İnsanlarına, halkına, masadan, sandalyeden bahseder gibi “bunlar” diyorsun. Aba altından sopa göstererek değil, açıkça tehdit ediyorsun. Sana sesini duyurmak için toplanmış halka kulaklarını tıkayıp, ülkende olanları bir avuç vandalın yaptıklarından hareket ederek değerlendiriyorsun. Halka karşı halk topluyorsun. Kendi kendine, bak tekrar söylüyorum, sana seslerini duyurmak için KENDİ KENDİLERİNE bir araya gelmiş insanların karşısına, sana inanan kitleyi evlerinden çağırarak topluyorsun. Sözlerinle nefret dolmalarını sağlıyor, nefret suçu işliyorsun. Kendi halkını ikiye bölüyor, “milyonların karşısına milyonlarla çıkarım” diyorsun. “Kısasa kısas” yapıyorsun. Sorunu çözmüyor, üstüne yeni sorunlar üretiyorsun. Seni göreve getiren insanların, devlet eliyle kalbini kırıyorsun. Haklarını ellerinden alıyorsun. Görevini kötüye kullanıyorsun. Kendi halkın sesini yükseltir, demokratik haklarını kullanırken, orantısız şiddetle kullanmakla kalmayıp, şiddetin kaynağını halkınmış gibi gösteriyorsun. Bunu meydanlarda söyleyip, topladığın insanlara “Polise uzanan eller kırılsın” diye tezahürat yaptırıyorsun. Kanun dışı davranmadıkları halde, kendi halkını kanunsuz ilan ederek, yine görevinin sana verdiği alanı kullanarak devlet adına direnç gösteriyorsun. Devlet insanlar için var dostum. Gezi’de ne olduğunu bilmeyen bir kitleyi, söylediğin her cümlenin sonunda tezahürat edecekleri şekilde “ayarlamak” da kolay. Ama gerisi kolay değil dostum. Sene 1960 olsa anlayacağım da, 2013’teyiz, 2013. Olaylara şahit olan bir çift göz, “senin lafına karşı benim lafım” değil. Bir çift sararmış belgeye, iki solmuş siyah beyaz fotoğrafa, senin “verilmesini uygun gördüğün kadar” vereceğin habere tabi değiliz. Twitter haber ajansı çalışıyor. Sosyal medya dört bir koldan çalışıyor. Parmağını salladıkların haberlerde sana olan organize “sevgi selini” gösterebiliyor ancak dünyanın dört bir yanından gelen, dünyanın en güçlü medya organları, bizzat meydanlarda olan muhabirleriyle Türkiye’de olanları etraflıca haberleştiriyor. Nereye baksan akıllı cep telefonlarıyla çekilen görüntüler, fotoğraflar, videolar... Ne oluyor biliyor musun? “Camide içki içtiler” diyorsun, şaaak, o gece orada ne olduğunu gösteren video. Teknoloji böyle bir şey işte dostum. Sevgili dostum. Artık danışmanların mı taraflı bilgi veriyor, yoksa kendi körlüğün mü... Bu agresifliğin seçim planının bir parçası mı veya bilmediğimiz başka bir gizli gündemin mi var, hakikaten bilmiyorum. Şunu biliyorum: Yanlış yapıyorsun. Kendi halkını görmezden gelerek, seçmeninle “bunlar” dediğin insanlarını ayırarak, bir de üstüne her iki “taraf”ı doldurarak yanlış yapıyorsun. Seçmenini bir köşeye, sana sesini duyurmak isteyenleri öbür köşeye çekiyor, resmen “girin birbirinize” çağrısı yapıyorsun. Topladığın kalabalıkları “Bırak gidelim, Taksim’i ezelim” diye bağırtıyorsun. Bak dostum... Bizim kelleyle, şiddetle, vandallıkla, terörle işimiz olmaz. Okumuş çocuklarız vesselam. Bizim dilimiz güzellikle konuşmaktır, birbirini anlamaktır, birbirlerinin tercihlerine ve hayatlarını yaşama biçimlerine saygı göstermektir. Güzel ülkemizde barışla yaşamaktır. Anlatabiliyor muyum? Bak, çok açık konuşuyorum. Kulak ver, derdimi anla istiyorum. Peki sen... Krizi yönetmesi gereken, ülkenin başındaki adam senken, Üstelik çözüm üretebilecek TEK kişiyken, Allah aşkına söyle, Niçin bunu yapıyorsun?