8 Ocak 2011
“Güzel burun, doğru nefesle daha da güzelleşir” diyen plastik cerrah Prof. Dr. Ahmet Karacalar, burnunu ameliyat ettiği hastalara doğru nefes tekniklerini de öğretiyor. Komple güzellik, sağlık ve gençlik için doğru nefes almak şart! Uzunca bir süre cerrahlardan kalkık burun istendi. Sonra bu yerçekimine direnen minik burunların aslında herkese yakışmadığı anlaşıldı. Ameliyatların burun içi dokusuna özen gösterilmeden yapıldığında hayatı zehir ettiği de görüldü. Burun ameliyatlarının felsefesi değişti...
Prof. Dr. Karacalar, artık ‘kusurlu plastik cerrahi’ uygulandığını anlatıyor. Yani örneğin kemer kişiye yakışıyor başka bir deyişle yüzdeki diğer organlara uyuyorsa bırakılıyor. Ve tabii burnun bir fonksiyonu olduğu unutulmuyor. Formu düzeltilirken, burun içi dokulara saygılı davranarak, nefesi bozmamak temel kaygı. Prof. Dr. Karacalar bunun üstüne bir de doğru nefesi koyuyor: “Burundaki mekanik havayollarını ve şeklini düzeltmek, rahat nefes alıp vermesini sağlamak yetmiyor. Doğru nefes alıp vermeyi de öğretmeyi görev biliyorum.”
YANLIŞ SOLUMA SELÜLİT YAPIYOR
Doğru nefesin güzellikle, yaşlanmakla da doğrudan ilişkisi var. Örneğin ağızdan nefes alıp vermek su kaybettiriyor. Su başka deyişle nem kaybı da cildi yaşlandırıyor. Prof. Dr. Karacalar, “Göğüs nefesi, akciğerlerin sadece üst ve orta bölümünü doldurabilir. Doğru nefes ise diyafram kullanılarak alınır. Burun ve diyafram nefesi, sağlığın temel koşulu. Diyafram, göğüs kafesi ve karın arasını ayıran güçlü bir kas. Karın organlarına devamlı baskı yaparak karaciğer, safra kesesi, bağırsaklar ve diğer iç organların çalışması üzerinde olumlu etkisi var. Diyaframı çalıştırmadan nefes alırsanız, lenf dolaşımı bozulur. Selülit gelişir. Sindirim sisteminiz bozulur. Ayrıca yanlış nefes almak diyabet, tansiyon riskini artırır. Her iki hastalık da yaşlandırır” diyor.
BİLEREK DOĞUYOR SONRA UNUTUYORUZ
Doğru nefes almak öyle atla, deve değil. Aslında doğan her çocuk doğru nefes alıp veriyor. Sonra yıllar içinde aşırı dolu mide, yanlış yemek, stres tarafından bozuluyor. Yüzeyel nefes almaya başlıyoruz. Kötü nefes enerjiyi azaltıyor. Ağız solunumu kalp damar sistemi sorunlarına yol açıyor. Erken yaşlanmaya neden oluyor. Ayrıca horlatıyor!
Buna karşın diyafram solunumu akciğerlerin asıl oksijen değiş tokuşunun yapıldığı alt bölümlerini açıyor. Burundan soluk verildiği zaman akciğerlerdeki hava birden boşalmıyor. Bu durum akciğerlerin oksijeni daha fazla kullanmasını sağlıyor.
Çınlamaya karşı Kuantum ışını
Tinnitus daha bilinen adıyla kulak çınlaması, hastanın gerçekte dışarıdan sesli uyaran olmadan ses algılaması demek. Her yüz kişiden, sekizi bundan mustarip. Hastalar bu sesleri bazen çınlama, bazen de uğultu, rüzgar sesi veya bir makinenin çalışma sesi diye tarif ediyor. Yakın zamana kadar tinnitustan çekenlere pek fazla yardımcı olunamıyordu. Bununla birlikte yaşamaya alışmaları öneriliyordu. Ama artık lazer yöntemi tinnitus tedavisinde seçenekler arasında.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İrfan Devranoğlu, tinnitus için Kuantum lazer uyguluyor: “Kulağa lazerle, biyo-uyarıcı etki yaratılıyor. Amaç, soruna zemin hazırlayan karmaşık süreçleri, vücudun doğal yolla kontrol altına almasını sağlamak. Henüz yüzde 100 başarıdan sözetmiyoruz. Ancak 12 seansta hastaya belli bir rahatlama sağlanıyor” diyor.
TAMAMLAYICI TIP
Ozon gazı fıtığı küçültüyor
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Hasan Oğuz, bel fıtığı tedavisinde bilinen yöntemlere ozon gazı enjeksiyonunu da ekledi. Konya’daki Özel Fizikon Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde yöntemi uygulayan Prof. Dr. Oğuz, kuyruk sokumundan enjektörle girerek, fıtığın çevresine 20-30 mililitre ozon gazı veriyor. Prof. Dr. Oğuz, “Gaz, fıtığın çevresindeki ödemde bulunan ağrı yapıcı maddelerle reaksiyona giriyor ve ortadan kaldırıyor. Ödemle birlikte fıtık da küçülüyor” diyor. Ozon gazını bel, tendon ve başka kas ağrıları, fibromiyalji gibi sorunlarda da uyguluyor.
SAĞLIĞIM İÇİN
Deniz Berdan (modacı)
MUTLAKA YAPARIM: Kendimi bildim bileli besinleri doğal halleriyle tüketerek, sağlıklı ve dengeli beslenmeye çalışırım. Gün içinde aşırıya kaçmadan hareketli olmaya çalışırım. Evde her sabah treadmill’de yarım saat yürürüm. Yemek yemek dünyanın en büyük zevklerinden. Aşırıya kaçmadan, miktar ve sıklık kontrolü yaparak masum kaçamaklar yaparım.
ASLA YAPMAM: Sigara ve alkol kullanmam, basit şeker, tuz ve beyaz un tüketmem. Toz, doğal tatlandırıcı kullanırım. Detoks uygulamam. Şok diyetler yapmam, öğün atlamam.
