27 Eylül 2008
Oxford Üniversitesi akademisyenlerinden biri olan, ünlü evrim teorisyeni Prof. Richard Dawkins’in internet sitesi, Adnan Oktar’ın (Adnan Hoca) şahsı ve "Atlas of Creation" kitabı hakkında kişilik haklarını ihlál eder nitelikteki yazılar nedeniyle kapatıldı ve kimse bu olayı tartışmıyor. Tabii, Dawkins’in sitesi YouTube kadar meşhur değil... Yurdum insanı ne yapsın evrim teorisini, gen bilimini... Ama yurtdışında durum farklı.
Kapatma cezası ünlü Guardian gazetesinde bile haber oldu, gerisini siz düşünün!
Sitenin forumunda yapılan yorumlar da ülkece madara olduğumuzun göstergesi:
"Neden bu kadar çok korkuyorlar... Tabii ki gerçekten."...
"Türkiye’ye, AB’ye tam üyelik hakkı vermemek için bir başka neden daha. Baskıcı İslamcı rejim, Batı’nın aydınlığından hiçbir iyilik hak etmiyor."
"Cidden, adamın teki bir kitap çıkarmış. Bu kitap web sitesinde eleştirilmiş, şimdi Türkiye’nin tamamı bu siteye erişemiyor mu?"
Evet, olay son yorumda belirtildiği gibi gerçekleşti.
Efendim, "Atlas of Creation", çeşitli canlıların fotoğrafları konulup, "Değişim, evrim diye bir şey yok. Bakın bu canlılar hálá aynılar" ana fikrinden yola çıkarak Darwin’in evrim teorisini çürütmeye çalışan bir kitap.
Profesör Dawknis de bu kitabı incelerken caddisfly adlı böceğinin (mayıs böceği benzeri bir böcek) fotoğrafı yerine, plastikten yapılmış bir olta yeminin fotoğrafının kullanıldığını fark etmiş ve sitesinde bu yanlışı ti’ye alan yazılara yer vermiş.
Adnan Oktar da fikriyle bükemediği eli öpmek yerine, 5651 sayılı kanundan faydalanarak Dawkins’in sitesinin Türkiye’deki yayınını durdurma kararı çıkartmış.
İşte koskoca sitenin kapanma hadisesi bundan ibaret.
Dawkins’in sitesinin en üst köşesinde şu anda dalgalanan bir Türk bayrağı var. Bayrağın altında da "Banned in Turkey" (Türkiye’de yasaklı) yazılarak dalga geçiliyor. YouTube’u kapatmanın, hesabını verirsiniz de, bilimsel yayın yapan bir siteyi kapatmanın hesabını kimseye veremezsiniz!
Leyla Hanım, porno izlememiş erkek bulmanız çok zor
Leyla Bilginel’den ve sperm bankasından kurtulmak ne mümkün. Bilginel, şimdi Zekeriya Beyaz’la girdiği "Sperm bankasından alınan spermle dünyaya gelen çocuk gayrimeşru mudur?" polemiğiyle gündemde.
Ne bahtsız çocukmuş bu Kayra...
Sperm bankası patentli bir çocuk olduğunu öğrenmeme olasılığı yüzde sıfır. İleride bu haberleri okuyunca acaba ne düşünecek? Annesinin fotoğraflarını 1 milyon dolara satmak istediğini öğrenince aklından neler geçirecek? Kayra’ya şimdiden bol şans diliyorum.
Bu arada Bilginel, hoca efendinin otelde porno izleme vakasından yola çıkarak "Porno izleyen bir insandan akıl almam" demiş. Buyrun burdan yakın.
Leyla Hanım, korkarım bu açıklamanızla hiçbir erkekle fikir alışverişinde bulunamayacaksınız. Hele hele Türkiye gibi internette porno indirmede şampiyon olmuş bir ülkede şansınız yüzde 0.
Ben artık çocuğuyla bu kadar gündemde kalmaya çalışan bir kişinin söylediklerinden de şüphe etmeye başladım. Ne malum Leyla Hanım’ın yalan söylemediği.
Leyla Hanım’ın sperm bankasına başvurduğuna dair ortada bir kanıt var mı?
n "Yeşillik görmek isteyen manava gitsin."
(Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey, fıstık ekim alanı olan bir araziyi imar değişikliğiyle ticari alana dönüştürerek bir işadamına kıyak çekmesiyle ilgili soruya esprili yanıt ararken...)
n Bülent Ülgen: Sevgili Adnan... Yerli kaleci mi, yabancı kaleci mi?
Adnan Aybaba: Hiçbiri.
n Tuğba Özay: "Sevdiğim adamın ayaklarını da yıkarım, terini de içerim."
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2008
Anadolu uygarlıklarını anlatan "Anatolia" belgeselinin çekimlerinde Kayseri Kalesi’ne Bizans bayrağının çekilmesiyle yurdum insanı nasıl galeyana geldi, ibretle izledik. Topluluğun önderliğine soyunan bıyıklı abi nasıl da, "O bayrak inecek oradan. Müslüman memleketinde o bayrağın işi ne? Hıristiyanlığı memlekete getiremezsiniz" diye kendini yırtarcasına bağırıyordu... Sanki Kayseri işgal altındaydı, halk kılıçtan geçiriliyordu!
