Olacakları buraya sıralasam, yazı dizisi yapmam gerekir.
Gelin, işin en rahatsız edici boyutunu konuşalım:
Dezenformasyon.
Malum, halihazırda birçok kaynaktan okuduğumuz, dinlediğimiz haber “filtresiz” değildi.
Şimdi ne olacak? Artık hangi konudan ne şekilde haber alacağımızı “Ne olur ne olmaz yayınlamayalım, patron kızar” zihniyeti değil, bildiğiniz devlet düzenleyecek.
Öyle hiç “Altyazılar kayıyor hâlâ” telefonlarına lüzum kalmayacak.
Mesela diyelim ki devletimizin başında bulunan kişilere göre, dünyanın yuvarlak olması, Türkiye’nin güçlü olmasını kıskanan bazı dış mihrakların uydurması.
Fakat parası yok. Türkiye’nin koşullarını biliyor.
Vaziyet malum, eğer aileden zengin değilsen, iktidarın politikasını desteklemiyorsan, hısım-akraba-tanıdık desteği yoksa, bir işe girer, üç kuruşa çalışır, bırak kiranı ödemeyi, kendini bile doyuramazsın.
Fakat içinde az “şark kurnazlığı vürüsü” varsa, işte o zaman Türkiye koşullarında şanslısın. Girersin o pek kuvvetli gruba... Eğer o grubun düşüncelerine yakınsan, grup senden “misyoner” gibi faydalanır, karşılık olarak cebini doldurmaya yardım eder.
“Hayatta kalma” vaadi vardır yani.
Aile kurman, çoluk çocuk edinip onlara bakabilmen, cebinde her zaman paran olduğunu bilmen için benzersiz bir sistemdir.
Zaten paralel düşünüyorsundur, aynı yolun yolcusu bellersin kendini...
Hem “manevi” olarak faydalanır hem de koruyanın, kollayanın olur.Eğer “Nasıl sayıca artıyorlar?” diye soruyorsanız, özeti bu. Gençlik kollarının, “genç beyin” avının anahtarı bu döngü.
Büyük kalp kırıklıklarına dayanabiliyorsun ama o küçücük olay vuruyor son darbeyi.
Geçen gün Kadıköy çarşısına inmişim, kasaba uğramışım, manavdan sebzemi meyvemi almışım, artık İstanbul’da zor bulunan bir kültüre bu kadar yaklaşabildiğim, havasını soluyabildiğim için mutlu mesut yürümekteyim.
Manavların bağırışlarını duyarak, baharat kokusunu içime çekerek kalabalık içinde ilerliyorum...
Sadece bu bağırışlar ve baharat kokusu bile yeter bir Kadıköylü’yü mutlu etmeye...
Petek’ten ekmeğimi alıyor, dümeni Moda Caddesi’ne doğru çeviriyorum. Saatçi Nezih Usta’ya uğrayacağım...
Burada sahne hep aynı: Nezih Usta’nın arkasında duran küçük radyodan her zamanki gibi Türk Sanat Müziği ezgileri geliyor.
Tik tak saat sesleri, dışarının buz gibi soğuğuna inat, sıcacık küçük dükkanda yankılanıyor.
Çok değil, bir sene önce “yok artık daha neler” diyeceğimiz, akıl sınırlarını zorlayan konuları bugün “gündem” diye tartışıyorken...
Şunlar olsa...
Benim hakkımı kim koruyacak?
Mesela:
- Seçim sonuçları iktidarın istediği gibi çıkmazsa, mutsuz olan politikacılarımız ve “patron” çıkıp “Ben bu seçimi tanımıyorum, bana oy vermeyeni de tanımıyorum” dese...
- Seçim günü yaklaşırken, yarış iyice kızışmışken, üstelik hazır strateji “toplum kutuplaştırma” iken “Bana oy vermeyen inançlı bir insan değildir. Bana oy vermeyen vatandaş, vatandaştan sayılmaz, çünkü vatan hainidir” dese...
- Sahte belgeyle hapiste tutulan insanlar varken... Müdahaleli fotoğraflarla toplum kafası bulandırma hali sürerken...
Henüz resmi açıklama yapılmadan dolaşan haberlerin yarattığı etkiye göre hareket planını belirleyen kişi-kurum-kuruluş çok.
Resmi açıklama yapılmadan önce gelen tepkileri değerlendirerek tornistan yapmak veya “Esasında konu bununla hiç ilgili değil, tamamen asparagas” demek ve birçok kişiyi buna inandırmak da gayet mümkün.
Mesela elmaya armut dediniz.