MUTLAKA YAPACAĞIM: Daha düzenli check-up yaptırmak istiyorum. Yoğun çalışma tempomu tatillerle dengelemek istiyorum.
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
Üzümün her zerresi ilaç gibi
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aysun Çetin, ‘Üzüm İyileştirir Güzelleştirir’ adlı kitabında üzümün kabuğundan çekirdeğine, suyundan yaprağına her parçasının mucize etkilerini bilimsel araştırmalar ışığında anlatıyor. Hayykitap’tan, 10 lira.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Bardak bardak çay içiyorum. Bu vücudun sıvı ihtiyacını karşılamaya yeter de artar bile.
DOĞRU: Suyun yerini çay tutmaz. Hergün en az 1.5 litre su içmeyi kural haline getirin.
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2011
Her bin kişiden 2’si hayatının bir döneminde yüz felci geçiriyor. Soruna zemin hazırlayan faktörlerden biri de soğuğa bağlı vücut direncinin azalması. Ayrıca özellikle kışın, rüzgarlı ve soğuk havalarda otomobilin camını açarak seyahat etmek de yüz felci yapabilir. Nöroloji Uzmanı Dr. Hamit Toprak, yüz sinirlerinin enfeksiyon, travma gibi nedenlerle hasar görmesi halinde de yüz felci gelişebileceğini söylüyor.
Yüz felci, yüz kaslarının çalışmamasına bağlı yüzün yarısında (özellikle dudak kenarında) kayma hissiyle birlikte konuşma zorluğu, göz kırpma, yeme ve içmede zorlukla kendini belli ediyor. Ayrıca etkilenen taraftaki göz sürekli yaşarıyor. Hastalarda, yüz sinirinin bir dalı da tat alma duyusundan sorumlu olduğu için garip ve nahoş bir tattan (metalik) şikayet eden hastalar var.
KULAK ARKASI, BOYUN AĞRISI İŞARET OLABİLİR
Tablo çok hızlı gelişiyor. Dr. Toprak, “Çoğu hasta sabah uyandığında, aynanın karşısına geçince yüzÜnÜn kaydığını fark eder. İnme geçirdiğini sanır ya da aynı gün içinde gözlerde yanma, dudak etrafında karıncalanma veya su içerken suyu ağızda tutamama şikayetleriyle yüz felcinin farkına varır” diyor. Tablonun belirginleşmesi ve tam olarak netleşmesi genellikle birkaç gün sürüyor. Kulak arkası veya boyun bölgesindeki ağrı, öncü bir uyarı da olsa çoğu hasta belirtileri göz ardı ettiğinden erken tanı konamıyor.
KENDİLİĞİNDEN DÜZELEBİLİR
Yaş önemli bir faktör sayılır, mesela çocuklarda görülme sıklığı çok daha az olmakla birlikte kendiliğinden iyileşme durumları da o denli fazla. Diyabet gibi bazı metabolik hastalıkları bulunanlarda risk daha yüksek. Gebeliğin son üç ayı yüz felci için dikkat edilmesi gereken bir dönem olarak kabul edilir. Bağışıklık sisteminin bozukluğuna sebep olan hastalıklar da başka bir risk grubu oluşturuyor. Dr. Toprak, “Vücut direncindeki azalma hastalığa yakalanmayı kolaylaştırır. Örneğin soğuğa bağlı vücut direncinin düşmesiyle oluşabilecek enfeksiyonlar, yorgunluk, uykusuzluk, beslenme bozukluğu ve tabii en önemlisi stres yüz felci riskini artırır” diyor.
İyileşme süreci yüz sinirinin harabiyetiyle doğru orantılı. Hafif travmalarda düzelme yalnızca birkaç gün sürüyor. Daha ağır vakalarda süre birkaç ayı buluyor. Neyse ki genellikle her hangi bir medikal veya cerrahi tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden düzeliyor.
HERKESİN BAŞINA GELEBİLİR
Yüz felci sık rastlanan bir sorun. George Clooney, Pierce Brosnan (James Bond), John Travolta ve Sylvester Stallone’nin de aralarında bulunduğu birçok ünlü aktörün de yüz felci geçirdiğini hatırlatalım.
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2011
Her yıl 150 bin obez ABD’liyi zayıflatan mide by-pass’ı, kelepçenin pabucunu dama atıyor. Mide kelepçesinin obezite cerrahisindeki yeri yüzde 10-20’lere kadar düştü. ‘Mide by-pass’ı bizim obezleri de zayıflatıyor. Bu yöntem alınan gıdaları kısıtlamanın yanı sıra, sindirimini de azaltıyor. Dolasıyla ameliyatı olan hızla kilo veriyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Türkçapar gastrik by-pass’ı anlattı HER OBEZ ADAY MI: Obezite tedavisinde ilk tercih hayat tarzı değişikliği. Diyet tedavisiyle alınan günlük kalorinin azaltılması ve düzenli bir egzersiz programının uygulanması. Ancak hasta üç yıl boyunca bu yöntemlerle çabalamasına rağmen sonuç alamamışsa ameliyat gündeme geliyor. Ayrıca hastalar medikal tedaviyle kilo verseler de, yüzde 90-95’i verdiklerini iki-üç yıl içinde geri alıyor. Bu nedenle tıbbın gelişmiş olduğu ülkelerde cerrahi, kalıcı tedavi olarak görülüyor. Vücut kitle indeksi 40’ın üstünde olanlara yapılıyor. Bu oran 30 ise yandaş hastalık (diyabet, yüksek tansiyon, diz sorunu, uyku apnesi gibi) gelişenlerde cerrahi tedavi kalıcı tek çözüm yolu. 18-60 yaş arasındaki obezlere uygulanıyor. Cerrahiyle dahiliyenin tartıştığı “Reflü veya tiroidi ameliyat mı edelim ilaçla mı tedavi edelim” gibi konular var. Ancak obezitede tartışmaya yer kalmayacak şekilde cerrahi tedavi gündeme geldi. Hatta Avrupa’da pek çok merkezde vücut kitle indeksi 30’un üstündeki bazı özel durumlarda da obezite cerrahisi uygulanıyor.
