Bu hafta yazdığım “ Oyun bu yasa ile kuruldu” yazısı için FNSS tesislerindeydim. Tesisleri gezerken test alanında dizilmiş olan Zırhlı Amfibi Muharebe Araçları’nı görünce merak edip “Bütün araçları bu alana niye topladınız?” diye sormuştum. İlgili birimden gelen yetkililerin gözetiminde son testleri yaparak 27 araçlık ZAHA paketini teslim ettiklerini söylemişlerdi. Sizin için o testlere şahitlik ederek ben de sürecin bir parçası olmuştum. Bu aracın kendi türünün dünyadaki en iyisi olduğunu söyleyebilirim. Zaten çok da fazla bir rakibi yok. ABD’nin kullandığı AAV7 diye nitelendirilen amfibi taarruz aracı bulunmakta. Bu araçta ise, bizim aracımızda olan mayına karşı koruma, balistik koruma ve uzaktan komutalı silah sistemleri gibi onlarca yeni teknoloji yok. Bu nedenle türünde en iyi dememizin bir nedeni var. Aracın tek olduğunu biz bildiğimiz gibi bu araca ihtiyacı olan ülkeler de biliyor. Araç TSK’ya teslim edilmeden, ön talep için ülkemize gelen yabancı silahlı kuvvetler yetkilileri var.
27 ARAÇ TESLİM EDİLECEK
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın (DzKK) amfibi zırhlı araç ihtiyacını karşılamak için, Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) tarafından tedarik faaliyetleri yürütülen proje kapsamında 23 adedi personel taşıyıcı, 2 adedi komuta kontrol aracı ve 2 adedi kurtarma aracı olmak üzere, toplam 27 adet araç teslim edilecek. Aslında Silahlı Kuvvetler’in birçok zırhlı aracında amfibi olma özelliği vardır.
- Konuyla ilgili kaynak ararken Vahit Erdem’in yazdığı “Hatıralarla Devlette 45 Yıl” adlı kitabına rast geldim. Aradığım birçok sorunun cevabını bu kitapta buldum. Ona ait bir değerlendirme ile başlayayım: “Amerika Birleşik Devletleri Kıbrıs Harekâtı’nı müteakip silah ambargosu ile Türkiye’yi cezalandırma yoluna gitti. Bu ambargo Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk ve önemli kırılmayı yarattı ve bunun düzelmesi de uzun zaman aldı. Amerikan ambargosu, bir ülkenin güvenliğinin başka bir ülkenin inisiyatifine bırakılamayacağı hususunda acı bir ders olmuştu.”
FNSS Savunma Sistemleri A.Ş. Genel Müdürü ve CEO’su Nail Kurt
1985’te çıkarılan 3238 sayılı kanunla, uzun süreden beri kapalı kutu olan silah tedarik ve modernizasyon sistemini değiştirmek, şeffaf hale getirmek, bu alanı yerli ve yabancı yatırımcılara açarak teknolojik gelişme sağlamak ve milli sanayiyi teşvik etmek amaçlanıyordu. Konu önemli, dolayısıyla bu haftaki yazımın bir bölümünü savunma sanayisinin bu duruma gelmesinde emek veren bir kişi olduğuna inandığım Vahit Erdem’in bilgilerine dayandıracağım.
YABANCI ORTAKLA İLK PROJE
Zırhlı Muharebe Aracı projesi, yabancı ortaklıkla Türkiye’de üretilecek ilk projeydi. Projenin bir önemi de Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın rüştünü ispatlayacak olmasından ileri geliyordu. Sistemin değişmesine karşı büyük bir direnç olmuş ve projeyi engellemek için onlarca menfi yazı yazılmıştı. Vahit Erdem bu durumu “...karşı kampanya yürütenlerin amacı belliydi. Projeyi başarısız kılarak SSM’nin bu işi başaramayacağını göstermek, böylece eski sistemi devam ettirmek isteniyordu” diye anlatıyordu.
Sonunda bütün zorluklara rağmen Mayıs 1988’de imzalanan bir kontratla, bir yıl sonra yüzde 14 yerlilik oranı ile askeri araç konusunda seri üretim yapabilecek Türkiye’nin ilk özel savunma şirketi kuruldu. Şirketin hikayesi sanki savunma sanayimizin kısa bir özeti gibi. Haydi gelin bu hafta sözü geçen şirketi ve fabrikasını birlikte gezelim, yıllar içindeki muazzam gelişime birlikte şahitlik edelim.
Hidrojenin olduğu yerde üretilip bir döngü şeklinde kullanılması savunma sanayisinde denizaltılarda müthiş bir çağ açacak gibi görünüyor. Bu konuda yeni nesil bir teknolojiye imza atan Gürbağ Savunma ekibi 60 kişiden oluşuyor. Devletten bir kaynak kullanmadan şirketi ayakları üzerinde durma noktasına getirmişler. Yazılım konusunda oldukça gelişmiş işlere imza atmışlar.
