabı takanlar bile oldu.
Evet, kaba sakalı, devasa fiziği, alnındaki Zülfikar dövmesiyle Ulusoy, mafya filmlerinden, "Sin City"den fırlamış kötü adamlara benziyor.
İnternet sitelerindeki benzetmeler daha da eğlenceli.
Bazıları Ulusoy’u efsane bilgisayar oyunu Street Fighter 2’deki kırmızı donlu devasa Rus güreşçi Zangief’e benzetmiş. Ulusoy’u heavy / trash metal müziğin önemli isimlerinden ünlü gitarist Kerry King’e, Temel Reis’teki Kaba Sakal’a benzetenler de olmuş.
Hatta daha da ileri gidip Ulusoy’u ’Kara Papa’ olarak anılan ünlü satanist Anton Szandor LaVey’e benzetenler bile var.
Benim oyum ise Zangief’ten yana.
Ömer Ulusoy, Türk Sineması’ndaki ’kötü adam’ boşluğunu doldurabilir, benden söylemesi.
Swarovski’li bardak da sahte mi
Bülent Ersoy’un Kapalıçarşı’daki taklit çantaların satıldığı dükkanda görülmesi geçtiğimiz haftanın magazin bombasıydı.
Ersoy, çanta almadığını, modacısı Nur Yerlitaş’tan duyduğu Miu Miu marka çantaya bakmak için Kapalıçarşı’ya gittiğini belirtip şu açıklamayı yaptı: "7 tane çantayı kendi taşıyor demişler. Ben pırlanta olsa taşımam. 200-300 YTL’lik o çantaları niye elimde taşıyayım ki!"
Havaalanında bile THY’nin şoförüne çantasını taşıtan, programında üç saat oturduğu koltuktan hiç kalkmayan Ersoy, eğer 7 çantayı birden taşıyorsa seneye Avrasya Maratonu’na da katılır.
Tamam, Ersoy çantaları taşımadı ama bu almadığı anlamına gelmez.
Diyelim ki, Ersoy çantaları almadı. Peki niye Miu Miu marka çantaya bakmak için oradaydı? O çanta da ’çakma’ değil miydi? Ayrıca Ersoy çantayı beğenseydi "Aferin çocuklara ne güzel taklit çanta yapmışsınız" deyip evine mi dönecekti?
Doğrusu Ersoy’un savunması bana hiç inandırıcı gelmedi.
Ayrıca, "Popstar Alaturka"da yere atıp parçaladığı swarovski taşlarla süslü 3 bin YTL’lik bardağın da ’çakma’ olma ihtamali yüksek!
Garip bir ülkede yaşıyoruz değil mi?
"Popstar Alaturka"dan bölüm başına 50-60 bin YTL alan Ersoy’un taklit çanta kullanıp, kullanmadığını tartışıyor olmamız bile Türkiye’deki beleşçi ruhun ulaştığı noktayı gösteriyor aslında.
Ne yazık ki, milyon dolarlar kazanmalarına rağmen ’açlık’ duygusunu yenememiş birçok sanatçımız var. Hep daha fazlasını istiyorlar, hep uyanık geçiniyorlar. Vergilerini ödemiyorlar, moda ikonu geçinip dünya devi tasarımcıların kıyafetlerini birebir taklit ediyorlar, ülkeye kaçak araba sokuyorlar, kaçak soktukları son model ciplere LPG taktırıyorlar vs vs... Bu örnekler saymakla bitmez. Ve en kötüsü de bu isimlerin ikon olarak lanse edilmesi.
Aynı konuşma
İstanbul Film Festivali’nin geçtiğimiz hafta düzenlenen açılışı çok iyiydi. Her zamanki gibi aksayan tek bir nokta vardı, o da İKSV Başkanı Şakir Eczacıbaşı’nın uzun konuşması...
