Doç. Dr. Serap Aykut Aka (57), tam 32 yıldır kalp ve damar cerrahisinin öncü hastanelerinden Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde açık kalp ameliyatları yapıyor. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Başkanlığı ve hastanenin nakil koordinatörlüğünü de yürüten Doç. Dr. Aka’nın eli binlerce kalbe değdi. Şimdiye kadar 14 kalp nakli gerçekleştirdi.
KENDİ KALBİNDEN DAHA İYİ HİZMET ETMELİ
Doç. Dr. Aka, Türkiye’nin organ nakilleri konusundaki en büyük sıkıntısının bağış yapılmaması olduğunu hatırlıyor. Buna yol açan önemli nedenlerden biri de ailelerin tereddütleri. Doç. Dr. Aka, “Organ bağışı yapanlar, bağışladıkları organın yanlış yerlere gideceğini düşünmesin. Çıkan her organ Ulusal Koordinasyon Merkezi’ne bildiriyor. Organ nakli ruhsatı olan merkezler de acil hasta bildirimlerini yine buraya yapıyor. Şu an sadece bizim bekleme listemizde, ileri kalp yetmezliği olan 400’e yakın hastam var. Bunların 21’i organ nakli programında. Altı hasta için de acil kalp bekliyoruz” diyor.
Nakledilecek kalp için belirli kriterler var, rastgele seçilmiyor elbette. Doç. Dr. Aka, “Gereksiz yere kimsenin kalbini alıp, yerine bir başkasının kalbini takma hakkına sahip değiliz. Takacağım kalbin o hastaya gerçekten çok iyi, hatta kendi kalbinden daha iyi hizmet edeceğine inanmalıyım. Kalbi takıvereyim, yaşarsa yaşar diyemem” diyor.
Nakledilecek kalbin yeni sahibinde iyi hizmet etmesi için, vericinin göğüs travması geçirmemiş, kalp masajı yememiş ve yoğun bakımda iyi bakılmış olması gibi kriterler aranıyor. Kalp nakli ileri kalp yetmezliğinde hayat kurtarıcı. Daha kaliteli bir hayat sürmesi için de gerekli. Ama aşılması zor bir engel var: Organ bulmak. Hâlâ “Ben organlarımı bağışladım, gereksiz yere alınır mı?” ya da “Yakınımın organları para karşılığı başka yerlere satılır mı” endişesi hakim.
Doç. Dr. Aka, “Bilimsel yöntemlerle beyin ölümü kesinleştirilmeden bağış istenmez. Biliyorum aileler hassas. Ama yakınlarının öldükten sonra gideceği yere organlarını götürmesi kime yarayacak? Halbuki bu organların bağışlanmasıyla kaç insanın hayatı kurtulabilir? Dini vecibelerde bunu engelleyen bir şey de yok üstelik. Ailelerin daha duyarlı olup, beyin ölümü gerçekleşmiş yakınlarının organlarını bağışlamalarını bekliyoruz” diyor. Ayrıca hastanenin kalp naklindeki başarısının tesadüf olmadığını söylüyor. “Bu program için elinden geleni yapan başhekimimiz Prof. Dr. İbrahim Yekeler ve ekibimle başarıyoruz” diyor.
DR. SİYAMİ ERSEK’İN MANEVİ KIZI
Henüz lise öğrencisiyken 1967’da Dr. Bernard’ın insandan insana ilk kalp naklini anlatan gazete küpürlerini kesip sakladı. Ancak üniversite sınavında çok yüksek bir puan alınca, kalp cerrahı olma hayalinin kapısını araladı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde ikinci sınıftayken dönemin efsane cerrahlarından Siyami Ersek derslerine geldi. Ersek, Kemal Beyazıd’dan 24 saat sonra Türkiye’nin ikinci kalp naklini gerçekleştirmişti. Derste yaptığı kalp naklini anlattığında, Aka çoktan kararını vermişti. Kalp cerrahı olup kalp nakli yapacaktı. Çıkışta Ersek’in yanına gitti, “Sizin mesleğinize çok ilgi duyuyorum. Evim hastaneye çok yakın, boş zamanlarımda merkezinizde bulunabilir miyim?” dedi. Ersek, sınavlarını en iyi dereceyle vermesi halinde karnesini alıp, onu bulmasını istedi. Böylece fakülte bitene kadar bir ayağı burada oldu. Yine de kimseye kalp cerrahı olmak istediğinden söz etmedi. Mezun olunca, niyetini açıkladı. Ersek, “Sana el vereceğim, burada yapacaksın” dedi. Dr. Aka, Dr. Ersek’in manevi kızı oldu. Önce kalp ameliyatlarını, sonra da kalp naklini öğrenmek için iki kez ABD’deki Texas Heart Institute’ye gitti. Orada bile Doç. Dr. Aka’dan önce hiçbir kadın kalp cerrahı çalışmamıştı. Hocası Dr. Ersek’den sonra hastanenin ikinci kalp naklini 1997’de o gerçekleştirdi. Halen hastanenin kalp nakli ruhsatlı tek cerrahı.
