Mesude Erşan

Kadın doğasına uygun doğum kontrol hapı olur mu?

16 Mart 2013
Oldu bile... Kadın vücudunun ürettiği östrojene benzer etki gösterdiği için doğala özdeş olarak ifade edilen yeni doğum kontrol hapları raflarda.

18 ülkede, 16-49 yaşları arasında 9.600 kadın arasında yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 70’inden fazlasının daha doğal, sağlıklı bir hayat tarzı yaşamak istediğini ortaya koyuyor. Yüzde 90’ı doğal ve sağlıklı bir hayat tarzının dış görünüşü de güzelleştireceğini düşünüyor. Yüzde 67’si yiyeceklerin içeriklerini öğrenmek için ambalajlarını kontrol ediyor.
Yüzde 48’i güzellik ürünlerinin içeriğindeki bilmedikleri kimyasalları kontrol ediyor. Yüzde 46’sı düzenli olarak organik ürünlerle besleniyor. Kısacası daha doğal ve sağlıklı
bir hayat için çabalıyor pek çoğumuz. Kadınların doğum kontrol hapından da benzer beklentileri var.
Aynı araştırmaya göre yüzde
85’i vücutlarıyla uyum içinde olmasını önemli buluyor. Yüzde
82’si vücudun ürettiği hormonun aynısını verebilecek bir ilaç istiyor, yüzde 87’si iyi bir âdet kontrolü sunmasını bekliyor.

ADET DÖNGÜSÜNE UYGUN HORMON

İlaç firmaları daha doğal yaşamak isteyen kadınların bu beklentilerini göz ardı edemiyor. Bayer ilaç firmasının doğal hormona özdeş östrojen ‘estradiol valerat’ içeren doğum kontrol hapının iddiası tam da bu. Elde ediliş yolu tüm diğer östrojenler gibi sentetik olsa da kadın vücudunun ürettiği östrojene benzer etki gösteriyor. Âdet döngüsüne uygun şekilde östrojen dozu giderek azalırken, progestin dozu giderek artıyor. 

Yazının Devamını Oku

Mevsim geçişlerine dikkat

11 Mart 2013
Mevsim değişiklikleri bünyeyi zorlar. Hele hele bağışıklık sisteminiz zayıfladıysa. Bazı beslenme değişiklikleri bile vücudun direncini arttırmaya yetebilir.

Mevsim değişikliklerinde sürprizler hastalıklara zemin hazırlar. Özellikle gün içindeki sıcaklık farklarına hazırlıksız yakalanmak. Doğal besinlerden alınan C vitamini vücut direncini arttıran ana vitaminlerden biri. Portakal ve mandalina mevsimi geçmek üzere ama yeşil yapraklı sebzeler, özellikle maydanoz ve yeşilbiber de C vitamini bakımından zengin.

Beslenme uzmanı Şefika Aydın Selçuk vücut direncini arttırmak isteyenlere ayrıca şu önerilerde bulunuyor:

Muz, ceviz, badem ve ananas mutluluk hormonu salgılanmasını sağlayacak başlıca besinlerdir. Bu besinler ayrıca sürekli yemek yeme düşüncesini de kafanızdan uzaklaştırmaya yardımcı olur.

Egzersiz hem psikolojik hem fizyolojik rahatlama sağlayacak, direncinizi yükseltir. Günde yarım saat bile egzersiz yapmanın sayısız yararı var.

3 ANA, 3 ARA ÖĞÜN

Günde 3 ana, 3 de ara öğün almaya devam edin. Hem acıkmaz hem de formda kalırsınız.

Özellikle sebze yemekleri hem hafif hem de besleyici. Sebze yemeklerinin içerisinde kullanılacak kuru baklagiller demir ve protein bakımından zenginleştirir.

Su, vücudun asit ve baz dengesinde, midenin rahat çalışmasında ve tokluk hissinde etkili. Her yemek öncesi içilecek olan bir bardak su, hem tokluk hissi verir hem de midenin daha rahat çalışmasına yardımcı olur.

