Eski bir gelenek olan kundaklama, anne bebek ürünleri pazarına sunulan kundak bezleri ve örtüleri nedeniyle yeniden popülarite kazandı. Bu konu gündemdeyken “Bebeği kundak yapmalı mı, yapmamalı mı?” sorusu yeni annelerin kafasını karıştırır hale geldi. Peki, bebekleri kundaklamak bilindiği gibi zararlı mı? Kundak konusunda nelere dikkat edilmeli? Merak edilenleri Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Yasemin Sancak’tan öğrendik.
Doğumdan sonraki ilk aylarda bebeğin hareket ederek sık sık uyanmamasını veya üşümemesini sağlamak amacıyla bebeği sıkıca sarıp sarmalama işlemi “kundak” olarak adlandırılıyor. Eski dönemlerde bir gelenek olan bu yöntem ile tüm bebekler doğumdan sonra aylarca kundaklanıyordu. İlerleyen yıllarda kundaklamanın aslında gelişimsel kalça çıkığına eğilim yarattığı bilimsel çalışmalarla kanıtlananınca uzmanlar tarafından bu yöntem yasaklandı. Fakat son zamanlarda, uygun şekilde kundaklamanın bebeğin uyku devamlılığı açısından faydalı olduğu vurgulanıyor, özellikle sosyal medya platformlarında uygulamanın popülerliği günden güne artıyor.
Yeni doğan bebekler kundaklanmalı mı? Tam kundak ve yarım kundak arasındaki fark nedir?
Eskiden ülkemizde bebeklere, omuz başından ayaklarına kadar tüm vücudu, bacakları dümdüz olacak şekilde sıkıca saran kundaklar yapılırdı. Bu tarz kundaklama tam kundak olarak adlandırılıyor. Tam kundak uygulamasının bebeklerde gelişimsel kalça çıkığına neden olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlandığı için artık tercih edilmiyor. Günümüzde kalça ve bacak hareketlerini serbest bırakan, kolları sıkıca saran ve yarım kundak olarak adlandırılan kundaklama yöntemi öneriliyor. Bu yöntemle yapılan kundaklama ile gelişimsel kalça çıkığı riski yaşanmıyor.
Kundak, bebeklerde huzurlu bir uykunun formülü kabul ediliyor. Bu doğru mu?
Kundaklama, özellikle huzursuz ve kolik problemi olan bebeklerde işe yaramakla birlikte, uyku problemi olmayan bebekler için gerekli bir uygulama değil. Bebeklere kundak, uygun şekilde yapıldığında doğumdan sonraki ilk 3-4 aya kadar uygulanabiliyor. Bazı çalışmalar kundaklanan bebeklerin uykuya daha çabuk geçerek, daha uzun uyuduklarını gösteriyor. Yarım kundak olarak tanımlanan sadece kolların sarılması ile yapılan kundak, bebeklerde ilk 3 aya kadar görülebilen ve ‘moro refleksi’ denen sıçrama tarzındaki hareketleri azalttığı için sık uyanmayı da engelliyor ve uyku kalitesini artırıyor.
Bebekleri kundaklarken nelere dikkat etmeli?
Kundak yapmak bebeklerin gerinme ve el kol hareket kabiliyetlerini engelleyeceği için kundaklamanın sadece uyku zamanları ile kısıtlanması yararlı olacaktır. Ayrıca kundaklama, 3 veya 4. aydan itibaren bırakılmalıdır. Çünkü bu aylardan itibaren bebeğin kendi kendine yatak içerisinde dönme becerisi gelişir. Yüzüstü yatırılan bebekler kundak içerisinde dönemezler ve ani bebek ölümü sendromu oluşabilir. Bu nedenle bebekler kundak yapıldıktan sonra mutlaka sırt üstü pozisyonda yatırılmalıdır.
