Paylaş
Onunla yatıp, onunla kalkıyoruz...
Uyumuyoruz, uyursak “bir şeyler kaçacakmış gibi” hissediyoruz...
Bir haftanın sonunda gelinen yer, umut vericiydi. Sabrı taşmış özgür, modern, düşünen insanların bahanesi oldu “üç ağaç”...
Demokratik hakkını kullanan halkın hareketinin içine şiddet karıştıranlara rağmen umut taşıyordu bundan sadece bir ay önce “bizden bir halt olmaz” diyenler bile.
Peki şimdi...
7 Haziran günü sabaha karşı duyduğum “seçim otobüsü konuşması”nda “onlar” ve “bizler” edebiyatının yerli yerinde durduğu gördükten...
Toplanmış koca bir kalabalığın “Yol ver gideriz, Taksim’i ezeriz” bağırışlarından sonra ne düşünmem gerektiğini bilemiyorum.
Koca bir halkın “duy sesimizi” direnişini bir kenara bırakıp vandallara, düşmanlık yaratanlara odaklanmak ve olanlara son derece sert bir dille pabuç bırakmayacağını ifade etmek...
Ülkesinde kendi haklarının korunduğunu bilerek yaşamak isteyen kalabalıkların kalbine bir kere daha indirmek...
Üzgünüm muhterem çapulcu Habitus okuru.
Çok üzgünüm.
Bir yandan meydanlara dökülen insanlara bir türlü yapamadığı empatiyi kendisine yapmak istiyorum.
Kendisi son bir haftadır bizim gibi Twitter’la yatıp Twitter’la kalkmıyor, meydanlara gidip insanları gözlemlemiyor ya hani...
Birileri ona anlatıyor, gösteriyor olanları...
Memlekette olanları aktaran çalışanları, taraflı ve “bilmesi gerektiği kadar”ını söylüyor olmalı...
Ona olanları aktaranlar, “bu birilerinin işi olmalı” perspektifiyle “filtreleyerek” anlatıyor olmalı.
Hissedemiyor çünkü olanları. Görmüyor. Ona aktarıldığı kadarı, büyük resmi görmesine müsaade etmiyor.
Objektif bakamadıkça, meydanlara çıkan, hiçbir örgütle, siyasi partiyle ilgisi bulunmayan, kendi hak ve özgürlükleri için sesini yükselten gençleri görmedikçe, olanların sebebini anlamasına olanak yok...
İllegal olarak tarif ettiği bir hareketi, “devlete isteklerini kabul ettiremezler” hırsıyla, ilgisiz bir noktaya çekiyor.
Olanlar taraflı aktarılınca, üç-beş vandalın illegal hareketi, derdini medeni yollarla dile getiren bir kitlenin sesini bastırıyormuş gibi görünüyor.
Üslup sertleşiyor. Devlet baba, korku salan bir güç gibi, ondan sevgi ve şefkat bekleyenlerin üzerine çöküyor.
Bu sertlik memleketi kutuplara çekiyor.
Laf anlatmak, dinlemek, dinletmek olanaksızlaşıyor.
Yumuşamak, iletişim dilini “siz”den, “biz”den “hepimiz”e dönüştürmek varken...
Parmak sallayan despot baba-yaramaz çocuk iletişimi yerine “iki yetişkin” dilini benimsemek varken...
Gerginliği tırmandırmak niye?
“Yumuşamak”, “illegal harekete müsaade etmek, yenilmek” değil oysa ki...
Tekrar ve tekrar altını çizmek gerek.
Zaten hareket illegal değil.
Demokratik bir ülkeyi yönetenin halkına kulak vermesi, halkının bunu ondan istemesi ise hiç illegal değil.
“Demokraside çare tükenmez” derler ya.
Elbet bunun da içinden barış geçen vardır bir çaresi.
Paylaş