Öfkeli kalabalığın arasından "Biz gericiysek gericiyiz arkadaş. Gávurun bayrağı inecek oradan" sözleri yankılandı bir ara.
Benim inancım şu: Eğer polis gelmeseydi, o topluluk iyice büyür, belgeselcileri linç eder, sonra da surlara doğru taarruza geçerdi.
Peki, tarihin tozlu raflarına kaldırılmış Bizans’a karşı hálá neden bu kadar öfkeliyiz? Benim aklıma sadece şovenist duyguları bilinçaltımıza işleyen "Battal Gazi", "Kara Murat" filmleri geliyor.
Cüneyt Arkın’ın surların arasında kuş misali uçuşunu, spor ayakkabılı, Seiko 5 saatli akıncıları şimdilerde ti’ye alıyoruz ama bu filmler, başta Kayseri halkı olmak üzere birçoklarımızı fena halde zehirlemiş.
Hatırlayın, Bizanslı din adamlarının Müslümanlara haç öptürmeye çalışmalarını, Hıristiyan olmayanların gözlerinin oyuluşunu, yakılışını bu filmlerde izlemedik mi? Bu filmlerle doldurulan çocuklara milli güvenlik derslerinde kahpe Bizans’ın devamının Yunanistan olduğu öğretilmedi mi?
"O bayrak inecek oradan" diye yırtınan adamın bilinçaltında, bütün kaleyi kılıçtan geçirip, Bizanslı prensesi yatağa atan bir Kara Murat yok mu? Ders kitaplarında düzeltmeler yapılırken, bariz bir şekilde ırk ve din düşmanlığı yapan bu filmleri yasaklamak neden kimsenin aklına gelmiyor?
Bu filmler hálá birçok kanalda öğlen kuşağında ekrana gelmeye devam ediyor.
Bekaretinizi hangi şarkıyla kaybettiniz?
Türkiye’de bir röportajda bu soruya yanıt verme cesareti ve samimiyeti gösterecek sanatçı sayısı bir elin beş parmağını geçmez.
Ama RollingStone dergisine konuşan pop yıldızı Katy Perry, "Bekaretimi Nashville’de ’Grace’ albümü eşliğinde kaybetmiştim. Eski güzel günler! Evlenmeyi planlıyorduk" diyebiliyor.
Daha samimi olanlar da var. Mesela Eva Mendes, geçtiğimiz günlerde "ABD’de 50 eyalette cinsel ilişkiye girdim. Cinsel ilişki için en uygun eyaletler Arizona ve Colorado. Bu eyaletlerin temiz havası ve sakin olması belki iyi seks yapmakta etkili olmuştur" demişti.
Bunun gibi daha birçok örnek verebilirim. Dünya starları kendilerini o kadar aşmış ki, hayatlarına dair en mahrem ayrıntıları bile konuşmaktan çekinmiyorlar. Bizimkiler gibi kendilerini kasmıyorlar.
Çünkü sanatçılarımız, konuşmayınca ’star’ olacaklarına inanıyorlar. Konuştuklarında ise genelde kendi işlerinin PR’ını yapıyorlar.
Şov dünyasının figürleri o kadar sıkıcılar ki, anlatamam. Özellikle de yeni nesil genç oyuncular. Hálá ’öpüşmem’, ’soyunmam’ klişelerine saplanıp kalıyorlar.
Politik görüşünü soruyorsunuz, tırsıyorlar. "En büyük çılgınlığın ne?" diyorsun, "Gece denizde yüzmek" diyen bile var. En marjinal kabul ettiğiniz oyuncu bile, konu cinsellikten açılınca dut yemiş bülbüle dönüyor. Niye bu kadar çok Teoman röportajı çıkıyor sanıyorsunuz? Başka konuşacak harbi sanatçı yok, ondan.
n Maldonado (Porto maçı sonrası): "Sevgili günlük... Bugün hayatımın dördüncü çalımını attım. Bunu sana söylemeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki, şu an yazarken bile ellerim titriyor. Sonra birkaç adım topla koştum. Kalbim yerinden fırlayacaktı neredeyse o an. Hemen pas attım."
(Ekşisözlük’ten Kyoo, Maldonado’nun Fenerbahçe formasıyla attığı ilk çalımı ti’ye almış.)
n "Çifte standartlarım var. İtham Müslüman’a yönelmişse ’iftira olduğu önyargısından’ hareketle çıkarım yola. Deniz Feneri benimdir. Ergenekon terör örgütü kahrolası darbe düzeninin."
(Vakit yazarı Serdar Arseven yazdı bunları... Profesör Şerif Mardin, ’Cumhuriyetin öğretmeni, mahallenin imamına karşı yenildi’ demişti. Ben de diyorum ki, Arseven gibi zihniyetlerle kim baş edebilir ki!)
n Ertem Şener: Bu kadar sinirlenmeyin, siz güler yüzlü bir insandınız.
Osman Tanburacı: O kadar küfürü ye, seni de görürüm.
Ertem Şener: Fatih Terim, benim nikáh şahidim, çok severim. Ruhu temizdir, bir anda parlar.
n Maldonado (Porto maçı sonrası): "Sevgili günlük... Bugün hayatımın dördüncü çalımını attım. Bunu sana söylemeyeli o kadar uzun zaman olmuş ki, şu an yazarken bile ellerim titriyor. Sonra birkaç adım topla koştum. Kalbim yerinden fırlayacaktı neredeyse o an. Hemen pas attım."
