Reis Çelik’in “Işıklar Sönmesin” filmi, Uğur Yücel’in “Yazı Tura”sı, Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk”u, Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk”ı gibi bazı denemeler oldu. Ama onlar da ana sorunun kıyısında daireler çizdiler, sembolik göndermeler yapmaktan öteye geçemediler ve hiçbiri resmi ideolojiyi tam karşısına alamadı.
Mahsun Kırmızıgül’ün “Güneşi Gördüm” filmi Yılmaz Güney’in bıraktığı mirasa sahip çıkma konusunda bu filmlerden bir adım önde.
Mahsun’un “Alem Buysa Kral Benim” şarkısıyla başlayan, Televole ekseninde devam eden, risottoyu lahmacuna tercih ederek evrim geçiren sanat serüvenini düşündüğüm de daha da şaşırıyorum. Evet, Mahsun, tüm Kürt ve sol entelijensiyasını geride bırakarak Güney’in mirasının varisi oldu.
Mayınların arasında, doğuda bir sınır köyünde başlayan “Güneşi Gördüm”, zorunlu göç uygulaması nedeniyle köylerinden ayrılmak zorunda kalan ailelerin dramını etkileyici bir dille anlatıyor.
Çok büyük ajanslar bunlar! William Morris Agency, Mel Gibson’la “Cesur Yürek”, Bryan Singer’la “Olağan Şüpheliler”, Ridley Scott’la “Alien”, Quentin Tarantino’yla da “Ucuz Roman” filmlerinde çalıştı. Richard Gere, Natalie Portman, John Travolta, Sharon Stone ve daha birçok ünlü isim bu ajansa bağlı.
Bitmedi, asıl bomba şimdi geliyor!
Steven Spielberg, Tom Cruise, Brad Pitt, Sean Penn, Kate Winslet gibi dünya starlarının bağlı bulunduğu dünyanın en önemli ajansı Creative Artists Agency de Ceylan’ı kadrosuna katmak istiyor.
Hemen kısa bir bilgilendirme: Hollywood’da her şey bu ajansların üzerinden yürüyor. Bazen eldeki senaryoya göre en uygun yönetmen ve oyuncuları eşleştiriyorlar, bazen de yönetmen ve yapımcının inisiyatifiyle kadro kuruyorlar. Ceylan’ın yapımcısı Zeynep Özbatur şu sıralar bu iki ajans arasında mail ve telefon trafiğine boğulmuş durumda. Yaza doğru her şey netleşecek. Tabii uygun şartlar oluşursa. Büyük ihtimalle Ceylan’ın yazdığı bir senaryodan yola çıkılarak uluslararası bir kadro kurulacak.
Oscar ve SİYAD!
Uluç, aynı yazıda SİYAD üyelerine ‘mastürbatör’ sıfatını uygun görüp, sokakta yürüse tanınmayacak adamlara ödül vermekle suçlamış.
Bu nasıl bir mantıktır?
Evet, Nuri Bile Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ve diğerleri vakti zamanında sokakta yürüse tanımayacağınız isimlerdi (Türkiye’de hâlâ öyleler), ama şimdi onları tüm dünya tanıyor.
1.597 kişi tarafından izlenen Rıza filmi 7 dalda ödüllere aday gösterilirken, 2.696.850 kişinin izlediği Issız Adam’ın sadece bir adaylığı var. Tam bir polemik konusu değil mi?
Yok, merak etmeyin ben “Efendim, milyonlarca kişinin izlediği Issız Adam’a 1, entel-dantel bunalım film Rıza’ya nasıl 7 adaylık verilir” sayıklamalarına girmeyeceğim... SİYAD üyesi olduğum için değil, bu ülkede en adil ödül dağıtan kurumun SİYAD olduğuna canı gönülden inandığım için...
Aynı jürinin Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum filmini ödül yağmuruna tuttuğunu hatırlatıp asıl dert yakındığım konuya; Rıza gibi etkileyici bir filmin neden sadece 1.597 kişi tarafından izlendiğine geçelim. Aynı şekilde SİYAD Ödülleri’nde 9’ar adaylığı bulunan Sonbahar’ı da 60 bin, Cannes fatihi, Oscar’larda ilk dokuza kalan Üç Maymun’u da 125 bin kişi izledi.
Tamam, bu bahsettiklerim izlemesi emek isteyen, sanatsal yapımlar. Ancak böylesine düşük izlenme oranlarını da hak etmiyorlar. Hele hele Üç Maymun hiç hak etmiyor. Yurtdışında ödül yağmuruna tutulan Pandora’nın Kutusu’nu da unutmayalım. O da ikinci haftasında 6.689 kişide kaldı.