Malum erkeklerde bel çevresinin 102, kadınlarda 88 santimetreyi geçmesi ‘alarm’ sayılıyor. Hatta son zamanlarda bu oranlar erkeklerde 94, kadınlarda 80 santimetreye kadar düşürüldü. Çünkü karın çevresindeki yağlanma, obezite, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, hipertansiyon gibi ciddi sağlık sorunlarına zemin hazırlıyor. Sonra buna bel-kalça oranı eklendi. Erkekler için sağlıklı bel-kalça oranı 1, kadınlar içinse 0.8. Şimdi de vücuttaki yağlanmadan nasibini alan, boyun çevresi ölçülüyor. Boynun adem elması diye bilinen bölümünden ölçüm yapılıyor.
Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar, “Yapılan çalışmalar santral, yani karın bölgesi yağlanmalarının, boyun çevresiyle ilişkili olduğunu ortaya çıkardı. Karın çevresindeki yağlanma direkt kardiyovasküler hastalıklar açısından bir risk göstergesi. Boyun çevresinin kadınlarda 34, erkeklerde ise 37 santimetrenin altında olmasının sağlıklı beden ağırlığına işaret ediyor” diyor.
BEDEN KİTLE İNDEKSİNE BAKMAK YETMİYOR
Kanar, “Artık sağlık, kilo değerlendirmesinde beden kitle indeksi yetmiyor. Bel, kalça, boyun çevresi, vücuttaki yağ-kas kompozisyonuna bir arada bakılıyor. Zaten boyun çevresinin genişse, bel çevresi de geniş oluyor” diyor.
Çin’de 3182 diyabet hastasıyla yapılan bir çalışma kadınlarda boyun çevresinin 35, erkelerdeyse 39 santimin üzerine çıkması durumunda metabolik sendromun (insülin direnci, hipertansiyon, yüksek kolesterol hastalıklarının bir arada görülmesi) riskini artırdığını ortaya koydu. Beden kitle indeksi yağ dağılımının vücudun neresinde olduğunu göstermiyor. Ancak boyun çevresi ölçümü direkt olarak santral yağlanmayla ilişkili. 2010 yılında Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir başka çalışmada boyun çevresinin diyabet, hipertansiyon ve uyku apnesiyle ilişkili olduğu görüldü.
Türkiye’de 7 bölgeden, 21 merkeze başvuran 968 kolon (kalın bağırsak)-rektum (kalın bağırsağın son 15 santimetrelik kısmı) kanseri vakasıyla, ‘kolon kanseri haritası’ çıkarıldı. Ülkenin ilk ve en büyük kolon kanseri kayıt çalışmasına göre, her iki kanser de erkeklerde daha çok görülüyor. Hastalar belirtileri ciddiye almıyor ve tedavi için geç başvuruyor.
Araştırma, bugün ABD’de başlayan Amerikan Klinik Onkoloji Derneği ASCO’nun Gastointestinal Kongresi’nde poster çalışması kabul edildi ve sunuldu. Çalışmayı İstanbul Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Faruk Aykan ve Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Gökhan Demir koordine etti. Merkezlerin medikal onkoloji polikliniklerine başvuran yeni kolon-rektum hastalarıyla gerçekleştirilen araştırmada; hastaların sigara, alkol, beslenme alışkanları, yaşam koşulları, yandaş hastalıkları ve aile öyküsüne bakıldı.
ALKOLÜN ETKİSİ BULUNAMADI
Araştırmaya göre, kolon-rektum kanseri vakalarının yüzde 61’i erkek, yüzde 39’uysa kadın. Bu veri hekimleri şaşırttı. Çünkü literatür bilgilerine göre, kolon kanseri kadınlarda (5 erkeğe karşılık 6 kadın), rektum kanseriyse erkeklerde (5 erkeğe karşılık 4 kadın) daha sık görülüyor. Erkeklerin aleyhine olan bu durumun sigaradan kaynaklanıyor olabileceği tahmin ediliyor. Tüm Türkiye’de kolon kanseri rektumdan daha fazla. Vakaların yüzde 68’i kolon, yüzde 32’siyse rektum kanseri. Bu dünya literatürüyle uyumlu. Ancak bölgelere göre bakıldığında sürprizler var. Örneğin Karadeniz bölgesinde her iki kanser eşit sıklıkta (yüzde 50-yüzde 50) görülürken, Doğu Anadolu’da rektum kanseri yüzde 55, kolonsa yüzde 45 oranında. Prof. Dr. Faruk Aykan, “Kesin bir yargı için erken, ileri araştırmalara ihtiyaç var” diyor.
Beslenme tarzının kolon-rektum kanseriyle yakından ilgisi var. Araştırmada genel olarak kabul edilen risk faktörü kırmızı et tüketimi, Doğu Anadolu bölgesinde anlamlı olarak yüksek. Tüm bölgelerde alkol, sebze ve meyve tüketimi açısından bir fark bulunamadı. Rektum kanseri grubunda sigara içenlerin oranı biraz daha fazla.
