Mevlüt Tezel

Mahsun, Cannes’a farklı film yolladı

13 Mart 2009
Bugüne kadar Yılmaz Güney dışında hiçbir yönetmenimiz Kürt sorununu yürekli bir şekilde perdeye taşıyamadı.

Reis Çelik’in “Işıklar Sönmesin” filmi, Uğur Yücel’in “Yazı Tura”sı, Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk”u, Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk”ı gibi bazı denemeler oldu. Ama onlar da ana sorunun kıyısında daireler çizdiler, sembolik göndermeler yapmaktan öteye geçemediler ve hiçbiri resmi ideolojiyi tam karşısına alamadı.

Mahsun Kırmızıgül’ün “Güneşi Gördüm” filmi Yılmaz Güney’in bıraktığı mirasa sahip çıkma konusunda bu filmlerden bir adım önde.
Mahsun’un “Alem Buysa Kral Benim” şarkısıyla başlayan, Televole ekseninde devam eden, risottoyu lahmacuna tercih ederek evrim geçiren sanat serüvenini düşündüğüm de daha da şaşırıyorum. Evet, Mahsun, tüm Kürt ve sol entelijensiyasını geride bırakarak Güney’in mirasının varisi oldu.  

Mayınların arasında, doğuda bir sınır köyünde başlayan “Güneşi Gördüm”, zorunlu göç uygulaması nedeniyle köylerinden ayrılmak zorunda kalan ailelerin dramını etkileyici bir dille anlatıyor.

Yazının Devamını Oku

Hollywood Ceylan’ın peşinde

7 Mart 2009
Flaş... Flaş... Flaş... Hollywood ajansları, Hıncal Uluç’un “Sokakta görsem tanımam” dediği Nuri Bilge Ceylan’ın peşinde.

Çok büyük ajanslar bunlar! William Morris Agency, Mel Gibson’la “Cesur Yürek”, Bryan Singer’la “Olağan Şüpheliler”, Ridley Scott’la “Alien”,  Quentin Tarantino’yla da “Ucuz Roman” filmlerinde çalıştı. Richard Gere, Natalie Portman, John Travolta, Sharon Stone ve daha birçok ünlü isim bu ajansa bağlı.

Bitmedi, asıl bomba şimdi geliyor!

Steven Spielberg, Tom Cruise, Brad Pitt, Sean Penn, Kate Winslet gibi dünya starlarının bağlı bulunduğu dünyanın en önemli ajansı Creative Artists Agency de Ceylan’ı kadrosuna katmak istiyor. 

Hemen kısa bir bilgilendirme: Hollywood’da her şey bu ajansların üzerinden yürüyor. Bazen eldeki senaryoya göre en uygun yönetmen ve oyuncuları eşleştiriyorlar, bazen de yönetmen ve yapımcının inisiyatifiyle kadro kuruyorlar. Ceylan’ın yapımcısı Zeynep Özbatur şu sıralar bu iki ajans arasında mail ve telefon trafiğine boğulmuş durumda. Yaza doğru her şey netleşecek. Tabii uygun şartlar oluşursa. Büyük ihtimalle Ceylan’ın yazdığı bir senaryodan yola çıkılarak uluslararası bir kadro kurulacak.  

Yazının Devamını Oku

SİYAD, Hıncal Uluç’un üye başvurusunu bekliyor

28 Şubat 2009
Hıncal Uluç, Oscar ve SİYAD törenlerini karşılaştırmış.

Oscar ve SİYAD!

Uluç, aynı yazıda SİYAD üyelerine ‘mastürbatör’ sıfatını uygun görüp, sokakta yürüse tanınmayacak adamlara ödül vermekle suçlamış.
Bu nasıl bir mantıktır?

Evet, Nuri Bile Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ve diğerleri vakti zamanında sokakta yürüse tanımayacağınız isimlerdi (Türkiye’de hâlâ öyleler), ama şimdi onları tüm dünya tanıyor.

Yazının Devamını Oku

Küfür ruhu yellendirir

21 Şubat 2009
Kültür ve Turizim Bakanı Ertuğrul Günay, “Recep ıvedik 2” için 13 yaşı yeterli görmemiş ve 18 yaş sınırı getirilmesini istemiş. Keşke önce filmi izleseydi, bu kadar ağır hükümde bulunmazdı.

Filmlerdeki küfürlere gösterilen reaksiyonu fazla abartılı buluyorum. Kabul edin çoğumuz küfür ediyoruz. Etmeyenler de içinden saydırıyor... Küfür hayatın, konuşma dilinin bir parçası. Ebeveynler ne kadar çocuklarını küfürden uzak tutmaya çalışsa da onlar bir şekilde öğreniyorlar.