(Ekşisözlük’ten Kyoo, Maldonado’nun Fenerbahçe formasıyla attığı ilk çalımı ti’ye almış.)
n "Çifte standartlarım var. İtham Müslüman’a yönelmişse ’iftira olduğu önyargısından’ hareketle çıkarım yola. Deniz Feneri benimdir. Ergenekon terör örgütü kahrolası darbe düzeninin."
(Vakit yazarı Serdar Arseven yazdı bunları... Profesör Şerif Mardin, ’Cumhuriyetin öğretmeni, mahallenin imamına karşı yenildi’ demişti. Ben de diyorum ki, Arseven gibi zihniyetlerle kim baş edebilir ki!)
n Ertem Şener: Bu kadar sinirlenmeyin, siz güler yüzlü bir insandınız.
Osman Tanburacı: O kadar küfürü ye, seni de görürüm.
Ertem Şener: Fatih Terim, benim nikáh şahidim, çok severim. Ruhu temizdir, bir anda parlar.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2008
Sevgi Gönül’ün anısına Topkapı Sarayı Aya İrini’de bir anma gecesi düzenlendi. Cemiyet hayatının tanınmış simalarının katıldığı anma gecesine Serra Tokar, İnan Kıraç, Semahat Arsel, Kahraman Sadıkoğlu, Aliye Simavi, Heves Ekinci, Vural-Meral Gökçaylı, Monique Benardete, İzzet-İpek Günay, Neslihan Yargıcı, Nevbahar Koç gibi, cemiyet hayatının tanınmış simaları katıldı.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2008
Ayşe Arman, geçtiğimiz pazar yayınlanan röportajında "American Carol" filminde başrol oynayan Serdar Burhan Kalsın’ı Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk olarak müjdelemişti. Arman, çarşamba günkü köşe yazısında da röportajla ilgili aldığı okuyucu mail’lerinden bahsetti.
Birçok okuru Kalsın için "Başrol oynamadı", "Abartıyor" falan demiş... Tabii Türk insanının bu klasik özgüvenden yoksun, şüpheci, "Biz kim Hollywood kim" tarzı yorumları Arman’ı fena halde üzmüş.
Sevgili Ayşe Arman...
Benim Kalsın’ın başrol oynadığı konusunda hiçbir şüphem yok ama bu genç oyuncunun, Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk olması konusunda bazı şüphelerim var.
Bana göre Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk, Turhan Bey’dir (Gerçek adı: Turhan Gilbert Selahattin Sahultavy)...
Turhan Bey, 30 Mart 1922’de Viyana’da doğdu. Babası bir Türk diplomat, annesi ise Çek bir sanayici. Turhan Bey, 1940’lı yıllarda birçok Hollywood filminde başrol oynadı. "The Amazing Mr. X", "Arabian Nights", "Ali Baba and the Forty Thieves" bu filmlerden bazıları...
Turhan Bey, o dönemde bayağı da popüler bir oyuncuydu. Hatta Lana Turner’la yaşadığı aşkın yankıları, Türkiye’ye kadar ulaşmıştı.
Demem o ki, ’ilk’lerden bahsetmek hayli riskli. Keşke Kalsın Bey, "Hollywood’da başrol oynayan ilk Türk benim" demeden önce biraz araştırma yapsaydı.
Bu arada Turhan Bey hálá hayatta... Sağlık durumunu bilmiyorum ama bence Turhan Bey’den çok güzel bir Ayşe Arman röportajı çıkabilir. Çünkü Turhan Bey’in yaşamı da hayli maceralı geçmiş, Musevi annesiyle birlikte Nazi baskısından epeyce nasibini almış. Hatta rivayete göre, annesiyle birlikte Einstein’ın çay sohbetlerine katılırmış...
Güne okuyucu yorumlarıyla başlayın
Gazetelerin ya da haber portallarının internetteki okuyucu yorumlarını takip ediyor musunuz? Hem çok samimiler hem de komik. En önemlisi, fena halde ezber bozuyorlar. Yurdum insanı, adeta haberin özsuyunu çıkarıp gerçek hayata enjekte ediyor. Bu yorumları okuyunca bir kez daha "Evet, burası Türkiye" diyorsunuz. İşte size birkaç örnek:
HABER: Komşuları, Berrak Tüzünataç’ın geceleri perdeleri kapatmadan, evde çırılçıplak dolaştığını iddia etti. Tüzünataç’ın kendisini uyaran bir komşusuna "Geri zekálılar, size ne" diye bağırdığı belirtildi...
YORUM: Berrak Hanım, ya siz bizim mahalleye gelin ya da biz oraya taşınalım. Komşuluk görün, bakın hiç şikayet oluyor mu?
HABER: Hızla yaşlanan nüfusun yol açtığı sorunlarla baş etmeye çalışan Japonya’da ’olağandışı’ bir gelişme yaşanıyor. Japon yaşlılar, porno sektörüne girdi...
YORUM 1: Amca senin yaşındakiler burada torunlarının saçını okşuyor, Hac kurasına giriyor, yaptığına bak...
YORUM 2: Hani Japon kültürü şöyleydi böyleydi! Bunlar Türk kültürünün oyun havası bile olamaz...