KELEPÇEDE YASAĞI AŞANLAR İLHAM VERDİ: İlk obezite ameliyatları hastaların yemesini önlemek için ağzının dikilmesinden ibaretti. Çağdaş obezite cerrahisinde de yapılan; ya yemek yedirmemek ya da hem yemek yedirmeyip hem de sindirilmesini önlemek. Hastanın yemesini önlemek için midenin kelepçe, yani bantla kapatılması bu yöntemlerden ilki. Böylece yemek mideye geçmiyor. Sonra bakılmış ki ‘tatlı yiyiciler’ dediğimiz bazı obezler; kalorisi çok yüksek şeker, çikolata ve sıvı gıdaları bolca tüketiyor. Bunlar kelepçelerden geçtiği için beklenen zayıflama gerçekleşmiyor. Mide bypass’ı bu nedenle gündeme geldi. Obezite cerrahisindeki ameliyatların yüzde 75’i mide by-pass’ı olmaya başladı.
İNCE BAĞIRSAK BY-PASS EDİLİYOR: Mide by-pass’ı açık veya kapalı yöntemle yapılabiliyor. Ben kapalı (laparoskopik) yöntemi tercih ediyorum. Midenin yemek borusuyla birleştiği yerden 30 cc’lik bölümü ayrılıp zımbalanıyor. Geriye kalan mide iptal oluyor. İnce bağırsakları kesip bir ucu 30 cc.’lik yeni mideye bağlanıyor. Öbür ucu bağırsağın 1.5 metre sonraki kısmına ekleniyor. Hastayı bir gece yoğun bakımda tutup, iki-üç gün sonra ağızdan beslemeye başlıyoruz. Midenin hacmi küçültüldüğü için alınabilecek yiyecek miktarı azalıyor. Besinlerin ince bağırsaktaki yolunu kısalttığımızdan besinlerin emilimi azalıyor.
AYDA ONLARCA KİLO VEREN VAR: Verilen kilo hastanın metabolik hızına göre değişiyor. Ayda 20 kilo veren de var, 30-35 kilo da. Hastaların yüzde 10’u bir buçuk yıl sonra mide kısmı genişlediği için kilo verememeye başlıyor. Hatta az bir miktar kilo alınabiliyor. Bu küçük grup hasta yeniden ameliyata ihtiyaç duyabiliyor. Ama asla eski kilolarına dönmüyor.
Ameliyatın en önemli sıkıntısı emilimin azalması nedeniyle ihtiyaç duyulan tüm gıdalara alamaması. İlerleyen günlerde vitamin ve mineral takviyesi yapılıyor. Ayrıca geri dönüşümü oldukça zor. Bu ameliyatı tercih edecek hastaların kalıcı bir ameliyat olacaklarını bilmeleri gerekiyor. Bir de hasta çok hızlı kilo verdiği için safra kesesinde taş oluşabiliyor. Bunu engellemek için safranın çözünülürlüğünü artırıp, taş oluşumunu engelleyecek bir hap veriyoruz.
ÖLÜM TEHLİKESİ VAR MI
Hastalar obeziteden ötürü bir risk taşıyor. Ama örneğin kroner by-pass’larda ölüm oranı yüzde 1-3.5, mide by-pass’ında yüzde 0.9. “Şişmanlık ameliyatları öldürüyor” gibi haberler hastaları uzaklaştırdı maalesef. Her operasyon gibi obezite cerrahisinin de anesteziye ve ameliyata bağlı riskleri var. Bu ameliyattan hemen sonra çok düşük oranda da olsa kanama, emboli kaçakları, akciğer komplikasyonları ve bağırsak yaralanmaları, ince bağırsak veya mide delinmeleri görülebilir. Hastaların bu tarz ameliyatlarda sorun yaşamaması ve iyi sonuçlar elde edilebilmesi için konusunda uzman hekimlere ve merkezlere başvurması önemli tabii.
KELEPÇEDEN DAHA ÇOK KİLO VERDİRİYOR
Mide bantı kısıtlayıcı, by-pass’sa hem kısıtlayıcı hem de sindirtmeyici bir ameliyat. Bant sonuçta bir protez. Enfeksiyon, mideyi delme, kayması gibi riskleri var. By-pass giderek daha tercih edilir bir yöntem olmaya başladı. Mide bantıyla kiloların ortalama yüzde 50-60’ı, mide-bypass’ıyla ise yüzde 70-80’i verilebiliyor. Mide bantı devamlı lahmacun, döner, kebap yiyen; kola, çay, kahve içmeyen, çikolata yemeyen, pekmezle, balla arası iyi olmayan obezler için ideal. Mide bandında iştah aynı kalıyor, mide by-pass’ında azalıyor.
MASAYA YATANIN DİYABETİ DE DÜZELİYOR
Obez olmayanların diyabet tedavisi (tip 2) için bu cerrahinin yaygınlaşması gündemde. Mide by-pass’ı olan hastaların ameliyattan dört-beş saat sonra insülin ihtiyaçlarının ortadan kalktığı görüldü. Bundan cesaretle bazı merkezlerde obez olmayan ancak diyabet hastalığı bulunanlara da uygulanmaya başladı. Kliniğimizde bu ameliyatı olan 36 hastanın 17’sinin Tip 2 diyabeti düzeldi. Ama tam etki mekanizması çok net bilinmiyor.
AVRUPA’NIN EN ŞİŞMANIYIZ
Türkiye Avrupa’nın en şişmanı. Kadınların yüzde 30, erkeklerinse yüzde 20’si şişman. Obezite sadece orta yaşlı insanların hastalığı değil. Çocuk ve ergenlerde de yaygın. Obezite sadece dış görünüşü bozmuyor. Vücut ağırlığının artışı ciddi hastalıkları da beraberinde getiriyor: Yüksek tansiyon, kanda yağ düzeylerinin artması (hiperlipidemi), koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet, uyku apnesi, solunum yetmezliği, reflü, idrar tutamama, venöz yetmezlik, kısırlık ve kanser.
