Uzmanlara göre, son günlerde uyuz vakalarında ciddi artış görüldü. Hastanelere şiddetli kaşıntı, deride kızarıklık gibi nedenlerle başvuran pek çok hasta mevcut. Bezmialem Vakıf Üniversitesi Dermotoloji Anabilimdalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Su Küçük, “Uyuz özellikle geceleri artan şiddetli kaşıntı ile belirti verir. Aynı aile bireylerinde benzer şekilde döküntü ve kaşıntının ortaya çıkması uyuz konusunda uyarıcı olmalıdır” diyerek vatandaşları uyardı.
İstanbul başta olmak üzere tüm yurt genelinde arttığı belirtilen uyuz vakalarını değerlendiren Prof. Dr. Özlem Su Küçük, “Böcek benzeri, gözle görülmeyen bir parazit türü olan ‘sarcoptes scabiei hominis’ akarının deri altına yerleşmesi ile ortaya çıkan hastalık; vücudun farklı bölgelerinde kaşıntı, döküntü ve deri yaralarına yol açar. Özellikle geceleri artan şiddetli kaşıntılara dikkat edilmelidir” dedi.
Uyuz vakalarında hastaların kırmızı renkli döküntüler, küçük su dolu kabarcıklar, kabuklanma gibi şikayetlerle uzmanlara başvurduğunu belirten Prof. Dr. Özlem Su Küçük, uyuzun yaygın olarak görüldüğü bölgelere dikkat çekti:
“Uyuz mikrobu bel ve göbek çevresi, el bileği iç yüzü, parmak araları, kalçalar, kadınlarda meme bölgesi, erkeklerde genital bölgede sıklıkla tutunur. Bebeklerde ve yaşlılarda farklı olarak avuç içi ve ayak tabanları, yüz, boyun hatta tüm vücutta görülebilir.”
Okullar, yurtlar, hastaneler, huzurevleri gibi kalabalık ortamlarda bulunanların daha çok risk altında olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Özlem Su Küçük, “Temas ile kişiden kişiye bulaşan uyuz hastalığı, sanılanın aksine kedi ve köpek gibi hayvanlardan insana bulaşmaz. Özellikle aynı kıyafetleri giyen, aynı yatağı veya aynı havluyu paylaşan kişiler arasında daha kolay yayılır. Uyuz, yaş ve cinsiyet ayırt etmeksizin bulaşabilir. Her kaşıntı uyuz belirtisi değildir. Kaşıntının pek çok farklı sebebi vardır. Geceleri şiddetlenen kaşıntı ve küçük kırmızı renkli döküntüler en uyarıcı belirtilerdir” şeklinde konuştu.
Uyuzun el ele tutuşma, dans etme gibi uzun süreli deri teması ve cinsel ilişki ile bulaşabileceğinin altını çizen Prof. Dr. Özlem Su Küçük, alınabilecek önlemler konusunda şunları söyledi:
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ülkemizde her yıl yaklaşık 150 bin prematüre bebek dünyaya geliyor. Hayata erken merhaba diyen bu miniklerin bakımları ekstra hassasiyet gerektiriyor. Prematüre bebeklerin anne sevgisiyle güçlenen kahramanlar olduğunu belirten Yeni Doğan Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Derya Büyükkayhan, “Prematüre Farkındalık Ayı” dolayısıyla konuyla ilgili soruları merak edilenleri yanıtladı.
Hangi bebekler prematüre kabul edilir?
Normal bir gebelik süresi 39-40 haftadır. Gebeliğin 37.haftasını tamamlayamadan doğan bebekler “prematüre bebek” olarak tanımlanır. Ülkemizde bebeklerin yaklaşık %10’u prematüre olarak doğar. Prematüre bebeklerin en büyük çoğunluğunu geç prematüre bebekler oluşturur. Geç prematüre bebekler gebeliğin 35 ve 36. haftasında doğan bebeklerdir. Doğum ağırlıkları çok düşük olmasa da takiplerinde özen gösterilmesi gereken prematüre çoğunluk grubunu oluşturur. Gebelik haftası 29 haftadan küçük prematüreler ise prematüreler arasında küçük bir grubu oluşturan, yoğun bakım destek gereksinimi daha uzun süren, uzun yıllar özenle izlenmesi gereken bebeklerdir. Prematüre bebeklerin gebelik haftaları ve doğum ağırlıkları küçüldükçe aşmaları gereken sorunları büyüyebilir.
Prematüre doğumların genel sebepleri neler, bilgi verebilir misiniz?
