Özellikle derinliği iki metreden az olan sulara dikkat edin. Derinliğini bilmediğiniz yerlere balıklama atlamayın. Sığ sulara atlandığında kafanın zemine çarpmasıyla boyun kemikleri kırılıyor, çıkıyor ve omurilik zedeleniyor. Yaralanma bazen olay yerinde ölümle sonuçlanabiliyor. Bu talihsiz kaza Türkiye’de yılda yaklaşık 500 genci felç ediyor. Bunların çoğu 15-18 yaşlarında...
MİLYONLARCA HÜCRE ÖLÜYOR
Aslına bakarsanız kamu kurumlarının görevi sığ su kenarlarına uyarıcı levhalar koymak. ABD ve Avustralya’da bu uyarıcı levhalarla omurilik felçleri önemli oranlarda azaltılmış. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon’un verdiği bilgiye göre, omurilik tüm gövdeyi hareket ettiren ve duyuları sağlayan sinirlerin çıkış yeri. Sığ su atlamalarında boyun omurgasının içindeki omurilik zedeleniyor ve buradaki milyonlarca sinir hücresi o anda ölüyor. Sonuçta sinir hücrelerinin fonksiyonları kayba uğruyor ve maalesef kol ve bacaklarda felç ortaya çıkıyor. Gencecik insanlar yaşamlarını tekerlekli sandalyeye bağımlı geçirmek zorunda kalıyor. Duyu ve hareket kaybının yanında iç organ fonksiyonlarında da bozulma olabiliyor.
Omurilik zedelenmeleri maalesef ölümle de sonuçlanabiliyor. Omuriliğin hemen yakınında solunum merkezi bulunuyor. Kırılmaya bağlı omurilik birden şişince solunum merkezini etkiliyor ve boğulmalar meydana geliyor.
Önce yüzerek derinliği test edin
Balıklama atlamadan önce mutlaka orada yüzüp derinliği hakkında fikir edinin. Unutmayın bazı kayalık yerler derinmiş gibi görünüyor. Bazen kayalıkların dibinde yerden yükselen çıkıntılar olabiliyor. Bu tür kazalar sahil kenarında da meydana gelebiliyor. Dalga çekildiği sırada su sığlaştığı için baş üstü çakılmaya yol açabiliyor.Gençler, birbirinizi uyarın! Balıklama atlamayı yarışa dönüştürmek yerine atlamak isteyenleri vazgeçirmeye çalışın.
Yaralıyı silkelemeyin suyunu çıkarmaya çalışmayın
Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de aktif cinsel yaşam süren yetişkinlerin neredeyse yarısı ilk cinsel birleşme deneyimlerinde bir sorunla karşılaşmış. Evlilik öncesi cinsel birleşme oranlarının düşük olduğu ülkelerde ‘ilk gece korkusu’, ‘balayı impotansı’ (iktidarsızlığı), vb. isimlerle anılan bu sorun hayli sık görülüyor. Hatta bu kişiler arasında bir yılın sonunda cinsel birleşmeyi hâlâ gerçekleştirememiş olanların oranının yüzde 30’u bulduğu saptanmış.
ERKEKLER DAHA TRAVMATİK ALGILIYOR
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi psikiyatrist-psikoterapistlerinden Dr. Özay Özdemir, ilk defa cinsel birleşme deneyecek herkesin belli düzeylerde kaygı taşıdığını söylüyor: “Bazı erkeklerde kaygıya aşırı heyecan ve başarılı olamama korkusu da eklenince ilk deneyim ya da balayı kötü hatıralara dönüşebiliyor. Bunun cinsel kimlik ve cinsel işlev arasında kurulan bağ gibi yüzeysel nedenleri olduğu kadar, derin psikolojik nedenleri de bulunabiliyor. Erkekler, cinsel işlev sorunuyla karşılaştıklarında (sertleşme kaybı gibi) bu durumu kadınlara göre daha travmatik algılıyor.”
Amerikan Hastanesi Üroloji Uzmanı Dr. Ahmet Musaoğlu da “Balayı impotansı belirli bir coğrafyaya, etnik gruba ya da sosyokültürel seviyeye özgü değil. Ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere kıyasla daha sık görülüyor. Bunun en önemli sebebi, bu ülkelerde genç erkeklerin ve kadınların evlilik öncesinde cinsel temasta bulunmasının önünde duran kuvvetli dinsel ve kültürel engeller olması” diyor.
