Melike Karakartal

Duygusal öğrenme

15 Haziran 2013
Balık hafızalıyız deriz ya hep. Depremi bile unuttuk.

Başımıza ne gelse “Bu kafayla bizden adam olmaz, yine unuturuz” dedik, durduk.
Doğru, deprem sonrasında bilinçli veya bilinçsiz olarak, hayatımızı “bize bir şey olmaz” düsturuyla yaşamayı tercih ettik.
Peki... Depremi bile unutan Türkiye, bu hafta yaşananları da unutacak mı dersiniz? Bu defa ne olacak? Gelin, bugün bunu konuşalım.
Ne der psikologlar; “en iyi öğrenme yolu duygusal öğrenmedir...”Hayatımızın sonuna kadar aklımızda, kalbimizde taşıyacağımız hisleri, değerleri ancak “duygusal öğrenme” ile kazanırız.
Bir başka deyişle, en iyi öğretmen duygulardır. Depremde duygusal öğrenme süreci, yoğun ama kısaydı.
Yaşanan dramın gerçek boyutlarını asla bilemedik.
Yerinde görmeyenler ve dramı yaşamayanlar, olanları “özet” olarak TV’den izledi.

Yazının Devamını Oku

Geçti o günler canım... Geçti

13 Haziran 2013
11 Haziran’ı 12 Haziran’a bağlayan gece, dünya Türkiye'ye kilitlendi.

Tarafsız haber aktaran yayın kuruluşu, olayları saatlerce, kesintisiz İstanbul’dan canlı görüntüler vererek ve meydanda bulunan muhabirleriyle bağlantı kurarak aktaran CNN International idi.
Meydanda olmayanlar, doğrudan oradaki vaziyeti nefes almadan izledi.

***

O esnada, gün içinde Gezi’ye müdahale olmayacağını söyleyen Vali Mutlu’nun sözüne güvenerek yerlerinden kımıldamayan ve meydandaki şiddetle ilgileri bulunmayan barışçıl eylemciler, parkta anayasal haklarını kullanmayı sürdürmektelerdi.
Vali’nin “Müdahale olmayacak” demesine, yani devletin sözüne güvenmiş vatandaş, çoluk çocuk, yaşlı genç meydana aktı.
İşten çıkan vatandaş, kendini Taksim’e attı.

Yazının Devamını Oku

Düşünceler... Düşünceler...

12 Haziran 2013
Cahile laf anlatmaya çalışmak ne fenadır...

Tam lafa başlarsın, cümleni anlayabilmesi için parantez açmak zorunda kalırsın. Sonra o parantezin içinde bir parantez... Bir parantez daha... Sonunda “dünya gaz ve toz bulutuydu” noktasına kadar geriye gitmen gerektiğini fark edersin ki, bu da imkansız... Omuzların çöker... Çaresiz hissedersin...

Bir insanın kurduğu herhangi bir cümleyi dinlemeden, anlamadan, konuştuğu konuyla ilgili herhangi bir fikri olmadan “HÖEÖEÖE” diye bağırarak alkışlamak, kendini paralamak nasıl bir ruh halidir... Bir insanın söylediklerine katılmakla siyasette “groupie” olmanın arasındaki çizgi nerede başlamaktadır?
Bittiği bir yer var mıdır? Bu anlayış, içerisinde milleti temsil etme becerisi barındırmakta mıdır?
Seçmene oynamak, onlara “ama orada şiddet vardı, müdahale haklıydı” dedirtmek ve en baştan beri yapılan orantısız müdahaleyi meşrulaştırmak için tiyatro oyununa başvurulmasını izlemenin, yarattığı “Ah be, ah!” hissiyle ne yapılır?
En yakın arkadaşının sana oyun oynadığını izlemek gibi... Tam “oh, ne güzel de çalışıyoruz, kardeş kardeş” derken iş arkadaşının sana hazırladığı tezgahın ortasında kalmak gibi...
Dün sabah dört bir koldan yayın yapanlar, gencecik insanlar durduk yere tazyikli suları yerken, gaz bombalarıyla gözleri yaşarırken neredeydi? Geceleri rahat uyuyorlar mı? Kritik kararlar verirken vicdanları sızlıyor mu? Hakikaten soruyorum bak.

Yazının Devamını Oku

Hey dostum!