Daha önceki bebeğin prematüre doğmuş olması en önemli risk faktörüdür. Enfeksiyonlar, gebeliğe bağlı tansiyon yüksekliği, rahim ağzında yetmezlik, çoğul gebelikler, yetersiz beslenme, obezite, anne yaşının 18 yaşından küçük veya 40 yaşından büyük olması, ağır fiziksel aktivite, stres, düşük sosyo-ekonomik düzey, gebelik takiplerinin yapılamaması, pıhtılaşma ile ilgili sorunlar, gebelikte sigara-alkol-madde bağımlılığının devam etmesi prematüre doğum nedenleri arasında bulunur.
Prematüre bebeklerde sağlık sorunları görülme risklerinin çok yüksek olduğunu biliyoruz. En sık karşılaşılanlar hangileri?
Prematüre bebeklerde en sık gözlenen sorunların başında solunum yetmezliği gelir. Prematüre bebeklerde gebelik haftası küçüldükçe solunum yetmezliği görülme oranı ve yardımcı solunum destek gereksinimi artar. Solunum yetmezliğinin yanı sıra prematürelerde enfeksiyonlara direnç daha düşüktür. Beslenme sorunları, sarılık, kalp ve dolaşım yetmezliği, bağırsak sorunları, beyin kanaması ve göz problemleri görülebilir.
Kronik bir hastalık olan diyabet (şeker hastalığı) pek çok kişi için ciddi tehdit oluşturuyor. Uzmanlar diyabeti olan bireylerin nasıl besleneceği konusunda yeterli bilgi sahibi olmadığını söylüyor. Diyetisyen Şeyma Yılmaz, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü dolayısıyla, diyabette beslenme ile ilgili merak edilen soruları yanıtladı, konuyla ilgili merak edilenleri aktardı.
Diyabeti kontrol altına almak için şeker hastalarına beslenme önerileriniz neler?
- Şeker hastaları için diyette karbonhidrat, protein ve yağ dengesi önemlidir. Bunların içerisinde kan şekerini etkileyen en önemli grup karbonhidratlardır. Diyetin karbonhidrat içeriği hastanın durumuna göre alınan günlük kalorinin %45-60’ını karşılayacak şekilde olmalı ve yine hastaya göre uygun şekilde ara ve ana öğünlere paylaştırılmalıdır. Seçilen karbonhidratlar lif açısından zengin, rafine edilmemiş kompleks karbonhidrat kaynağı olmalıdır.
- Glisemik indeksi ve glisemik yükü düşük besinler tercih edilmelidir. Tam tahıllı ve kepekli ekmek, tam buğday ya da kepekli makarna, kepekli pirinç gibi ürünler tüketilmelidir. Şeker ve şekerli yiyecekler, hamur işleri, beyaz ekmek, pirinç, patates gibi yüksek glisemik indeksli besinlerden uzak durulmalıdır. Bunun dışında sebze ve meyveler, kurubaklagiller, düşük yağlı süt ve süt ürünleri diyabetliler için uygun karbonhidrat kaynaklarıdır.
- Meyve suyu yerine meyvenin kendisi kabuğuyla birlikte tüketilmelidir. Günlük enerjinin %15-20’si proteinden gelmelidir. Şeker hastalığına bağlı böbreklerde bir problem oluşmuşsa protein miktarı azaltılmalıdır. Kırmızı et ya da beyaz et yağsız tercih edilmeli; sucuk, salam, sosis gibi şarküteri ürünleri ve sakatat tüketilmemelidir. Diyabetli kişiler için günlük yağ alımı enerjinin %30’unu geçmeyecek şekilde olmalıdır.
- Doymuş yağ yerine doymamış yağlar olan sıvı yağlar (zeytinyağı, ayçiçek yağı gibi) kullanılmalı, omega-3 kaynağı balık ve deniz ürünlerine haftada 2-3 porsiyon yer verilmelidir. Kuyruk yağı, iç yağı, margarin, tereyağı gibi katı yağlardan uzak durulmalıdır. Yağda kızartma ve kavurmalardan beslenmede olmamalı, haşlama ve fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir.
Anne sütü yeni doğmuş bir bebeğin büyümesi ve beyin gelişiminin sağlanabilmesi için gereken tüm besin öğelerini içeriyor, bu nedenle “mucizevi besin” olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla emzirme sürecinde özel veya farklı gıdalar yemek gerekmiyor. “Emzirme döneminde 4 yapraklı yonca modeli olarak tanımlanan et, süt, sebze, meyve ve tahılları içeren dengeli bir beslenme programı uygulaması yeterlidir” diyen Uzman Diyetisyen Çisem Gündüz Gizir, sütü az gelenlere tavsiyelerde bulundu.