Şimdi bu genellemeden yola çıkarak, “Bütün filmler küfürlü olsun, küfür iyidir” demek değil amacım. “Fazla kasmayalım” diyorum sadece.

Çünkü hiçbir film sadece küfür etmek için çekilmez. Bazıları, özellikle de komediler, sokaktaki hayatı yansıtmak, insani tepkileri vermek için küfür kullanır. Komedinin en büyük izlenirlilik sebebi de hayatı doğal şekilde yansıtmasıdır. Bugün drama, komedi, aksiyon fark etmez her Hollywood filminde aşağı yukarı 30-40 “Fuck” kelimesi geçer.

Oysa “Recep ıvedik 2”deki küfür sayısı 15’i geçmez.

Şahan Gökbakar’ın avukatlığına soyunmuyorum. Kaldı ki, onu en çok eleştirenlerden biri de benim.

Ancak bu filme 18 yaş sınırı istemek büyük haksızlık.

Tüm zamanların en küfürbaz filmi “Nil by Mouth” (128 dakikada 428 ‘fuck’ geçiyor. Her dakikaya 3 küfür düşüyor) Almanya ve ısveç’te 16 yaş sınırına tabi tutuldu. 110 dakika boyunca 200 küfrün edildiği “8 Mil”, Almanya, Hollanda ve ısviçre’de 12 yaş üstüne izlettirildi.
Bizden de Kemal Sunal’ı örnek vereyim. Sunal’ın küfürlü filmlerini de son yıllara kadar ‘bib’siz izlemedik mi?

Aslında bu küfür mevzusunu en iyi Zekeriya Beyaz özetliyor. Zekeriya Hoca’ya “Küfür günah mı?” diye sormuşlar o da “şahsa gelmediği sürece ruhu yellendirir yavrum” demiş. Aynen öyle..
Yazının Devamını Oku

Jüri kalp krizi geçirecek reytingler tavan yapacak

14 Şubat 2009
Ünlü mizah yazarı Vedat Özdemiroğlu’ndan yine güzel bir malzeme çıktı bu köşeye... Özdemiroğlu, Uykusuz’da yazdı, lafı uzatmadan ona bırakalım:
“ıki yıl önce bir yapımcı aradı, komedi yetenekleri yarışmasında, komedyenlerin metinleri için espriler istedi. Anlaştık, tamam dedim, ekiple tanıştım. Anladım ki ilk şahıs, mevlit şekerinin tepesindeki lokummuş! Diğerleri kolpa, drav! O kadar ki, toplantıda ‘Canlı yayında jüri üyelerinden biri kalp krizi geçirecek, sedye gelecek, reyting gelecek’ dedi biri. ‘Hadi canım, öyle bir oyuncu, böyle bir şey yapmaz’ dedim. ‘Kabul etti’ dediler. ‘O kadar yaşlı teyze, amca seyrediyor bunları, onlar inanacak, yazık değil mi’ dedim. Ayıp diyemedim de ‘yazık’ dedim. Neden sonra (!) vazgeçtiler...”
Vay, vay, vay.... Tezgâhı görüyor musunuz sevgili okurlar? Oyuncumuz kalp krizi geçirecek, reytingler tavan yapacak!
Tahmin ettiniz mi o oyuncunun kim olduğunu? Bir ipucu vereyim; aynı toplantıda “TV izleyicisinin ortalama eğitimi ilkokul 4” denmiş.
Tanıdık geldi mi size bu açıklama? Biraz hafızanızı yoklayın, hatırlayacaksınız.
“Halk bunu istiyor” falan, bunların hepsi palavra... Halk siz ne verirseniz onu alır.
Vakti zamanında bu halk, kış olimpiyatlarını takip ederdi, Wimbledon’ı kaçırmazdı. (Örnekleri siz çoğaltın.) O zaman TV izleyicisinin seviyesi üniversite düzeyinde miydi?
Tamam şimdi çok kanal var, rekabet büyük ama çirkeflik de büyük. Kalp krizi geçirecekmiş, reyting gelecekmiş!
Vallahi yazarken bile asabım bozuldu...