TAMAMLAYICI TIP
Hipnozla sancısız doğum
Anne adaylarının en büyük korkularından biri normal doğum esnasında ağrı çekmek. Ağrı derdi olmasa, iddia ediyorum ki tıbbi nedenler dışında çok az sayıda kadın sezaryeni tercih eder. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Ayşe Duman, ağrıdan korkan kadınlara ‘hipnoz’u öneriyor. Dr. Duman “Aslında doğum son derece normal. Vücudun herhangi bir fonksiyonunun gerçekleşmesi gibi. Zamanı geldiğinde rahim kaslarının kasılmasıyla bebeğin doğum kanalından ilerleyerek doğmasından ibaret. Negatif şartlanmaları yıkıp, doğumu doğal seyrinde bırakmak için hipnozu kullanıyoruz. Böylece kadın zaten vücudunda varolan programın işleyişine izin veriyor; doğum ağrısız, keyifli bir sürece dönüşüyor” diyor. Hipnoza hamilelikte başlamak en ideali. Hamileliğin altıncı ayından itibaren 5-6 seans hipnoz uygulanan hastalar, doğum sırasında kendi kendini hipnoz ediyor. Ancak hamilelikte bu fırsatı kaçıranlar, doğum sırasında da hipnotize edilebiliyor. Dr. Duman, doğumda hipnoz yönteminin Amerikan Tıp Birliği tarafından kabul edildiğini hatırlatıyor. Hipnoz sadece doğumu değil, hamilelik sürecini de kolaylaştırabiliyor. Dr. Duman, “Doğum öncesi oto hipnozla gevşemeyi öğrenen anneler, uykusuzluk, stres, mide bulantısı-kusma, koku hassasiyeti ve iştahsızlık gibi hamilelikte sıklıkla rastlanan sorunlarını da rahatlıkla çözebiliyor” diyor.
SAĞLIĞIM İÇİN
Filiz Akın (sanatçı)
MUTLAKA YAPARIM: Mümkün olsa her şeyin organiğini yemek isterim. Hormonlu, kimyasalların eklendiği ürünler korkutuyor. Düzenli egzersiz maalesef yapamıyorum. En ufak şikayette doktora ve kontrole giderim.
ASLA YAPMAM: Sigara içmiyorum. Çok özel günler hariç içki de içmem.
MUTLAKA YAPACAĞIM: Yorucu olmayan bir seyahat... Özellikle sıcak iklim, merak ettiğim yerleri görmek ve kültürleri tanımak keyif verdiği için sağlığıma da iyi geliyor.
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
Terapide neler oluyor
Psikolog ve aile terapisti İlkim Öz ‘Terapide 5 Soluk’ kitabında psikoterapi seanslarına katılan danışanlarının gerçek yaşam ve terapi seanslarını öyküleştirdi. Psikoterapi seanslarını, nasıl yapıldığını, terapist ve danışan arasında neler olup bittiğini merak edenler okusun. Remzi, 10 lira.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Soğuk algınlığı için doktora gitmeye gerek yok. Belirtiler de alınacak ilaçlar da belli. Alırım eczaneden, kendi kendimi iyileştiririm.
DOĞRU: Soğuk algınlığında içilen bazı ilaçları tansiyon ve kalp hastalığı bulunanlar kullanmamalı. Doktora görünmeden, kafanıza göre ilaç içmeyin.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2010
Yeni yıl için gün sayıyoruz. Yeni yıl akşamı alkolü fazla kaçırıp, “kutlama sonrası felci”ne yakalanabilirsiniz. Nasıl mı? Genellikle alkol veya madde kullanımından sonra kolu gövdenin altında kalacak şekilde uykuya dalanların kollarında felç gelişebiliyor. Çünkü gövdenin altında kalan koldaki sinirleri biri olan radiyal sinir sıkışıyor. Bilek ve parmaklar kaldırılamıyor ve el düşüyor. Uyku esnasında kolunda uyuşma hisseden pozisyonunu değiştirir. Ama alkolü fazla kaçıranlar uyuşmaya böyle bir yanıt veremez.
Aile Hekimliği Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Hülya Akan, sözkonusu felcin genellikle birkaç saat içinde kendi kendine geçtiğini ancak bazen daha uzun sürdüğünü söylüyor. Dr. Akan, “Uzun sürdüğü durumlarda hastaneye başvurmak gerekir. Doktorunuzun değerlendirmesine göre ilaç tedavisi uygulanabilir, nadiren cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyulur” diyor.
ALKOL UYKUYU BOZAR
Dr. Akan, alkolün sağlıklı uyku döngüsü üzerinde son derece olumsuz etkileri olduğunu hatırlatıyor. “1-2 kadeh içki uykuya dalmayı kolaylaştırabilir ama derin uykuda ve uykunun evrelerinde sorunlara yol açar. Rüya uykusu evresini kısaltır, rahatsız edici rüyalara neden olabilir ve farenks kaslarını gevşettiği için horlama ve uyku-apnesine yol açabilir. Fazla alındığında olumsuz etkileri artar” diyor.
En uygunu alkol miktarını sınırlayabilmek. Ama alkol aşırı alındıysa kandaki miktarı düşene kadar etkileri devam edecektir. Bol sıvı almak kandaki alkol oranını düşürür. Uykuya dalmadan önce ayılmaya çalışmak, bol sıvı içmek, rahatlatıcı bitki çayları, ılık duş daha rahat bir uykuya yardımcı olabilir.
BEŞ YILBAŞI ÖNERİSİ
* Kesinlikle aç karnına alkol almayın.
* En iyisi alkolü yemekle içmek.
* Alkol alırken bol bol su içmeye devam edin.
* İçerken hızlı davranmayın. Bir saatte tek kadeh içerseniz başınız ağrımaz.
* Alkol oranı düşük içki seçeneklerini değerlendirin.
* En önemlisi de içmeyi abartmayın!