Kadınlar için hayatının en özel dönemlerinden biri olan hamilelik sürecinin mutlu sonla tamamlanmasının ardından sağlıklı bir insan yetiştirmenin sorumluluğu başlıyor. Bunun ilk aşaması da beslenme ihtiyacının karşılanması oluyor. Daha önce bu süreci yaşamış bile olsa tüm anneler için doğumun hemen ardından gelen en belirgin kaygı “Çocuğum yeterince besleniyor mu?” oluyor. Konuyla ilgili çevredeki hemen herkesin ayrı bir fikrinin olması da kafaların iyice karışmasına yol açıyor. Bebeğin sağlıklı olması için annenin sağlıklı beslenmesi gerektiğine vurgu yapan Uzman Diyetisyen Çisem Gündüz Gizir, “Emzirme döneminde hızlı kilo vermeyi vaat eden şok diyetler uygulamak yapılmaması gerekenler listesinin ilk sıralarında yer alıyor. Bu dönemde annenin yeterli ve dengeli beslenmesi zaten kilo kontrolü sağlıyor” şeklinde konuştu.
Uzman Diyetisyen Çisem Gündüz Gizir, emziren anneler “Sütüm yetiyor mu endişesine kapılmamak için nasıl bir beslenme düzeni takip etmeli?” sorusuna işe şu şekilde yanıt verdi:
“Emzirme sürecinde et, süt, sebze, meyve ve tahılları içeren dengeli bir beslenme programı uygulamak yeterli. Bununla birlikte anne sütünü artıran en önemli faktörlerden biri emzirebilmek olduğu için bebeğiniz her istediğinde emzirmeniz gerekiyor. Bu dönemde annelerin ekstra vitamin veya mineral takviyesini doktorlarına sormadan kullanmamaları gerektiğini de tekrardan hatırlatalım.”
A vitamininden zengin gıdalar tüketin: Sütün kalitesini yükseltmek ve laktasyonu (süt salınımı) artırmak için A vitamininden zengin yumurta, havuç, yeşil yapraklı sebzeler ve kayısıya beslenme programınızda yer ayırın. Özellikle havuç ve yeşil yapraklı sebzeler kolay atıştırmalıklar olduğu için kilo kontrolüne de yardım ediyor.
Süt ve yoğurdu ihmal etmeyin: Hem hamilelik hem de emzirme sürecinde kaybedilen kalsiyumunun yerine konabilmesi gerekiyor. Bunun için, süt, yoğurt, kefir, ayran gibi kalsiyumdan zengin besinleri her gün tüketmeye özen gösterin.
Yaşamın ilk yıllarında bebeğe inek sütü verilmesinin bebeğin zihinsel ve bedensel gelişimini de olumsuz yönde etkilediğinin altını çizen Öztürk, bunun sonucunda bebekte gelişim geriliği ve kansızlık görülebileceğini belirtti.
“Bir yaşından önce bebeklere inek sütü verilmemelidir” uyarısında bulunan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr Candan Ferai Öztürk, bu durumun nedenlerini şu şekilde sıraladı:
• İnek sütünde alerji riski fazladır. Erken dönemde inek sütü içen bebeklerde saman nezlesi, astım gibi alerjik hastalıklar görülebilir.
• İnek sütünün hazmı bebekler için oldukça zordur. İlk bir yıl içerisinde inek sütü ile beslenen bebeklerde alerji ve solunum yolu hastalıkları gibi çeşitli rahatsızlıklar görülebilir. Bebeğinizin sindirim sistemi hazır olduğunda ise inek sütü oldukça yararlı bir yardımcıya dönüşür.
• En güzel kalsiyum kaynağı anne sütüdür. İnek sütünden alınan kalsiyum bebeğin ihtiyacını karşılamaz.
• İnek sütündeki aşırı protein ve mineral henüz olgunlaşmamış bebeğin böbreklerini zorlar.
• Bir yaşından önce inek sütü içen bebeklerde bağırsak içi kanamalar görülebilir. Bu da bebekte kansızlık yani anemiye yol açar.
• İnek sütü bebeğin vitamin ihtiyacını karşılamaz, bu da gelişim geriliğine ve büyümede yavaşlamaya neden olur.
• İnek sütünde iyot ve çinko oldukça azdır. Bu nedenle bebeğin zihinsel gelişimi olumsuz etkilenir.
• İnek sütünde D vitamini oldukça az olduğundan bebeğin zihinsel gelişimi bu durumdan olumsuz yönde etkilenebilir.