Ancak Wikipedia’da dünyanın her yerinden gönüllü olarak katılan yazarların verdikleri bilgilerde bazı hatalar ortaya çıkabiliyor. Doğru bilgilerin baştan savma yazılması ise absürd sonuçlar doğuruyor.
Özellikle de bizim sanatçıların İngilizce yazılmış biyografilerinde... Ben sizin için biraz araştırdım. Bu bilgiler doğru da olabilir, ancak biyografilerde çok komik durdukları kesin.
Kayahan: Türk pop müziğinin temel taşlarından Kayahan, 1949’da Ankara’da doğdu. Gençlik yıllarını Ankara’da geçirdi. Sonra İstanbul’a yerleşti. Daha sonraları uzun süre Gömeç’teki İnta Sevgi Köyü’nde Geceler Caddesi ve Mavilim Caddesi’nin kesiştiği Hülyam Çıkmazı’nda yaşadı. Bu köydeki bütün cadde ve sokaklar, Kayahan’ın şarkılarının isimlerinden oluşmaktadır. Şu anda ise kızının eğitiminden dolayı İstanbul’da yaşamaktadır. (Şaka değil vallahi Kayahan’ın özgeçmişi böyle başlıyor!)
Orhan Gencebay: 16 yaşından itibaren jazz ve rock müzikle ilgilenmeye başladı, çeşitli orkestralarda tenor saksofon çaldı. Daha sonra İstanbul’da konservatuvara girdi. Askerde de saksofon çalmaya devam etti... (Orhan Baba’yı Batsın Bu Dünya’da saksofon çalarken düşünsenize...)
Nejat İşler: Üniversiteyi kazanamayan Nejat İşler, para kazanmak için çay partileri düzenlemeye başlasa da başarılı olamaz ve borçları artar. Borçlarını kapatabilmek için 10 yıl kadar Mahmutpaşa’dan tişört alıp Teşvkiye’de satar. Ancak kış aylarında tişört satamayacağından plak, kitap, dergi satışı yapar... (Kış aylarında tişört satamayınca! Bu nasıl bir ayrıntı manyaklığıdır?)
Ümit Besen: Biyografi ‘Represents the darker side of Tarabya school of electronic music’ (Türkçe meali: Tarabya elektronik müzik ekolünün karanlık temsilcisi) diye başlıyor ve aynen şöyle devam ediyor: “Ümit, ilkokul sıralarında amcasının kırık bir melodikasını bulup çalmaya başladı. Babası tarafından bu yeteneği fark edildi ve ona yeni bir melodika alındı. İlerleyen yıllarda akordiona döndü. Daha sonra lise yıllarında org çalmaya başladı.”
Bülent Ersoy: Herkesin takdirini kazanan geniş entervalli ve yüksek volümlü sesi, Japonya’da ses laboratuvarlarında yapılan testler sonucu yüzde 100 kusursuz bulundu (kaynak belirtilmeli) ve 1997 yılında Uluslararası Montu Merid Müzik Doktoru unvanıyla ödüllendirildi. (Bilgiyi veren de kaynak belirtilmeli demiş. Ersoy hangi laboratuvara başvurdu acaba?)
Hollywood’da ilk başrolü oynayan Türk, Turhan Bey’di çünkü. (Gerçek adı Turhan Gilbert Selahattin Sahultavy.) Yine aynı yazıda Turhan Bey’in Mahmud Mustafa Gürcüzade Sahultvay adında bir Türk diplomatın oğlu olarak 1922’de Viyana’da doğduğunu ve 1940’larda “The Amazing Mr. X”, “Arabian Nights” gibi bazı Hollywood yapımlarında başrol oynadığını belirtip, hâlâ hayatta olduğundan bahsetmiştim.
Piyasaya yeni çıkan NTV Tarih dergisi, ilk sayısında Turhan Bey’i bulup merakımızı giderdi.
Okşan Svastics, Turhan Bey’le Viyana’da konuşmuş. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi 87’lik yaşayan efsane çakı gibi ayakta. Fotoğrafçılık sanatına merak salmış, arada da Salzburg Kukla Tiyatrosu’nda oyun yönetiyormuş.
Yalnız bu röportaj biraz hayal kırıklığı yarattı bende. Birincisi çok kısaydı, ikincisi ise Turhan Bey’in Türk kökenlerine fazla inilmemişti.
Belki de Turhan Bey’in Türkiye’ye dair fazla anısı yoktu...
Çocukken İstanbul’a çok sık geldiğini belirten Turhan Bey’in tanıdığı Türkler’in sayısı da çok azmış: Nazım Kalkavan, Ali İpar, Turgut Demirağ ve kendisinin Türk olduğunu öğrenip tanışmak isteyen sinema meraklısı üniversite öğrencileri...