- SAVUNMA sanayisi şirketleri ile röportaj için deprem bölgesinden Ankara’ya geçerken içimde bir nebze suçluluk duygusu vardı. Önceliğim değişiyor mu diye tedirgin oldum, içim içimi yedi. Sohbet ettiğim bir arkadaşım bana bu hissimin psikolojik karşılığını anlattı. Büyük savaşlar ve felaketler sonunda geride kalan kişilerde “hayatta kalma suçluluğu” adıyla bilinen bir sendrom oluştuğundan bahsetti. Aslında bunun içinden bir türlü çıkamadığımız bir duygu olduğunu biliyordum ancak literatürde bir karşılığı olduğunu da öğrenmiş oldum. Savunma şirketine röportaj için gitmiştim, ne var ki depremin inşa süreçleri ile ilgili olarak da bilgiler aldım. Sohbetin bu konulara evrilmesine de ayrıca memnun oldum.
ÖNCEKİ ORTAKLIKLARI SİSMİK İZOLATÖR
Gittiğim Gürbağ Savunma’nın ilgimi çeken kısmı ürettikleri yeni nesil bir teknolojiydi. Bu teknoloji savunma sektöründe bazı konuları yeniden şekillendirecek kadar önemli bir yeniliğe sahip. Sohbetin başlangıç kısmında Gürbağ Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Halil Bağıban da vardı. Urfalı bir işinsanı olan Halil Bey’le sohbete depremi konuşarak başladık. Şirketin bir önceki ortaklığının ‘sismik izolatör’ konusunda olduğunu, prefabrik beton yapılar ve çelik konstrüksiyon konusunda büyük üretim kapasitesine sahip olduklarını öğrenince sizin de merak edebileceğinizi düşündüğüm soruları da kendisine yönelttim.
BİR YILDA BİTER Mİ
Öncelikle 11 ili kapsayan deprem bölgesinde planlanan yeni yapıları bir senede bitirip bitiremeyeceğimizi sordum. Türkiye’nin müteahhitlik ve inşaat malzemesi üretiminde dünya liginde yer aldığını, doğru bir yönetim ve planlamayla başarabileceğimizi öğrenmiş oldum. Önce bu duyduklarım inanılmazmış gibi geldi. Söz konusu bina sayısı 500 bindi. Halil Bey hiç tereddüt etmeden bu konuda çok emin olduğunun altını çizdi. Öncelik Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmak olduğundan, yurtdışı şantiyelerindeki ekipmanları da Türkiye’ye getirdiklerini anlattı. “Bu iş en iyi şekilde yapılıp bitirilene kadar öncesinde de olduğu gibi sonuna kadar ülkemizin hizmetindeyiz” diye de ekledi.
Güney Amerika’daki ‘lego tarzı’ prefabrik binaların yapımının Türkiye’de mümkün olup olmadığını da konuştuk. Perde beton tekniği kullanıldığından üretilmesinde hiçbir problem olmadığını ve dayanıklı olduğunu söylediler.
Her fırsatı değerlendirip yola çıkışlarımda bir nebze daha fark yaratabilmek için sabırsızlanırken buluyorum kendimi. Dönüşlerimde ise içim biraz buruk oluyor ancak daha bir büyüyerek ve öğrenerek döndüğümü hissediyorum. Antakya merkezinde hayat durmuş durumda.
Depremzede çocukların boyadığı bir duvar...
Bölgedeki bazı şehir ve kasabalarımızda ise normalleşmenin izlerini yavaş yavaş görmeye başladığımı söyleyebilirim. Normalleşme dediğim, tabii ki kaybedilen yaşam şartları ile karşılaştırılabilecek bir şey değil. Ancak en azından bazı sorunlar çözülmeye başlanmış.
Çocuklar için kütüphaneler kuruluyor.
Yüzümü bir nebze gülümseten ise bu süreçte çocukların odak noktasında tutulduğunu görmek. Kimi zaman bölgede kurulan bir kütüphanenin önünde kitap okuyan, kimi zamansa öğretmenleri ile kreşte eğlenen, bazen de askerlerin açtığı dershanelerde sınavlara hazırlanan çocuklarımızı gördüm. Her çözüm geleceğimizi bizlere tekrar kazandırıyor.
Depremin olduğu ilk günlerde bölgedeydim. Geçtiğimiz hafta İstanbul’a sığamadım ve yeniden bölgeye döndüm. Şimdi üçüncü kez deprem bölgesindeyim. Bu süreçte ilk günlerden itibaren sahada gördüklerimi sizlere aktarmaya çalıştım. Sosyal medya üzerinde yaşanan sanal gerçeklikten biraz olsun sıyırılıp sahanın gerçeklerini tam olarak anlatmaya çalıştım, çalışıyorum.
