Paylaş
Bu ada, yaşanabilen en yakın yerden yüzlerce kilometre uzak, eski çağlarda herhangi bir insanın ayak basmış olması ihtimalinin düşük olduğu bir adaymış...
Günlerden bir gün, kaşifler bu adaya rastlamışlar.
Kuru, çorak bu adada, 600’den fazla dev insan heykelleriyle karşılaşmış ve en yakın karadan binlerce kilometre uzaklarda yer alan bu adada bir zamanlar birilerinin yaşamış olduğunu anlamışlar...
Fakat buraya nasıl gelmişler? Bu heykelleri nasıl yapmışlar? Ve sonra nereye kaybolmuşlar?
Masal değil, Paskalya Adası burası...
Bugün Şili topraklarına dahil olan bu küçük ada, Pasifik Okyanusu’nun tam orta yerinde.
Keşfini takiben yapılan araştırmalar, burada Polinezyalıların yaşamış olduğunu ve heykelleri yapanların da kendileri olduğunu ortaya çıkardı.
Heykellerin gizeminin çözülmesi, aynı zamanda bir doğa trajedisini de gözler önüne serdi.
Denizcilik ve gemicilik konusunda usta Polinezya halkı, Paskalya Adası’na ulaştığında, ada milyonlarca dev palmiye ağacıyla dolu, bitki örtüsü çeşitli, insan yaşamına pek çok olanaklar sunabilecek bir adadır.
Polinezyalılar buraya yerleşir ve yaşam başlar.
Barınma, korunma, kayık yapımı gibi ihtiyaçları için ağaç gövdeleri lazımdır, ağaç katliamı başlar...
Nüfus arttıkça, doğal olarak ağaç gövdelerine daha çok ihtiyaç duyarlar.
İlk başlarda nispi olarak “az” sayılan bu bitki örtüsü tahribatı, bir gün zirveye ulaşır.
Sebebi ise o meşhur heykeller...
Atalarına tapınmak için yapmaya başladıkları ve bugün adına “moai” denen dev heykelleri taşımak ve yerleştirmek için de ağaç gövdelerini kızak ve kaldıraç olarak kullanmaktadırlar. (Ada yerlilerinin 1000’in üzerinde heykel yaptıkları belirtiliyor.)
Ada giderek ormansızlaşır...
Gün gelir, ada halkının ne tekne yapacak, ne ev kuracak, ne de moai’leri taşımak için kızak yapacak ağaçları kalır.
Çoraklaşan toprak artık tarıma da elverişli değildir, yiyecek sıkıntısı da çekmeye başlamışlardır.
Onları koruyan, besleyen, yaşam veren bitki örtüsü tamamen değişmiştir.
Kaynakları tükenen, kıtlık dönemine giren adalılar artık yaşayamaz hale gelirler.
Birbirleriyle savaşırlar ve sonunda birbirlerini yiyen bir yamyam halka dönüşürler.
100 yıl içinde adada sıfırdan medeniyet yaratan halk, bitki örtüsünü bozarak ve sınırlı kaynaklarını tüketerek kendi sonlarını hazırlar.
Bugün adada onlardan bugüne ulaşan 600’den fazla heykel, sessizce bu hikayeyi anlatır ziyaretçilerine.
Artvin’deki sel ve heyelan felaketini “doğal felaket” olarak tanımlıyorlar fakat, burada ve diğer birçok şehirde doğanın kendi dengesine yapılan müdahale, Paskalya yerlilerinin yaptığından farklı değil.
Doğanın intikam aldığını söylüyorlar ya hani, intikam aldığı yok aslında, doğal dengeyi siz bozdukça, o kendi dengesini sağlamaya çabalıyor.
Taşkın olduğu takdirde işin felaketle sonuçlanacağı belliyken dere yataklarının kontrolsüzce yapılaşmaya açılmasının, HES’lerle derelerin kurutulmasının, doğal yaşamın ortadan kaldırılmasının basit sonuçları olmayacak elbette.
Bunu görmemek için ancak kör olmak lazım.
Paskalya Adası’nın felaketi sadece 100 yıl içinde gerçekleşti.
Uygarlık tarihini düşünecek olursak, çok kısa bir zaman. Biz, bu süreyi bugünkü üstün “çabalarımızla” hayli kısaltıyoruz.
Polinezyalılar doğal kaynaklarını kurutup yaşamın dengesini bozmanın nelere bedel olacağını varsayamadılar diyelim...
2015 senesinde doğanın dengesini bozmanın, plansız yapılaşmanın sonu nereye varıyor, bunu biliyoruz artık.
Çevre felaketine sebep olanların zihin yapısı Paskalya Adası yerlilerinden daha berbat durumda gerçi.
Onlar bilmiyorlardı başlarına gelecekleri, bizimkiler olacakları biliyorlar, onları uyaran uzmanlar da var ama daha fazla para kazanma arzusu, dünya üzerindeki tüm gerçeklerin önüne geçiyor.
Bizim çağın da laneti bu.
Paylaş