11 Haziran 2013
Avazın çıktığı kadar bağırıyorsun. İnsanlarına, halkına, masadan, sandalyeden bahseder gibi “bunlar” diyorsun.
Aba altından sopa göstererek değil, açıkça tehdit ediyorsun.
Sana sesini duyurmak için toplanmış halka kulaklarını tıkayıp, ülkende olanları bir avuç vandalın yaptıklarından hareket ederek değerlendiriyorsun.
Halka karşı halk topluyorsun.
Kendi kendine, bak tekrar söylüyorum, sana seslerini duyurmak için KENDİ KENDİLERİNE bir araya gelmiş insanların karşısına, sana inanan kitleyi evlerinden çağırarak topluyorsun.
Sözlerinle nefret dolmalarını sağlıyor, nefret suçu işliyorsun.
Kendi halkını ikiye bölüyor, “milyonların karşısına milyonlarla çıkarım” diyorsun. “Kısasa kısas” yapıyorsun. Sorunu çözmüyor, üstüne yeni sorunlar üretiyorsun.
Seni göreve getiren insanların, devlet eliyle kalbini kırıyorsun. Haklarını ellerinden alıyorsun. Görevini kötüye kullanıyorsun.
Kendi halkın sesini yükseltir, demokratik haklarını kullanırken, orantısız şiddetle kullanmakla kalmayıp, şiddetin kaynağını halkınmış gibi gösteriyorsun.
Bunu meydanlarda söyleyip, topladığın insanlara “Polise uzanan eller kırılsın” diye tezahürat yaptırıyorsun.
Kanun dışı davranmadıkları halde, kendi halkını kanunsuz ilan ederek, yine görevinin sana verdiği alanı kullanarak devlet adına direnç gösteriyorsun.
Devlet insanlar için var dostum.
Gezi’de ne olduğunu bilmeyen bir kitleyi, söylediğin her cümlenin sonunda tezahürat edecekleri şekilde “ayarlamak” da kolay.
Ama gerisi kolay değil dostum. Sene 1960 olsa anlayacağım da, 2013’teyiz, 2013. Olaylara şahit olan bir çift göz, “senin lafına karşı benim lafım” değil.
Bir çift sararmış belgeye, iki solmuş siyah beyaz fotoğrafa, senin “verilmesini uygun gördüğün kadar” vereceğin habere tabi değiliz.
Twitter haber ajansı çalışıyor. Sosyal medya dört bir koldan çalışıyor.
Parmağını salladıkların haberlerde sana olan organize “sevgi selini” gösterebiliyor ancak dünyanın dört bir yanından gelen, dünyanın en güçlü medya organları, bizzat meydanlarda olan muhabirleriyle Türkiye’de olanları etraflıca haberleştiriyor.
Nereye baksan akıllı cep telefonlarıyla çekilen görüntüler, fotoğraflar, videolar...
Ne oluyor biliyor musun? “Camide içki içtiler” diyorsun, şaaak, o gece orada ne olduğunu gösteren video.
Teknoloji böyle bir şey işte dostum.
Sevgili dostum. Artık danışmanların mı taraflı bilgi veriyor, yoksa kendi körlüğün mü...
Bu agresifliğin seçim planının bir parçası mı veya bilmediğimiz başka bir gizli gündemin mi var, hakikaten bilmiyorum.
Şunu biliyorum: Yanlış yapıyorsun. Kendi halkını görmezden gelerek, seçmeninle “bunlar” dediğin insanlarını ayırarak, bir de üstüne her iki “taraf”ı doldurarak yanlış yapıyorsun.
Seçmenini bir köşeye, sana sesini duyurmak isteyenleri öbür köşeye çekiyor, resmen “girin birbirinize” çağrısı yapıyorsun.
Topladığın kalabalıkları “Bırak gidelim, Taksim’i ezelim” diye bağırtıyorsun.
Bak dostum... Bizim kelleyle, şiddetle, vandallıkla, terörle işimiz olmaz. Okumuş çocuklarız vesselam.
Bizim dilimiz güzellikle konuşmaktır, birbirini anlamaktır, birbirlerinin tercihlerine ve hayatlarını yaşama biçimlerine saygı göstermektir. Güzel ülkemizde barışla yaşamaktır.
Anlatabiliyor muyum?
Bak, çok açık konuşuyorum. Kulak ver, derdimi anla istiyorum.
Peki sen...
Krizi yönetmesi gereken, ülkenin başındaki adam senken,
Üstelik çözüm üretebilecek TEK kişiyken,
Allah aşkına söyle,
Niçin bunu yapıyorsun?
Yazının Devamını Oku

Bir konuşmanın ardından...

8 Haziran 2013
Son bir haftadır, Taksim Meydanı’nda üç ağaçla başlayıp, temel hak ve özgürlükleri için sesini yükselten halkın direnişine dönüşen bir hareketi konuşuyoruz.