Depremin büyük yıkıma yol açtığı yerleşim yerlerinde şu an yaşanan en büyük sıkıntılar öncelikle barınma, yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve boşaltılan merkezlerdeki güvenliğin sağlanması. Bu işlerin eksiksiz yerine getirilmesi için çok gayret gösteriliyor.
Problemlerin çözümü için standartların dışında metotlar ve uygulamalar gerekiyor. Bu çapta bir depreme hazır olmadığımız ortada iken zamanı çok iyi kullanarak bir an önce ayağa kalkmak gerekiyor. Deprem bölgelerindeki yıkımları şehir şehir kıyaslamak depremden etkilenenler için nahoş bir durum, ancak doğru analiz yapabilmek ve her bölgenin kendine has yaşadığı hasarı ve ihtiyaçlarını anlatabilmek açısından bu şekilde bir yaklaşıma da muhakkak ihtiyaç var.
HATAY ARTIK HEPİMİZİN ŞAHSİ MESELESİ
Altyapısı az zarar görmüş merkezler kendi yaralarını sarma konusunda daha çok imkâna sahip olabiliyor. Bu konuda en dezavantajlı merkez Hatay şehri. Yıkım şehrin kalbinden geçmiş ve yaşam adeta durmuş halde. Atatürk’ün “40 asırlık Türk yurdu düşman elinde esir bırakılamaz. Hatay benim şahsi meselemdir. Hatay benim namusumdur. Hatay’ı mutlaka alacağım” sözlerindeki duyguyu bugün Hatay’ı yeniden ayağa kaldırmak için hepimiz içimizde ve çok derinden hissediyoruz. Hatay artık hepimizin ‘ŞAHSİ’ meselesi. Ne yapılması gerekiyorsa bu kadim şehir için seferber etmeliyiz. Felaketin yaşandığı bütün merkezlerde öncelikle kentlerden göçün önüne geçecek, ayağı yere basan projeler hazırlamalı ve vatandaşlarımızı yaşadıkları topraklarda tutmanın bir yolunu bulmalıyız. Nitekim yıkım çok büyük. Her akla, farklı düşünceye, çözümlere ihtiyaç var. Zor zamanlar büyük akıllarla ve sıkı dayanışma ile aşılabilir.
AKLIMA MIH GİBİ İŞLİYORUM
Bölgedeki tüm kentlerin sokaklarında gezerken gördüklerimi aklıma mıh gibi işliyorum. Çünkü biliyorum ki gördüklerimi size en iyi şekilde aktarabilirsem daha sonraki felaketlere çok daha hazır olabileceğiz. Bu konuda depremin hemen ardından çok kısa sürede depremzedeler için harekete geçen birçok kurum, dernek ve şirket oldu. Kimi kısa süreli ihtiyaçlara yönelik hızlı adımlar attı, kimi de daha uzun vade ihtiyaçları daha teknik bir yaklaşımla karşılamayı hedefledi.
DEPREM alanında kurtarma faaliyetleri bir yandan profesyonel ekipler tarafından sürdürülürken lojistik ve altyapı destekleri de ayrı ekiplerce verildi. İşte o an önemli bir konuda başka bir gruba ihtiyaç duyuldu: Sahadaki ekiplere teknik olarak yardımcı olacak, iletişimin kesintisiz sürmesi için çaba sarf edecek, saha bilgilerini afet koordinasyon merkezlerine aktaracak, elindeki teknik ekipmanları kullanarak enkaz altında kalanları bulacak ve en önemlisi zor şartlarda İçişleri Bakanlığı ve MSB birimleri ile zorlu şartlarda çalışacak ekiplere. Bu ekipler savunma sanayisinin 1500’e yakın şirketiydi. Bu şirketlerin bütün çözümleri arazide yaşamı sürdürmek üzerineydi. Şimdi size birkaç ana temel konuda Savunma Sanayi Başkanlığı ve özel şirketler vasıtasıyla ne yapıldığını anlatmaya çalışayım.
ENKAZ ALTINDA HAYAT TESPİTİ
Enkaz altındaki canlarımızın yerinin tespitine yönelik savunma sanayimizin geliştirdiği yeraltı görüntüleme, tespit ve analiz cihazları, duvar arkası radarlar, çeşitli tip ve özelliklerde kamera sistemleri, göçük altı görüntüleme cihazları, çubuk kamera, termal kamera, güneş enerjili kamera, yaka kameraları arama kurtarma ekiplerinin kullanımıyla birçok canımızın hayata tutunmasına vesile oldu.