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2010
Malum mevsim itibariyle bademcik enfeksiyonları arttı. Hem çocukların hem de ailelerin keyfi fazlasıyla kaçıyor. Kutu kutu ilaç kullanımı, okul devamsızlıkları, yüksek ateş nedeniyle uykusuz gecelere ve endişelere yol açan bademcik enfeksiyonlarında aileler bazen “aldırıp, çocuğu kurtarsak mı?” diye düşünüyor. Nişantaşı KBB Grubu’ndan Dr. Atilla Şengör, bademciklerin vücudun bağışıklık sisteminin elemanları olduğunu hatırlatıyor. “Aslında vücuda gerekli olan bu dokuların mecbur kalınmadıkça ameliyat edilmemeleri gerekir. Bademcikten önce geniz eti araştırılmalı” diyor. Bademcik ameliyatı kararı verebilmek için çocuğun yılda dört-beş kez bademcik enfeksiyonu geçirmesi gerekiyor. Ancak unutmamak lazım ki, boğaz ağrısı ve ateşi yüksek her çocuk aslında bademcik enfeksiyonu olmayabilir. Çünkü farenjit hastalığı da aynı belirtileri gösterir. Ayrıca bademcikler sadece büyümüş olmaları nedeniyle de alınmaz. Yapıları gereği enfeksiyon dönemlerinde büyür, enfeksiyon geçince küçülebilir.
Dr. Şengör, “Hastalık olmadığı dönemlerde dahi boğaz bölgesini doldurarak yemek yemeyi güçleştiriyorsa, nefes almayı zorlaştırıyorsa veya uyku-apne sendromuna yol açacak kadar büyümüşse bademciklere müdahale etmek gerekir. Ameliyat kararı verebilmek için genellikle çocuğu bir defa görmez yetmez. Bir süre izlemek, enfeksiyon ataklarını gözlemlemek ve tedaviye yanıt verip vermediğini takip etmek lazım. Kısacası, bademcikleri çocuğun sağlığı için faydalı olduklarından çok zararlı olabileceklerini belirlediğimizde ameliyat ediyoruz. Bu arada geçirilen bademcik enfeksiyonlarının komplikasyonu olarak kalp, böbrek ve eklem sorunları geliştiyse, boyun bölgesinde abseleşmeye yol açmışsa veya tümör şüphesi varsa bademcikler alınmalı” diyor.
DOKTORLAR DA BADEMCİK AMELİYATINDAN KORKARDI
Bademcik ameliyatları sadece aileleri değil, yakın zamana kadar doktorları da korkuturdu. Boğaz bölgesinde bulunması ve damardan yana çok zengin olması nedeniyle ameliyatın bazı riskler taşıdığını söylemek abartı olmaz. Bu arada ameliyat öncesinde bazı tetkiklerle çocuğun kanama pıhtılaşma sorunu olup olmadığı ve anestezi durumu hassasiyetle belirlenmeli.
Son yıllarda kullanılan bazı araçlar sayesinde ameliyatlar kolaylaştı. Güvenle kullanılan tekniklerden biri de ‘thermal welding’, yani ‘ısısal kaynaklama’. Yöntemde bademciği yapışık olduğu çevre dokulardan ısı ve basınç yardımıyla ayırmaya yarayan bir araç kullanılıyor. Bu şekilde dokular ayrılırken, kaynaklamaya benzer işlemle kanama önleniyor. Temiz bir çalışma sahası sağlandığından incelikli ve seri çalışmaya olanak sağlıyor. Dr. Şengör, “Bu teknikle yaptığımız ameliyatlar neredeyse kansız. Ağrı, bademcik enfeksiyonu sırasında yaşadığı ağrıdan fazla değil. Ancak teknik ne kadar başarılı olursa olsun ameliyat sonrası kanama riskinin unutulmamasında yarar var. Bademcik ameliyatlarında her zaman temkinli olmak gerekir” diyor.
Gözden check-up
Göz irisinin rengine ve üstündeki halka, leke, benek, harelere bakarak kişinin hastalıklara genetik yatkınlığını tahmin etmek mümkün. İrise bakmak öyle zor değil, göz muayenesinde kullanılan aletler bunun için yeterli. Merak ettim, ben de irislerime baktırdım. Dr. Levent Ersan’ın söyledikleri karşısında, “Bu kadarı tesadüf olamaz” dedim...
Moskova’da bu konuda eğitim alan Dünya Göz Antalya Hastanesi uzmanlarından Dr. Ersan, kökü eski Mısır’a kadar uzanan iris analizinin Rusya, ABD, Kanada, İsrail ve Çek Cumhuriyeti’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde kullanıldığını söylüyor.
SAĞ VE SOL GÖZÜN HARİTASI FARKLI
İris analizlerinde, sağ ve sol göz için ayrı ayrı hazırlanan haritalar kullanılıyor. Haritada irisin her bir bölümü bir organ yahut sistemi işaret ediyor. Örneğin en dıştaki pembe halka deriyi, kırmızı halka dolaşım sistemini, gözbebeğinin etrafındaki sarı ve kahverengi halkalar sindirim sistemini, mavi alan solunum sistemini, beyaz alan duyu organlarını, mide duvarını, kasları, bademcikleri temsil ediyor. Sözkonusu bölgelerde herhangi bir çizgi, benek ya da hare görülmesi o anda veya ileride bir sorun yaşabileceğinizin belirtisi sayılıyor.
Dr. Ersan, “Hipokrat, ‘Gözleriniz nasılsa vücudunuz öyledir’ der. Dolasıyla yöntemi koruyucu hekimlik olarak görmek ve uygulamak mümkün. Birkaç yıl evvel kardeşimin gözünü muayene ederken bir sorun saptadım. Kuşkulanıp daha ileri tetkikler yaptırmasını istedim. Gerçekten de MR’da beyin tümörü yakalandı. Gözlük almaya gelen bir başka hastamın irisinin beyin bölümünde ciddi benekler ve harelenmeler olduğunu gördüm. Nörolog MS tanısı koydu. Erken tanının avantajlarını yaşadı” diyor.