Onunla yatıp, onunla kalkıyoruz...
Uyumuyoruz, uyursak “bir şeyler kaçacakmış gibi” hissediyoruz...
Bir haftanın sonunda gelinen yer, umut vericiydi. Sabrı taşmış özgür, modern, düşünen insanların bahanesi oldu “üç ağaç”...
Demokratik hakkını kullanan halkın hareketinin içine şiddet karıştıranlara rağmen umut taşıyordu bundan sadece bir ay önce “bizden bir halt olmaz” diyenler bile.
Peki şimdi...
7 Haziran günü sabaha karşı duyduğum “seçim otobüsü konuşması”nda “onlar” ve “bizler” edebiyatının yerli yerinde durduğu gördükten...
Toplanmış koca bir kalabalığın “Yol ver gideriz, Taksim’i ezeriz” bağırışlarından sonra ne düşünmem gerektiğini bilemiyorum.

Yazının Devamını Oku

Ne güzelsin sen Türkiye

7 Haziran 2013
Ağzını açana “provokatör” denilen şu günlerde artık iyi yönlere bakmak lazım, öyle değil mi sevgili gözbebekleri çiçek şeklini almış Habitus okuru.

Müsaadenizle bir kişiye teşekkür ederek başlamak isterim bu yazıya.
Bizlere artık yok olduğunu sandığımız bir dünyayı; haklarına sahip çıkan ve sorumlu bir neslin varlığını gösterdiği için, tüm kalbimle teşekkür etmek isterim ona.
O her nasıl -herhalde saygısından- “Atatürk” diyemiyor bir türlü, ben de onun adını telaffuz etmeyeceğim.

* * *

Düşünüyorum, bu hareketin bir “başı” olmadığına yöneticilerimizi niye inandıramıyoruz? Hayatı siyaset yapmakla geçmişlere, “ideoloji de ideoloji” diyenlere “bu başka bir şey”i anlatamıyoruz?
Bit yeniği aramayı bırakmalı:
Bugün, eski yöntemlerle bağı bulunmayan, hakkını barışçıl yollarla ararken şiddetle bastırıldığında tepkisini korkusuzca ortaya koyan, sindirilmesi mümkün olmayan, anlaşıldığını düşünmedikçe de susmayacak bir nesilden bahsediyoruz.Peki ne öğrendik bu süreç içinde?

Yazının Devamını Oku

“Öteki” dediğiniz, halkın ta kendisi!

4 Haziran 2013
Bütün ülke dediğimiz şey, baktığı yere göre değişiyor galiba insanın...

Kimisi için milyonlar, kimisi için “kaymak tabaka”, “marjinal”, “muhalefet yanlısı” olarak itham edilen “üç beş” kişi. Bu yazıyı yazmaya başladığımda başta İstanbul olmak üzere bütün ülke sokaktaydı.
Binlerce insan sokakta, meydanlarda... Sokağa çıkamayanlar evinin camında...
Tencere, tavalara vuruyorlar, alkış tutuyorlar, bağırıyorlar... Öyle yüksek çıkıyor ki sesleri...
Anlatmak istedikleri var.
Dinlenmemekten, kendilerini cenderede hissetmekten usanmışlar...
Eylemci, bir avuç çapulcu, bir grup marjinal değil onlar üstelik, halkın ta kendisi... Demokratik haklarını arıyorlar.
Taş olsa yumuşar karşısında. Kulaklarını açar, “Ne istiyorlar acaba” diye dinler değil mi?

Yazının Devamını Oku

Bunları da unutacak mıyız...

1 Haziran 2013
Halkı korumakla yükümlü polisin, elinde silahı olmayan sivil halka tazyikli su sıkmasını, biber gazına bulamasını...

Kabahati Gezi Parkı’nın yok edilmesini protesto etmek olan vatandaşların hayatlarını tehlike altına sokmasını...
Kadını, erkeği, çocuğu, astımlısı, hastası bir yana, sokakta olanlardan bihaber dolanan zavallı bir sokak köpeğinin bile biber gazını tatmasını...
“Gaza ihtiyaçları var demek ki” diyen milletvekilini...
Kol kola yaşayacakken, polisi halka, halkı polise düşman kesilecek vaziyete getirenleri...
“Biz yaşam tarzına müdahale etmiyoruz”dan sonra söylenen “Git evinde iç” cümlesi ile oluşan dev paradoksu...
Twitter’da Fazıl Say’a edilen küfürleri... Her zamanki gibi bu yaşananları da unutup, yarın hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edecek miyiz?

“Bireysel konformizm” işte böyle bir şey

Taksim’de adeta savaş yaşanıyorken,

Yazının Devamını Oku