Kasım ayı prematüre doğum farkındalık ayı… Yapılan araştırmalara göre ülkemizde her yıl 150 bin prematüre bebek aramıza katılıyor. Minicik doğduklarına bakmayın, onlar tahmin ettiğinizden de güçlüler! Çünkü gram gram yaşama tutunuyorlar. Burcu Aslan Kurtulmuş, 27 haftalıkken 980 gram dünyaya gelen prematüre bebek Aden Suri’nin annesi. Kızımız biraz aceleci olduğundan iki buçuk ay erken doğmuş, gelişimini tamamlaması için uzun süre yoğun bakım ünitesinde tutulmuş. Onu hayata bağlayan bir tek kablolar değil, anne babasının sonsuz sevgisi… Kızı kuvözdeyken çok zor günler geçirdiğini söyleyen Burcu Hanım, nasıl mücadele ettiğini ve neler yaşadığını bizlerle paylaştı.
Hamilelik döneminizde herhangi bir sıkıntı yaşandınız mı?
Hamileliğimde bebeği etkileyecek hiçbir sorun yaşamadım. Sadece ‘hiperemezis gravidarum’ yani aşırı kusmalarım vardı. Bu dönemde doktorumun kontrolüyle mide bulantısı için ilaç kullanmaya başladım. Yaklaşık olarak üç ay sürdü, hamileliğimin 16. haftasında bu durum tamamen kesildi. Yedi kilo verdim. İki ayrı doktorumla konuştuğumda kilo vermemin bebeğimi hiçbir şekilde etkilemediğini söylediler, gelişiminin ilerde gittiğini onayladılar.
Doğum hikâyenizden bahseder misiniz? Kızınız Aden Suri kaç haftalık doğdu?
Aslında herkesin hayal ettiği gibi bir hikâyem yok. Doğumun erken olacağını hiçbir şekilde bilmiyorduk. Cumartesi günü doktor kontrolümde her şey normalken Salı günü direkt doğuma alındım. Bebeğim 27. haftada dünyaya geldi.
Bebeğiniz ne kadar süre kuvözde kaldı? Biraz hastane günlerinden bahsedebilir misiniz?
Aden Suri, elli üç gün boyunca kuvözde kaldı. İlk altı gün ne olduğunu anlayamadan ve ağlayarak geçti. Ameliyata yani sezaryen doğuma alınmadan önce bana bebeğin çok küçük olduğu ve yaşayamayabileceği söylendi. Doğumdan sonra tahminlerden daha büyük olduğunu öğrendim ama risk devam ediyordu. Önce ilk 10 saat kritik dendi, daha sonra 24 saat, daha sonra 3 gün, sonra 10 gün, sonra 21 gün, sonra 30 gün… Sanki oyalıyorlarmış gibi geldi bana ama aslında prematüre bebeklerdeki yoğun bakım sürecinin saniyelik değişken olduğunu yaşayarak öğrendim. Taburcu olana kadar asla çok iyi gidiyor denmedi.
48 yaşındaki Arzu Uz Şahin, SMA tip 3 hastası iki çocuk annesi. Oğlu Burak Can 16 yaşında okul birincisi, kızı ise burslu olarak moleküler biyoloji ve genetik okuyor. İkisi de pırlanta gibi çocuklar…
Hastalık nedeniyle Burak Can yürüyemiyor, yaşamına tekerlekli sandalyede devam ediyor, yatakta dönerken bile ailesinden destek alıyor. Ayça’nın durumu kardeşine nazaran daha iyi ama o da hastalığı nedeniyle yürürken yoruluyor, zaman zaman düşüyor. İkisi de ilaçlarını alıp hastalığı yenebilir, özgürce koşabilir, iyi bir yaşam kalitesine sahip olabilir. Ancak tedavileri için almaları gereken ilaç çok pahalı. Türkiye’de yalnızca SMA tip 1 hastalarının ilaçlarını SGK karşılıyor, tip 2 ve tip 3 SMA hastaları ne yazık ki kapsam dışında.