Bu arada, kahverengi gözlüler dolaşım sistemi, kalp ve damar hastalıklarına yatkın. Anemi, kansızlık, mineral eksikliği nadiren de karaciğer rahatsızlıkları yaşar. Mavi gözlüler, alerjik bir bünyeye sahip oldukları için astım türü rahatsızlıklar çekerler. Boğaz iltihabı, anjin, romatizma ve artrit bu grupta en sık görülen rahatsızlıklar. Miks (yeşil-ela) gözlüler, karaciğer, safra, pankreas ve sindirim sistemi hastalıklarına yatkın. Şeker hastalığı riskleri fazla, şeker dengesizliği anksiyete türü ruhsal sorunlar yaşamalarına da neden olabilir.
SAĞLIĞIM İÇİN
İsmail Acar (39)- ressam
Mutlaka yaparım: Kahvaltı etmeye çalışırım. Hatta en fazla kahvaltılara yükleniyorum diyebirim. Ballı, yumurtalı, domatesli klasik Türk kahvaltısı favorim. Geç saatte yemekten kaçınırım.
Asla yapmam: Eti azalttım, sebzeye ağırlık veriyorum. Sigara hiç içmedim. Alkolü sosyal ortamlarda alıyorum.
Mutlaka yapacağım: Günde 6-7 saat uyumak istiyorum, 3-4 saat yetmiyor! Kültür turlarıma doğayı da eklemek istiyorum. Çünkü doğa=sağlık. Küba tatilinde bunu yakaladım. Gürcistana Batum’da da doğa şahaneymiş.
İyi Yaşam Günlüğü
Diyetisyen Dilara Koçak’ın beş yıldır hazırladığı İyi Yaşam Günlüğü ajandadan ibaret değil. Günlük yaşamınızı organize etmenin yanı sıra farklı konularda, özellikle de sağlıklı beslenmeyle ilgili pratik bilgiler içeriyor. Günlük tutarak, beslenmeyle ilgili günahlarınızı, sevaplarınızı görebilir varsa hatalarınızı yakalayabilirsiniz. Doğan Kitap, 40 lira.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Hamile kadınlar fazla hareket etmemeli, yorulmamalı. Aksi halde bebeklerini kaybedebilirler.
DOĞRU: Annenin fiziksel aktivitesi, yorgunluk ve travma düşüğe neden olmaz. Ama sigara, alkol ve kafeinin düşük riskini artırdığı biliniyor.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2010
Kış gel geldi ama şimdiden güneşin aydınlık yüzünü özletti. Işıksız kalmak bazı insanlar için gıdasız kalmak gibi. Ruhu besleyen, enerjik tutan, mutlu eden güneş ışığından yoksun kaldığımız kış günleri, tam da bu nedenle depresyonu çağırıyor. Kadınlarda biraz daha sık görülen kış depresyonuna karşı neyse ki çaresiz değiliz.
“Çok uykum olmasına rağmen gece uykuya dalmakta zorluk çekiyorum, sabahları da zar zor uyanıp gün boyu halsiz oluyorum”, “Kimseyle görüşüp konuşmak istemiyorum”, “Çok mutsuzum, içimden bazen ağlamak geliyor” gibi yakınmalarınız varsa, kış depresyonu yaşıyor olabilirsiniz. Merak etmeyin yanlız değilsiniz. Bazı verilere göre her yüz kişiden 10’u kış depresyonu ya da uzmanların deyimiyle “mevsimsel duygu durum bozukluğu” geçiriyor.
Psikolog Orhan Öztürk depresyonu önlemek için şu önerilerde bulunuyor:
* Kış boyunca gündüz saatleri süresince olabildiğince doğal güneş ışığı alın. Penceresi olmayan ve yapay ışıkla aydınlatılan ortamlarda çalışıyorsanız, sabah mesai saatinden önce ve hafta sonları güneşli ortamlarda bulunmaya çalışın.
* Evde ve işyerinde aydınlatma için doğal güneş ışığı tarzında ışık veren ampuller kullanın.
* D vitamini açısından zengin olan balık etini haftada en az iki kez tüketin. Bol sıvı ve meyve suyunu ihmal etmeyin.
* Mümkünse kış tatillerinizi güneşli ve rahat ortamlarda geçirin.
* Uyku alışkanlıklarınızı değiştirmeyin, hafta sonları geç saatlere kadar uyanık kalmayın.
* Haftada 3-4 gün egzersiz yapın. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek, hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız.
* Yapmak isteyip de devamlı ertelediğiniz sosyal aktiviteler için kış mevsiminin iyi bir fırsat olduğunu akıldan çıkarmayın.
NE ZAMAN TIBBİ YARDIM ALINMALI
Psikolog Orhan Öztürk, değişken sosyal ve fizyolojik şartlara bağlı olarak ortalama ruh halindeki dalgalanmaların herkeste görülebildiğini ve bu durumun bir seviyeye kadar olağan olduğunu vurguluyor. Kış depresyonuyla ilgisi ise, “Bir uzmana başvurulmadığı durumlarda baharın gelmesiyle de pekala kendi kendine geçebilir. Ancak duygu durumdaki düşüşler her sene kış aylarında belirgin olarak ortaya çıkıyorsa ve kişinin psikolojik, sosyal, ailevi ve akademik hayatını ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiştir. Böylelikle profesyonel yardım alan hastalar bir sonraki yılın kış depresyonuna karşı daha hazırlıklı olur ve hastalıkla başa çıkmayı öğrenir” diyor.
