Mete Yarar

Savunma sanayisinin kripto odası: Elektronik harp

24 Mayıs 2023
Son günlerde çok sık konuştuğumuz bir teknoloji alanı Elektronik Harp.

Savaşın seyrini değiştirme etkeni, kuvvet çarpanı rolü ve istihbarat doğrultusunda yarattığı sürpriz etkisi nedeniyle tüm ülkeler Elektronik Harp faaliyetlerini büyük bir gizlilik içerisinde yürütmektedir.

Aslında savaşın ‘kripto odası’ diyebileceğimiz, konuşulmayan veya konuşturulmayan bir alandır. Yurtdışına ihracatı en az düşünülen üründür. Onlar yurt savunmasında her yerdedirler ama hiçbir zaman görünmezler. Ben de gizliliğe dikkat ederek bu alandaki gelişmeleri aktarmaya çalışacağım.

1) Radyo frekanslarının (RF) ilk pratik kullanımı telsiz haberleşmesi ile başlamış, sonrasında radyo ve televizyon yayınları yapılmıştır. Ardından RF yayılım yapıldıktan sonra bir hedeften yansıyan sinyallerinin antende toplanarak mesafesinin ölçümüne dayanan Radar Detection And Ranging (RADAR) sistemleri kullanılmaya başlanmıştır. RF alanındaki gelişmeler neticesinde birçok ülkenin radar ve telsiz kullanıyor hale gelmesi, düşman kuvvetlerinin telsiz haberleşmesinin kesilmesi ve radarlar tarafından tespiti engelleyecek yeni bir teknolojinin geliştirilmesi ihtiyacını doğurmuştur.

DÜNYADA İLK UYGULAMA RUS-JAPON SAVAŞINDA

Bu amaçla Elektronik Harp olarak isimlendirilen uygulama alanı ilk olarak telsizlerin karıştırması ile başlamış, RADAR ekranının karartılması ile devam etmiştir. Günümüzde ise haberleşme, radar, elektrooptik, güdümlü silah sistemleri, navigasyon gibi frekans spektrumunun düşman tarafından kullanıldığı her alanda Elektronik Harp çözümleri savaşın seyrini belirlemektedir. Elektromanyetik spektrum üzerinde egemenlik tesis etmek, düşman unsurlara elektromanyetik spektrum üzerinden taarruz etmek ve spektrum üzerinden gelecek tehditlere karşı sistem ve kaynakların korunması Elektronik Harp kapsamındadır.

Dünyada Elektronik Harp anlamındaki ilk uygulama 15 Nisan 1904 tarihinde Rus-Japon savaşında Ruslar tarafından telsiz sinyallerinin karıştırılmasıyla başlamıştır. Ruslar halen bu uygulamaya binaen 15 Nisan gününü Elektronik Harp Günü olarak kutlamaktadır. Ülkemizde ise Elektronik Harp alanındaki ilk uygulamaya Çanakkale Savaşı’nda rastlanmaktadır. 5 Mart 1915 tarihinde, Kilitbahir girişinde gizlenen Yıldız Telsiz Telgraf İstasyonu; Queen Elizabeth savaş gemisi ile dost birliklere atış tanzimi yaptıran uçağın frekanslarına girmeyi başarıp ‘Jamming’ olarak adlandırılan telsiz karıştırması yapmış ve böylece bombardıman karıştırma nedeniyle başarısız olmuştur.

21. yüzyılda, dünyadaki mevcut çatışmalara baktığımızda hem savaş öncesi istihbarat faaliyetleri, hem de savaş sırasında düşman haberleşmesi; hava savunma sistemleri, uçak radarları, balistik füzeler gibi her türlü saldırı yöntemini bertaraf etmek için en etkin çözüm olan Elektronik Harp savaşın yeni adı olmuştur. Son yıllarda yaşanan bütün sıcak çatışmalarda bunun etkisini hep beraber izlemekteyiz. İsrail bu alandaki gücünü Suriye hava sahasına girerken kullanmakta ve harekâtlarını başarıyla tamamlamaktadır. Onlarca uçak hava sahasına girdiğinde, Suriye radarlarını ya karartmakta ya da onlarca sahte hedef oluşturarak uçaklarını koruma altına almaktadır.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye Yüzyılı enerji üzerine inşa edilecek

10 Mayıs 2023
Gelişmiş ülkelerde enerji birincil konu olur ve güvenlik politikası bunun üzerine inşa edilir. Enerji bağımsızlığı, jeopolitik enerji krizlerinden etkilenmeme ülkenin sanayi performansını da direk etkiler. Gelin bu hafta başta Gabar petrolü olmak üzere Türkiye’nin yükselen enerjisini konuşalım...