CİNSEL DENEYİMİ BULUNANLAR DA YAŞAYABİLİR
Daha önce cinsel deneyimi bulunan erkekler de bazen evlenince balayı impotansı yaşayabiliyor. Dr. Özdemir, “Klinik gözlemlerimiz içinde, evlenene dek pek çok cinsel deneyimi olan ve herhangi bir cinsel işlev sorunu (sertleşme kaybı vb.) yaşamamış ancak evlilik sonrası cinsel işlev bozukluğu görülen birçok kişi bulunuyor. Hatta bazılarında sorunlar evlilik kararı aldıktan sonra başlıyor. Bunun altında yatan nedenler elbette psikolojik. Evlilik, bu kişilerin iç dünyalarındaki ruhsal çatışmaları tetikliyor” diyor.
İşin daha da kötü tarafı ilk cinsel ilişki korkusuyla cinsel işlev sorunu yaşayan kişilerin birçoğunda eğer tedavi görmezse, sorunun uzun süre devam edebilmesi.
Ayak ve ayak bileği cerrahı Op. Dr. Selim Muğrabi, açık ayakkabılar ve terlikler içindeki ayakların aslında tehlikelere de açık hale geldiğini söylüyor. Havuz kenarları düşme ve burkulma, sahiller sivri taşların ayak parmaklarına batması riskini oluşturuyor. Doğru ayakkabı kullanılmaması kaygan zemin nedeniyle düşme, ayakta burkulma ihtimalini de artırıyor. Yazın artan riskler arasında mantar da var. Ayrıca açık ayakkabı giymekle tırnak problemleri de artış gösteriyor. Çünkü tırnaklara dışarıdan bir şeylerin çarpması ve girmesi daha kolay oluyor.
ÇIPLAK AYAK GEZMEYİN
Havuz ya da sahilde çıplak ayak gezmek mantar riskini beraberinde getiriyor. Dr. Muğrabi; “Mantarın yerleşim yeri ayak altı ve parmak araları. Çıplak ayak, tüm bakteriyel ve viral enfeksiyonlara açık oluyor. Ayak sağlığınız bozuksa tüm enfeksiyonlar ayağınıza girer. Başkasına ait tokyo, terlik giyilmesi de mantarın geçmesine zemin oluşturuyor. Kişide önceden varsa ve tedavi olmuşsa daha sonra nüksetmesine yol açar. Ancak havuz ve deniz, mantarın tek faktörü değil. Yaz ayları geldiğinde ıslak zemin de mantar riskini arttırıyor” diyor. Çıplak ayakla dolaşmak ayrıca deri kalınlaşması ve çatlaklarına da yol açıyor.
PARMAK ARASI TERLİK RİSKLİ
Parmak arası terlikler ayak yaralanmalarını arttırdı. Dr. Muğrabi, “Bu terlikler biz cerrahlara maalesef çok iş çıkarıyor. Çünkü parmakları koruyamıyor. Haliyle korunmasız olan ayak bir yere çarptığında (sandalye veya masa ayağı ya da başka bir cisme) ayak parmakları kırılabiliyor. Bunlar zaman zaman basit, zaman zaman sıkıntılı kırıklar olabiliyor” diyor.
1-GÖZE ETKİSİ
Gözlerde tahriş, yanma, gözyaşında artma, ağrı, kimyasal nedenli göz kapağı iltihabı, gözde kızarma ve göz kapaklarının istemsiz kasılmasına neden oluyor.
Kornea sorunlarına yol açıyor. Uzun süre göz kuruluğu şikâyeti devam edebiliyor.
Bazı çalışmalar biber gazının gözün çeşitli bölgelerinde hasarlar oluşturduğunu ortaya koyuyor.
Etkiler saniyeler içinde başlayıp bir saate kadar sürebilir. Deriden emilip sinir uçlarında biriktiğinden kişinin maddenin etkisinden kurtulması saatler alabilir.
2-CİLDE ETKİSİ
Ciltte yanma, tahriş, kızarıklığa neden oluyor.