DEPRESYON BELİRTİLERİ
* Enerji yoksunluğu,
* Sabahları güç uyanma,
* İsteksizlik,
* Genel keyifsizlik,
* Gün içinde aşırı uykulu olma,
* Konsantrasyon güçlüğü,
* Performans düşüklüğü,
* Sıklıkla karbonhidratlı besinler tercih edildiği için kilo alımı.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2010
Türkiye’de bitmeyen bir paranoyamız var: “İlaç firmaları bizi kobay olarak kullanıyor!” Amerikan Vanity Fair Dergisi’nin son sayısında ilaç firmalarının araştırmalar için Türkiye’nin de aralarında olduğu bazı ülkeleri tercih ettiğini öne sürmesi bu korkuyu tetikledi. Sahi, biz gelişmiş ülkelerin kobayı mıyız? Yoksa abartıyor muyuz? Durumu ortaya koymak için daha somut veriler, rakamlarla konuşalım... Dünyada devam eden 99 bin 230 ilaç araştırması var. Çok büyük bir çoğunluğu gelişmiş kabul edilen ülkelerde yapılıyor. Bunların 88 bin 219’u ABD, Kanada, Avrupa, Avustralya ve Japonya’da sürüyor. Bütün Ortadoğu’da 3 bin 729, bütün Afrika kıtasında 2 bin 149, bütün Güney Amerika kıtasında 3 bin 81 klinik araştırma var.
Ülkelere tek tek bakacak olursak. 51 bin 8’i ABD, 7 bin 83’ü Kanada, 1281’i Meksika, 1713’ü Rusya ve Türki cumhuriyetler, 6 bin 985’i Çin, 1685’i Hindistan, 2919’u Avustralya, 1675’i Japonya’da, 2 bin 149’uysa Afrika ülkelerinde devam ediyor.
Yok eğer ülke ve nüfuslarına göre değerlendirecek olursak, nüfusu 64 milyon olan Fransa’da 5 bin 760, 61 milyonluk İngiltere’de 5 bin 37, 7 milyonluk İsrail’de 2 bin 653, 9 milyonluk İsveç’de 1976, 45 milyonluk İspanya’da 3 bin 334 ve 11 milyonluk Yunanistan’da 895 ilaç araştırması sürüyor. Buna göre 72 milyonluk Türkiye’de yapılan 719 araştırma neredeyse devede kulak.
İLERLEME İÇİN ZORUNLU
TTB (Türk Tabipleri Birliği) İkinci Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan kobaylıkla ilgili kaygının paranoyaya dönüştüğü fikrine katılıyor: “719 araştırma hiçbir şey değil. Üstelik bunların birçoğu faz 4 çalışma. Yani ilaç ruhsatlandırılıp, piyasaya çıktıktan sonra, hastalarla yapılan araştırmalar. Faz 1 denilen, sağlıklı gönüllülerle yapılan sadece bir araştırma tespit ettik. Çok az da faz 2 ve faz 3 çalışması var. Kobay olduğumuz görüşüne katılmıyorum. Bunlara karşı çıkamayız. Tıbbın ilerlemesini istiyorsak bu çalışmaları yapmak zorundayız. Ama şu da bir gerçek ki Türkiye bu araştırmaları sürdürmenin maliyeti daha düşük. Ama tabii ki araştırmaların kurallara uygun yapılması şart” diyor.
YÜZDE 35’İ ABD VE KANADALI
Klinik Araştırmalar Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamdi Akan, Türkiye’nin ilaç araştırmalarında bir üs haline geldiği ve ABD’de yapılamayan çalışmaların Türkiye’ye kaydığı iddialarının ‘tamamen hayal mahsulü’ olduğunu, tam tersine Türkiye’nin ilaç denemeleri açısından geride kaldığını söylüyor. Sayılar yansıtılırken Türkiye’nin nüfusunun göz ardı edildiğine ve nüfus başına yapılan çalışma ya da gönüllü sayısı sunulmadığı için sanki çok sayıda gönüllü bu çalışmalarda yer alıyormuş görüntüsü verildiğine dikkat çekiyor: “Dünyadaki ilaçların yüzde birini tüketen ülke Türkiye bu alandaki araştırma geliştirme yatırımının binde birini dahi alamıyor. Avrupa İlaç Ajansı EMA’nın 2010’da yayınladığı raporda Avrupa’daki ilaç çalışmalarında Avrupalıların (Türkiye dahil) katkısının az olduğu ve bu çalışmalara katılan hastaların yüzde 35’inin Kuzey Amerika’dan (ABD ve Kanada) geldiği vurgulanıyor. Dünyadaki tüm çalışmalara bakılırsa Türkiye’den katılan hasta sayısının çok az olduğu ABD’nin resmi klinik araştırma sitesi www.clinicaltrials.gov adresinden de görülebilir” diyor. Haberlerin bu alandaki yasal düzenlemeleri de göz ardı ettiğini anlatan Akan, klinik çalışma sürecinin Anayasa’da yer alan hükümler çerçevesinde, üniversitelerde kurulan etik kurulların desteğiyle sağlık bakanlığı tarafından yürütüldüğünü anlatıyor: “Klinik araştırmalar ortamı, Türkiye’de pek çok konudan farklı olarak, çok donanımlı ve ayakları yere basan bir yapıya sahip. Bu süreçte özellikle gönüllülerin sağlığı ve esenliğini en önde tutan mekanizmalar var” diyor.
ARAŞTIRMALAR DÜNYA STANDARTINDA
AİFD de (Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği) klinik araştırmaların sonuçlarının ABD’nin Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) veya Avrupa İlaç Kurumu (EMA) gibi uluslararası saygın kurumlarca kabul edilmesi için uyulması gereken kurallar bulunduğu görüşünde. Araştırmanın kabul görebilmesi için bilimsel altyapısı gelişmiş, etik standartların yüksek olduğu, raporlamanın uluslararası standartlarda yapıldığı ve yasal mevzuatın bulunduğu ülkelerde yapılması şart. Dernek yetkililerinin açıklamasında “Türkiye’de yapılan uluslararası klinik çalışmaların hepsi, dünya standartlarında, uluslararası kurallara uygun olarak etik kurallar çerçevesinde ve yasal gereklilikler yerine getirilerek yapılıyor. FDA, EMEA gibi sağlık otoritelerine sunulan ruhsat dosyalarına, ABD, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi büyük oranda çalışma yürüten ülkelerin verileriyle birlikte konuluyor. Bu çalışmalarda Etik Kurullar ve Sağlık Bakanlığı izni de gerekiyor” deniyor.