YORUM 3: Abi porno işi fantezi işi. Bırakın insanları takılsınlar. Demek ki, böyle şeylerden zevk alıyorlar.
HABER: Uzay boşluğunda hiçbir canlının yaşayamayacağı ileri sürülüyordu. Ancak ayı kurtçuğu adlı bir canlı, uzay boşluğunda 10 gün boyunca yaşamayı başardı...
YORUM 1: Spermin de bir kurtçuk olduğunu düşünürsek, uygun ortam oldukça hayat her zaman yeniden başlayabilir.
YORUM 2: O da bir şey mi! Ülkemizde daha da zor şartlar altında yaşayan insanlar neden araştırılmıyor?
YORUM 3: Bu ne böyle, bit gibi! Yaşasa ne olur ki...
HABER: Seks turizmini protesto eden Ukraynalı kadınlar, ’Ukrayna genelev değil" pankartı açtı.
YORUM: Mini etek giy, ondan sonra "Genelev değil" de! İlk önce bir kılığına kıyafetine bak da ondan sonra konuş.
HABER: Gaziosmanpaşa’da 15 metrekarelik bir evde yokluk içinde yaşayan Küçük İbo, yaşadıklarını gözyaşları içinde anlattı...
YORUM: Hiç işimiz kalmadı bir de Küçük İbo’ya mı üzüleceğiz? Zamanında biriktirseymiş...
Gazetelerin ya da haber portallarının internetteki okuyucu yorumlarını takip ediyor musunuz? Hem çok samimiler hem de komik. En önemlisi, fena halde ezber bozuyorlar. Yurdum insanı, adeta haberin özsuyunu çıkarıp gerçek hayata enjekte ediyor. Bu yorumları okuyunca bir kez daha "Evet, burası Türkiye" diyorsunuz. İşte size birkaç örnek:
HABER: Komşuları, Berrak Tüzünataç’ın geceleri perdeleri kapatmadan, evde çırılçıplak dolaştığını iddia etti. Tüzünataç’ın kendisini uyaran bir komşusuna "Geri zekálılar, size ne" diye bağırdığı belirtildi...
YORUM: Berrak Hanım, ya siz bizim mahalleye gelin ya da biz oraya taşınalım. Komşuluk görün, bakın hiç şikayet oluyor mu?
HABER: Hızla yaşlanan nüfusun yol açtığı sorunlarla baş etmeye çalışan Japonya’da ’olağandışı’ bir gelişme yaşanıyor. Japon yaşlılar, porno sektörüne girdi...
YORUM 1: Amca senin yaşındakiler burada torunlarının saçını okşuyor, Hac kurasına giriyor, yaptığına bak...
YORUM 2: Hani Japon kültürü şöyleydi böyleydi! Bunlar Türk kültürünün oyun havası bile olamaz...
YORUM 3: Abi porno işi fantezi işi. Bırakın insanları takılsınlar. Demek ki, böyle şeylerden zevk alıyorlar.
HABER: Uzay boşluğunda hiçbir canlının yaşayamayacağı ileri sürülüyordu. Ancak ayı kurtçuğu adlı bir canlı, uzay boşluğunda 10 gün boyunca yaşamayı başardı...
YORUM 1: Spermin de bir kurtçuk olduğunu düşünürsek, uygun ortam oldukça hayat her zaman yeniden başlayabilir.
YORUM 2: O da bir şey mi! Ülkemizde daha da zor şartlar altında yaşayan insanlar neden araştırılmıyor?
YORUM 3: Bu ne böyle, bit gibi! Yaşasa ne olur ki...
HABER: Seks turizmini protesto eden Ukraynalı kadınlar, ’Ukrayna genelev değil" pankartı açtı.
YORUM: Mini etek giy, ondan sonra "Genelev değil" de! İlk önce bir kılığına kıyafetine bak da ondan sonra konuş.
HABER: Gaziosmanpaşa’da 15 metrekarelik bir evde yokluk içinde yaşayan Küçük İbo, yaşadıklarını gözyaşları içinde anlattı...
YORUM: Hiç işimiz kalmadı bir de Küçük İbo’ya mı üzüleceğiz? Zamanında biriktirseymiş...
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2008
Dünyanın en geniş sinema veri sitesi imdb’deki "En Kötü 100 Film" listesinde Mehmet Ali Erbil’in dört filminin birden yer alması bence büyütülecek bir haber değil. imdb’de bu anket okuyucular arasında yapılıyor, kullanılan oy adedi oldukça düşük. Örneğin; en kötüler listesine giren "Hababam Sınıfı 3,5" filmi için 1.707 kişi puan vermiş.
Yani internette arkadaşlarınız arasında bir forum oluşturup çok kolay bir şekilde istediğiniz filmi en kötüler listesine sokabilirsiniz.
Tıpkı imdb’nin, "Tüm Zamanların En Komik 100 Filmi" arasında "Hababam Sınıfı Tatilde" filminin 1.652 oyla dördüncü, "Süt Kardeşler"in de 1.757 oyla beşinci sırada yer alması gibi.
Aynı listede Charlie Chaplin’in "City Lights" filmi dokuzuncu sırada yer alıyor. Üstelik bu film için 18.366 oy kullanılmış. Yani adamlar efendilik yapmışlar, bizim gibi 10 üzerinden 10 vermemişler. Eski Hababam serisini hepimiz severiz ama "City Lights"dan daha büyük bir eser olduğunu sanırım aklıselim kimse söyleyemez.