• Bir yaşından sonra çocuklar günlük 2-3 bardak süte ihtiyaç duyar. Bazı çocuklara süt içirmek zor olabilir. Bu gibi durumlarda aromalı sütler tercih edilebilir. Ayrıca sütle hazırlanan tatlı ve pudingler bebeğe yedirilebilir, bebeğin çorbası da sütle hazırlanabilir.
“Çocukluk döneminde görülen en sık gıda alerjisi türlerinden biri inek sütü alerjisidir” diyen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr Candan Ferai Öztürk, ebeveynlere şu hatırlatmalarda bulundu:
• Bir yaşından küçük bebekler genellikle anne sütü ile beslenir ancak inek sütü alerjisi kimi zaman bu dönemde de görülür. Bunun nedeni annenin inek sütüyle beslenmesinden dolayı buradaki proteinlerin bebeğe geçmesi ya da bebeğe verilen bazı gıdalarda inek sütü kullanılmasıdır.
• Bir yaşından büyük çocuklarda ise inek sütü tüketmeye başladıklarından itibaren alerji görülebilir. Bu durum çoğunlukla 2-3 yaşlarında sona erer.
• Kusma, ishal, karın ağrısı, nefes almakta zorluk ve öksürük, inek sütü alerjisinin belirtilerindendir.
• İnek sütü alerjisi bulunduğu takdirde, bebeğin beslenmesinden inek sütü çıkarılmalıdır. Bebek anne sütüyle besleniyorsa, annenin de beslenmesinden inek sütünün çıkarılması yeterli olacaktır.
HÜRRİYET AİLE ÖZEL
Yaşamın ilk yıllarında bebeğe inek sütü verilmesinin bebeğin zihinsel ve bedensel gelişimini de olumsuz yönde etkilediğinin altını çizen Öztürk, bunun sonucunda bebekte gelişim geriliği ve kansızlık görülebileceğini belirtti.
“Bir yaşından önce bebeklere inek sütü verilmemelidir” uyarısında bulunan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr Candan Ferai Öztürk, bu durumun nedenlerini şu şekilde sıraladı:
• İnek sütünde alerji riski fazladır. Erken dönemde inek sütü içen bebeklerde saman nezlesi, astım gibi alerjik hastalıklar görülebilir.
• İnek sütünün hazmı bebekler için oldukça zordur. İlk bir yıl içerisinde inek sütü ile beslenen bebeklerde alerji ve solunum yolu hastalıkları gibi çeşitli rahatsızlıklar görülebilir. Bebeğinizin sindirim sistemi hazır olduğunda ise inek sütü oldukça yararlı bir yardımcıya dönüşür.
• En güzel kalsiyum kaynağı anne sütüdür. İnek sütünden alınan kalsiyum bebeğin ihtiyacını karşılamaz.
• İnek sütündeki aşırı protein ve mineral henüz olgunlaşmamış bebeğin böbreklerini zorlar.
Doğa Rutkay’ı hep merhametli ve iyiliksever kişiliğiyle tanıdık. Ünlü oyuncu geçtiğimiz günlerde yaptığı hareketle bu yönünü bir kez daha bize göstermiş oldu.
Sosyal medyada örnek bir davranışta bulunan Rutkay, 30 Ekim’deki doğum gününde hediye yerine Serebral Palsy’li çocuklar için bağış yapılmasını istedi.
Serebral Palsi (SP), çocuklarda en sık rastlanan fiziksel engellilik türü… Dünya üzerinde binlerce çocuk bu hastalıkla mücadele ediyor. SP, vücut hareketlerini ve dengeyi kalıcı olarak etkiliyor. Pek çok anne baba hastalık konusunda uğraş veriyor.
İşte bu kampanyayla birlikte toplanan para aileleri maddi zorluk yaşayan Serebral Palsy'li çocukların rehabilitasyon ve özel eğitim masrafları için harcanacak.
Sosyal medyadan kampanyayla ilgili destek çağrısı yapan Rutkay, kişisel Instagram hesabından şu mesajı paylaştı:
“Merhaba sevgili dostlarım, arkadaşlarım, ailem ve takipçilerim. 30 Ekim benim doğum günüm. Biliyorum ki, sizler bana doğum günümde hediyeler yollamak istiyorsunuz. Çiçekler göndereceksiniz biliyorum, ama ben bu sene farklı bir şey yapmak istiyorum. Cerabral Palsy’li bebeklerimiz, çocuklarımız ve kardeşlerimiz için bir el uzatmak istiyorum. Bağışta bulunarak bana dünyanın en güzel hediyesini verebilirsiniz. Bu konuya, duyarlı olduğunuza eminim. Lütfen, siz de benimle dayanışma içinde olun ve bu doğum günümün çok daha anlamlı olmasına vesile olun. Şimdiden teşekkür ediyorum ve sizi seviyorum.”