DİYABET HÜCRELERİ TETİKLİYOR
Kalın bağırsak kanseri vakalarında yüzde 29’la hipertansiyon, yüzde 15’la diyabet en sık görülen yandaş hastalıklar. Ayrıca hem kolon hem de rektum kanseri vakalarında vücut kitle indeksi (vakalar ortalama 4 kilo vererek başvursalar bile) üst sınırın üstündeydi. Prof. Dr. Gökhan Demir, “Diyabet başlı başına kanser riski. Çünkü diyabette etkili birtakım hormon ve moleküller, kanser hücrelerini uyarıyor” diyor.
DOKTORA GEÇ GİDİLİYOR
M.A.’ya bundan bir buçuk yıl önce, 24 yaşındayken lösemi tanısı kondu. Tedavi planlanırken annesinin kanser hastası bir arkadaşı hiç akıllarına gelmeyen bir fikir verdi: “Henüz çok genç. Kanser tedavisinden yumurtalıkları zarar görebilir. Yurt dışında yumurta veya yumurtalıkları donduruyorlar. Belki Türkiye’de de yapılıyordur, mutlaka araştırın...” Ailenin böyle bir seçenekten haberi yoktu. Öncelik, M.A.’nın hastalığının üstesinden gelmesiydi elbette ama böyle bir olanak varsa pekala kullanabilirlerdi...
Zaten henüz tedaviye bile başlanmamıştı. Annesi, Amerikan Hastanesi’ndeki doktorlarına danıştı. Hastanede yapılabildiğini öğrenince hızla karar verildi. Ameliyathanede kateter takılırken, yumurtalık dokusu da alındı ve donduruldu. M.A. 5 aylık yoğun bir kemoterapi sürecini atlattı. Arkasından ağabeyinden alınan ilik nakledildi. Hastalığın üstesinden geldi. Günde 20-25 ilaç içtiği günler geride kaldı. Yavaş yavaş normale dönmeye başladı. “İyi ki yumurtalığım dondurulmuş. Tedavilerden yumurtalıklar zarar görüyor ama ileride çocuk sahibi olmak isterim tabii ki” diyor şimdi.
Yumurta, yumurtalık veya sperm dondurmaya tıp dilinde, ‘fertilite (üreme yeteneği) koruyucu işlemler’ deniyor. Amerikan Hastanesi kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Özgür Öktem, “Kanser nedeniyle milyonlarca çocuk ve genç toksik kemoterapi ve radyoterapiye maruz kalıyor. İyileşme oranlarında ciddi bir artış var. Ama kanser ilaçları ve radyoterapiler, kanser dokusunun yanı sıra yumurtalık ve testis dokularına da zarar veriyor. Hasta iyileşse bile çocuk sahibi olma ihtimali kalmayabiliyor. Bu hastalara iyileştikten sonra, anne veya baba olma şansı tanıyoruz” diyor.
ÜÇ AYRI SEÇENEK VAR KİŞİYE GÖRE UYGULANIYOR
Aslında sperm dondurmak yıllardır bilinen basit bir işlem. Asıl mesele yumurta ve yumurtalıkların dondurulmasıydı, o da başarıldı. Kanser hastası kadınlara üç ayrı yöntem uygulamak mümkün. Hasta evliyse, tüp bebek tedavisi uygulanıyor, toplanan yumurtalar eşinden alınan spermle dölleniyor. Elde edilen embriyolar donduruluyor. İkinci yöntem oosit, yani yumurta dondurmak. Yine tüp bebek tedavisiyle yumurtalar büyütülüyor ve toplanıyor. Embriyo gibi donduruluyor. Üçüncü yöntemse yumurtalık dokusunu dondurmak. Bunun için hastanın yumurtalığı kapalı ameliyat yöntemiyle (laparosokopi) çıkarılıyor. Küçük parçalara ayrılıp donduruluyor. Yurt dışındaki merkezlerde her üç yöntemle de çok sayıda bebek dünyaya gelmiş.
Hasta çocuksa, önünde üç seçenek yok tabii ki. Dr. Öktem, “Ergenlikteki bir kız çocuğu için en doğrusu hem yumurtalık dokusunu hem de yumurtasını dondurmak” diyor. Erkek çocuklarda da durum aynı. Sperm verebilir yaştaysa spermleri donduruluyor. Buluğ çağına gelmediyse de testis dokusu saklanıyor.
BAŞKA HASTALIKLARDA DA KULLANILABİLİYOR
Özgür Öktem, “Tekrarlayan kist gibi nedenlerle yumurtalık dokusunun çıkarılması ve kanser olmadığı halde kanser tedavisi alması gerekenler de (bazı kan hastalıkları gibi) bu olanaktan yararlanabiliyor” diyor. Pek çok ülkede kadınlar sağlık sorunları olmasa da üreme yeteneklerini ileriki yaşlara taşımak için yumurtalarını dondurarabiliyor. Türkiye’de henüz buna izin yok!