Arzu Uz Şahin, bu hastalıkla nasıl tanıştıklarını şöyle anlatıyor: “Kızım Ayça 4 yaşındayken parmak uçlarında yürüyordu. Her kız çocuğunun yaptığı gibi... Bir ortopedi profesörüne götürdük. Hiçbir sorun olmadığını, kaslarının çok güçlü olduğunu hatta Ayça’yı baleye verebileceğimizi söyledi. 1,5 yıl sonra oğlumuz Burak Can dünyaya geldi. Emekledi, tay tay durdu, yürüdü. 20 aylıkken düşmeler başladı. Onu da ortopediste hatta ortopedi hastanesine götürdük. Hiç sorun olmadığını söyleyip ortopedik bot verdi doktor. Oğlumun yerden kalkarken alnını koltuğa dayayarak destek aldığını, daha önce ablasının veya başka çocukların böyle yapmadığını söylediğimde, çocuk nörolojiye gitmemizi söylediler. Çocuklarımdan kan örneği alınarak gen testi yapıldı ve SMA tanısı kondu. O andan itibaren hayatım ikiye bölündü: SMA’dan önce ve SMA’dan sonra… Bu üç harf, uzun soluklu bir mücadelenin başlangıcı oldu.”
Türkiye’de pek çok kişi SMA ile mücadele ediyor. Birçok çocuk ve yetişkin hastalık nedeniyle yürümekte zorluk çekiyor, desteksiz oturamıyor hatta yutkunma ve solunum zorluğu yaşıyor. SMA hastalığının tedavisi uzun yıllardır yapılan araştırmalar sonucunda 2016 yılının Eylül ayında FDA ve EMA tarafından onaylandı. Ancak tedavi için gerekli olan ilacın tek dozu 55 bin euro. Türkiye’de yalnızca Tip 1 SMA hastaları bu ilaca geri ödeme kapsamında erişebiliyor, Tip 2 ve Tip 3 SMA hastalarına ilaç geri ödemesiz verilmiyor.
İlacın SMA hastaları için tek umut olduğunu söyleyen Arzu Uz Şahin, “Eşim ve ben birbirimizin en iyi dostu ve en büyük desteğiyiz. Hayattaki tek gayemiz evlatlarımızı kimseye muhtaç olmayan, iyi eğitimli, dünyayı algılayan, bilimin ışığında ilerleyen, vicdanlı ve erdemli bireyler olarak yetiştirmek. Tek isteğimiz de ilacımızın bir an önce SGK kapsamına alınması ve tedaviye başlamak. Bu ilaç pediatrik ve yetişkin bütün SMA hastaları için FDA ve EMA tarafından onaylanan tek tedavi. Devlet sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirmeli” diyor.
Arzu Uz Şahin, son yollarda yaşadığı zorlukları ise şöyle aktarıyor: “SMA maddi manevi insanı tüketiyor. Ancak son iki yıldır hiç yorulmadığım kadar yoruldum. Allah şifayı verdi ama kullar vermiyor. Lütfen ilacımızı verin. Kızım çok zorlanıyor. Ayça’mın yürüme yetisini kaybetmeden daha iyi olması, oğlumun ayağa kalkabilmesi için bu ilaca acil ihtiyacımız var. Lütfen sesimizi duyun ve bize destek olun.”
Down sendromu, güzelliğin ve saflığın timsali olan bireylerin sahip olduğu genetik bir farklılık sadece… Çünkü onlar +1 farkla dünya güzeli! Tekirdağ’da yaşayan ve matematik öğretmenliği yapan Süreyya Ülkü Güler, 2 yaşındaki İnci’nin annesi… Doğuma kadar bebeğinin Down sendromlu olduğundan haberi yokmuş. Öğrenince çok ağlamış ama İnci’nin kokusunu duyunca, gülüşünü görünce durumu kabullenmiş. Şimdi onunla aynı kaderi paylaşan diğer ailelere ışık tutmak için elinden geleni yapıyor. “İnci bana insanlık kattı, gönül gözümü açtı, yaşama amacımı değiştirdi” diyen Süreyya öğretmenin emek ve sabır dolu hikâyesini gelin ondan dinleyelim…
Nasıl bir hamilelik geçirdiniz?