1) Savunma sanayisi, güvenlik politikaları ve teknolojik gelişmeler gibi konularda yerinde araştırmalar yaparak her çarşamba elimden geldiğince sizlere bilgiler sunmaya çalışıyorum. Bugün ise sizinle enerji konusunda bazı önemli bilgiler paylaşmak istiyorum. Enerjinin benim çalıştığım alanlarla ilgili olmadığını düşünebilirsiniz, oysa dünyada güvenlik bürokrasisinin ve siyasi otoritelerin birincil konusu enerjidir. Bugün size bazı temel verilerle açıkladığımda göreceğiniz gibi yaşanan bütün çatışmaların arkasında yatan ana mesele de enerjiye ulaşmadaki emperyalist iştahtır.

ASİMETRİK SAVAŞ

George Friedman, 2009 yılında yayımlanan ‘Gelecek 100 Yıl’ kitabında “Birleşik Devletler savaşlar kazanma gereksinimi duymaz. Onun gereksinim duyduğu şey basit olarak karşı tarafta bir karmaşa yaratmak ve kendisiyle mücadele edebilecek derecede büyük bir güç oluşumunun meydana gelmesini engellemektir. Yirmibirinci yüzyıl, askeri operasyonlardan daha fazla Birleşik Devletler’in karşısındaki güçlerin kuvvetini zayıflatmak için yaptığı bir dizi müdahalenin dönemi olacaktır” tespitinde bulunmuştur. Bu bahsettiği çatışmalar da geçen zaman içinde birebir gerçekleşmiştir. Friedman’ın bahsettiği ‘bir dizi çatışma’nın neyi kapsadığını daha iyi anlayabilmemiz açısından da ‘Asimetrik Savaş’ın tanımını hatırlamakta yarar görüyorum: “Darbe, etnik ve mezhepsel çatışmaların körüklenmesi, ayrılıkçı terör örgütleri, kaynak kullanımının kısıtlanması, istihbarat operasyonları ve/veya etki ajanları vasıtası ile siyasete müdahale edilmesi.”

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Dünyada hâkimiyet kurmak isteyenler aynı zamanda enerjiyi de kontrol altında tutmak için çabalar. Bunu yapmak için de piyasayı kontrol altında tutar, enerji yollarını ve enerji üreten ülkeleri kontrol eder. Peki Türkiye bu tablonun neresinde yer almakta?

İşin aslı, petrol üzerinden dönen savaşları bizim halkımızdan daha iyi bilen başka bir halk yoktur. Petrol üzerine yazılan hikâyelere, Osmanlı Devleti’nden itibaren tanıklık ettik. Yüzyıllarca bu paylaşım savaşlarının ortasında kalan toplum olduk. Türkiye Cumhuriyeti olarak da kuruluşumuzdan bugüne dibimizde yaşanan onlarca çatışma sebebi ile ekonomik, sosyal ve insani birçok sorunla uğraşmak durumunda kaldık.

PETROL SORULARI

Yazının Devamını Oku

Babayiğitler şimdi de savunmada

3 Mayıs 2023
Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda olduğu gibi Türkiye’nin ‘babayiğitler’i savunmanın da hizmetinde. Öncülüğünü Aselsan yapıyor. Konya’nın sanayi altyapısı, 24 girişimci ve Aselsan’ın gücü Aselsan Konya’yı oluşturmuş. Şirket uzaktan komutalı silah sistemleri üretiminde bir merkez durumunda.

1- TOGG yolculuğuna başladığımızda Sayın Cumhurbaşkanımız, “Bu aracı yapacak babayiğitler arıyorum” demişti. Sonraki dönemde ise bu babayiğitler ellerini taşın altına koyarak bu işi başarabildiler. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda da yeterli sermaye olmaması nedeniyle ya çoklu ortaklık yöntemi ile ya da babayiğitlerin ortaya çıkması ile onlarca proje hayata geçirildi.