Bilmem farkında mısınız Şakir Eczacıbaşı yıllardır hep aynı uzun açılış konuşmasını yapıyor. Bir tarih öğretmeni edasıyla 1965’te Sinematek’in kuruluşundan başlıyor, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından giriyor, Visconti’den çıkıyor...
Şakir Bey’in açılış konuşmalarında büyük bir ’deja vu’ yaşadığı kesin.
Şakir Bey’in aynı ’deja vu’yu festivalin onur konuğu seçimlerinde de yaşadığı konusunda şüphelerim artmaya başladı. Gina Lollobrigida, Michelangelo Antonioni, Sophia Loren, Gillo Pontecorvo derken son olarak Claudia Cardinale geldi ülkemize.
Şakir Bey galiba gençlik yıllarını özlemle anıyor, belki de İtalyan Yeni Gerçekçilik akımını tekrar diriltmek istiyor.
Espri bir yana... Şakir Bey’in sinemamıza yaptığı katkılar saymakla bitmez ancak festivale biraz gençlik aşısı lazım. Daha popüler isimleri konuk etsek fena mı olur?
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2008
Herkes Gülben Ergen’den bir kadın programı bekliyordu ama o "Talk-show yapacağım" dedi. Doğrusu Hülya Avşar’ın Türkmax’teki başarısından sonra Ergen’e de kadın programı sunmak yakışmazdı. Ama yapımcı olarak yola çıktığı Okan Bayülgen bence yanlış isim.
Okan Bayülgen tartışmasız televizyon dünyasının en iyi şovmenlerinden biri ama iş yapımcılığa gelince çoğu kez çuvallıyor.
Okan’ın yapımcılığını üstlendiği, Ayşe Özgün’lü "İşte Bu Bizim Hikayemiz" daha yeni yayından kalktı, sadece iki hafta ekranda kalabildi. Ata Demirer’in sunduğu "HacıYatmaz" ise sadece dokuz hafta dayanabildi.
Saba Tümer ve Pakize Suda ikilisinin sundukları "Lütfen Bu Konuya Girmeyelim" kaliteli bir kadın programıydı ama hiçbir zaman rakiplerini reytinglerde geçemedi.
Özgür Çakıt, Gürgen Öz, Murat Akkoyunlu ve Rüya Önal dörtlüsünden oluşan "Konuşan Kafalar", yaratıcı, farklı bir programdı ama o da belki Cine5’te yayınlandığından olsa gerek beklenen patlamayı bir türlü yapamadı.
Okan’ın eski sevgilisi Berrak Tüzünataç’ın sunduğu "Her Şeyi Bilmek Gerekmiyor" programında ise TürkMax’le yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden daha birinci bölümün sonunda kadro değişikliğine gidilmişti.
Peki, böylesine başarılı bir şovmen neden yapımcılıkta dikiş tutturamıyor?
Bu sorunun yanıtı çok basit. Okan Bayülgen kendi sunduğu programlarda metin yazılarından, kameraya, reji masasına kadar her şeyi kontrolü altında tutar. Canlı yayında anlık fikir patlamalarından ve kaostan beslenir. Ancak Okan yapımcı koltuğuna geçtiğinde bu tempolu program akışı bir türlü tutmuyor. Çünkü Okan, sunucularından kendisi gibi olmalarını istiyor. Sadece bir tane Okan Bayülgen olunca da "HacıYatmaz" örneğinde olduğu gibi her şey kábusa dönüşüyor.
Okan’ın ikinci ve bence de en büyük çelişkisi ise kaliteden ödün vermemesi. Ne yazık ki, televizyon dünyasında reyting kazanmak için çoğu kez kaliteden ödün vermek zorundasınız. Çünkü o an rakipleriniz reyting için her şeyi yapmaktadır, Saba Tümer ve Pakize Suda aralarında uslu uslu konuşurken karşı tarafta kadınlar saçlarını yolmaktadır.