En güzelinden... Çünkü birkaç hafta süren tipik mide bulantısı dışında hiç sorun yaşamadım. Son günlerimde bile hâlâ araba kullanabilecek kadar iyiydim.
İnci’nin Down sendromlu olacağını bilmiyordunuz. Hamilelik sürecinde yapılan testlerde tespit edilmedi. Öğrenince neler hissettiniz?
Okulda bir gün merdivenlerden düşmüştüm. Arkadaşlarım beni en yakın hastaneye götürdü. Oradaki doktor ense kalınlığı olduğunu ve mutlaka ayrıntılı ultrasona girmem gerektiğini söyledi. Ultrason sonucunda bebeğin kalbinde bir parlaklık görüldü. Bunun genetik bir rahatsızlığın işareti olabileceğini öğrenince tekrar kendi doktoruma koştum. Ancak kendi doktorum, “Bebeğin gayet sağlıklı, hiçbir sorun yok” telkinlerinde bulunup ek başka testlere gerek görmedi.
Peki, ya sonra?
Bebeğin doğduğu gün, bir çocuk doktoru gelip “Bebeğin Down sendromlu olduğunu biliyor muydunuz?” diye sorunca o güne döndüm zihnimde... “Biliyorum” diyebilmeyi çok istedim. Bizim tüm ısrarlarımıza rağmen doktorumuz amniyosentez veya diğer kesin sonuç veren testleri yaptırmamızın gereksiz olduğunu söyleyip benim ‘bilme hakkımı’ elimden almıştı. O gün dünya başıma yıkıldı, kalbi delik olarak doğan kızımın öleceğini sanmış, bir yanım ne olur rüya olsun diye ağlarken, diğer yanım ölecek diye korkuyordu... Çünkü Down sendromlu bebeklerin %50’si kalp sorunu ile dünyaya gelir, açık kalp ameliyatı olmak zorunda kalabilir ve hayatını kaydedebilir.
Terapist Emre Üstünuçar, Allen Carr’ın yarattığı ve dünyanın en başarılı sigara bırakma tekniği olan The Easy Way to Stop Smoking’i (Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu) Türkiye’ye getirdi. Şimdilerde vermiş olduğu 6 saatlik seminerler sonrası binlerce insanın sigaradan kurtulmasına destek oluyor. Üstelik 45 dakikada bir sigara molaları vererek ve konuşarak sigarayı bıraktırıyor. Kendisi de on beş yıl kadar günde ortalama bir paket sigara içmiş, İngiltere’de katıldığı Allen Carr semineri sonrası sigarayı bırakmış. Üstünuçar, terapist unvanını aldıktan sonra çeşitli meslekten binlerce kişinin sigarayı bırakmasına vesile olmuş.
31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü’nde ‘Sigarayı Bıraktıran Çocuk’ olarak tanınan Emre Üstünuçar’dan uyguladığı teknik konusunda detayları öğrenelim.
Sigara bırakma sürecindeki birey hangi zorlukları yaşıyor?
İçici kafasında bitirmeyi bilmediği için ya irade gücüyle sigarayı bırakmaya çalışıyor ya da bir ilaçtan yardım alıyor. İradeyle bırakmaya çalışmak dünyanın en zor süreçlerinden birini başlatır. Zaman, kişinin aleyhine işler. Her gün sigaranın kıymeti artar. İçenleri kıskanmaya başlar. Düşündüğü tek şey yakacağı bir sonraki sigaradır. Kendini büyük bir keyfinden ve desteğinden mahrum kalmış hisseder. Fedakârlık duygusu o kadar büyük ki, kişi depresif hissetmeye başlar, gerginleşir, mutsuz biri olur. Bu süreçte bir de sigaranın yerine “bir şeyler” koymaya başladığı için, örneğin yemek, çok kilo alır. Sanki hiç bitmeyen bir oruç tutma hali gibi, hiç düzelmeyen bir dik yokuş çıkıyor gibi hisseder ve maalesef sonunda iradesi kırılır. Bırakmadan öncekine göre daha psikolojik bağımlı olarak sigaraya geri döner.