“Geleceğin en etkili silahı da aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bizlere mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin tahakkuku için 2000 yılını beklemeye hacet kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise Batı’dan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir...” Mustafa Kemal Atatürk bu konuşmayı 1936 yılında Eskişehir Hava Okulu açılışında yapmıştır.

UÇAK ALIMI İÇİN BAĞIŞ

1935 yılında hükümet ‘Hava Tehlikesini Bilenler’ adı altında bir yardım kampanyası ile uçak alımı için para toplamaya başlarlar. Başlatılan kampanyaya halkın ve işadamlarının ilgisi ve katkısı yoğun olur. Alınan uçaklar Türk Hava Kuvvetleri’ne devredilir. En büyük bağışçılardan birisi de Nuri Demirağ’ın kardeşidir. Kendisine kardeşinin yaptığı büyük yardım hakkında ne düşündüğü sorulduğunda; “Madem ki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz, ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim” demiştir.

NURİ DEMİRAĞ’IN ÇABASI

Görüldüğü gibi Nuri Demirağ bu çabası ile Türk Hava Kuvvetleri’nin gelişmesi için gereğini yapmıştır. Yeşilköy’e  meydan  yapmaktan tutun da havacılık okullarına ve tasarım merkezlerine kadar bütün tesisleri kurmuştur. Zamanının ruhunu yakalayan milli tasarımlar ile uçak yapmayı da başarmıştır. Hatta bir açıklaması bugüne ışık tutacak kadar önemlidir: “Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. O halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.”

Böylesine kıymetli bir insanın yaptıkları zamanın ruhunu anlamayan idareciler yüzünden heba edilse de Demirağ adını bu ülkenin yiğitleri arasına yazdırmıştır.

Savunma sanayisi bu ve buna benzer onlarca babayiğidin hazin öyküsüne şahittir. Peki bu ülke sevdalıları bu hazin öykülerden çekinip geri adım mı atmışlardır?

Yazının Devamını Oku

Savunmanın Z kuşağı

26 Nisan 2023
Savunma sanayisinde büyük projeler birbirini kovalarken gelin bu hafta Z kuşağının bu alana nasıl baktığını konuşalım...

1. SAVUNMA sanayisinde ardı ardına açıklanan projeler toplumun bir kesiminde büyük bir sevinç yaratıyor. Diğer bir kesim ise konunun fazla abartıldığından tutun da, sözü geçen birçok ürünün gerçekte var olmadığına kadar farklı yorumlarda bulunuyor. Peki Z kuşağı bu tartışmalara nasıl bakıyor? Z kuşağı olarak adlandırılan genç kuşakla uzun yıllardır zaman geçiren biri olarak ben de konuya istinaden yorumlarımı sizinle paylaşmak istiyorum.

Subay olmanın en büyük özelliklerinden biri, emir komuta zincirinde, emriniz altında bulunan binlerce genci bir arada göreve sevk edecek gözlem yeteneğine sahip olmaktır. Bunu yapmazsanız, kişi ve görevlerde kırılmalara yol açar ve başarıya asla ulaşamazsanız. Bu gözlem yeteneğini yıllardan beri kullanıyorum. Nitekim bugüne kadar karşılaştığım yüzlerce gence dair yaptığım gözlemden elde ettiğim bilgiyi şimdi sizlere aktarmak istiyorum.

EN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİ

Geçen gün Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge programında Z kuşağının kendini nasıl tanımladığına dair Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma konuşuldu. Kimileri için şok yaratan bazı sonuçlar benim için hiç de şaşırtıcı değildi.



Yazının Devamını Oku

Projesinden motoruna TCG ANADOLU! ‘Anadolu’ sizden özür bekliyor

19 Nisan 2023
Geçen hafta Türk askeri denizciliği açısından tarihi bir gün olarak kayda geçti. Türk denizcilik tarihinin en büyük gemisi olan TCG Anadolu, devlet töreniyle Türk Deniz Kuvvetleri’ne teslim edildi. Türkiye’nin en büyük savaş gemisi ‘sancak gemisi’ unvanını alarak donanmaya katıldı. ‘TCG Anadolu’ daha ilk gününden siyasi, askeri ve ekonomik tartışmaların gündemine oturdu. Tartışılan soruları projenin ilk gününden itibaren içinde olan denizcilerden Savunma Sanayii Başkanlığı’na kadar tüm ilgililere sorup yanıtlarını aradım.