Yazının Devamını Oku

Dorian Gray sendromu

9 Mart 2013
Belki Oscar Wilde’ın roman kahramanı gibi ruhunuzu şeytana satmadınız ama genç kalmak için yapmadığınız kalmadı. Bunların nedeni bir sendrom olabilir mi?

Malum, insan ömrü daha doğrusu yaşlılıkta geçirdiğimiz zaman uzuyor. Ancak pek çoğumuz görüntüsünün kronojik yaşından bağımsız, daha genç olmasını istiyor. İstemekle kalmayıp, elinden geleni esirgemiyor. İşte bu duruma bazı uzmanlar Oscar Wilde’ın ebedi gençlik için ruhunu şeytana satan kitap kahramanlarından Dorian Gray’den esinlenerek Dorian Gray sendromu diyor... ‘Dorian Gray’in Portresi’ kitabının genç ve yakışıklı kahramanının tek derdi genç kalmak. Günümüz insanları Dorian Gray gibi bu uğurda cinayet işlemiyor belki ama ihtiyar görünmemek için ciddi bütçeler, zaman ve efor harcıyor.
Liv Hospital plastik ve estetik cerrahi uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ümran İleri, güzelliğin bebeklikten itibaren yüceltildiğini söylüyor. Gerçekten de güzel çocuk daha çok seviliyor. Güzelliğin talihe etkisi ömür boyu sürüyor. Hatta en iyi referans mektubu olarak görenler de az değil. Güzellik ve gençliğini korumak üzere yıllara savaş açanlar uzmanlardan destek alıyor. Yrd. Doç. Dr. İleri, şunları söylüyor: “Sosyo-kültürel düzeyi yüksek, yönetici, çalışan kişiler görünüşlerine çok daha fazla önem veriyor. Yaşlılığı zor kaldırıyorlar. Önceleri bir işi çok iyi yapmak yeterliydi. Artık yetmiyor. Rekabet ortamında, işlerini kaybetme korkusu yaşayan yaşlı kişiler estetik ameliyat yaptırmak istiyor. ‘Çevremde o kadar güzel ve akıllı insan var ki deneyimim sayesinde daha ne kadar burada kalabilirim?’ endişesi taşıyor. Aslında yaşlı grubun estetik ameliyat talep etmesi bir yönüyle hayattan kopmadığını da gösteriyor. 76 yaşında bir hastamın göz torbalarını aldıktan sonra bana moralinin çok yükseldiğini, hatta tansiyonunun düzeldiğini söyledi.” Gerçekten de estetik cerrahi daha genç görünmek isteyenlerde radikal değişiklikler yapabiliyor.
BATILI HASTALIĞI

Psikolog Beril Yardımcı Dorian Gray sendromunun psikiyatrik bir tanı değil, birçok belirtinin kümelendiği bir sendrom olduğunu söylüyor. Dismorfi (kendini beğenmeme), narsisistik karakter özelliği, olgunlaşmama, görünüme yatırım, benlik değerini dış görünüşüne bağımlı kılma, zamanın ötesine geçen bir güzellik, sonsuz güzelliği aramak bu belirtilerden birkaçı. Özetle, zamana bağlı gelişim ve değişimi reddetme durumu. Yardımcı, “Araştırmalar Batı toplumlarının yüzde 3’ünde bu sendromun bulunduğunu gösteriyor. Bu kaygıyla baş etmek için farklı yöntemler deneniyor. Ancak çok kere kaygı azalmıyor tam tersine takıntılı bir uğraş haline dönüşüyor” diyor. Yardımcı, pek çok kişinin bu uğraşların altında yatan iç dinamiklerin farkında olmadığını anlatıyor: “Doğal olan hem ruhun hem de bedenin değişimi. Ruhsal sağlık da bu değişime ayak uydurabilme becerisi.”
Yaşlanma korkusu olanların başvurduğu uzmanlar arasında diyetisyenler de var. Diyetisyen Sanem Apa “Gençlerde bile yaşlanma korkusu var. Sadece iki kiloluk fazlalığı 20 kiloymuş gibi görüyorlar. 60 yaşındaki bir danışanım, 30’lu yaşlardaki kilosunu istiyor. Aksine inandırmak zor oluyor. Orta yaşın üzerindekilerde bile anoreksiya, bulimia gibi beslenme bozukluklarına çok rastlıyorum” diyor.