Allen Car’ın yarattığı ve sizin de uyguladığınız teknikten bahsedebilir misiniz? Size sigarayı bırakmak için gelen birini nasıl bir süreç bekliyor?
İrade gücüyle bırakanların yaşadıkları sürecin tam tersini yaşarlar bize gelenler. 6 saat süren ama içinde 35 yıllık tecrübeyi paylaştığımız çok keyifli bir seminere katılırlar. Yöntem gereği ortalama 45 dakikada bir sigara molaları veririz. Kafasında bitirmesini sağlayana kadar içmeye devam ederler. Önemli olan sonuncu sigarayı söndürmek değildir. Önemli olan sonuncu sigarayı söndürmeden önce sigarayı kafada bitirmeyi öğrenmektir. Bu 6 saatlik seminerde sigara-keyif, sigara-stres, sigara-konsantrasyon, sigara-sosyalleşme gibi sigarayla kurdukları bütün ilişkileri kafalarında kopartırız. Artık sigaraya hiç ihtiyaç duymayan ve sigara içmek istemeyen bir insan olur. Pek çok gelen, sonuncu sigara törenimizi beklemeden, artık sigara aralarına çıkmak istemez, içmek istemez. Daha seminerin içinde sigara içme isteği biter.
Bu yöntemi diğerlerinden ayıran nedir?
Bu yöntem, diğer bütün yöntemlerden çok farklıdır. Asla sigaranın zararlarını anlatmayız. Sigara içen herkes zararlı olduğunu çok iyi bilir ama bunu bilmek bırakmaya yetmez. 21. yüzyıldayız sigara içene sigara zararlı demek, zekâsına hakaret etmek gibi değil midir? Nasıl yan etkileri olabileceğini bilemediğimiz bir ilaç kullanmayız. Zaten şunu biliriz, sigarada iki bağımlılık vardır: Fiziksel bağımlılık ve psikolojik bağımlılık. Fiziksel nikotin bağımlılığı 6 saatte %96.7, 3 günde ise %100 biter. Yani fiziksel bağımlılık sigara sorununun çok ufak bir kısmıdır, bize göre %1’dir. Asıl sorun psikolojik bağımlılıktır.
Genç YouTuber’lar her geçen gün artarken, abi/ablalarına özenip Youtube kanalı açan onlarca çocuk mevcut. Çektikleri videolarda çeşitli oyun ve oyuncaklar hakkında kendilerince yorum yapıyor, makyaj malzemeleri deniyor, tuhaf yiyeceklerin tadına bakıyorlar. Video izlenme sayılarından dolayı kimi Youtube yıldızı onlarca çocuk ailelerine ciddi miktarda paralar kazandırıyor.
Şimdilerde Youtube’da büyük bir kanal sahibi olmak ve ünlü birine dönüşmek çoğu çocuğunun hayali… Peki, uzmanlar bu işe ne diyor? “Anne ben YouTuber olacağım!” diyen bir çocuğa tepki nasıl olmalı? Ebeveynler çocuklarını nasıl yönlendirmeli? Konuyla ilgili önemli görüşlerini Pedagog Elif İpek’ten aldık…
Ailelerin günlük yaşam yoğunluğu ve şehir yorgunlukları arasında çocuk büyütme çabaları, çocukların uyaran yağmuruna tutulmuş yaşamları içinde evlerin içine sanal bahçeler kuruldu. Eğitimden oyalamaya, zaman tüketmeye, zapt etmeye kadar kullanılabilecek çeşitli etkinliklerin koltukta sakince oturan çocuklara sadece bir ekran ile sunulması zamanı ve enerjiyi kontrol altına alıyormuş gibi görünse de pek çok dezavantajı da beraberinde getirdi. Bir dönem dillendirilen “Çocukların dünyaya açılan yeni penceresi: Windows” söylemleri yürek burktu fakat bu burukluk kısa sürdü. Çocuklar hiçbir önlem alınmadığından gerçek dünyadan sıkılmaya, sanal dünyada yaşamaya başladı.