- Rakip ülkeler gemiyi karalayıcı haberler yapmak için özel bir gayret gösterme gereği bile duymadılar. Nitekim Türk basınında çıkan haberleri referans göstererek yayın yapmayı tercih ettiler. Gelin uzmanların görüşleri eşliğinde biz de bu tartışmanın köşe bucağında kalan esas gerçekleri irdeleyelim, uzmanların verdiği doğru cevaplarla konuyu iyice anlayalım.

“Bu gemiye hiç ihtiyacımız yoktu ve hükümet gemiyi siyasi şov amacıyla yaptı.”

Bu ifadeyi dile getirmiş olanların Deniz Kuvvetleri’nin içinde bulunmadıkları belli. Ancak doğrulara ulaşmak için bu konuda arşiv ve literatür taraması yapabilirlerdi. Nitekim ben öyle yaptım. Bakın hangi bilgilere ulaştım.

Akdeniz’deki en güçlü çıkarma filosu olan ‘Amfibi Kuvvet’ ve ‘Deniz Piyade Tugayı’na sahip olan Türk Deniz Kuvvetleri, 2006 yılında hizmete girmek üzere bir adet ‘doklu’ çıkarma gemisine (LPD) sahip olmak üzere strateji belirlemiştir. 2000 yılının haziran ayı içinde yayınlanan bilgi istek formu ile (Rff) tedarik edilmesi düşünülen LPD’nin görevleri şu şekilde belirtilmiştir:

- “Birleşmiş Milletler ve NATO’nun denizaşırı harekâtları için birliklerin süratle ve etkin bir şekilde intikalini ve gerekli lojistik desteği sağlamak.

- İnsani yardım ve doğal afet yardım görevlerine katılmak.”

1- TALEP DENİZ KUVVETLERİ’NDEN

Yazının Devamını Oku

Atalarının çocukları çeliği de dize getirdiler

12 Nisan 2023
Uzun bir süredir savunma sanayisini takip ediyorum. Son zamanlarda savunma ürünlerinin büyük bir hızla yol kat ettiği aşikâr. Ancak sanayisi güçlü olmayan bir ülkenin, yüzde 80’e varan yerlilikte savunma ürünleri üretmesi mümkün değildir. Şimdi sizleri Manisa’da kurulu olan, zırh ve aşınmaya dayanıklı çelik üreten ‘Miilux OY’ fabrikasına götüreceğim.

Ancak her zaman olduğu gibi önce zamanda bir yolculuk yapacağız. Türklerin demire ilgisini ve onu işlemedeki maharetini Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür Yayınları’ndan çıkardığı ve Prof.Dr. Tarık Baykara’nın yazdığı ‘Benzersiz Tasarım Eşsiz Türk Kılıcı YATAĞAN’ adlı kitabından alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağım. “Türkler tarih boyunca kendilerini ‘demirci’ bir millet olarak tanımlamıştır. Türk boyları, ileri düzeyde cevher arıtma, döküm, alaşımlandırma, işleme, ısıl işlem, dövme ve metal şekillendirmede çağdaşlarına göre daha gelişmiş bir madencilik ustalığına ve yeteneğine sahiptiler.”

Bizler için önemli bir efsane olan ‘Ergenekon’un konusu, demirden olduğuna inanılan dağın eritilerek bir çıkış yolu bulunması üzerinedir. Ergenekon’dan çıkılan günün Nevruz olduğuna inanılır ve o günün anısına her yıl bir gün demir kızdırılıp örs üzerinde çekiçle dövülür. Hem efsanelerde hem de hayatın içinde metalürji her zaman önemsenmiştir.