Trajikomik olacak ama Okan Bayülgen’in yapımcı olarak başarı elde etmesi için programlarında yerin dibine soktuğu, dalgasını geçtiği yapımların kalitesine inmesi gerekiyor. Tabii bu da Okan efsanesinin bittiği an olur.
Yani Gülben’in Bayülgen’le yola çıkmadan önce çok iyi düşünmesi lazım. Sonra Ata örneğinde olduğu gibi "Gülben kaçtı" olmasın.
Cengiz Abazoğlu büyük balığı kaçırdı
’Yerli Paris Hilton’ Ece Filiz, Paris Hilton’un daha önce Gül Gölge’nin giydiği kıyafetle güzellik yarışmasına katılmasını eleştirerek şu soruyu yöneltmiş: "Güzellik yarışmasına katılmak için 300 bin dolar alan bir insan neden eski bir kıyafet giydi ki?"
Paris gibi bir starın daha önce başkası tarafından kullanılan bir kıyafeti bilerek giyeceğini düşünmüyorum. Günde 1 milyon dolar kazanan bir yıldız, ’hediye’ diye kullanılmış bir kıyafeti de giymeyeceğine göre Ece bence soruyu şöyle sormalıydı: "Cengiz Abazoğlu, Paris gibi bir dünya starına daha önce Gül Gölge tarafından kullanılan kıyafeti niye giydirdi?"
Eğer Abazoğlu, "Madem elbiseleri hediye ediyorum bari şu elimdekilerden kurtulayım" dediyse hata etmiş.
Paris’in Asena ile göbek atışı tüm dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Ajansların fotoğrafları hálá yabancı sitelerde dolaşıyor. Haftaya çıkacak Us, People gibi uluslararası dergilerde de bu fotoğraflar boy boy yer alacak. Ben Abazoğlu’nun yerinde olsaydım kendimi dünyaya tanıtacak çok özel bir elbise hazırlardım Paris’e.
Abazoğlu kusura bakmasın ama moda tasarımcılarının kıyafetlerini giydirmek için birbiriyle yarıştığı Paris’e Gül Gölge’nin kıyafetini giydirmek fazlasıyla ’bakkal hesabı’ olmuş.
n "Geldi konuştuk. Derdini sıkıntısını anlattı, çok da hüzünlü bir şekilde. Sonra kahramanlık yapmasını hiç anlayamadım."
(TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, kurumla sorunları olan Hülya Avşar’ın eleştirilerine yanıt verirken...)
n Çok güzel bir penaltı attı, tek sorun kaleyi tutturamaması.
(BBC maç yorumcusu, Dundee United-Rangers kupa finalinde kaçan penaltıyı yorumlarken...)
n "İstanbul’da bir şişe Petrus’a ödeyeceğiniz parayla uçakla Londra’ya gidip dünyaca ünlü bir restoranda yemek yiyip üzerine Petrus’unuzu yudumlayabilirsiniz."
(Sunset’in sahibi Barış Tansever, şaraptaki yüksek ÖTV’yi eleştirirken...)
n Beyaz: Hakemlik mesleği niye seçilir? 70 bin kişi stada gelip dümdüz küfür edebiliyor.
Erman Toroğlu: O küfürü yemek inanılmaz büyük bir zevk.
n "Can Dostum yarışmasında sen köpeğini eğitemedin. Acaba yaşın ufak diye mi dinlemiyor seni?"
(Beyaz, Yağmur Atacan’a yüklenirken...)
n Ayşegül Aldinç: "Albümü k.çından ter damlaya damlaya aylar süren sancılı bir süreçte yaparsın. İki ay sonra ’Yeni albüm ne zaman?’ diye sorarlar. İşte taammüden cinayet sebebi."
n Emre Altuğ: "Toplum için iyi bir örnek olduğumu düşünüyorum. Mesela Teoman da iyi bir örnek olabilir. Onu gören biri, bir daha içki içmemek için tövbe edebilir diye düşünüyorum."
Yazının Devamını Oku