17 yaş ve üzeri için hazırlanmış olan YouTube, dakikada 400 dakika video yüklenen ve 2-12 yaş aralığına hitap edecek videoların ağırlıkta olduğu gelir kapısı olarak da kullanılan bir mecra haline geldi. Öyle ki, çocuklar YouTube deneyimleri üzerinden dünyayı değerlendirmeye başladı. Geçen gün 9 yaşındaki bir danışanımla kelime hazinesini geliştirme ve bilgiyi sınıflandırma amaçlı oynadığımız oyunda, ‘M’ harfi ile başlayan ünlülere Mutafa Kemal’i örnek verdi. Çocuk, ‘Ben öyle bir YouTuber bilmiyorum’ cevabını verip hemen ardından kendi cevabına şaşırdı.
YouTube’un reklam politikası, kullanım şartları (+17, aile filtresi, güvenlik modu) ve imkânları her ne kadar tüketiciyi koruma amacı gözetse de özel kanallarda denetim kuramaması, kullanıcının kendi güvenliğini sağlamasını gerektirdi. Ebeveyn hesabı (bir başka deyişle yetişkin hesabı) üzerinden çocukların denetimsiz olarak videolara ulaşımı ve teknolojik cihaz ile baş başa kalışı, çocukların maruz kalabileceği tehlikelerin oranını çoğalttı.
Bununla birlikte teknolojinin çocuğun yaratıcılığını arttırdığı fakat üretkenliğini desteklemediği de bilinen bir gerçek. Zaten edinilen yaratıcılık yine sanal âlemde ve bir oyun/uygulama içinde kullanılabiliyor. Kimi çocuklar ise izledikleri YouTuber’lardan esinlenerek, onlarla özdeşim kurarak kendi videolarını oluşturmak istiyorlar. Bu çocukları sadece izleyici, tüketici olan çocuklardan ayırmak gerek. Sonuçta günümüz çocukları ve gençleri teknoloji çağında yaşamaktalar. Teknoloji, yaşamlarının önemli parçası iken ailenin dengeleyici tutumları önem kazanıyor.
Hamile kaldıktan sonra kansere yakalandığını öğrenen ve kanser tedavisi gören bu annenin tek göğsü alınıyor. Genç kadın bir taraftan tedavisini devam ettirirken bir taraftan da hamileliğini sürdürüyor. Her türlü zorluğa rağmen bir erkek bebek dünyaya getiren fedakar anne, tek göğsüyle bebeğini emziriyor. Kate Muray isimli fotoğrafçının çektiği bu kare görenlerin tüylerini diken diken ediyor.
Japonya’da meydana gelen depremde kurtarma ekipleri genç bir kadının yaşadığı enkaza erişiyor. Uğraşlar sonucu göçük altındaki kadının ölmüş bedenine ulaşılıyor. Kadının cansız bedeninin altında ise bir çocuk bulunuyor. Fedakar annenin duruş pozisyonundan deprem sırasında oğlunu kurtarmak için kendi bedenini siper ettiği anlaşılıyor. Annesinin sayesinde hayata tutunan 3 aylık bebek doktorlar tarafından hemen muayene ediliyor. Kadının yakınında bulunan cep telefonunun mesaj ekranında ise şu not yazıyor: “Eğer kurtarıldıysan seni sevdiğimi hiç unutma!”
Güney Vietnam'da bir anne ve 4 çocuğu ABD bombalarından kaçmak için nehri geçmeye çalışıyor. Tarihe geçen bu kare Kyoichi Sawada’ya ait.
Antalya’da yaşayan Gülsüm Kabadayı, bir otobüsün çarpması sonucu komaya giren ve üzerinden kimlik çıkmayan gencin bakımını üstleniyor. Fedakar kadın bakımını üstlendiği gence ‘Umut’ adını veriyor.
Lauren’in hastalığı nedeniyle saçları çıkmıyor ve peruk kullanmak zorunda kalıyor. Kullandığı peruklar sentetik ve yapay olduğu için annesi saçlarını kazıtıyor ve kendi saçından kızı için bir peruk yaptırıyor. Peruğuna kavuşan Lauren’in mutluluğu gözlerinden okunuyor.