Belli ki, Türkiye’de birkaç kişi, "Hadi Süt Kardeşler’i ilk 10’a sokalım" deyip internette bir grup oluşturup blok oy kullanmış.
Belki aynı şaka Erbil’e de yapılmıştır. Hatta Erbil’e garezi olanların da bu işte parmağı olabilir. Çünkü daha iki yıl önce de aynı başlıklı haberler çıkmıştı.
"Hababam Sınıfı 3,5" bence de iyi bir film değil ama kulvarı belli, ticari kaygıyla çekilmiş bir yapım. Biz yetişkinler vakti zamanında nasıl Jerry Lewis filmlerinde ekrana yapışıyorsak, şimdiki gençlik de Mehmet Ali Erbil’in, Şahan Gökbakar’ın filmlerini aynı zevkle izliyor. Ayrıca Erbil’in filmine gelene kadar, "En Kötü 100 Film" arasına girecek daha ne büyük fiyaskolar var...
Bizim mahallede bir teyze var...
Ne zaman kedilere mama koysak, camdan aşağı su döküyor. Özellikle de kış aylarında! Teyzenin iki oğlu var, onların da en büyük zevki kedilere tekme atmak. Öyle yavaş da değil, zavallı hayvanlar havada iki-üç takla atıyorlar. Zaten bir yavru bu yüzden öldü.
Teyzenin bir torunu var, üç yaşında. İlginçtir, o da kedi düşmanı. Daha tekme sallayacak güçte değil ama işini taşla görüyor. Teyzedeki hayvan düşmanlığı o kadar vahim durumda ki, kedi besleyen kiracısını çıkarmak için mahkemeye başvurdu. Gerekçesi, kediler mahalleliyi kokutuyormuş.
Açıkçası teyze ve oğullarının katliam yapmalarından korkuyoruz. Zira mahallenin sessiz çoğunluğu da bizim kedilere mama vermemizi, "Eki, eki" gülme efekti eşliğinde, sirk havasında izliyor.
Bizim mahalledeki hayvan düşmanlığı, ’sepetteki tek çürük elma hikayesi’ değil. Bu hayvan düşmanlığı ne yazık ki, büyük-küçük birçoğumuzun genlerine işlemiş. Bolu Belediyesi geçtiğimiz hafta ’toplu hayvan kıyım şenlikleri’nin bir yenisine imza attığı gün, aynı şehirde iki-üç küçük çocuk, bahçesine girdikleri Vedat Amca’nın Karagöz isimli köpeğinin göğsüne demir çubuk saplamış. Çocuklar altı-yedi yaşlarındaymış. Bu nasıl bir vahşet duygusudur anlamış değilim.
Hayvan sevgisinin nelere kadir olduğuna dair nutuk çekecek değilim, bu yazı nasıl bağlanır onu da bilmiyorum ama şurası bir gerçek ki, üç yaşında kediye taş atmayı, altı yaşında köpeklere demir çubuk saplamayı öğrenen nurtopu gibi sağlıksız nesiller yetiştiriyoruz. Vatana millete hayırlı olsun!
Not: Belediyelerimizin katliamları yurtdışında büyük infial yaratıyor. Oralarda evcil hayvan besleyenlerin sayısı, çocuklu ailelerden fazla! Geçtiğimiz aylarda İngiltere’de Türkiye’ye turist olarak gidilmemesi için bir kampanya başlatılmıştı. Emin olun bu kampanyaların arkası gelecek.
Kim ne dedi
"Merhaba hocam, ne zamandır sizinle tanışmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş."
(Merve Terim’in arabasına çarparak hurdaya çeviren delikanlı, kaza yerine gelen Fatih Terim’le tanışırken...)
n Metin Üstündağ: Hayatın içine sokulmayan bir mermer gibi kalmış laiklik kavramı! Çocukluk anılarımızda ramazan pidesi, iftar taburu, ramazan çadırı, sahur gibi bir sürü şey var ama mesela laiklik pidesi, laiklik topu yok! Laiklik nesneleşmemiş, objeleşmemiş! Hiçbir hatıra fotoğrafımız yok laiklikle yan yana!
n Haydar Dümen: Bugün görücü usulü evlilikler, sosyal nitelikli ırza geçmedir. Aile veriyor, kadın istemiyor. Kadınlar seçimlerini kendileri yapmazsa soylar dejenere olur. Çünkü aşk çocukları güzeldir.
n "Man. United taraftarının aldığı her litre benzinin bize yeni bir transfer olarak döneceğini bilmek güzel."
(Oasis grubundan Noel-Liam Gallagher kardeşler, Man. City’yi petrol zengini Araplar’ın almasına dair duydukları mutluluğu dile getirirken...)
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2008
Uykusuz dergisinde, Yeni Aktüel’in astrolog yazarı Hande Kazanova’nın burç yorumlarında ameliyatlardan kaçınılması gereken günleri, saç kestirmek için en ideal zamanları açıkladığını yazmışlar. "Hadi canım sende" dedim. Sonra indim arşive bütün Yeni Aktüel dergilerini topladım. Evet, haklıymışlar Hande, burç mevzusunu bayağı abartmış.