Gülen yüzleri çoğaltmak için sosyal sorumluluklarını unutmayan ünlü oyuncu daha önce de çeşitli projelerde yer almış. İkizlerini geçtiğimiz yıl kucağına alan Rutkay, başlattığı kampanya ile ilgili yaptığı açıklamada bize şunları söylüyor:
Ek gıdaya ne zaman ve nasıl başlanmalı? Örnek menü nasıl hazırlanmalı? Ek gıdaya geçiş sürecinde bebekler nasıl beslenmeli? Annelerin aklına takılan soruların yanıtını Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Candan Ferai Öztürk verdi, bu dönemde yapılan yanlışları sıraladı.
“Bebeğinizin doğumdan iki yaşına kadar geçen dönemi; zihinsel, fiziksel ve biyolojik gelişimi açısından büyük önem taşır. Bu gelişim sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasında da beslenme önemli rol oynar” diyen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Candan Ferai Öztürk, anne sütünün önemine vurgu yaparak ek gıdaya geçişle ilgili şöyle konuştu:
“2 yaşına gelene kadar bebeğinizin temel besini anne sütüdür. Anne sütü, mucizevi içeriği sayesinde bebeğinizin tüm besin ihtiyaçlarını karşılar. Özellikle ilk 6 ay boyunca bebeğin büyüme ve gelişimi için gereken ihtiyacın yüzde yüzü anne sütü tarafından karşılanır. Ancak 6. aydan sonra bu oran azalarak devam eder ve ortalama 2 yıl boyunca bebek beslenmesinde anne sütü önemini korur. Bizim özellikle 6. aydan sonra ek gıdaya başlamamızın esas nedeni budur. Ek gıdaya geçmek demek, bebeği ek gıda ile doyurmak demek değildir. Ek gıdaya geçişin amacı bebeği farklı tatlarla tanıştırmak ve öğünleri ayarlamaktır. O yüzden ek gıdaya az miktarlarla başlayın, sonrasında yavaş yavaş arttırın.”
Yapılan en büyük yanlışın meyve ile ek gıdaya başlamak olduğunu söyleyen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Candan Ferai Öztürk, ek gıdaya geçiş süreciyle ilgili önemli tavsiyelerde bulundu:
- Ek gıdaya başladığınızda günde bir öğün, tek çeşit ve en fazla 4-5 kaşıkla (bebek kaşığı) başlayın. Artırımları ve eklemeleri haftalık yapmaya dikkat edin.
- Ek gıdaya başlanmasıyla birlikte her öğün sonrası 1-2 kaşık su verilmesi sindirime yardımcı olacağı ve kabızlığı önleyeceği için önemlidir.
- Son zamanlarda yapılan en büyük yanlış, meyve ile ek gıdaya başlamaktır. Oysa ek gıdaya geçişi sebze ve yoğurtla yapmak gerekir.
Sevimli dostlarımız bize emanet… Onları koruma noktasında bize önemli görevler düşüyor. Hatta bu görevleri çocuklarımıza da aktarmalı, hayvan sevgisini onlara da kazandırmalıyız. 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle, hayvan sevgisinin çocukların gelişimine olan katkılarını ve ailelere konuyla ilgili tavsiyelerini Psikolog Sena Sivri’den öğrendik.
Çocuklar ve hayvanlar arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulmasında anne babaların payının büyük olduğunu belirten Psikolog Sena Sivri, çocuklara hayvan sevgisini aşılamak için önerilerini sıraladı:
- Çocuklara küçük yaşlardan itibaren hayvanlarla ilgili kitaplar okunmalı, filmler seyrettirilmeli.
- Ebeveynler çocukları hayvanlardan uzak tutmamalı, onları gözlemleyip tanıyabileceği yerlere götürmeli.
- Herhangi bir hayvana karşı korkusu olan anne babaların çocuklarında da benzer korkular ortaya çıkabilir. Bu nedenle ebeveynin buradaki korkusunu çocuğuna yansıtmaması en önemli nokta.
- Aynı zamanda çocuğun bir hayvan tarafından tırmalanması gibi bir durumda çok aşırı tepkiler vermemek de bir o kadar mühim.
- Anne babalar çocuklara hayvanların sevinip üzülebilen, acı çekebilen, hastalanabilen, sevgiyi hissedip bağ kurabilen canlılar olduklarını anlatmalı. Böylece çocuklar hayvanlardan korkmaz ve onlara sevgi besler.