Tatil, balayı, hac-umre ziyaretleri, hayati sınavlar (LYS, SBS vs.) gibi durumlarda âdet kanamasıyla uğraşmayı kim ister? Bence kimse. Bu süreçleri en rahat geçirenler dahi böylesi özel günlerde “keşke bu zamana denk gelmese” diye düşünüyor.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük, doğum kontrol hapı kullananların vermeleri gereken arayı vermeyip ilacı içmeye devam etmeleri halinde regl olmalarının gecikebileceğini söylüyor. İlacı bıraktıklarında da regl oluyorlar. Dolayısıyla regli tatil dönüşüne kadar ertelemek mümkün oluyor.
KALICI SORUNLAR YARATMAZ
35 yaşın üzerindeki kadınlar içinse halk arasında ‘geciktirici’ olarak bilinen, progesteron içeren haplar aynı amaç için daha uygun. Kullanmaya başlama zamanı ve dozu ilaçtan ilaca değişebiliyor. Genellikle ilaç bırakıldıktan 3-5 gün sonra âdet kanaması başlıyor. Böylece regl beklenen zamandan öncesine çekilebiliyor ya da ertelenebiliyor.
Peki regl periyoduyla oynamak çok mu sakıncalı? Prof. Dr. Küçük, doktora danışarak, yaşına ve sağlık durumuna uygun ilaçlarla yapılması halinde sakıncalı olmadığını söylüyor.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Meriç Karacan da progesteron grubu ilaçların yumurtlamayı etkilemediğini, sadece rahim içi tabakasına etki ederek âdet kanamasını engellediğini söylüyor. “Kalıcı bir hormonal probleme yol açmazlar. İleri dönemde yumurtlama bozukluğu veya çocuk sahibi olmada hiçbir olumsuz etkileri yok. Kilo almaya neden olmazlar. Sadece âdet günü değiştiği için âdet düzeninde yeni oluşan kanama gününe göre düzene girer” diyor.
HAMİLE OLMADIĞINIZDAN EMİN OLUN
İlaç kullanıldığı dönemde geciktiriciler şişkinlik, kabızlık, gerginlik nadiren, başağrısı, sinirlilik hali yapabilir. Ancak bu etkilerin hiçbiri kalıcı değil. İlaç kullanımı bittikten sonra bu yan etkiler de ortadan kalkıyor. Dr. Karacan önemli bir konuya daha dikkat çekiyor, ilacı kullanacakların hamile olmadıklarından emin olmaları gerekiyor. “Hamilelikte bu ilaçların kullanımı bebekte yan etkiye yol açabiliyor. Ayrıca karaciğer hastalarının ya da pıhtılaşma bozukluğu olanların da bu ilacı kullanmaları sakıncalı” diyor.
Cinsiyet gelişim bozukluğu sorunuyla dünyaya gelenlere yıllarca farklı isimler verildi: Hermafrodit, interseks, ara seks, cinsiyet belirsizliği... 2006’da Roma’da toplanan uzmanlar tüm bu tanımları çöpe attı ve ‘cinsel veya cinsiyet gelişim bozukluğu’ denmesine karar verdi. Memorial Diyarbakır Hastanesi çocuk cerrahisi ve ürolojisi uzmanı Prof. Dr. Abdurrahman Önen, “Çift cinsiyetli dememiz için hem kadın hem de erkek yumurtalığının aynı vücutta olması lazım. Bu da bütün cinsiyet gelişim bozukluğu vakalarının yüzde 5’ine tekabül ediyor. Geriye kalan yüzde 95’te bebek kız veya erkek doğduğu halde dış genital yapıları olması gerektiği gibi gelişmiyor” diyor.
Prof. Dr. Önen CGB’nin zamanında tespit edilip müdahale edilmesinin öneminin büyük olduğunu hatırlatıyor: “Bu psikoseksüel, sosyal ve toplumsal açıdan acil bir sorun. Çocukların 2-3 yaşında başlayan genital (fallik) dönemden önce gerçek cinsiyetinin belirlenip, buna göre ameliyat edilip, ismi, cinsiyeti, kimliği, cinsel yetiştirme şekli saptanmış olmalı” diyor.
Peki ya bu dönem atlatılırsa? “Çocuk 5-6 yaşına kadar gerçek cinsiyeti dışında, büyütülürse psikoseksüel olarak artık geri dönüşü olmuyor. Bu aşamadan sonra çocuğun genital organlarının ve genetik cinsiyetinin pek önemi yok. Çocuk ömür boyu kendini yetiştirildiği cinsiyete yakın görüyor ve cinsel yönelimi ona göre şekilleniyor” diyor. Cinsiyet araştırma komisyonları böyle durumlarda mecburen çocuğun ‘kendini ait hissettiği cinsiyet’e göre düzeltici ameliyatların yapılması kararını alıyor.
