Paylaş
Kabahati Gezi Parkı’nın yok edilmesini protesto etmek olan vatandaşların hayatlarını tehlike altına sokmasını...
Kadını, erkeği, çocuğu, astımlısı, hastası bir yana, sokakta olanlardan bihaber dolanan zavallı bir sokak köpeğinin bile biber gazını tatmasını...
“Gaza ihtiyaçları var demek ki” diyen milletvekilini...
Kol kola yaşayacakken, polisi halka, halkı polise düşman kesilecek vaziyete getirenleri...
“Biz yaşam tarzına müdahale etmiyoruz”dan sonra söylenen “Git evinde iç” cümlesi ile oluşan dev paradoksu...
Twitter’da Fazıl Say’a edilen küfürleri... Her zamanki gibi bu yaşananları da unutup, yarın hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edecek miyiz?
“Bireysel konformizm” işte böyle bir şey
Taksim’de adeta savaş yaşanıyorken, Twitter bir haber ajansı ve haberleşme-yardımlaşma platformu haline döndü.
Sular sakinken neşeli Tweet’leriyle, kendilerine gelen övgüleri RT’lemeleriyle, albüm-klip-şarkı-konser haberleriyle neşe saçan ünlü “star”larımız derin bir sessizliğe gömüldü.
Korku kültürünün ne denli derinlere yayıldığını, bireysel konforun nasıl da en büyük kaygı konusu olduğunu gösterdiler bize.
“Korku salma” sistemiyle paranın tek efendi olduğu bir dönemde, bir destekleri pek çok şey değiştirecek olan, milyonlarca hayranı olan “star”lar hareketsiz kalmayı tercih etti.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” şekil değiştirdi, eşsiz bir duyarsızlıkla “hem bana dokunmasın, yaşayıp yaşamaması da pek umurumda değil açıkçası”na dönüştü, adı “Bireysel konformizm” oldu.
Destek verirlerse belki önlerine taş koyan olurdu, onları konser vermek için davet etmeyecek birileri olurdu, “ekmek”leriyle oynayan olurdu...
O nedenle şatolarına sığınıp, kepenkleri kapayıp, uyumayı tercih ettiler.
Uyumadan önce, uyandıklarında ülkenin sakinleşmiş olmasını dilediler...
Paylaş