Fatih Sultan Mehmet topu ilk bulan ya da kullanan kişi olmasa da, doğru döküm tekniği ile döneminin “ŞAHİ” adı verilen en büyük topunun dökülmesini sağlamış, bunun için önemli ölçüde kaynak ayırmış ve teknik ekip oluşturmuştur. Bugün kolaymış gibi görünen bu döküm işi, o dönem için neredeyse imkânsıza yakındı. İşin zorluğunu bir örnekle açıklamak gerekir. Hasan Kazankaya’nın ‘İstanbul’un Fethi’ eserinde döküm için gereken kumun hazırlanmasını anlattığı bir mizansen vardır. Fatih’in top dökümü için nelerin lazım olduğunu sorması üzerine Urban’ın cevabı şöyle olmuştur: “Kalıp için Sarıyer dağlarından çamur, Kâğıthane kasabasından balçık getirmek lazım Sultanım, hatta 300-400 bin adet yumurta lazım.” Yine Murat Bardakçı köşe yazısında ‘Türkiye altı asırdan beri, yani Fatih Sultan Mehmed zamanından bu yana ilk kez kendi silahını kendisi yapmaya başladı’ şeklinde konuya değinmiştir. Aslında bu cümle bile farklı bir şey yapmak için metalürji bilgisinin ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermektedir. Son 35 yıldır dünyanın yoğun savaş ortamlarından  geçtiğine hepimiz şahit olduk. Bu kaotik düzen bizi ambargolara ve gizli engelleme süreçlerine sürükledi. Aslında bu sürtüşmenin etkilerini 1960’lı yıllardan beri aktif olarak yaşıyoruz.  Dünyada zırh çeliği deyince akla İsveç, Fransa, Finlandiya ve Avustralya geliyor. 

Ülkemiz son yıllarda tekerlekli ve paletli zırhlı araç üretimde önemli bir üretim kapasitesine ulaşmıştır. Bu hızlı büyüme rakip ülkelerin dikkatini çekmiş ve tahmin edeceğiniz gibi bu durum Türkiye’ye ambargo olarak geri dönmüştür. Zırh çeliğini uzunca bir süre İsveç başta olmak üzere diğer ülkelerden almamız mümkün olmamıştır. Hatta Finlandiya, son NATO müzakerelerine kadar bize zırh çeliğini satmayan ülkeler safında yer almıştır. Avustralya’dan tedariklerle geçici çözümler bulunmuş ancak tercih zırh çeliğinin Türkiye’de üretilmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Aslında üretimin Türkiye’de yapılması üzerine defalarca harekete geçilmiş ancak yeterli talep oluşmadığı için dışarıdan tedarike yönelinmiştir. Sonunda savunma firmalarının üretim adetleri yükselince de üretmeye değer bulunmuştur.

ŞİRKET SATIN ALINDI 

Üretime geçilmesi için yıllar geçmesi gerektiği görülünce yurtdışında zırh çeliği üretimi yapan bir firma satın alınmasına karar verildi. Dışa bağımlılığın bitirilmesi konusunda Savunma Sanayii Başkanlığı ve üretici firmaların taleplerini karşılayabilmek amacıyla stratejik bir karar alarak elini taşın altına koyan OYAK Genel Müdürü Süleyman Savaş Erdem ve OYAK Grubu oldu. Finlandiya’da kurulu yüksek mukavemetli çelik ısıl işlem fabrikasına sahip ve önemli bir zırh çeliği üreticisi olan Miilux OY adlı şirketin yüzde 70 hissesi satın alındı. Şirket alındığında Finlandiya ve Polonya’da birer fabrikası vardı. Onlardan daha büyük bir zırh çeliği üretim kapasitesine sahip bir üretim tesisinin Manisa’da kurulmasına karar verildi. İki yıl süreceği öngörülen inşaat altı ayda bitirilip deneme üretimine başlandı.

Yazının Devamını Oku

Savunmaya yeni Türk zırhı

5 Nisan 2023
Dünya bor rezervinin yüzde 70’i Türkiye’de. Ancak bor bizde olmasına rağmen askeri zırh malzemelerinden nükleer uygulamalara kadar kritik önemdeki bor karbürü ithal ediyorduk. Balıkesir’de açılan Bor Karbür Tesisleri’yle Türkiye şimdi 60 milyar dolarlık bu dünya piyasasına ihracatçı olarak giriş yapıyor.

BALIKESİR’de Bor Karbür Tesisleri’nin açılışına, davetli olmama rağmen, daha önce verilmiş sözüm gereği çok istesem de katılamadım. Bor madeni Türkiye’nin kurtuluşu diye lanse edilmiş bir çocukluk evresinden gelen nesilim. Dünya bor rezervinin yüzde 70’i bizim ülkemizde. Onlarca hayali senaryo ile büyütüldük. Bor mevzusunda da birçok yalan ve yanlış bilgi nedeniyle doğru bir şekilde tartışamıyoruz. Öncelikle borun çıkarılması ve borasit haline getirilerek satılması devlet işletmesi olan Eti Maden’e ait. Dünya piyasasının toplam büyüklüğü ise 4 milyar dolar civarında. Şu anda Türkiye bu piyasanın yüzde 63’ünü kontrol eder halde. Asıl kurtuluşumuz bundan sonraki evre olan ve dünya piyasasının 60 milyar dolarlık kısmında. Türkiye bu piyasaya giriş yapmaya çalışıyor. Borda asıl kavga da şimdi başlayacak gibi görünüyor. Şimdi bu konuya bir ara verip zamanda sizi geriye götüreceğim.