Ya Altın şeftali ödülleri de dağıtılırsa

7. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında, Türk sinemasındaki cinsiyet ayrımcılığına dikkat çekmek için erkek egemen filmlere “Altın Bamya” ödülleri verilecekmiş.
Amaç, kadınlara dair oluşan cinsiyetçi bakışın kanıksanır kılınmasını eleştirmekmiş.
Evet, Türkiye’de her 10 kadından dördü dayak yiyor, hâlâ erkek egemen bir toplumuz, buna karşı çıkılmasına kimsenin itirazı yok. Ancak seçici kurulda yer alan Alin Taşçıyan ve diğer arkadaşlar ödüle aday filmlerin seçiminde kendilerini kasmışlar.
şimdi aday filmlerden “Üç Maymun”da Nuri Bilge Ceylan, Hatice Aslan’ın canlandırdığı, kocası tarafından dövülen, töre zihniyeti içinde intihar etmesi istenen anne karakterini perdeye taşırken cinsiyet ayrımcılığı mı yapıyor?
Tabii ki, hayır. Ceylan, bu karakterle kadınlara uygulanan çifte standardı da eleştiriyor olamaz mı? Aynı şekilde diğer aday “Issız Adam”, kadınları hor gören bir yapıt mı Allah aşkına!
Hepsini geçtim, cinsiyet ayrımcılığı da sinemanın konusu değil mi? Bu ayrımcılığı betimlemek için dayak yiyen anneyi göstermek kadın düşmanlığı mı oluyor?
Feministlerin en temel arızaları da burada yatıyor aslında. Hepsi için konuşmuyorum ama bazıları erkek egemen ideolojiye karşı çıkmak yerine toptan erkek düşmanlığı yapıyorlar.
Ya ödülün ismine ne demeli! Tamam, komik ve akılda kalıcı ama ‘bamya’ metaforu cinsiyet ayrımcılığının daniskasıdır.
Sanki bu metaforun altında da erkeklerden intikam alma isteği yatıyor.
Düşünsenize, ya feministlere gıcık olanlar da çıkıp (çok afedersiniz, özür dileyerek yazıyorum) “Altın şeftali” ödülü dağıtırlarsa?

KıM NE DEDı

? “Arda iki gol atar, olay unutulur. Ya ben?”
(Arda Turan’ın eski sevgilisi Nazlı Öztürk, internete sızan fotoğrafları yorumlarken...)
? Melih Gökçek: “Karayalçın kredi alarak metroyu bitirecekmiş. Nasıl bitireceksin, kim kredi verecek? İktidarda olan biziz!”
? “En büyük fantazim, en sevdiğim şehir olan Madrid’deki Santiago Bernabeu’da seks yapmak.”
(Hırvat futbolcu Dino Drpic’in eşi Nives Celsius’un sözleri bunlar... Bence kesin yapar. Çünkü bu çiftin Dinamo Zagreb’in sahası Maksimir’de seks yaptığı ortaya çıkmış ve Drpic, Karlsruher’ye satılmıştı.)
Yazının Devamını Oku

Issız Adam’a 1 Rıza’ya 7 adaylık

7 Şubat 2009
SİYAD Ödülleri’nin adayları açıklandı.

1.597 kişi tarafından izlenen Rıza filmi 7 dalda ödüllere aday gösterilirken, 2.696.850 kişinin izlediği Issız Adam’ın sadece bir adaylığı var. Tam bir polemik konusu değil mi?

Yok, merak etmeyin ben “Efendim, milyonlarca kişinin izlediği Issız Adam’a 1, entel-dantel bunalım film Rıza’ya nasıl 7 adaylık verilir” sayıklamalarına girmeyeceğim... SİYAD üyesi olduğum için değil, bu ülkede en adil ödül dağıtan kurumun SİYAD olduğuna canı gönülden inandığım için... 

Aynı jürinin Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum filmini ödül yağmuruna tuttuğunu hatırlatıp asıl dert yakındığım konuya; Rıza gibi etkileyici bir filmin neden sadece 1.597 kişi tarafından izlendiğine geçelim. Aynı şekilde SİYAD Ödülleri’nde 9’ar adaylığı bulunan Sonbahar’ı da 60 bin, Cannes fatihi, Oscar’larda ilk dokuza kalan Üç Maymun’u da 125 bin kişi izledi.

Tamam, bu bahsettiklerim izlemesi emek isteyen, sanatsal yapımlar. Ancak böylesine düşük izlenme oranlarını da hak etmiyorlar. Hele hele Üç Maymun hiç hak etmiyor. Yurtdışında ödül yağmuruna tutulan Pandora’nın Kutusu’nu da unutmayalım. O da ikinci haftasında 6.689 kişide kaldı.