İşte ortaya karışık birkaç örnek:
* 29 Mayıs: Ay, Balık burcunda... Alkol almayın. Patates ekebilirsiniz.
* 14-15-16 Haziran: Ay, Akrep burcundayken genital bölge problemlerine karşı dikkatli olmak gerek, cinsel organ operasyonlarına temkinli yaklaşılmalı. Ayakkabı temizliği, cila için çok uygun.
* 26-27 Haziran: Özellikle yüz bölgesi operasyonlarından uzak durmalıyız. Estetik ameliyatları başka günlere bırakmakta fayda var.
* 2 Temmuz: Çimleri biçin. Safra kesesi ve ciğer ameliyatlarına dikkat.
* 3-4 Ağustos: Sindirim organları, dalak, pankreas ameliyatlarına temkinli yaklaşın.
Şaka gibi değil mi? Patates ek, ciğer ameliyatı olma!
Hande, yukarda bağlantı kurduğun birileri mi var? Nasıl bu kadar ince detaylı yorumlar yapıyorsunuz lütfen açıkla.
Varsa bir bildiğin, ona göre hayatımızı sürdürelim.
Solcu gazetede homofobi olur mu
Ahmet Tulgar, yaklaşık iki yıldır BirGün gazetesinde sürdürdüğü yazı işleri müdürlüğünden ayrıldı. Görevine ’yayın danışmanı’ olarak devam eden Tulgar’ın ayrılık nedeni ’homofobi’...
Evet, yanlış duymadınız, kendini ’özgürlükçü solcu’ olarak nitelendiren BirGün gazetesi, Tulgar’ın eşcinsel olmasını kaldıramamış.
BirGün’ün mail grubunda hakkında çıkan tartışmalardan rahatsız olduğu için bu kararı aldığını belirtmiş Tulgar... Tulgar’ın BİA’ya (Bağımsız İletişim Ağı) yaptığı açıklama şöyle:
"Benim gazetenin içeriğine uygun olmayan bir yazıya müdahalemle başlayan tartışma, üçüncü gününde homofobiyle sonuçlandı... Tamamen bana özel olan şeylerin bu tartışmada kullanılmaya başlandığını gördüm. Mütemadiyen benim adım "gay yazı işleri müdürü" diye geçmeye başlamıştı bu tartışmalarda. ’Tulgar bu manşeti attı, çünkü birine umutsuzca aşık’ bile dediler... Eşcinsellik sanki saklanması gereken ayıp bir şeymiş gibi davranmaya başladılar. 30 yıldır gazeteciyim. Ana akım medyada çalıştığım süre boyunca bile cinsel kimliğime dair karalayıcı hiçbir yazı yazılmadı."
Tulgar, Akşam Gazetesi’nden de F Tipi’nde uygulanan tecrit politikasını eleştiren yazısı sansürlenmek istenince istifa etmişti.
Ne diyelim... Bu ülkede solcu yazar olmak zor, solcu gay yazar olmak hepten zor.
İsmail’den büyük ayıp
Boş zamanlarında "Amerikan Güzeli" gibi başyapıtlara imza atan Sam Mendes’in "Revolutionary Road" filminde karısı Kate Winslet ile Leonardo DiCaprio’nun öpüşme sahnelerini çekerken zorladığını açıklaması bizde de bayağı yankı buldu.
Öyle yankı buldu ki, İsmail Hacıoğlu, usta yönetmeni godoşlukla suçladı.
Muhabet Mendes’e nasıl kaydı bilmiyorum ama İsmail kardeşimiz, yeni dizisinin setinde muhabir arkadaşlarla sohbet ederken Mendes hakkında şu yorumu yapmış: "Onlar gávur, biz Türküz. Godoşluk hocam o. Olur mu öyle bir şey ya?! Bize yakışır mı?"
Bu nasıl seviyesiz bir açıklama. Varoşlardaki bir kahvede bile böyle yorum yapılmaz.
İsmail kardeşimiz, Hollywood’ta olsaydı milyonlarca dolar tazminat öderdi. Daha ne olsun adama godoş diyor. Bu laf, Türkiye’de cinayet sebebi.
Dua etsin de Mendes’in kulağına gitmesin bu açıklama.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2008
"Okan Bayülgen’in yapımcılıkta şansı tutmuyor. En ufak başarısızlıkta suçu sunucusuna atıyor, aman Gülben dikkat" demiştik. Dediğimiz çıkmış, Okan, tıpkı Ata Demirer örneğinde olduğu gibi Gülben’i suçlamıştı. Ancak Gülben, Ata gibi susmayı tercih etmedi ve Sema Denker’e verdiği röportajda Okan’ı "Akış neymiş, reklam ne zaman girecekmiş, kim şarkı söyleyecekmiş bihaberdi. Yayın günü konukları öğrenir, kulise gelir kendince espri yapardı" sözleriyle eleştirip, programı "Makina" ekibiyle yürüttüğünü açıkladı.
Gülben gerçekten zeki bir sanatçı ama yapımcılık kavramının anlamını bilmediği kesin.
Yapımcı, programın formatını hazırlayan kişidir. Ekibini kurar, varsa parasını yatırır, programın genel akışını, dekorunu, kameramanını, ıvır zıvırını planlar ve işi ekibine bırakır.