Yazının Devamını Oku

Metabolizmanızı uyandırın

4 Mart 2013
İstesek de istemesek de kışın metabolizmamız yavaşlıyor.

Doğa gibi kışı uykuda geçiren bedenimiz için de bahar zamanı. Metabolizmayı kış uykusundan uyandırmanın en iyi yolu ise egzersiz.

Hareketsizlik metabolizma hızını yavaşlatan etkenlerin başında geliyor. Kışın da hareketin azaldığı malum. Bir çoğumuzun canı karanlık, kısa, soğuk günlerde egzersizden kaçarak geçti. Günler uzuyor, karanlık günler azalıyor. Büyük paralar vererek, spor salonlarına gitmek zorunda değilsiniz. Her fırsatta yürümek dahi sizde fark yaratır. İdeali haftanın en az 3 günü, yarımşar saat yürümek. Bu tempoyu rutine çevirmenin gerek beden gerekse ruh sağlığınıza sayısız yararı var. Doğa yürüyüşleriyle de hem hareketlenebilir hem de yeniden uyanışa tanıklık edebilirsiniz.

Dört yöntem


Diyetisyen Deniz Şafak metabolizmayı hızlandırmak için şu önerilerde bulunuyor:

Kan şekerini dengede tutun: Bunun en basit formülü az ama sık beslenmek. Sık sık yendiği için metabolizma sürekli çalışır. Üç ana, üç ara öğün olmak üzere günde altı öğün yemek yenmeli. Ara öğün atıştırmalarının içeriği çok önemli. Tercihinizi bisküvi, kek, pasta gibi hamur işlerinden yana kullanmayın. Bunun yerine vitamin değeri yüksek, kalori değeri düşük yiyecekler tercih edilmeli. Ara öğünlerde meyve, süt-yoğurt, kuru meyve-fındık, badem, ceviz gibi besinler tüketilmeli. Bu besinler lifli oldukları için, tok tutar ve sindirim sistemini çalıştırır.

Su içmek şart: Uyuyan metabolizmayı uyandırmanın en iyi yolu düzenli su içmek. Herkesin günlük alması gereken su miktarı kilosuna göre değişir. Kışın ter yoluyla su kaybedilmediği için, yaza göre daha az su tüketilebilir. Günlük ortalama 1,5-2 litre su yeterli. Çay, kahve gibi içecekler suyun yerini asla tutmaz.

İllaki lifli olsun:

Yazının Devamını Oku

Mimiklere değil, çizgilere botoks!

2 Mart 2013
Sandığınızdan çok daha fazla kadın ve erkek botoks yaptırıyor. Çünkü başarılı botoksların farkına bile varmıyoruz. Ama bunun yanında kötü uygulamalar hemen fark ediliyor.

Birinin yüzüne baktığınızda direkt olarak botokslu olduğunu hissediyorsanız bilin ki uygulama başarısız. Kötü yapılmış ve fazlasıyla kendini belli eden botoksa aslında uzmanların da itirazı var. Liv Hopsital plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ümran İleri “Yüzün 20 yerine botoks yaparak kırışıklıkları yok eden, yüzü maskeye döndürenler var. Bu doğal olmayan uygulamalar cilde zarar veriyor” diyor. Botoksun amacının mimikleri değil, çizgileri yok etmek olduğunu anlatan İleri, “Bazı botoks uygulayıcıları yüz kaslarını iyi bilmiyor. Bu yüzden ‘başarılı olmak’ için çok fazla noktaya botoks yapıyor. Bu kez yüz donuk, ifadesiz kalıyor. Botoksun bir özelliği de cildin ter bezlerini çalışmaz hale getirmesi, dolayısıyla kurutması” diyor. İleri’nin çekincelerinden biri de sık ve çok botoksa karşı vücudun direnç geliştirmesi. Giderek daha sık ve daha çok botoksa ihtiyaç duyulması.
Ümran İleri, yüzün alt bölümüne (burundan altı) botoks yapmadığını söylüyor. Çünkü bunu cilt için tehlikeli buluyor: “Yüzü, cildi yukarıya doğru çeken kaslarımız sürekli botoksla felç edilince inceliyor, zayıflıyor. Botoksun etkisi geçtiğinde, botoksa başladığı zamandan 10 yıl daha yaşlı görünüme neden oluyor. Bu da botoksa bir çeşit bağımlılık yaratılması anlamına geliyor.”