ERKEN TESPİT ŞART
Gelişmiş toplumlarda CGB’liler genellikle tanıyı erken alıyor. Çocuklar gerçek cinsiyetiyle uyumlu yetiştiriliyor, zamanında doğru düzeltici ameliyatlarla yaşamlarını ‘daha makul’ geçiriyor. Ancak gelişmemiş toplumlarda ebeveynler yıllarca bebeklerinin altını değiştiriyor, çıplak olarak banyolarını yaptırıyor, ama çocuklarının genital bölgelerinin ‘normalden farklılığı’nı görmüyorlar. Prof. Dr. Önen, “Bu nedenle geç tanı konuyor ve çocuğun hayatı boyunca sürecek vahim psikoseksüel ve sosyal yaşam mücadelesi başlıyor. Toplumun dar bakış açısı ve değer yargılarıyla hayatlarının baharında yaşamını sonlandıranlar oluyor. Ayrıca CGB’nin varyasyonlarından örneğin kız tipi yalancı çift cinsiyet durumu, sadece psikoseksüel, sosyal ve toplumsal olarak değil aynı zamanda tıbbi tedavi açısından da acil bir durum. Doğumdan itibaren ilaç tedavisi yapılmazsa ciddi ölüm riski var. Yine normal insanlarda pek fazla rastlanmayan bazı kanser türleri, CGB’lilerde daha fazla görülüyor” diyor.
Geleneksel toplumlarda CGB’li olup, erkek olarak yetiştirilmiş çocuklarının cinsiyetlerinin düzeltilmesine ciddi direnç gösteriliyor. Prof. Dr. Önen “Ailelerinin direnci ve reddi nedeniyle tedavisini başlatamadığımız hastalarım var. Bir ailede üç çocuk CGB’li. Üçü de erkek olarak yetiştirilmiş. İkisini erkekliğe nispeten uygun olduğu için erkek yönünde tedavi ettik. Ancak, üçüncü çocuk erkek olarak yetiştirildiği halde tıbben kız olarak düzeltmemiz gerek. Aileyse bunun da erkek olması için diretiyor, bizi ikna etmeye çalışıyor” diyor.
Konjonktivit kolay bulaşan bir göz enfeksiyonu. Aile içerisinde, okullarda, hatta mahalle ve semtlerde dahi salgınlar yapabiliyor. Bundan yaklaşık 3 yıl önce İstanbul’da da ciddi bir salgın olmuştu.
Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Faruk Eroğlu hijyen şartlarına dikkat edilmeyen havuzların sağlığı tehdit ettiğini ve birçok enfeksiyona zemin hazırladığını hatırlatıyor. Suyun kirliliğinden en çok gözlerimiz etkileniyor. Temizlik için kullanılan klor konsantrasyonunun tam ayarlanmaması da gözde tahrişe, kornea ve konjonktivada hasara yol açıyor. Dr. Eroğlu, “Bu da enfeksiyonların gözümüze yerleşmesini kolaylaştırıyor. Bazen aşırı alerjik reaksiyonlar meydana gelebiliyor. Gözlerde kanlanma, sulanma ve şişlik oluşuyor” diyor.
Bu durumda gözü temiz soğuk suyla bolca yıkamak gerekiyor. Konjonktivit ve başka enfeksiyonlar geçiriyorsanız sorumlu davranın, toplu kullanımı olan havuzlara girmeyin. Bu hastalıkların önlenmesinde temizliğe dikkat etmek oldukça önemli.
Hastalık önce bir gözde başlayıp kısa sürede diğer göze geçiyor. Konjonktivit birçok hastada ilerleyerek gözde membran oluşumuna ve daha sonra da şeffaf kornea tabakasının bulanıklaşmasına (keratit) yol açabiliyor. Dr. Eroğlu, “Bu durum hastalarda görme azalması yapabilir.
Kişinin konjonktivit başlar başlamaz doktora başvurması ve hastalık süresince kontrol altında olması gerekir. Aksi takdirde kalıcı görme azalmaları dahi görülebilir” diyor.