Savunma sanayisinde hangi mühendisle konuşsam sorunumuzun kaynağının metali işleme ve süreç yönetimi olduğunu, çözümün de metalürji ve malzeme mühendisliğinde yattığını söylüyorlar. İsterseniz zırhlı araç üretimi deyin, isterseniz uçak motoru deyin, çözülmesi gereken ilk sorun malzeme bilgisine dayanıyor. Bazıları bunu ürünün “kara noktası” olarak nitelendiriyor. Peki biz bu kara noktayı çözmekte hep başarısız mıydık yoksa hep o duvar yine karşımıza mı çıkmıştı? 

FNSS ile ilgili yazıda, ilk tankı ne zaman yapmışız diye araştırırken ilk kez onun ismiyle karşılaşmıştım. Türkiye’nin ilk metalürji mühendisi olan Selahattin Şanbaşoğlu’nun yaptıkları üzerinden bor karbürü anlamaya çalışacağım. 1932’de ilk ve tek çelik tesisi Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda işbaşı yapar. Bu tesiste 1935 ile 1950 arasında 150 çeşit çelik üretilmiştir. O dönemde bu tip ürünlerin ne kadar önemli olduğunu MKE eski genel müdür yardımcılarından Günay Güngen’in söylediklerinden anlayabiliriz:

ABD’DEN GELEN SİPARİŞ

“İkinci Dünya Savaşı’nın zor günleridir. Takım çeliği üretilecektir. Fakat ne krom vardır ne de nikel. Bunlar stratejik malzeme oldukları için hiçbir ülke ihraç izni vermemektedir. Fabrika müdürü maliye bakanına gider, tüm nikel paraların toplanarak kendilerine verilmesini ister. Bu istek yerine getirilir. Ancak krom nasıl temin edilecektir? İşte bu safhada bu gözüpek insanlar ülkede çıkan krom cevherini ilk kez bu topraklarda işlemeyi başarır.” 

Bu kadar iş başarılmış olmasına rağmen yine bir ama devreye girer. Selahattin Şanbaşoğlu o yılları şöyle anlatır: “Marshall Planı yılları ile birlikte MKE’nin aldığı siparişler çok azaldı. Genel Müdür Celal İmre’nin şahsi gayreti ile Amerikalılardan sipariş istendi. Bunda devletin hiçbir girişimi olmadı. Sonra genel müdür görevden alındı ve yerine ben baktım. O sırada ABD’den sipariş geldi. Teklif 43 dolardı, bizimkiler maliyeti 51 dolar buldular. Devlet yardım etse teklifi alacağız. Karışmayız dediler. Akşam gara teklifi getiren ABD albayını uğurlamaya gittim. ‘Gidiyorum, teklifi imzalayacak mısınız’ dedi. Ankara istasyon lokantasında teklifi imzaladım ve sonra mermiyi 35 dolara mal ettik. Ciddi hamle oldu. Mermi fabrikasının ilk modernizasyonunu yaptık. Arkasından 750 milyon mark’lık Alman siparişi geldi. Onunla da mühimmat ve fişek fabrikasını tamamen yeniledik.”

Yazının Devamını Oku

Altay er meydanına çıkmaya hazır

29 Mart 2023
Arifiye Tank Palet Fabrikası’na yönelik tartışmalarda Altay tankı kaynadı gitti. Fabrikaya gittim, Altay’ı üreten ekiple bir araya geldim. Ekibin büyük kısmı ilk prototipin üretildiği andan bu yana projenin içinde. Kendileriyle 23 Nisan’da test için TSK’ya teslim edilecek iki araç üzerinde konuştuk...