- UYDU GÖRÜNTÜLERİ: Deprem sonrası, ülkemizin sahip olduğu uydu görüntü alma ve işleme sistemleri kullanıldı. Depremde hasar gören binaların konumları bölge içerisinde tespit edildi. Bu şekilde arama kurtarma çalışmalarının hızlandırılması ve etkinliğinin arttırılması için alınan uydu görüntüleri arama kurtarma çalışmalarında kıymetlendirilerek kullanıldı.
- AKINCI İHA’LAR: Ağır hava koşulları müsaade eder etmez bölgeye ilk olarak AKINCI İHA’lar sevk edildi. 65 İHA (Akıncı, Aksungur, Anka ve TB2) ile 2000 saatin üzerinde ve 100’den fazla multikopter dron’la uçuş yapılarak deprem bölgesi görüntüleri canlı olarak acil yönetim merkezlerine aktarıldı. Ayrıca İHA üzerine monteli baz istasyonu ilk kez deprem bölgesinde operasyonel olarak kullanıldı ve cep telefonu kullanımına önemli katkı sundu.
- TB 2’LERLE HARİTALAMA: Buna ek olarak 4 adet TB 2, ‘hızlı haritalama podu’ ile uçtu. Bu sistem binlerce kilometrekarelik yüksek çözünürlüklü (7 cm ve daha az) haritaları 24 saatlik bir süre içinde üretebildi. Yıkım esnasında bu haritaların ne kadar değerli olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
- YAKA KAMERALARI:
İnsanlık tarihi boyunca yaşanan bütün savaşların analizlerinde de görüleceği üzere rekabette üstünlük sağlayabilecek en mühim konu silah çeşitliliği veya yüklü stoklarının olması değil. Farkı yaşatan bambaşka bir güç. Peki nedir bu gizli silah.
Atatürk’ün kelimelerinden anlamaya çalışalım...
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
BİZİ FARKLI KILAN
Atamız aslında içinde ırkçılık barındırmayan bir Türk tanımı üzerinden bizi bizlere anlatmış. Ne de güzel söylemiş Türk’ün yıldırım, kasırga, dünyayı aydınlatan güneş olduğunu. Bizi farklı kılan da işte tam olarak budur. 7 bin yıllık tarihi bir gen aktarımımız mevcut. Bütün aydınların da tarif ettiği gibi kendinin kim olduğunu bilen toplumlar yükselen birer yıldızdırlar. Sıkıntı çektiğimiz nokta hep aynı oluyor, o da tarihimizi yeterince bilmiyor olmamız. Bu nedenle de aleyhimize yapılan tüm karalama kampanyaları hep kabın kırık noktasından sızdırılıyor.
Asıl güç biziz. Bunu bizler anlamakta zorlansak da tarihte ihtilaflı olduklarımız bunu hiç unutmamıştır.
Kale Havacılık ve Kale Arge ayrıca, Boeing firmasının dünyada bulunan 30 bin tedarikçisi arasında en üst seviyede sayılan 40 tedarikçisinden biri ve uçak üreticisi tarafından uçuş kritik malzeme sınıfında ürettiği ürünleri ekstra bir kontrole tabi görülmeyen, kendi kalite test merkezine güvenilen bir şirket. Airbus’a uçak parçası üreten ve üretim anlaşmalarında öncelik verilen, Northrop Grumman, General Electric, Pratt & Whitney gibi dev şirketlerle işbirlikleri yapan bir marka. Dünyada turbojet füze motoru konusunda söz sahibi ABD ve Fransa dışındaki üçüncü teknoloji merkezi. MMU uçağının motor geliştirme projesinde dünyanın en büyük uçak motor şirketlerinden Rolls-Royce firmasının Türk partneri. Tübitak SAGE ile önemli projelere imza atan ve MMU’nun ilk prototipi için önemli 50 parçayı üreten teknoloji şirketi.
Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil, o güce karşı koydukları için yükselir. Winston Churchill
Bir sayfaya sığması çok zor başarılar. Daha iyi anlatabilmenin yolu ise tüm bu koca resmin çizilmesindeki ana felsefeyi aktarmak. Her zaman ‘gidilen yerden daha önemli bir şey varsa o da yolun hikâyesidir’ diye düşünürüm. Bu sebeple İbrahim Bodur bugün aramızda olmasa da onun felsefesini yaşatan Zeynep Bodur ve eşi Osman Okyay ile bu hikâyenin okumasını yapıyoruz.
Kale Holding Teknoloji Grubu Başkanı Osman Okyay, merak ettiğim soruları açıklıkla cevaplıyor.
SANAYİ MODELİ GELİŞTİRDİLER
-Sizi farklı kılan nedir?