LENS KULLANANLAR DİKKAT
Özellikle göz ameliyatı geçirenler, lens kullananlar risk altında. Lenslerin çıkarılması gerekiyor. Aksi enfeksiyonun göze yerleşmesini kolaylaştırıyor.
Doğuştan rahmi bulunmadığı için rahim nakli yapılan Derya Sert’in gerek ameliyat sonrası ve gerekse hamilelik sürecini hepimiz heyecanla takip ettik. İlk kez başarılı rahim nakli olan, üstüne de hamile kalan Sert’in hamileliği maalesef erken sonlandı. Ancak ameliyatı gerek onun gibi doğuştan rahmi olmayan gerekse kanser vb. nedenlerle rahmi erken yaşta alınan pek çok kadının umutlarını yeşertmeye devam ediyor. Operasyonun yapıldığı Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki doktorların kapıları çalınıyor.
Şu bir gerçek ki hayati organların dahi az çıktığı Türkiye’de rahim nakillerinin rutinleşmesi en azından kısa vadede güç. Üstüne ameliyatın teknik güçlükleri, rahmi reddetmemesi için alıcıya verilen ilaçların yarattığı riskleri de ekleyince daha denenmiş, daha pratik, kolay uygulanan ve güvenli çözümlerin üzerinde durulması gerektiği aşikâr. Son olarak Antalya’da geçen hafta düzenlenen 11’inci Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde kadın hastalıkları ve doğum uzmanları rahim nakli gibi taşıyıcı anneliğe de izin verilmesi çağrısı yaptı.
HER YIL 100-150 KIZ RAHİMSİZ DOĞUYOR
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, anne olmak isteyen ancak rahimleri bulunmadığı veya alındığı için bunu gerçekleştiremeyen kadınların sözcülüğünü üstlenmiş durumda. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ateş Karateke, Türkiye’de her yıl 100-150 kız çocuğunun rahmi ve vajeni olmadan fakat sağlıklı yumurtalıklarla doğduğunu söylüyor. Bunlara kanser nedeniyle rahimlerinden olan kadınlar da katıldığında, taşıyıcı anneliğe ihtiyaç duyan ailelerin sayısı hiç de az değil. Prof. Dr. Karateke, “Tamamen gönüllülük esasına dayanacak taşıyıcı anneliğe izin verilebilir” diyor. Tıpta kısaca MRKH sendromu denilen doğuştan rahimsiz ve vajensiz doğanlara, farklı teknikler kullanarak vajen yaptıklarını ancak yumurtaları bulunsa da anne olabilmeleri için yardımcı olamadıklarını anlatıyor: “Maalesef bu yüzden evlilikleri kısa ömürlü oluyor. Bazen birbirini seven çiftler sadece çocuk sahibi olamadıkları için boşanıyor. Birçok ülkede bu çiftlerin sorunları taşıyıcı annelikle çözülebiliyor. Annenin yumurtaları, babanın spermiyle dölleniyor. Elde edilen embriyo taşıyıcı annenin rahmine yerleştiriliyor. Genetik yapısı tamamen çifte ait olan bebeği, başka bir kadın taşıyor. Yasal düzenlemeler yaparak bu kadınlara yardımcı olabiliriz.”
RAHİM NAKLİ FANTASTİK TAŞIYICI ANNELİK GERÇEK
Prof. Dr. Ali Baloğlu da taşıyıcı annelik müessesesinin Türkiye’de de pekâlâ konuşulabileceği görüşünde. Rahim naklinde de amacın kadını anne yapmak olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Baloğlu, tıbbi açıdan kolay, girişimsel olmayan, ekonomik ve riski çok daha düşük bir yöntem olan taşıyıcı anneliğe izin verilmesi gerektiğini söylüyor. Prof. Dr. Baloğlu “Gönüllülük ilkesine dayalı taşıyıcı anneliğe pek çok ülkede izin veriliyor. Bizim de bu konuyu tartışmamız gerek. Tamam rahim nakliyle bir başlangıç yapılmıştır, saygı duyarım. Ancak rahim naklinde henüz gebelik yürütülebilir değil. Dolayısıyla taşıyıcı annelik müessesesi de rahim nakli paralelinde yürüsün” diyor.
Öte yandan yurtdışında taşıyıcı anneliğe izin veren ülkelere hasta götüren firmalar Türkiye’de de faaliyet gösteriyor. Hindistan gibi bazı ülkelerde bu bir