KİŞİYE ÖZEL UYGULAMA

Cilt hastalıkları uzmanı Dr. Betül Şengör, botoksu yüzde 60 noktaya (mezobotoks) uygulayanlar bulunduğunu anlatıyor.Botoksun yüz ifadesini kontrol eden kaslara ilişkin anatomik bilgiye sahip bir doktor tarafından uygulanması gerektiğini vurgulayan Şengör’e göre kişiye özel botoks birbirine benzeyen yüzlerin oluşmasını engelleyebilir. Şengör botoksun dekolte bölgesine yapılmasına ise hiç mi hiç gerek olmadığını söylüyor.

Yazının Devamını Oku

Corona virüsü grip gibi kolay bulaşıyor

25 Şubat 2013
Suudi Arabistan, Katar, Ürdün derken geçen hafta İngiltere’den corona virüsü kaynaklı bir ölüm bildirildi. Dünya Sağlık Örgütü’nü alarma geçiren bu virüs aslında yeni değil.

Enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük, corona virüslerinin çoğu kişinin hayatının bir anında karşılaşabileceği türden virüsler olduğunu söylüyor. İnsan corona virüsleri genellikle hafif ve orta şiddette üst solunum yolu hastalıklarına neden oluyor. Bilinen üç alt tipi (alfla, beta, gama) bulunan virüslerin ayrıca delta corona virüsleri denilen dördüncü yeni bir grubu da var: SARS-CoV.
Aslına bakarsanız corona virüsleri birçok farklı canlıda hastalıklara neden olabiliyor. Ancak, SARS-CoV insanlar ve maymunlar, Himalaya misk kedisi, rakun köpeği, kedi, köpek ve kemirgenler gibi hayvanlara bulaşabiliyor. Kış aylarında daha çok görülen bu virüs özellikle solunum yolları, karaciğer, mide, bağırsak ve sinir sistemini etkileyebiliyor. Grip gibi kolay, öksürme ve hapşırmayla havaya saçılan virüslerin alınması, enfekte materyale dokunulmasının ardından ağız ve buruna temas sonucunda bulaşabiliyor.

Tanıdık belirtiler

Hastalık çoğunlukla üst solunum yolu hastalıkları belirtileri olan burun akıntısı, öksürük, boğaz ağrısı ve ateşle seyrediyor. Bu virüsler bazen zatürree gibi alt solunum yolu hastalıklarına da yol açabiliyor. Bu durum, kalp-akciğer hastalığı, bağışıklık sistemleri yetersizliği veya yaşlı olan kişilerde daha sık görülüyor.

Çoğunluk hafif atlatıyor

Corona virüsü hastalığı olan çoğu kişide hafif seyirli olduğundan ilaç tedavisine gerek kalmadan iyileşiyor. Ancak, bazı belirtileri azaltmak ve hastayı rahatlatmak için ağrı kesici-ateş düşürücüler, öksürük ilaçları ile bol sıvı desteği ve istirahat öneriliyor. Ek hastalığı ve durumu ağır olanların hastanede yatarak tedavileri gerekebiliyor.