Elmaya armut dediğiniz ortaya çıktı ve sosyal medya “Vay efendim, elmaya armut demişler” diye çalkalanıyor.
Hoop, hemen “Yok öyle bir şey, bizim elmaya armut dememiz söz konusu değildir” diye açıklama yapıyorsun ve her şey “düzeliveriyor”.
Esasında tek gündemin elmanın armut olması ama sen “Elmaya armut der miyiz, haaaşaaaaa” deyince, ortaya çıkan ilk haber uydurma ve “birilerinin kötü niyeti” sayılıyor ve yaptığın resmi açıklamayı “tek doğru” olarak kabul etmemiz gerekiyor.
İşte o anda insanın ciğerine derin bir nefes çekerek “YEGYEEE” diyesi geliyor.TRT’nin açıklaması da tam olarak böyle bir hissiyat yaratıyor.
Sana söyleyecek bir iki sözüm var.
Bu sene gerçekleşecek kış olimpiyatlarında, “kadın” içeren buz pateni müsabakalarını yayınlayıp yayınlamamak konusunda kararsızlığa düştüğün için bence bu anlatacaklarımı dinlemelisin.
Neden biliyor musun?
Sen, benim de içinde bulunduğum neslin en güzel çocukluk anılarının bir parçasısın. Belki şimdiki yöneticilerinin geçmişlerinde, aile anılarında böyle görüntüler yoktur diye bahsetmek isterim o günlerden...
Dinlersen tabii...
Müsabakalar başladı mı, maaile kurulurduk salona. Ortadaki sehpa yana çekilir, sporcularla birlikte, evin küçük kızı da gösterisini yapmaya hazırlanırdı.
Her ailede/her salonda farklıydı vaziyet.
Ben hatırlıyorum. Bugünkü dertlerimle kıyaslandığında hayli kişisel ve gülünç kalıyor.
Bir de bugüne bakın:
-En sıradan, basit, gündemden uzak konuşma bile siyasete dönüyor.
-Politikayla, ülke meseleleriyle en alakasız adam bile nefes almadan gündemi konuşuyor. Politikadan bilinçli olarak uzak tutulmuş, modern Türkiye tarihi öğretilmeyen bir eğitim sisteminden geçmiş adamların bile gözlerinden ateş çıkıyor.
-“Gideceğim buralardan, yaşanmaz bu memlekette, medeniyet istiyorum” diyen o “sevilmeyen” yüzde 50, insanlığa yakışmayan tüm koşullara rağmen “burası benim ülkem, ne münasebet gidip başka ülkede yaşayıp mutluluk arayacakmışım” diye, kendine dayatılana karşı çıkıyor.
-Seçim zamanı oy vermek konusunda pek de istekli davranmayan, tatilini bozmayan herkes “Önce oyumuzu verelim, sonra bakarız plana programa” diyor.
Bir hafta hastalık ayrılığından sonra ilkokula yeni başlayacak çocuk heyecanıyla bilgisayarının başına geçen Melike onlayn mı?
Onlayn. O halde başlayalım.
Geçen hafta ne oldu? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam “Çocuk nikahlarının çoğu masumane” dedi.
Pedofilinin adına “çocuk gelin” demiş, işi normalleştirmiş insanların sayısının hiç de az olmadığı bir ülkede herhalde söylenecek en son söz buydu.
Düşünün, öyle bir ülke ki, böyle bir konuda dahi toplumsal hassasiyetler ve politika devreye giriyor. İslam, seçmenine “Siz, çocuklarınızı küçücük yaşta evlendiren çarpık zihniyetli insanlarsınız, öyle ki, bunu normalleştirmişsiniz ve farkında değilsiniz” diyemiyor. Vatandaşına “sen normal değilsin” diyen “kötü polis” olmak istemiyor.İstemiyor ama...
Seçmenine, ailelere, çocuklarını daha anne karnında evlendirme telaşına düşen ve bunu normal sayan bir kültürde “Bakın sayın vatandaş, bunun adı pedofilidir” demenin yumuşak bir yolu yok. Yumuşatmaya kalktığınızda da “Çocuk yaşta yapılan evliliklere masumane diyen bakan” oluveriyorsunuz.
Bu kadar derinlere işlemiş ve normalleşmiş bir sapkınlığın tekrar “anormal” kabul edilmesi için önümüzde uzun bir yol var. Yerleşik alışkanlıkları, davranışları değiştirmek zor. Dolayısıyla “Çocuk yaşta kızlarla yapılan evlilikler pedofilidir”i yerleştirmek de zor. Zor ama imkansız değil.