Yani her programda kulise gelmek, konuk koordinasyonunu hazırlamak zorunda değildir. Yapanlar yok mu? Var... (Okan da yapıyordu bir zamanlar.) Ama bu tamamen yapımcının ekibine duyduğu güvenle alakalı bir durum. Tabii başarısızlıkta da en büyük sorumlu yapımcıdır.
Peki, "Gülben Ergen’le Sürpriz"in kimi zaman reytinglerde ilk 100’e bile girememesinin tek sorumlusu Okan mı? Gülben’in hiç mi hatası yok?
Ben Gülben’den kendi öz eleştirisini de yapmasını beklerdim. Ama o, "Programım beni mutlu etti. Reytingler de televizyon kanalını mutlu etti ki, 13 bölüm devam etti" dedi.
Bu program, reyting kaygısı olmayan bir kanalda yayınlansaydı belki Gülben haklı olabilirdi. Ama söz konusu kanal, her zaman ilk dördün içinde yer alan atv.
Bence Gülben’i asıl mutlu eden, atv’nin kimi zaman ilk 50’ye kimi zaman da ilk 100’e bile giremeyen bir programı büyük maliyetine rağmen yayında tutmuş olması.
Kim ne dedi
n "Eee tabi Olimpiyat başka yere benzemez. Ginobili baskıyı kaldıramadı..."
(Ömer Üründül, Pekin Olimpiyatları’nda Arjantin-Litvanya maçını yorumluyor... Ömer Abi ne baskısı? Ginobili’nin kariyeri NBA finalleriyle dolu!)
n "Her hocanın kendi sporcusuna sert çıkışları olmuştur. Mesela Fatih Terim, Emre Belözoğlu’nu tuttu sahanın dışına attı."
(Tuş olan kadın sporcusuna tokat atan güreş antrenörü Turgay Karabulut kendisini savunurken...)
n "Modern sanat eserlerinin yer aldığı bir sergiye gittiğimde ben de herkes gibi anlamış gibi yapıyorum, ama dürüst olmak gerekirse hiçbir şey anlamıyorum."
(Postmodern sanat eserleri için bu açıklamayı kim yapacak diyordum. O insan İtalya’dan çıktı. Hem de bir kültür bakanı! Sandro Bondi...)
n "Bölgede yaşanan kuraklık takımımızı olumsuz yönde etkiledi."
(Diyarbakırspor Başkanı Adnan Öktüren, takımının yaşadığı ekonomik krizin nedenini açıklarken...)
n "Cevap vermeme yönünde tercih kullanıyoruz."
(Sendikalı olduğu halde 407 kişiyi işten çıkaran Arkas Holding, taşeron firma elemanlarının sendika temsilcisi dört kişiyi dövmelerinin ardından bu açıklamayı yaptı...)
Altıoklar’a sinemayı Sinan Çetin öğretmiş
Hatırlarsınız, bu köşede Sinan Çetin’in Star Gazetesi’nde çıkan "Gelecek 4-5 yıl hiçbir yere konuşmayacağım. Son röportajımı size veriyorum" açıklaması için "Bir aya kalmaz konuşur" demiştim. Konuşmak ne kelime! Çetin bu açıklamanın ardından ben diyeyim üç, siz deyin beş röportaj verdi.
Peki Sinan Çetin kendini yalanlama pahasına niye konuşuyor?
A) Çünkü o bir röportaj bağımlısı. B) Habire yeni bir proje üretiyor. Ekmek parası için bunların PR’ını yapmak zorunda. C) Teoman gibi o da güzel başlıklar veriyor, polemik yaratıyor, muhabirler onu çok seviyor. D) Hepsi.
Sinan Çetin, B şıkkı kontenjanından yine konuşmuş. Yapımcılığını üstlendiği "Mert ile Gert" dizisini anlatmış. Bu röportajda da "Niye tanınıyorum ben de bilmiyorum. Televizyon olmasaydı ben meşhur olmazdım" diyor. Sanki ilkokul çocuklarına masal anlatıyor.
Gelelim röportajın en ilginç açıklamasına... Çetin, C şıkkını doğrularcasına, anlı şanlı Plato Film Okulu’ndan bahsederken "...Umur Turagay, Mustafa Altıoklar gibi yönetmenler çıktı bizim okulumuzdan" demiş.
Alın size nur topu gibi bir polemik!
Meğer Sinan Çetin, Mustafa Altıoklar’ın hocasıymış da haberimiz yokmuş...
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2008
Sıkı durun, açıklıyorum. Annabel Chong, 10 saatte tam 70 kişiyle sevişti. Tabii zevk için değil, ekmek parasına. Chong, "The World’s Biggest Gangban" filminde 70 kişiyle tam 251 sevişme sahnesine imza attı ve bu rekor porno endüstrisinde hálá kırılamadı.
Konumuz Annabel değil aslında. Son 10 yılın belki de en sağlam filmi "Fight Club"ın yazarı Chuck Palahniuk, son romanı "Snuff"ı Annabel’in rekorundan esinlenerek kaleme aldı.
Kitap, 600 kişinin bir porno yıldızına sırayla tecavüz etmesinin filme alınışına odaklanıyor.
600 kişi kurmaca ama Nicolas Cage’in "8 mm" filminden de bildiğiniz üzere gerçekten de ’snuff’ türünde çekilen filmler var.