Meme kanseri teşhisi konulan bu anne ise kemoterapi ve radyoterapi görüyor. Başlangıçta tedavi başarılı olsa da kanser tekrar nüksediyor ve vücudunun birçok yerine yayılıyor. Hastalığının ağırlaştığını anlayan anne ölümünden sonra açılmak üzere iki oğluna bir kutu hazırlıyor. Sandra isimli kadın bu kutuya oğulları için yazdığı mektupları ve onlarla çekilen fotoğrafları koyuyor.
Kenya’da, Somalili militanlar Westage Alışveriş Merkezi’ne kanlı bir saldırıda bulunuyor. Kendini, çocuklarını korumak için siper eden anneyi Fotoğrafçı Hicks bir üst kattan çekiyor.
Siirt’te yaşayan Kumrişan Güneş, bedensel engelli olan oğlunu her gün sırtında okula götürüyor. Oğlunun eğitim arzusunu yerine getirmek için çabalarını sakınmayan kadın, “Annelik ve kadın olmak fedakarlık gerektirir” diyor.
Hazırlayan: Melin Kahraman
Hamile kaldıktan sonra kansere yakalandığını öğrenen ve kanser tedavisi gören bu annenin tek göğsü alınıyor. Genç kadın bir taraftan tedavisini devam ettirirken bir taraftan da hamileliğini sürdürüyor. Her türlü zorluğa rağmen bir erkek bebek dünyaya getiren fedakar anne, tek göğsüyle bebeğini emziriyor. Kate Muray isimli fotoğrafçının çektiği bu kare görenlerin tüylerini diken diken ediyor.
Japonya’da meydana gelen depremde kurtarma ekipleri genç bir kadının yaşadığı enkaza erişiyor. Uğraşlar sonucu göçük altındaki kadının ölmüş bedenine ulaşılıyor. Kadının cansız bedeninin altında ise bir çocuk bulunuyor. Fedakar annenin duruş pozisyonundan deprem sırasında oğlunu kurtarmak için kendi bedenini siper ettiği anlaşılıyor. Annesinin sayesinde hayata tutunan 3 aylık bebek doktorlar tarafından hemen muayene ediliyor. Kadının yakınında bulunan cep telefonunun mesaj ekranında ise şu not yazıyor: “Eğer kurtarıldıysan seni sevdiğimi hiç unutma!”
Güney Vietnam'da bir anne ve 4 çocuğu ABD bombalarından kaçmak için nehri geçmeye çalışıyor. Tarihe geçen bu kare Kyoichi Sawada’ya ait.
Sizce sağlıklı beslenmek ne demek?
Sağlıklı beslenmek, besin çeşitliliği eşliğinde vücudun normal işlev gösterebilmesi için gerekli besin öğelerini (karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineral) ve enerji ihtiyacını karşılamaktır. Tek bir besin çeşidi ya da besin öğesi ile sağlıklı beslenmeyi sağlamak mümkün değildir, her bir besin öğesinin kombinasyonuna bağlıdır.
Sağlıklı beslenen bir insan günde kaç kalori almalı?
Sağlıklı bir birey ortalama olarak kadınlarda 2000 kcal, erkeklerde ise 2500 kcal enerji ihtiyacını karşılayacak şekilde beslenmelidir.
Diyet yaparken yapılan en büyük yanlışlar hangileridir?
Zayıflama programında en çok yapılan hata, ara öğünlerin atlanılması, hazırlanan beslenme programında yazılan besinlerden daha az tüketilmesidir. Ara öğün atlayan bireylerde gündüz az tüketim sonucunda yorulan vücut, akşam yemeğinde karbonhidrat ağırlıklı beslenme eğilimine girmektedir; aynı zamanda alması gereken enerji ihtiyacının altında beslenen bireylerde bazal metabolizma hızı düşmekte ve böylece ağırlık artışı eğilimi artmaktadır.