Aşısı yok, ellenizi sık sık yıkayın

Corona virüsü enfeksiyonuna karşı korumak için aşı yok. Genel önlemlere dikkat ederek enfeksiyon riskini azaltmak mümkün. Sık el yıkama alışkanlığı ve hasta kişilerle temastan kaçınmak korunmada önemli.

Yazının Devamını Oku

Yemek öfkeyi bastırır mı?

23 Şubat 2013
Özge Pınar Öztekin dört yıl öncesine kadar öfke, hayal kırıklığı gibi her duyguya karşı yemeğe sığındı; ardından da vicdan azabı çekti. Ta ki sorunun gerçek nedenini öğrenene kadar...

Yeme Bozuklukları Destek Derneği Genel Sekreteri Özge Pınar Öztekin (30), sayıları giderek artan yeme bozukluğu hastalarından sadece biri. Dört yıl önce başka sorunları nedeniyle psikolojik destek aldığı sırada aslında yeme bozukluğu yaşadığını keşfeden Öztekin, “Bir yanda tıkanırcasına yemek yemek, diğer yandan da zayıflamak gibi sabit bir fikrim vardı” diyor.
Öztekin, yemeği karnını doyurmak için değil, duygularını bastırmak için bir ilaç gibi görüyordu. Bazen de iyi giden şeyleri kutlamak, kendini ödüllendirmek için yiyordu. Canı her sıkıldığında hemen yemeğe başlıyordu. Kötü geçen bir sınav, ayrılık, anneyle kavga, babayla tartışma, tuttuğu takımın yenilmesi kısacası onu mutsuz eden her şey yemek için ‘iyi bir neden’di. Bu krizlerde lezzet, yemeğin iyi görünmesi vs. umurunda bile değildi. Önemli olan tek şey ağzını doldurup doldurup yutmaktı. Derdi, yedikçe aldığı hazla birlikte içinde bulunduğu duygu durumunu atlatmaktı. Kısacası sorunlarıyla baş etme yöntemiydi.
“Aşırı yediğim için bu kez yaşadığım mide şişkinliği, karın ağrısı, ağızdaki garip his duygularımı unutmama sebep oluyordu. Zaten o kadar yemeği hazmetmek çok zordu. Arkasından gelen ‘neden bu kadar yemek yedim, çok kilo alacağım’ pişmanlığı, vicdan azabı ve utanma da öyle” diyor.
Bir yandan da bu ataklardan utanıyor, tıkanırcasına yerken eski eşi, arkadaşları, anne-babası dahi görsün istemiyordu. Haliyle bu hem sosyal hem de iş hayatını etkiliyor, kilo almaya devam ediyordu. Denediği çeşit çeşit diyet listesi, ilaç vs. 10-15 kilo verdirse de sorunun kökenine inemediği için benzer atakları sürekli yaşıyordu.
Neyse ki Öztekin aldığı terapilerle sorunun büyük oranda üstesinden gelmeyi başardı. Şimdi benzer sıkıntıları yaşayanlara destek oluyor. “Birçok kişi yeme bozukluğunun farkında bile değil. Hoş kendi başına bunu keşfetmesi de kolay değil. Ancak ben destekle başardım. İtiraf edeyim ki hâlâ bazı anları yemekle ödüllendiriyorum. Ancak sosyal hayatımı, duygu durumunu etkileyecek, kendimi kötü, pişman, mutsuz hissettirecek kadar değil” diyor.

Yeme bozukluğu anoreksiyadan ibaret değil
Feyza Bayraktar (Yeme Bozuklukları Destek Derneği Başkanı-Klinik Psikolog):

Yeme bozukluklarında belirleyici faktör ne kişinin kilosu ne de az ya da çok yemesi. Kişinin yemekle olan ilişkisi önemli. Yeme bozukluğu denildiği zaman insanların aklına hep anoreksiya nervoza (aşırı zayıflık hastalığı) geliyor. Oysa yeme bozuklukları bir tek anoreksiya nervozadan ibaret değil ve sanıldığından çok daha fazla sayıda insanın sorunu. Dernek olarak onlara dektek olacağız.

Yazının Devamını Oku