Bu filmlerde işkence ya da tecavüz sahnelerinin, hatta cinayetlerin bile yer aldığı söyleniyor. Gerçek oldukları için de bu filmlere büyük paralar ödeniyor.
Ne diyelim, insanoğlu harbiden karanlık bir mahluk.
"Snuff", ABD’de yeni çıktı, daha bize ulaşmadı ama eleştiriler, tanıtım yazıları hayli eğlenceli. Palahniuk’un kitabını yine sıra dışı bilgiler ve ayrıntılarla süslediği söyleniyor. İşte onlardan biri: Palahniuk’a göre şişme bebeği ilk Adolf Hitler keşfetmiş.
Hitler, I. Dünya Savaşı’nda (o zamanlar tıfıl bir onbaşıydı) siperler arasında ulaklık yapan arkadaşı Aryans’ın siperlerin arasından Fransız genelevlerine gittiğini görmüş.
Aradan yıllar geçmiş, aynı Hitler, II. Dünya Savaşı’nda Aryans gibi sevişmek için ölümü göze alacak derecede kudurabilecek askerlerinin olabileceğini düşünmüş ve onların cephedeki cinsel ihtiyaçlarını gidermek için şişme kadın üretimine karar vermiş. Ancak fabrika, üretime geçemeden Dresden bombardımanında imha olmuş.
Nereden nereye... Hitler milyonların ölümüne sebep olan bir cani ama zekasına hayran olmamak elde değil.
Hollywood,
Kuzey Irak’ta
Efendim bu arkadaşlar Hollywood’un en önde gelen isimleri; Walt Disney’in Miramax Film’in başkan yardımcısı Kristin Jones, Altın Küre organizatörü Jorge Camara ve ünlü yapımcı George Braunstein...
Baktıkları harita ise Kuzey Irak’a ait. Bir-iki gazetenin dış haberler sayfasında çıktı bu haber. Kürt yetkililer, Kuzey Irak’ın artık güvenli bir bölge olduğunu, burada film çekebileceklerini Hollywood’lu büyük abilere anlatıyorlar.
Erbil Valisi Nevcad Mevlüd, "Biz ABD’de neler olup bittiğini Hollywood filmlerinden öğreniyoruz. Bizim için de kendi bölgemizi sizin filmlerinizde görmek çok önemli" demiş.
Mevlüd çok doğru söylemiş. Hollywood büyük bir silah. ABD de Vietnam gibi kaybettiği savaşları Hollywood sayesinde kazandı, yıllarca kültür emperyalizmi yaptı. Acaba, Hollywood’la el ele verip nasıl filmler çevirecekler. Umarım ikinci bir "Geceyarısı Ekspresi" kábusu yaşamayız.
Ruhum sevişmeden bedenim asla
Murat Boz, iyi, hoş, yakışıklı bir arkadaş da röportajlarında sanki kimlik bunalımı yaşıyor gibi. Bir röportajında tek gecelik ilişkilerin adamı olurken bir diğerinde ise şirin bir aşk böceğine dönüşüyor.
Boz, Milliyet’ten Birsen Altuntaş’a verdiği röportajda "İlk önce ruh sevişmeli ki, sonra beden sevişsin. Her zaman ruhum sevişmeden bedenim asla diyorum" demiş.
Murat’cım hatırlatayım; vakti zamanında N101’de Suna Akyıldız’ın radyo programına katılmıştın. Orada da aynen şunu söyledin: "Aşk yaşadığım çok az kadın var ama cinsel ilişki yaşadığım kadın sayısını hatırlamıyorum. 100’ün üzerindedir."
Neydi, hep beraber söylüyoruz: "Ruhum sevişmeden bedenim asla."
100 kadına birden aşık olup, ruhunla sevişmek nasıl bir şey acaba...
Loto’yu kazanan niye açıklanmaz
Süper Loto geçtiğimiz hafta tarihinin ikinci en büyük ikramiyesini verdi. Tam 12 milyon 320 bin 973 YTL. Ve tabii ki, ikramiyeyi kazanan talihli ortaya çıkmadı.
Ben şans oyunlarından para kazanıp medya karşısına en son Salih Dede’nin çıktığını hatırlıyorum. O da 1989 yılındaydı.
Peki yurtdışında piyangoyu kazananlar neden isimlerini açıklıyorlar? Devasa çeklerle gazetecilere poz verip, şampanyalar patlatıyorlar?
Orada mafya yok mu? Ya da Şener Şen’in "Milyarder" filmindeki gibi yalaka eş, dost, sahte akrabalar... Tamam, noter huzurunda çekiliş yapılıyor, devletimize güvenimiz de sonsuz ama yıllardır hiç mi bir talihli delilik yapıp "Ben kazandım" demez?
ABD ve Avrupa ülkelerindeki talihlilerin hiç mi aklı yok, milyonların karşısına çıkıyorlar.
Belli ki orada basının karşısına çıkma kuralı var. Amaç hem şans oyunlarının reklamını yapmak hem de güven aşılamak.
Vallahi komplo teorileri üretmeye başladım. Topları hiç kimsenin yazmadığı numaraya ayarlıyorsun, hem de her hafta. Ne de olsa kimse "Ben kazandım" demiyor.
Ne para kırılır biliyor musunuz?
Yazının Devamını Oku