Yazının Devamını Oku

Orhan Gencebay çok iyi saksofon çalar

31 Ocak 2009
Wikipedia, dünyanın en büyük sanal ansiklopedisi ve bilgi edinmenin en kestirme yolu...

Ancak Wikipedia’da dünyanın her yerinden gönüllü olarak katılan yazarların verdikleri bilgilerde bazı hatalar ortaya çıkabiliyor. Doğru bilgilerin baştan savma yazılması ise absürd sonuçlar doğuruyor.
Özellikle de bizim sanatçıların İngilizce yazılmış biyografilerinde... Ben sizin için biraz araştırdım. Bu bilgiler doğru da olabilir, ancak biyografilerde çok komik durdukları kesin.
Kayahan: Türk pop müziğinin temel taşlarından Kayahan, 1949’da Ankara’da doğdu. Gençlik yıllarını Ankara’da geçirdi. Sonra İstanbul’a yerleşti. Daha sonraları uzun süre Gömeç’teki İnta Sevgi Köyü’nde Geceler Caddesi ve Mavilim Caddesi’nin kesiştiği Hülyam Çıkmazı’nda yaşadı. Bu köydeki bütün cadde ve sokaklar, Kayahan’ın şarkılarının isimlerinden oluşmaktadır. Şu anda ise kızının eğitiminden dolayı İstanbul’da yaşamaktadır. (Şaka değil vallahi Kayahan’ın özgeçmişi böyle başlıyor!)
Orhan Gencebay: 16 yaşından itibaren jazz ve rock müzikle ilgilenmeye başladı, çeşitli orkestralarda tenor saksofon çaldı. Daha sonra İstanbul’da konservatuvara girdi. Askerde de saksofon çalmaya devam etti... (Orhan Baba’yı Batsın Bu Dünya’da saksofon çalarken düşünsenize...)
Nejat İşler: Üniversiteyi kazanamayan Nejat İşler, para kazanmak için çay partileri düzenlemeye başlasa da başarılı olamaz ve borçları artar. Borçlarını kapatabilmek için 10 yıl kadar Mahmutpaşa’dan tişört alıp Teşvkiye’de satar. Ancak kış aylarında tişört satamayacağından plak, kitap, dergi satışı yapar... (Kış aylarında tişört satamayınca! Bu nasıl bir ayrıntı manyaklığıdır?)
Ümit Besen: Biyografi ‘Represents the darker side of Tarabya school of electronic music’ (Türkçe meali: Tarabya elektronik müzik ekolünün karanlık temsilcisi) diye başlıyor ve aynen şöyle devam ediyor: “Ümit, ilkokul sıralarında amcasının kırık bir melodikasını bulup çalmaya başladı. Babası tarafından bu yeteneği fark edildi ve ona yeni bir melodika alındı. İlerleyen yıllarda akordiona döndü. Daha sonra lise yıllarında org çalmaya başladı.”
Bülent Ersoy: Herkesin takdirini kazanan geniş entervalli ve yüksek volümlü sesi, Japonya’da ses laboratuvarlarında yapılan testler sonucu yüzde 100 kusursuz bulundu (kaynak belirtilmeli) ve 1997 yılında Uluslararası Montu Merid Müzik Doktoru unvanıyla ödüllendirildi. (Bilgiyi veren de kaynak belirtilmeli demiş. Ersoy hangi laboratuvara başvurdu acaba?)

Yazının Devamını Oku

Turhan Bey’i buldular

24 Ocak 2009
Vakti zamanında bu köşede Ayşe Arman’ın “An American Carol” filminde başrol oynayan Serdar Burhan Kalsın’la yaptığı röportajın ‘Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk’ başlığına itirazım olmuştu.


Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk, Turhan Bey’di çünkü. (Gerçek adı Turhan Gilbert Selahattin Sahultavy.) Yine aynı yazıda Turhan Bey’in Mahmud Mustafa Gürcüzade Sahultvay adında bir Türk diplomatın oğlu olarak 1922’de Viyana’da doğduğunu ve 1940’larda “The Amazing Mr. X”, “Arabian Nights” gibi bazı Hollywood yapımlarında başrol oynadığını belirtip, hâlâ hayatta olduğundan bahsetmiştim.
Piyasaya yeni çıkan NTV Tarih dergisi, ilk sayısında Turhan Bey’i bulup merakımızı giderdi.  
Okşan Svastics, Turhan Bey’le Viyana’da konuşmuş. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi 87’lik yaşayan efsane çakı gibi ayakta. Fotoğrafçılık sanatına merak salmış, arada da Salzburg Kukla Tiyatrosu’nda oyun yönetiyormuş.
Yalnız bu röportaj biraz hayal kırıklığı yarattı bende. Birincisi çok kısaydı, ikincisi ise Turhan Bey’in Türk kökenlerine fazla inilmemişti.
Belki de Turhan Bey’in Türkiye’ye dair fazla anısı yoktu...
Çocukken İstanbul’a çok sık geldiğini belirten Turhan Bey’in tanıdığı Türkler’in sayısı da çok azmış: Nazım Kalkavan, Ali İpar, Turgut Demirağ ve kendisinin Türk olduğunu öğrenip tanışmak isteyen sinema meraklısı üniversite öğrencileri...

Yazının Devamını Oku