MOLEKÜKÜLÜN İLACA DÖNÜŞMESİ UZUN İNCE BİR YOL
Hastalıklarının tedavisinde işe yapayabileceği düşünülen molekülün ilaca dönüşmesi meşakkatli, pahalı (ilaç başına 1.3 milyar dolar) ve uzun (10 yıl kadar) bir yol. Yılda 7 bin yeni molekül bulunuyor ama sadece 35 yeni ilaç çıkıyor. Katılımı gönüllülük esasına dayanan klinik araştırmalar dört fazdan oluşuyor:
Faz I: Kontrollü bir hastane ortamında sayıları 20-80 arasında değişen sağlıklı gönüllüler katılıyor. Amaç ilacın dozunun belirlenmesi. Vücut tarafından nasıl metabolize edildiği, nasıl atıldığı, yan etkileri saptanıyor.
Faz II: İlacın tedavi etmeyi hedeflediği hastalığa yakalanmış 100-300 gönüllü hasta katılıyor. Amaç ilacın etki ve güvenilirliğine bakmak.
Faz III: 1000-3000 gönüllü hasta katılıyor. Amaç ilacın etki ve yan etkilerini görmek, standart tedaviyle karşılaştırmak.
Faz IV: Piyasaya verildikten sonra ilacın uzun vadeli etkinlik ve güvenilirliği hakkında veri toplanıyor.
Kamboçya çayı kanseri önlemez
Kamboçya çayı, kanserde alternatif tedavi uygulayanların gözde yöntemlerinden. Antioksidan içermesi nedeniyle kanserden koruduğu ve bağışıklık sistemi güçlendirdiğine inanıyorlar. Ancak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Canfeza Sezgin, Kamboçya çayının yüksek derecede asidik olduğunu, bol miktarda içilmesinin önerilmediğini söylüyor: “Çünkü vücutta laktik asit birikimi ve ölüme neden olabiliyor. Hamile ve emzirenler kesinlikle kullanmamalı.”
SAĞLIĞIM İÇİN
Yıldız Kenter (Sanatçı)
MUTLAKA YAPARIM: Tansiyon hastasıyım. İlacımı unutmadan almaya çalışıyorum. Hergün en az 45 dakika yürüyorum. Turnelerde de yürümeyi bırakmıyorum. Şu aralar hastayım, doktorum yürütmüyor. Ama yürümemek vücudumda ağrı yapıyor. Yemeği severim ama çok düşkün değilim. Kilom 48-51 arasında değişir.
ASLA YAPMAM: Provam, oyunum varsa geç yatmam. Vakitli yatıp, uykumu almaya çalışırım.
MUTLAKA YAPACAĞIM: Yazı bekliyorum... Turgutreis’e gidip bol bol yüzüp, yürüyeceğim.
Şizofrenler yazdı
10 şizofreni hastasının öykülerinin toplandığı Hepimiz Deliyiz kitabını Doğan Kitap bastı. Kitap, Gerçekler Maskelenmesin Projesi kapsamında şizofreni hastaları arasında düzenlenen öykü yarışmasına katılan öykülerden derlendi.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Gece yatağını ıslatan çocuk şımarır; ceza verip bundan vazgeçirilmelidir. Artık büyüdü. Daha dikkatli olsa bu sorunu yaşamaz ve yaşatmaz.
DOĞRU: Bazı çocuklar, geceleri daha fazla idrar üretme, mesane kasının aşırı duyarlı olması, derin uyku gibi nedenlerle gece yatak ıslatıyor. 5 yaşını geçtiği halde hala devam ediyorsa doktora götürün.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2010
Malum kış kapıda. Soğuk ve bulutlu havalar, canımızı sıkmakla kalmıyor. Bedenimizi de yoruyor.
Havanın soğuduğu dönemlerde, damarlar vücuttan ısı kaybını önlemek için damarlar büzüşerek çaplarını küçültüyor. Ancak özellikle kalp ve damar hastaları, hareket etme yetenekleri azalmış ileri yaşlı kimselerde bu koruyucu mekanizma yetersiz kalıyor. Vücut ısısı çok düşerek kalp, beyin gibi hayati organlarda hasara (kalp krizi, inme gibi) neden olabiliyor.
İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Enes Murat Atasoyu, kalp, damar ve solunum sistemi hastalıklarının, yetersiz sıvı alımı, açlık, aşırı yorgunluk ve madde bağımlılılarında soğuk havanın olumsuz etkilerinin daha fazla olduğunu hatırlatıyor. “Dolaşım ve solunum problemleri riski daha yüksek olan yaşlı hastalar ve soğuğa karşı kendilerini savunmada yetersiz küçük çocuklar soğuk havaların olumsuz etkilerinden (mevsimsel grip, zatürree, astım, kalp krizi, inme, donma tehlikesi, donma, hipotermi gibi) daha fazla etkileniyor” diyor. Yine koroner kalp hastalığı, kronik bronşit, astım bronşiyale, dolaşım bozuklukları, inme, kronik böbrek hastalığından muzdarip olanların soğuğa karşı vücut direnci düşük.
SOĞUK HAVADA EGZERSİZE DİKKAT
Kalp ve damar hastalarına soğuk ve rüzgarlı havalarda egzersiz yapmaları önerilmiyor. Çünkü soğuk ve rüzgarın etkisiyle, damarlarda meydana gelen kasılma ve daralma, başta kalp olmak üzere hayati organların dolaşımının bozulmasına ve kalp krizi, kalp ritm bozukluğu gibi ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Böyle hastaların çok soğuk havalarda dışarı çıkmaları sağlık yönünden önerilmiyor.
Soğuktan zarar görmemek için bunları unutmayın
* Soğuk ve rüzgarlı havalardan zarar görmemek için yeteri kadar sıvı (su, meyve suyu) için. Sağlıklı ve yeterli beslenin, yeteri kadar uyuyun.
* Çok soğuk ve rüzgarlı havalarda dışarı çıkmak zorunda olan kalp ve damar hastaları üşümelerini engelleyecek kıyafetler giymeli. Dışarıda mümkün olduğunca kısa süre kalmalı.
Yazının Devamını Oku