Bu hafta size savunma sanayisi denilince akla gelen en siyasallaşmış konuyu yazmaya çalışacağım. BMC CEO’su Murat Yalçıntaş’ın daveti üzerine geçen hafta Altay tankındaki son durumu Arifiye Tank Palet Fabrikası’na giderek yerinde incelemeye çalıştım. Benden önce de bu konuyu yazanlar olduğu için açıkçası ben Arifiye’yi başa çekerek Altay tankını anlatmaya çalışacağım. Unutanlara bir kez daha hatırlatmakta yarar var. “Ordu Katar’a satıldı”, “20 milyar dolarlık tank fabrikası Katar’a satıldı” gibi siyasi tartışmaların içinde Türkiye’nin en önemli projesi Altay tankı kaynadı gitti. Bu siyasi tartışmaların bir kısmını kendilerine sordum, cevabını aldım, bir kısmını ise bilgilerin içinden ayıklayarak çıkarmaya çalıştım. Ortada ne satılan bir fabrika ne ordu ne de yabancı bir güç var. Fabrika, ASFAT bünyesinde bulunan ve işletme hakkı 25 yıllığına devredilen bir tesis. Devredilmeyi de yanlış anlamayın, fabrikadaki her olayı takip eden 100 üzerinde askeri personel var ve süreçleri hem askeri hem ticari hem de teknik olarak takip ediyorlar. Keşke devletin bütün mallarını bu şekilde kontrol edebilsek.

50 YILLIK TECRÜBE

BMC yetkilileri fabrika devri konusuna girmekten etik olarak çekiniyor. Bize bilgi verip cevabı bizim bulmamızı istiyorlar. Ben de savunma haberi yapandan çok ekonomi muhabiri gibi olayı didik didik ettim. Mesela, ‘Fabrikanın değeri ne kadar?’ dedim. Onlar Ankara’da kuracakları tesisi anlattılar. TUSAŞ tesisleri yanına, Altay tankı ve yeni nesil araçları yapacakları son derece modern bir tesis inşaatına başlamışlar. Arifiye Tank Palet Fabrikası’nın kapalı alan büyüklüğü 137 bin metrekare. Ankara’da kurulacak tesis ondan biraz daha büyük ve yaklaşık 250 milyon Euro’ya mal olacak. Arifiye 50 yıllık bir fabrika ve içinde biriktirilmiş olan müthiş bir bilgi ve tecrübe var. Bunu yazmamın bir nedeni var. Tartışmalar hep fabrikanın eskiliği ve teknolojik olarak geri kalmışlığı üzerinden yapılıyor ama unutmayın buradaki personel Türkiye’nin en önemli tank modernizasyonu, Fırtına obüs imalatı ve bakım projelerini yıllardır başarıyla sürdürmüş kişiler. Olayın özel sektörün işletme tecrübesi ile Silahlı Kuvvetler’in ordu donatım fabrikalarının bilgi birikiminin beraber nasıl doğru bir şekilde yapılabileceği üzerine olması gerekirken, maalesef abartılı bilgiler nedeniyle her tarafa zarar veren bir hale dönmüş. Sorulması gereken soru, ‘Devlet kaynakları peşkeş çekilmiş midir’, bu model TSK’ya ekstra avantajlar getirerek maliyet düşmesine yol açmış mıdır, fabrika daha verimli çalışmaya başlamış mıdır, fabrika yeni istihdam sağlamış mıdır?’ Bütün bu sorduğum soruların cevabı müspet bir şekilde kayıtlarda yer almış.

‘YENİ ALTAY’ YENİLİKLERİ

- ÖNCE ‘Altay’ olarak iki tank yapıldı . Daha sonra eklemelerle ‘Yeni Altay’ ismiyle iki tane daha üretildi. Ekibi dinlerken açıkçası bu tankın ilk üretilenden çok ayrı özelliklere sahip olduğunu fark ettim. Neden ‘Yeni Altay’ diye isimlendirdiklerini de anlamış oldum.

Alman ihracat lisansı engeli sebebiyle yapılan yerlileştirmeler, aktif koruma sistemi, geliştirilmiş zırh, yenilenen atış kontrol ve araç kontrol sistemi, değiştirilen güç grubu ile tank aslında farklı bir yere doğru ilerlemiş. Test bölümünde daha önce yapılmış Altay tankını yakından inceleme fırsatını da buldum. Ukrayna savaşı sırasında da tankların savaştaki önemini sorgulatan konulara, bu tankta yeni savunma yetenekleri ile özgün çözümler bulunmuş. Tamamen yerli ve milli çözümler.

MOTOR TEST MERKEZİ

Yazının Devamını Oku